Sosyal Medya

Seküler bir çağda hadis ilmine getirilen eleştiriler nasıl aşılabilir?

Seküler çağda hadis rivayet ağı, çoğunlukla bir sözlü gelenek örneğinden ibaret olup, ilkel bir düşünce dönemi olarak tanımlanmaktadır. Prof. Dr. Recep Şentürk “Toplumsal Hafıza” kitabında bu kabule disiplinlerarası bir yaklaşımla ciddi bir eleştiri getiriyor. Savaş Tali yazdı.



İnsanlık tarihinin düşünsel serüveninde belirli dönemlerdeki düşünsel, epistemolojik ve olgusal verilerle desteklenen süreçler, kendi içindeki insicamı bağlamında bir toplumsal paradigma ve müktesebat oluşturarak, birçok düşünce akımı veya yaşantının temelini oluşturmaktadır. İslam tefekkür tarihi paradigmasının oluşumunun en değerli dönemi olarak görülen hadis nakil geleneğini kapsayan süreç de düşüncemizi kemikleştiren, çok yönlü ve birçok farklı coğrafya ile fikrî yapıyı barındıran bir süreçtir.
 
Düşünce tarihimiz açısından muazzam bir yere sahip olan hadis rivayet geleneği 9 asırlık süreçte binlerce şahsiyet ve ilişki ağlarından oluşmaktadır. Bu süreç salt bir sözlü gelenek değil, kendi içerisinde bir sistematik ile nakil geleneği olan bir sosyal ağdır.  
 
Seküler çağda hadis rivayet ağı, gerek oryantalist gerekse İslam coğrafyasındaki düşünürlerce farklı yönleri ile konu edilip tartışılagelmiştir. İki farklı pencereden yapılan çalışmalarda çoğunlukla bu dönemin, sözlü geleneğin sıradan bir örneğinden ibaret olduğu ve kendi içinde bir metot barındırmadığı öne sürülerek birçok açıdan ilkel bir düşünce dönemi olarak tanımlamaya çalışılmıştır. Öne sürülen birçok tezin temel problemi, bu rivayet sürecinin kendi içindeki sosyal tarihi ile toplumsal düşüncesinden kopuk ve odak noktası olması gereken temel kaynaklarına inilmeden yapılmış olmasından ileri gelmekte idi. Bu problemin ana çözümünün ise, sosyal eylem ile sözlü nakil verilerinin bir bütün olarak, sosyolojik bir analize tabi tutularak okunması olabileceği göz ardı edilmiştir.
 
Disiplinlerarası bir analiz
 
Şu anda İbn Haldun Üniversitesi’nin rektörlüğünü yapmakta olan Prof. Dr. Recep Şentürk’ün İz Yayınlarından çıkan Toplumsal Hafıza Hadis Rivayet Ağı (610-1505) kitabında yukarda dikkat çektiğimiz probleme dair ciddi bir açılım ve analiz mevcut. Kitapta toplumsal bir hafıza türü olarak tanımlanan, “Hadis Rivayet Ağı” süreci, salt bir nakil geleneğinden ziyade; kendi içerisinde bir fikrî güvenilirlik, hoca-talebe ilişkisi, irtibat ve yönlendirme ağı, sosyal ve kavramsal bir yorum sistematiği barındıran, bütüncül bakıldığında başlangıcından son dönemlerine kadar hadis ilminin nasıl muhkem temeller üzerine bina edildiğini gözler önüne süren entelektüel bir sosyal ağdır. Şentürk’ün çalışmasının özgün yönü, düşünce tarihinin en hacimli entelektüel sosyal ilişki ağını, çok yönlü ve bütüncül bir şekilde, sosyoloji biliminin ışığında inceliyor olmasıdır. 
 
  Recep Şentürk kitabında, belki de ilk defa hadis ilmiyle sosyolojinin temel yaklaşımlarını ve kavramlarını bir arada ele alıyor. Bu şekilde, birçok yaklaşımdaki zayıf yönleri de ortaya koymaktadır. Klasik dönem İslam düşünürlerimizin multidisipliner yaklaşımlarında olduğu gibi sosyoloji ve hadis ilmi ile birlikte istatistik, dilbilim, göstergebilim, anlatıbilim gibi disiplinlere de başvurmuştur. Bir yandan İbn Haldun, İbn Hacer, Suyûtî, Kettânî, İbnu’s-Salah, Zehebî gibi âlimlerin klasik yöntemleri; diğer yandan da R. Barthes, H. White, M. Weber, Habermas, Umberto Eco gibi çağdaş sosyolojik yorumlarla karşılaştırmalı olarak, İslam medeniyetinin hadis rivayet ağının multidisipliner bir bilimsel analizini ortaya koymuştur.
 
