Önemli Şahsiyetler
Osmanlı medrese mirasını Cumhuriyet’e taşıyan bir âlim: Ömer Nasuhi Bilmen
Büyük İslâm İlmihali adlı eseriyle Türkiye’de en fazla tanınan âlimlerden biri olan Ömer Nasuhi Bilmen 12 Ekim 1971’de vefat etti. 20. asırda yetişen, övünç kaynağımız olan büyük âlimlerden o. Hem Osmanlı medrese geleneğini Cumhuriyet Türkiye’sine aktarması hem de yazdığı eserler sebebiyle yeri doldurulamaz bir şahsiyet.
1883 yılında Erzurum’un Salasar köyünde doÄŸar Ömer Nasuhi Bilmen. Babası hacı Ahmed Efendi âlim ve fazıl bir insan. Annesi Muhîbe Hanım gönül ehli bir kadın… Kur’an eÄŸitimine 4 yaşında baÅŸlayan Ömer Nasuhi Efendi’nin kutsal kitabımızla muhabbeti bir ömür kopmadan devam eder. Zira o küçük yaÅŸlardan itibaren, ne olursa olsun, günde en az bir cüz Kur’an okumayı adet edinir. Babası Ahmed Efendi hac için gittiÄŸi kutsal topraklarda vefat edince, Erzurum Ahmediyye Medresesi müderrisi ve nakîbüleÅŸraf kaymakamı olan amcası Abdürrezzak Ä°lmi Efendi himayesine alır küçük Ömer Nasuhi’yi. Abdürrezzak Ä°lmî Efendi, yeÄŸeninin eÄŸitim hayatıyla yakından ilgilenir. Onun Erzurum Müftüsü olan Narmanlı Hüseyin Efendi’den ders almasını saÄŸlar. Böylece iki büyük âlimin elinde ÅŸekillenir Ömer Nasuhi Bilmen’in ilk eÄŸitimi.
Kitap ve ilim aÅŸkı o yıllarda oluÅŸmaya baÅŸlar. Maddi ÅŸartları sebebiyle kitap almakta zorlandığı için ödünç aldığı kitapları el yazısıyla defterlere geçirir ve ciltleyip saklar. Cumhuriyet dönemine ışık tutacak bir âlimin kütüphanesi de böyle oluÅŸmaya baÅŸlar. Kitap aşığı Ömer Nasuhi Efendi’yi okumaktan hiçbir ÅŸey alıkoyamaz. Gözleri kanlanır, bazen saÄŸlığı bozulur ama o yine de okur. Validesinin yatması için lambayı söndürdüÄŸü zamanlar dışında, bu okuma ameliyesi gecenin geç saatlerine kadar devam eder. Okumakla yetinmez, aynı zaman da yazmaya da baÅŸlar o yıllarda. Hatta Ä°ki Åžukufe-i TaaÅŸÅŸuk adını verdiÄŸi ilk eserini o dönemde kaleme almıştır. Bu eser sonraları üzerinde hiç durmadığı bir romandır.
Ä°ki hocası da vefat edince ilim tahsili için Ä°stanbul’un yolunu tutan Ömer Nasuhi Efendi, bir süreliÄŸine annesi ve kardeÅŸinden kopar. Ä°stanbul günleri Fatih Medresesi’nde baÅŸlar. Tokatlı Åžakir Efendi’nin derslerini takip etmeye baÅŸlar ve 2 yıl süren ders takibinin sonunda icazetini alır. Hukuk eÄŸitimi için imtihanla girdiÄŸi Medresetü’l-Kudat’ta büyük bir baÅŸarı gösterir ve okulu birincilikle bitirir. Hemen akabinde girdiÄŸi sınavla Fatih dersiamları arasına katılacak ve 1912 yılında genç bir fıkıh müderrisi olarak ders vermeye baÅŸlayacaktır.
1913’te Fetvahane-i Âli müsevvid mülazımlığına atanır. Bu dönemde uzun süre hasret kaldığı annesini ve kardeÅŸini de Ä°stanbul’a getirtir. Ancak kısa bir süre sonra Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu 1. Dünya Savaşı’na girmiÅŸ ve Çanakkale Savaşı kapıya dayanmıştır. Ömer Nasuhi Efendi, gönüllü olarak cepheye gitmek için kardeÅŸiyle birlikte, günlerce askerî ÅŸubenin yolunu aşındırır. Ancak onlara bir türlü sıra gelmez. Günün birinde kardeÅŸinin kabul edildiÄŸini öÄŸrenirler. SavaÅŸa gidememenin burukluÄŸuna, kısa bir süre sonra, kardeÅŸinin ÅŸehadet haberi eklenir. Böylece acısı ikiye katlanmıştır genç müderrisin.
