Michel Foucault: Ayaklanmak faydasız mı?
İran Devrimi'nin üzerinden kırk yıl geçti. Fransız tarihçi ve filozof Michel Foucault’nun, inkılabın henüz dumanları üzerindeyken Le Monde gazetesine yazdığı bu makale, tüm handikaplarına, vaat ettiği hürriyet ve adalet fikrinin uzağına düşmeye başlamasına hatta kendi çocuklarını yemesine rağmen inkılabın, özelde de ayaklanma fikrinin, halkın ayaklanması imgesinin epistemesi üzerine önemli bir tutum ortaya koyuyor.
MICHEL FOUCAULT
Ä°ranlılar geçen yaz, “Åžah’ın gitmesi için binlercemiz ölmeye hazırdır” diyorlardı. Ve bugünlerde Ayetullah Humeyni, “devrimin güçlü olması için Ä°ran’da kan dökülsün” diyor.
Birbirine eklenebilecek bu cümleler arasındaki garip yankı. Ä°kinci cümlenin dehÅŸeti birincisinin coÅŸkusunu mahkum ediyor mu?
Ayaklanmalar tarihin malıdır. Ama, belli bir biçimde, ondan kaçarlar. Tek bir insanın, bir grubun, bir azınlığın ya da tüm bir halkın, “artık itaat etmiyorum,” dediÄŸi ve adaletsiz olarak deÄŸerlendirdiÄŸi bir iktidara karşı kendi hayatını ortaya koyduÄŸu bir hareket; bu hareket bana ortadan kaldırılamaz geliyor. Çünkü hiçbir iktidar böyle bir hareketi tamamıyla imkansız kılacak yetenekte deÄŸildir: VarÅŸova’nın isyancı bir gettosu ve asilerinin oturduÄŸu batakhaneleri her zaman olacaktır. Çünkü ayaklanan insanın sonuçta açıklaması yoktur: bir insanın itaat etmenin güvenliÄŸine karşı ölüm riskini “gerçekten” tercih edebilmesi için tarihin akışını ve uzun neden zincirlerini kesintiye uÄŸratacak türde bir kökünden sökülme gerekir.
Kazanılmış ya da talep edilen bütün özgürlük biçimleri, kullanılan bütün haklar, görünüÅŸte en önemsiz ÅŸeylerle ilgili bile olsalar, “doÄŸal haklar”dan hiç kuÅŸkusuz daha dayanıklı ve daha yakın son bir dayanak noktasına sahiptir. EÄŸer toplumlar ayakta kalıyor ve yaşıyorsa, yani eÄŸer iktidarlar “mutlak olarak mutlak” deÄŸillerse, bu, bütün kabullerin ve zorlayıcı önlemlerin ardında; tehdit, ÅŸiddet ve ikna yöntemlerinin ötesinde; hayatın artık kendini pazarlık malzemesi olarak öne sürmediÄŸi, iktidarların bir ÅŸey yapamayıp insanların daraÄŸaçları ve makineli tüfekler karşısında ayaklandıkları o anın olabilirliÄŸi sayesindedir.
Çünkü böylelikle o an “tarih dışı” ve tarih içi olduÄŸundan, çünkü o anda herkes hayatıyla kumar oynadığından, ayaklanmaların kendi ifadelerini ve dramaturgilerini niçin dinsel biçimlerde bu kadar kolaylıkla buldukları anlaşılır. Öte dünya vaatleri, ahir zamanın geri dönüÅŸü, kurtarıcı veya son günler saltanatı beklentisi, iyiliÄŸin paylaşımsız saltanatı; tüm bunlar, dini biçimin uygun olduÄŸu her yerde, yüzyıllar boyunca, sadece bir ideolojik kılıfı deÄŸil; ayaklanmaları yaÅŸama biçimini de meydana getirdi.
