Abdülhamid hatırat yazmamıştır. Ancak başka çeşitli hatırat, günlük ve muhtıra yayınlarında kendisinden sadır olan sözler bulmak mümkündür. Tahttan indirildikten sonra ölünceye kadar Abdülhamid’in özel doktorluğunda bulunan Atıf Hüseyin Bey’in Hatıratı (İstanbul, 2003) bu bakımdan önemli bilgiler veren bir günlüktür. Neşrinde birçok kusur varsa da, kendisini sevmeyen bir İttihatçı tarafından yazıldığı için Abdülhamid’e atfedilen konuşmalar sahih olabilir. Bu metinde Abdülhamid’in eğitimi ve kültürü hakkında kendi ağzından anlatılanlar bize pek renkli bir portre sunar.
Abdülhamid şehzadeliğinde özel hocalardan tahsil görür. Selanik’te sürgündeyken Halley Kuyrukluyıldızı’nın geçişini izlemek için bir gecesini pencere önünde geçirdiği için üşütebilecek kadar yıldızlara meraklıdır, ilm-i nücum okur. Acaba Yıldız Sarayı’nda taayyüşü bu sevgiye mi dayanır, merak konusudur. Tefsir okuduğu, konuşmaları arasına serpiştirdiği ayetlere getirdiği açıklamalardan bellidir. Her daim Buhârî-i Şerif okuduğunu sık sık tekrarlar. Halk dininin geleneksel uygulamalarına bağlıdır; Çanakkale Savaşı sırasında Delail-i Hayrat ve Şifa-i Şerif hatimleri yapar. Dinî ilimlere vâkıftır, hatta Ramazanlarda huzurunda yapılan tefsir derslerinde sorulara cevap veremeyen mukarrirlerin yerine müdahale edip yorum getirdiği çoktur. “Başıma sarık sarsam, vaaz ü nasihat etsem itibar bulurum” diyecek derecede bu konuda kendisine güvenir.
Hafız Şirazî’nin divanını Farsçadan okur. Farsça yazdığı beyitlerin yanı sıra yaptığı resimlerden haberdar dahi değiliz. Birçok ifadesinden Kadirî olduğu anlaşılıyor. Pirinin Bağdat’taki türbesine hizmet etmiş olmakla övünüyor. Şimali Arnavutça konuşabildiğini, Çerkezce anladığını kendisi söylüyor; ancak Fransızca, Arapça ve Farsçayı iyi bildiği kesindir.
Vaktine düşkün olduğundan, gazeteleri yemek yerken kendisine okutur. Matematikte iyidir, hatta tahdid-i mesaha, yani ateşli silahlar için mesafe tayini hususunda bir risalesi olduğunu, burada kendi keşfettiği basit bir usulü kaleme aldığını söyler (keşke elimizde olsaydı). Şehzadeliğinde ticaretten çok para kazanır; Maslak’taki çiftliğinde hayvanat yetiştirip satar. Hayvan meraklısı olduğundan, çok hayvan beslediğinden adeta bir baytar kadar hastalıkları iyi bilir. Kedisi, papağanı ve güvercinleri vardır; gençliğinde yılan bile besler, aslan ve kaplan beslemeyi de dener ama hoşuna gitmez.
Tıp bilgisi de şaşılacak derecede geniştir; hatta İbn Sina’nın kitabını Arapçadan okur. Hekimliğe o derece meraklıdır ki, ameliyathanelere ara sıra devam eder. Meşhur doktorlara sürekli sorular sorar. Bahçelerine de düşkündür; şehzadeliği zamanında Yeniköy’deki köşkünün bahçesi çok meşhurdur, öyle ki cuma ve pazar günleri bahçenin kapılarını açtırır, ahalinin gezmesine izin verir. Şehzadeliğinde iyi bir avcıdır, o yüzden sağ kulağı iyi işitmez. Kılıç kullanmayı öğrenir ve eski silahlardan oluşan bir koleksiyonu vardır. İyi bir yüzücü olmakla övünür. Marangozluğu zaten ünlüdür, Yıldız Sarayı’nda atölyesi vardır; zamanında buraya yetenekli zanaatçıları celbeder.
Abdülhamid’e göre aşklı-meşkli romanlar ahlakı bozar; seyahatnameleri ve cinayet romanlarını okumak lazımdır. Buna karşın, Batı müziğine meraklıdır; Almanya’dan çocukları için dört tane piyano getirtmiştir saraya. Piyano ve sair sazlardan bazılarını kendisi de çalabilen Abdülhamid: “Nota bilmek şarttır, güzel bilirim. Doğrusunu isterseniz ben Türküm ama Türkçe havalardan ziyade alafranga havalar, operalar hoşuma gider. Çünkü Türkçe minördür, insana uyku getirir. Hem de bizim Türkçe dediğimiz makamlar Türkçe değildir; Yunan’dan, Acem’den alınmıştır. Türk çalgısı davul zurnadır.” der. Kızı Ayşe Sultan piyano, keman ve arp çalar zaman zaman babasına. Yıldız’daki küçük tiyatrosuyla gurur duyan Abdülhamid, İtalya’dan oyuncular da getirtir. Özellikle Verdi’nin operalarını sever.
“Kültür zaman ister. Bizi başlıca terakkiden men eden askerliktir” der Abdülhamid. Memleketimizde Avrupa memleketleri gibi imar olunamamasına, halkın cahil kalmasına başlıca sebep askerliktir. Tabii o zamanlar askerlik çok uzundur, Abdülhamid askerlik süresini bu yüzden yedi-sekiz seneden üç seneye indirir. Kendisini yetiştirmek isteyen gençlere yıllarını geri verir. Aslında askerliği iki seneye indirmek ister, fakat genelkurmay nüfusu yeterli bulmadığından bu kararı veremez.
Abdülhamid şehzadeliğinde gezmeyi, macerayı, hayatı seven bir insandır. Fakat 33 yıllık padişahlığında (1876-1909) İstanbul dışına hiç çıkmaz. Taşraya gitmeyen Sultan Abdülhamid fotoğraflarla, telgraflarla, müfettişlerle ve valilerden sürekli isteyedurduğu vilayet raporlarıyla taşrayı kendisine getirir. Hükümdarlığından sonra ise üç yıllığına Selanikli olur. Jön Türkler’in idaresinde yaşanan Balkan Harpleriyle orası da elden gitmek üzereyken İstanbul’a geri getirilir ve 10 Şubat 1918’de vefat ettiği Beylerbeyi Sarayı’na yerleştirilir.
ANLAYIŞ DERGİSİ ARŞİVİ
Henüz yorum yapılmamış.