SavaÅŸ yıllarında medresede derslere giren ve farklı vazifelerini devam ettiren Ömer Nasuhi Efendi, 600 yıllık koca bir imparatorluÄŸun yıkılışına ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluÅŸuna ÅŸahit olur. O, bu süreçteki sıkıntılara raÄŸmen ders vermekten, öÄŸrenci yetiÅŸtirmekten asla vaz geçmez. DarüÅŸÅŸafaka Lisesi’nde, Ä°stanbul Ä°mam Hatip Lisesi’nde ve yeni kurulan Yüksek Ä°slam Enstitüsü’nde ahlak, fıkıh, kelam ve fıkıh usulü dersleri verir. ÖÄŸrencilerinin gözünde o herkesten farklıdır, çünkü o “Åžeker Muallim”dir.
Arapça ve Farsçayı çok iyi bilen Ömer Nasuhi Efendi, üç dilde de ÅŸiir yazabiliyordu. Yine Fransızcası da tercüme yapabilecek seviyedeydi. Hocalık yanında okuyor, yazıyor ve ilim peÅŸinde koÅŸuyordu. Bu konuda öÄŸrencilerine çok iyi bir örnekti. Ä°lim öÄŸrenme aÅŸkı onu hep zinde tutmuÅŸtu. 1926' da Ä°stanbul MüftülüÄŸü MüsevvidliÄŸine atanan Ömer Nasuhi, 1943'te de Ä°stanbul MüftülüÄŸüne getirilir.
Uzun yıllar devam ettirdiÄŸi müftülük hayatı boyunca saygın, takdir edilen ve sevilen bir portre çizer. Kurumda yenilikler yapar, bir din görevlisinin nasıl olması gerektiÄŸine dair çalışmalar yürütür. Tek partili dönemin baskılarına raÄŸmen, Ä°slam adına hizmete devam eder. Sürekli takip altındadır. Bu yüzden kendisine yöneltilen soruları layıkıyla cevaplayamaz. Bu acı bir yumru olur boÄŸazında düÄŸümlenir. Ömer Nasuhi Efendi, bu yüzden her gün kendisine gelen onlarca mektubu hiç üÅŸenmeden teker teker cevaplar. Bu mektuplarda insanlar, din adına merak ettikleri konular hakkında ona sorular yöneltiyorlardı. Ayrıca bu soru ve cevapları da muhafaza eder. Misafirsiz günü geçmeyen Ömer Nasuhi Efendi, her ortamda nezaketi ve inceliÄŸi ile öne çıkıyordu. En basit meselede bile kitaba bakmadan cevap vermemeyi âdet edinmiÅŸti. Onu tanıma ÅŸerefine ulaÅŸanların beyanına göre, Erzurum ÅŸivesi onu oldukça sevimli yapıyordu. Kendisiyle aynı fikirde olmayan kiÅŸileri bile sabırla dinlerdi ve yumuÅŸak bir dille doÄŸruları anlatmaya çalışırdı. Okumak ve yazmak dışında en büyük haz aldığı ÅŸey, dostlarıyla vakit geçirmek ve sohbet meclislerinde bulunmaktı. Bunların arasında “Sahaflar Åžeyhi” Muzaffer Ozak da vardı.
Ömer Nasuhi Bilmen için tek parti döneminin en ağır imtihanı ezanın Türkçe okunmasıydı. Her namaz vakti omuzlarına büyük bir kasvet çökerdi. Minarelerden yükselen kuru çaÄŸrı kulaklarını tırmalıyor, Arapça ezanın ahengini özlüyordu. Ezan-ı Muhammedî’yi özlüyordu... 1950’de Demokrat Parti iktidara gelse de uygulama bir süre daha devam etmiÅŸti. O umutla her gün dualar ediyordu müjdeli haberler için. Bir gün beklenen müjdeli haber geldi. Bir sabah kapısı çalındı. Kapıda elinde zarf olan bir polis durmaktaydı. Zarf kendisine uzatıldı. Zarfı açıp gelen pusulayı okuduÄŸunda dünyalar onun olur. Sonun da bitmiÅŸti. Ezan asli haline dönecekti. Hemen Fatih civarındaki cami ve mescitlere haber salınır. Yıllar süren bir iÅŸkencenin ardından muhteÅŸem bir heyecan yaÅŸanmaktadır. O sabah Fatih Camii’nin minaresinden okunan ezan bambaÅŸkaydı. Ä°ÅŸte bu gerçekten ilahi bir çaÄŸrıydı. Yasaktan sonra ilk Arapça ezanı okuyan da Ä°stanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen olacaktır.