Derken “devrim” çağı geldi. Ardından iki yüzyıldan beri devrim tarihe egemen oldu, zamanı algılayışımızı örgütledi, umutları kutuplaÅŸtırdı. Rasyonel ve hakim olunabilir bir tarih ortamına ayaklanmayı alıştırmak için büyük bir çaba gösterdi: Ayaklanmaya meÅŸruiyet verdi, iyi ve kötü̈ biçimlerini sınıflandırdı, geliÅŸiminin yasalarını belirledi; ön koÅŸullarını, hedeflerini ve tamamlanma usullerini saptadı. Hatta devrimcilik mesleÄŸi bile tanımlandı. Ayaklanma böylece uzlaÅŸtırılırken, kendi hakikati içinde ortaya çıkarıldığı ve gerçek sınırına kadar götürüldüÄŸü varsayıldı. Åžaşırtıcı ve korkunç bir vaat. Kimileri ayaklanmanın Real-Politik tarafından kolonize edildiÄŸini söyleyecektir. Kimileriyse rasyonel bir tarih boyutunun ayaklanmaya açıldığını söyleyeceklerdir. Ben, geçmiÅŸte Horkheimer tarafından ortaya atılan, saf ve biraz coÅŸkulu soruyu tercih ediyorum: “Peki ÅŸu devrim denen ÅŸey bu kadar arzulanır bir ÅŸey mi?”
Ayaklanma muamması, Ä°ran’da, hareketin “derin nedenlerini” deÄŸil; hareketin yaÅŸanış tarzını araÅŸtıranlar için, hayatlarını tehlikeye atan bu erkeklerin ve kadınların kafasından neler geçtiÄŸini anlamaya çalışanlar için çarpıcı bir ÅŸey vardı. Açlıkları, aÅŸağılanmaları, rejimden nefretleri ve rejimi devirme istekleri; bunları, siyasi olduÄŸu kadar dinsel de olan düÅŸsel bir tarihin içinde, gökyüzünün ve yeryüzünün sınırlarının ötesinde yazıyorlardı. Herkes için ölüm kalım meselesi olan, aynı zamanda bin yıllık fedakarlık ve vaadin söz konusu olduÄŸu bir mücadelede Pehlevilere karşı koydular. Öyle ki çok önemli bir rol oynamış olan o ünlü̈ nümayiÅŸler hem ordunun tehdidine (onu felç edecek kadar) gerçekten karşılık verip hem de dinsel törenlerin ritmiyle hareket edebiliyor ve nihayet iktidarın her zaman lanetli olduÄŸu zaman-dışı bir dramaturgiye baÅŸvurabiliyordu. Bu ÅŸaşırtıcı çakışma; görünüÅŸte çok iyi silahlanmış bir rejimi devirmek için, geçmiÅŸte ruhani kiÅŸilikler siyaset zeminine sokulmak istediÄŸinde Batı’ da görülmüÅŸ olan eski düÅŸlere yakın, oldukça güçlü bir hareketi yirminci yüzyılın göbeÄŸinde ortaya çıkardı.
Sansür ve zulüm yılları, ipleri elinde tutan siyasi bir sınıf, yasaklanmış partiler, çok kan döken devrimci gruplar; “geliÅŸme”‘, “reform”, “ÅŸehirleÅŸme” ve rejimin bütün diÄŸer baÅŸarısızlıkları tarafından yaralanmış bir halkın ÅŸaÅŸkınlığı ve ardından isyanı, din üzerinde deÄŸilse neyin üzerinde temellenebilirdi ki? Bu doÄŸru. Fakat dinsel öÄŸenin daha gerçek güçler ve daha az “arkaik” ideolojiler yararına hızla yok olmasını beklemek gerekiyor mu? KuÅŸkusuz hayır ve bunun da birçok nedeni var.
