Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

Dücane Cündioğlu: Benim, 'ben olmaktan başka deneyebileceğim birşey yok!'

*Bu yazı 17 Nisan 1999 yılında Yeni Şafak'ta yayınlanmıştır.



Åžâir, iÅŸte aynen böyle söylüyor:"ben olmaktan baÅŸka deneyebileceÄŸim birÅŸey yok kendi mezarımdan baÅŸka, hangi mezar kabullenir ki beni"Oysa biz, kendimiz olmaktan gayrı denemedik birÅŸey bıraktık mı geride?! Bu toprakların çocukları, kendileri dışında herÅŸey olmayı denemediler mi? BaÅŸkalarına özenmediler mi, taklid edip onları, öykünüp durmadılar mı yıllarca?
 
Hayalleri bile kendilerine ait olmadı/olamadı bu ülkenin çocuklarının... GeçmiÅŸlerine dahî baÅŸkalarının taktıkları gözlüklerin ardından baktılar, baÅŸkalarının yardımıyla baktılar, baÅŸkaları gibi baktılar... Frengistan''a gittiklerinde oralarda nedense hep kâÅŸâneler gördüler, diyar-ı Ä°slâm''da ise her dâim virâneler... Öyle ki daha 1872''de, "Bütün memâlik-i mütemeddineyi dolaÅŸmaya ne hâcet? Ä°nsan yalnız Londra''yı iman-ı nazarla temaÅŸa eylese, göreceÄŸi bedayi ile akla veleh getirir" dediler Namık Kemal gibi... Gerçekten de akılları baÅŸlarından gitti ve baÅŸka akıllar aracılığıyla dünyaya baktılar... Dünyaya hâkim oldukları devirleri tavsif ve tasvir ederken, "müslümanların derin bir uykuya daldıklarını" söylemekten çekinmediler de koca imparatorluk dağılıp millet-i hâkime''nin millet-i mahkûme haline geldiÄŸi o acı dolu yılları, "Ä°slâmî uyanışın mebdei" ilan ettiler.
 
GeçmiÅŸten koptukça, geçmiÅŸi tanımak imkânlarından mahrum oldukça, "ataların dinini reddetmeyi" bir marifet bildiler ve Kur''an''dan bir dizi ayet sıralayarak atalarını hatırlatıcı ne varsa defettiler dünyalarından... Fakat Kur''an''ın kendilerini, "ataları olan Ä°brahim''in, Ä°smail''in ve Ä°shak''ın dinine davet ettiÄŸi" hakikatini nazar-ı itibara almayı akıl edemediler. PadiÅŸahlara karşı çıktılar, kralları attılar baÅŸlarından... Ancak Hz. Süleyman''ın da, Hz. Davud''un da birer melik (kral) olarak tavsif edildiÄŸini unuttular... Din "ÅŸekil dini" deÄŸildi onların nazarında... Ne sakalın, ne cübbenin, ne sarığın önemi vardı... Belki de haklıydılar. Ancak hiç düÅŸünmediler ki traÅŸ olmak da, boyunbağı ve ÅŸapka takmak da, ceket-pantolon giymek de bir ÅŸekle ve fakat baÅŸkalarının ÅŸekline tâbi olmak demekti aslında...
 
Descartes, Kant, Spinoza, Locke, Hume okumayı münevver olmanın, felsefeyle uÄŸraÅŸmanın mi''yarı haline getirdiler; lâkin ne Ä°bn Sina''yı, ne Gazâlî''yi, ne de Ä°bn Arabî''yi merak edip okudular... Batı felsefesini okuyup anlamadıklarında bir hikmet var zannettiler, fakat Ä°slâm Felsefe ve Kelâmı''na gözucuyla ÅŸöyle bir baktıklarında, görmekten aciz oldukları o hikmeti, "içi boÅŸ gevezelikler" ÅŸeklinde tesmiye ettiler.
 
Protestan rahiplerin aÄŸzından bal akıyordu, müslüman hatiblerin aÄŸzından ise irin ve hurafe... Ahiret geride kalırken, "çaÄŸdaÅŸ ülkeler düzeyine çıkmak" ulaşılması gereken bir hedef halini almıştı... Din terakkî''ye mâniydi ve mâni-i terakkî olan da kötü... O halde terakkîperver olmalı, terakkî''ye mâni her ne varsa irfan ve kültürümüzde, hemen atılmalı, atılamıyorsa bir kenara konulup çürümesi beklenmeliydi...
 
Miskin''in anlamı deÄŸiÅŸmiÅŸ tembellik olmuÅŸtu. Gavura gavur demek ise artık ayıp sayılıyordu. Önceleri gavur demeyi unuttuk, sonra gavurları baÄŸrımıza basıp onlara kardeÅŸ dedik. Onlar da bizlere hiç çekinmeden mürteci damgasını basıverdiler. GeçmiÅŸimize bakmamalıydık, geçmiÅŸimizle iftihar etmemeliydik, geçmiÅŸimizi önemsememeliydik.
 
Åžerh ve hâÅŸiyelerin hepsi birer tekrardı ve tekrar da kötü... Ezber de, ezberlemek de çaÄŸdışılık ilan edildiÄŸinden ezberlemekten vazgeçtik, ezberlediklerimizi unuttuk. Tekrarlamayı ve ezberlemeyi unutan bizler, tekrarlanması gerekenleri de unuttuk, ezberlemiÅŸ olduklarımızı da... Mâzi, bir an evvel üstü örtülmesi lâzım gelen bir çukurdu... Bu çukurun üzerini örttük ve böylece mâzimizden, mâzimizin gerekli kıldığı yükümlülüklerimizden, sorumluluklarımızdan vazgeçtik. Ä°stikbalin savcıları vardı, Mâzi''nin ise neredeyse hiçbir avukatı kalmamıştı. Kimse "Neden korkayım benzemekle bir kahramana?" diye sormuyor; kimse, öyle ya "Neden benzemekle bir ÅŸaire sözümün düÅŸsün deÄŸeri?!!" diye itiraz etmiyor, edemiyordu.
 
En nihayet muhayyel bir istikbal adına mâzi reddedildi; VE bu toprağın çocukları kendilerine sâdık kalamadılar, kendileri olmayı beceremediler; hatta becermek ne kelime, deneyemediler bile... Bu nedenle kendileri ne bir kahramana benzediler, ne de bir ÅŸâire... Aynaya bakmaktan utandılar... Korktular... VE kılıçlarını sakladılar... Üzerinde ölecekleri toprağı seçmek istediler, ama seçemediler; hiçbir mezar da kabullenmedi onları... Çünkü toprak onları seçmiÅŸti bir kere...
 
O halde toprağın kendisi için seçtiÄŸi, kendisine mahsûs kıldığı kimselerin kaderin hükmüne boyun eÄŸdikleri gibi biz de ÅŸiirin ÅŸiiriyyeti karşısında sükût edelim ve evvelemirde kendimiz gibi olmayı deneyip ÅŸâirin ÅŸu dizelerini sessizce ve içimizden okuyalım:
 
"(...)
 
neden korkayım benzemekle bir kahramana
 
neden benzemekle bir ÅŸaire sözümün düÅŸsün deÄŸeri
 
aynada beliren yüz kendi yüzüm
 
sesimin rengi hangi renge benzer ki
 
korkayım ve saklayayım kılıncımı
 
ben olmaktan baÅŸka deneyebileceÄŸim birÅŸey yok
 
kendi mezarımdan başka, hangi mezar kabullenir ki beni"

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.