1960 ihtilalinin ardından Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı’na getirilir. Bu makamda bir yılını tamamlamadan 1961’de istifa eder ve emekliye ayrılır. Ömer Nasuhi Efendi’nin Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı’nı kabul etmesi o dönemde herkesi ÅŸaşırtmıştır. Zira öncesinde de defalarca kendisine bu teklif yapılmış ama o her seferinde geri çevirmiÅŸtir. Peki, bu defa neden kabul etmiÅŸti? Onun bu vazifeyi kabul etmesi de, kısa sürede gerçekleÅŸen istifası da dönemin siyasi ÅŸartlarıyla yakından alakalıdır. Darbe yönetimi ezanın tekrar Türkçe okunmasını arzuluyordu. Diyanet BaÅŸkanlığı döneminde bu talebi defalarca önüne getirmiÅŸler fakat ondan istedikleri imzayı alamamışlardı. O kritik günlerde Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı’nda onun bulunması, utanç verici bir uygulamanın önlenmesiyle neticelenmiÅŸtir. Ancak iÅŸin aslı sonradan öÄŸrenilecektir.
Ömer Nasuhi Bilmen her zaman Ä°slamiyet’in ciddiyetini ve vakarını omuzlamış bir ÅŸahsiyetti. Onda mü’minin ÅŸerefini ve izzetini görebilirdiniz. Onun bu saygınlığı ve vakarı elbette ilminden geliyordu. Ä°lminin her haline sirayet etmesinden kaynaklanıyordu. Ä°lmini sindirmiÅŸ bu büyük âlim ayrıca bir tevazu timsaliydi.Ömer Nasuhi Bilmen’in el yazısıyla yazıp kütüphanesine koyduÄŸu eserlerinden biri ilginç bir ÅŸekilde Türkiye gündemine oturur. Bu eser 15 yılda tamamladığı, sekiz ciltlik Hukuk-i Ä°slamiye ve Islahat-ı Fıkhiyye Kamusu’dur. UNESCO Ä°stanbul Üniversitesi’nden orijinal bir hukuk kitabı ister. Ellerinde önerebilecekleri herhangi bir kitap bulunmadığından, yakın arkadaşı Ebul'ulâ Mardin (1881-1957) Ömer Nasuhi Efendi’nin eserini tavsiye eder. Böylece kitap Ä°stanbul Üniversitesi tarafından yayınlanır. MuhteÅŸem bir kaynak olan bu devasa hukuk kitabı Türkiye’nin övüncü olur o kasvetli günlerde.
Fıkıh alanında rahatça kalem oynatmasına mukabil, Kur’an tefsirine her daim temkinli yaklaÅŸmıştır Bilmen. Bu hassasiyetinden kaynaklanmaktadır. Belki de bunu yapabilecek ilmi olgunluÄŸa eriÅŸtiÄŸini düÅŸündüÄŸünden, belki de Türkiye’de dini baskıların bir nebze hafiflemesinden duyduÄŸu coÅŸkuyla ilk tefsir çalışmasını Ä°stanbul’un fethinin 500. yıl dönümü için kaleme alır. Günün anlamına binaen de Fetih suresini tercih etmiÅŸtir. Sonraki yıllarda bu çalışmanın arkası gelecek ve ömrünü Kur’an’ın tefsirine adayacaktır. Ömrünün son yıllarında bu izzetli âlimin tek bir arzusu vardır. O da tefsir çalışması bitmeden ölmemek. Cenab-ı Hakk duasını kabul etmiÅŸ olacak ki, sekiz ciltlik kitabı tamamlandıktan kısa bir süre sonra, 12 Ekim 1971 tarihinde Rabbine emanetini teslim eder. Vefat ettiÄŸinde 87 yaşında olan Ömer Nasuhi Bilmen, Edirnekapı’daki SakızaÄŸacı ÅžehitliÄŸi’ne defnedilir.
Henüz yorum yapılmamış.