Öncelikle hareket hızlı bir baÅŸarı gösterdi; bu baÅŸarı, hareketi mevcut biçimiyle güçlendirmiÅŸti. Halk üzerindeki etkisi güçlü ve siyasi ihtirasları yatışmak bilmeyen bir ruhban sınıfın kurumsal saÄŸlamlığı vardı. Ä°slami hareketin bütün genel koÅŸulları ortadaydı: Ä°ÅŸgal ettiÄŸi stratejik konum, Müslüman ülkelerin ellerinde tuttukları ekonomik anahtarlar ve iki kıta üzerindeki yayılma gücüyle Ä°slami hareket Ä°ran’ın etrafında yoÄŸun ve karmaşık bir gerçek oluÅŸturur. Bu yüzden, isyanın muhayyel içerikleri devrim sabahı dağılmamıştır. Bunlar, hemen kendilerini kabul etmeye hazır, ama gerçekte çok baÅŸka yapıdaki bir siyasi sahneye aktarıldı. En önemli olanla en acımasız olan, bu sahnede iç içe girer: Ä°slam’ı yeniden yaÅŸayan en büyük uygarlık yapmanın müthiÅŸ umudu ve yabancı düÅŸmanlığının etkili biçimleri; dünya çapında ortaya sürülen peyler ve bölgesel rekabetler. Ve emperyalizmler sorunu. Ve kadınların köleleÅŸtirilmesi, vs.
Ä°ran’daki hareket, kör coÅŸkunun altında gizlenmiÅŸ olarak bulunan zorbalığı ortaya çıkardığı sanılan devrimlerin “yasasına” boyun eÄŸmedi. Ayaklanmanın en iç ve en yoÄŸun bir ÅŸekilde yaÅŸanmış bölümünü oluÅŸturan kısım, aşırı yüklü bir siyasi tartışma alanıyla doÄŸrudan ilgilidir. Ama bu iliÅŸki özdeÅŸlik iliÅŸkisi deÄŸildir. Ölecek olanların baÅŸvurdukları maneviyatın, köktendinci bir ruhban sınıfının kanlı yönetimiyle hiçbir ortak noktası yoktur. Ä°ranlı din adamları ayaklanmanın sahip olduÄŸu anlamlarla rejimlerini resmileÅŸtirmek istemektedir. Ayaklanma olgusunu saf dışı bırakmak da onların yaptığından baÅŸka bir ÅŸey yapmamaktır, çünkü bugün bir mollalar yönetimi vardır. Her iki durumda da “korku” vardır. Geçen sonbahar Ä°ran’da olan ve dünyanın uzun süreden beri örneÄŸini görmediÄŸi ÅŸeyden duyulan korku.
Böyle bir harekette yok edilemez olanı ve geçmiÅŸte olduÄŸu kadar günümüzde de bütün despotizmler için derinlemesine tehdit olan ÅŸeyi ortaya çıkarma gerekliliÄŸi tam da buradan gelir.
KuÅŸkusuz görüÅŸ deÄŸiÅŸtirmekten utanacak bir ÅŸey yok: ama dün Savak’ın iÅŸkencelerine karşı olduktan sonra bugün de kesilen ellere karşı olunduÄŸu için görüÅŸ deÄŸiÅŸtirildiÄŸini söylemenin hiçbir nedeni yok.
“Benim için ayaklanın, tüm insanlığın nihai kurtuluÅŸu söz konusudur,” demeye kimsenin hakkı yok. Ama, “ayaklanmak gereksiz, her zaman aynı ÅŸey olur,” diyecek olanla da hemfıkir deÄŸilim. Bir iktidar karşısında hayatını tehlikeye atan insana efendilik taslanmaz. “Ayaklanmak haklı mı deÄŸil mi?” sorusunu bir yana bırakalım. Ayaklanılıyor, bu bir olgudur; ve öznellik (büyük adamların deÄŸil, sıradan insanların öznelliÄŸi) tarihe bu ÅŸekilde dahil olur ve güç verir. Suça eÄŸilimi olan, yasaya aykırı cezalara karşı hayatını ortaya koyar; deli kapatılmaktan ve yoksun kalmaktan dayanamaz hale gelir; halk kendisine baskı yapan rejimi reddeder. Bu suçluyu masum kılmaz, deliyi iyileÅŸtirmez ve vaat edilmiÅŸ yarınları halka garanti etmez. Zaten hiç kimse onlarla dayanışmak zorunda deÄŸildir. Kimse, bu karman çorman seslerin baÅŸkalarından daha iyi ÅŸarkı söylediÄŸini ve en gizli hakikati anlattığını kabullenmek zorunda deÄŸildir. Onları dinlemenin ve ne demek istediklerini anlamaya çalışmanın bir anlamı olması için var olmaları ve karşılarında da onları susturmak için can atanların olması yeterlidir. Bu bir ahlak sorunu mu? Belki. Gerçeklik sorunu olduÄŸu ise kesin. Tarihin tüm düÅŸ kırıklıkları bile bunu etkilemeyecektir: Böyle sesler olduÄŸu için insanlık zamanının biçimi, evrim deÄŸil, tam olarak “tarih”dir.
Bu, bir baÅŸka ilkeden ayrılamaz: Bir insanın bir diÄŸeri üzerinde uyguladığı iktidar her zaman tehlikelidir. Ä°ktidarın, doÄŸası gereÄŸi kötü̈ olduÄŸunu söylemiyorum: Ä°ktidarın, mekanizmaları gereÄŸi sonsuz olduÄŸunu söylüyorum (bu, her ÅŸeye kadir olduÄŸu anlamına gelmez; tam tersine). Ä°ktidarı sınırlandırmak için kurallar asla yeterince katı deÄŸildir; ele geçirdiÄŸi tüm fırsatları iktidardan geri almak için evrensel ilkeler asla yeterince katı deÄŸildir. Ä°ktidarın karşısına daima aşılamaz yasalar ve kısıtlamasız haklar çıkarmak gerekir.
Günümüzde entelektüellerin pek iyi “ünleri” yok: Bu kelimeyi yeterince belirgin bir anlamda kullanabileceÄŸimi sanıyorum. Entelektüel olunmadığını söyleme zamanı deÄŸil. Zaten böyle söylesem gülersiniz. Entelektüel, bu benim. Bana yaptığım iÅŸi nasıl kavradığım sorulduÄŸunda ÅŸu cevabı veriyorum: EÄŸer bir strateji uzmanı, “bütünün büyük kaçınılmazlığı karşısında herhangi bir ölümün, herhangi bir çığlığın, ayaklanmanın hiç önemi yok ve buna karşılık, içinde bulunduÄŸumuz özel durumunda ÅŸu ya da bu genel ilke beni ilgilendirmez.” diyen insansa, o halde, strateji uzmanının bir siyasetçi, bir tarihçi, bir devrimci, Åžah veya Ayetullah yanlısı olması benim için fark etmez; benim teorik ahlakım bunun tersidir. Benim ahlakım “antistratejik”: Tek bir insan ayaklandığında saygılı olmak, iktidar evrenseli ihlal ettiÄŸinde uzlaÅŸmaz olmak. Basit seçim, zahmetli iÅŸ: Çünkü hem tarihi kesintiye uÄŸratan ve çalkalandıran ÅŸeyi, bizatihi tarihin biraz altında durarak gözetlemek hem de siyasetin biraz berisinde kalarak, siyaseti koÅŸulsuz biçimde sınırlandıracak ÅŸeye göz kulak olmak gerekir. Ne de olsa bu benim iÅŸim; ben bu iÅŸi yapacak ne ilk ne de tek kiÅŸiyim. Ama ben-bunu seçtim.
* “Inutile de se soulever?” Le Monde, no. 10661, 11-12 Mayıs 1979, s. 1-2.
Kaynak: Dits et écrits (1954-1988), tome III : 1976-1979, Gallimard, Paris: 1994 (Entelektüelin Siyasi Ä°ÅŸlevi, Seçme Yazılar I, Ayrıntı Yayınları, Ä°stanbul: 2000)
MAPENEWS
Henüz yorum yapılmamış.