Seküler çağda hadis rivayet ağı, çoğunlukla bir sözlü gelenek örneğinden ibaret olup, ilkel bir düşünce dönemi olarak tanımlanmaya çalışılmıştır. Bu tezlerin temel problemi, bu sürecin kendi içindeki sosyal tarihi ve müktesebatından kopuk olmasından ileri gelmekte idi. Toplumsal Hafıza kitabında ise medeniyetimizin bu muazzam ağının sosyal eylem ile söz birlikteliği, hem İslam mütefekkirleri hem de Batılı düşünürlerinin zihin dünyaları ile okunarak multidisipliner bir analiz ile okuyucuya sunulmuştur.
 
Kitaptan seçtiğimiz önemli tespitler     
 
1. Sözler ve fiiller kaçınılmaz bir şekilde birbirlerine bağlıdırlar ve müştereken sosyal yapıları oluştururlar. Sözel ve sosyal yapılar arasında kesintisiz bir sinerji olmaksızın günlük sosyal hayatı tasavvur etmek mümkün değildir.
 
2. Her söylem ağı -bilim, tarih, din veya edebiyat fark etmez- bir anlatı veya biçimsel olarak daha az düzenli olan günlük öyküler kümesi etrafında gelişir. Bir söylem ağı, bir sosyal örgüttür veya bir sosyal örgüt, bir söylem ağıdır.
 
3. Sosyal anlatıların ve ağların ortaya çıkışı ve varlığını sürdürmesi, gelişen dolaylı anlatım vasıtasıyla mümkün hale gelmektedir. Bütün gelenekler -dinî, bilimsel, felsefî, hukukî, siyasî, sanatsal veya diğerleri- müteakip nesillere dolaylı anlatım yardımıyla aktarılırlar.
 
4. Rivayet, o anki ortamda mevcut olmayan kişilerle ilişkilerimizi harekete geçirir. Rivayet olmaksızın, sosyal ağda dolaylı ilişkiler de imkânsız olurdu. Hiçbir sosyal ağ, bir sosyal anlatısız ve hiçbir sosyal anlatı, bir sosyal ağsız var olamaz.
 
5. Hadis literatürü, Müslümanlar için Kur’an’dan sonra İslam’ın ikinci kaynağıdır. Dün olduğu gibi bugün ve gelecekte de milyarlarca Müslüman, Hz. Muhammed’in (sas) örnek hayatını ve davranışlarını öğrenip aynı şekilde uygulamak için bu hadis literatürüne başvurur.
 
6. Bir Müslüman, Hz. Peygamber’in (sas) örneğini içselleştirmelidir. Bu nedenle, izleyenleri, O’nun fiillerini ve sözlerini gelecek Müslüman nesillere aktarmak maksadıyla ayrıntılı bir biçimde kaydetmişlerdir.
 
7. Müslümanlar “Hadis” etrafında; özel bir sosyal ilişki türü: rivayet; özel bir kimlik: muhaddis; özel bir ağ: bilgiyi kaynağına götürmek veya desteklemek anlamına gelen isnad ve ağın düzgün işlemesini temin için bütün süreci düzenleyen usûl-i hadis’i icat etmişlerdir. 
 
8. Usûl-i hadis: Hadis metodolojisi, hadis rivayet zincirine dahil edilmeyi ve ondan hariç tutulmayı, böylece râvîlerin ilmî faaliyetlerini, onların davranışlarının ahlakî standartlarını, birbirleriyle (hoca-talebe olarak) münasebetlerini ve tedavüldeki hadisin sıhhatini belirler.
 
9. Hadis râvîleri, râvîler zinciri=senet=isnâd ile, rivayeti kendilerine ulaştıran râvileri yeterince tanıyıp uydurma rivayetleri engellemişlerdir. Hadis rivayet ağı, miladi 7. yüzyıldan günümüze değin, tarihte bu denli ince bir ayrıntıyla kaydedilmiş en uzun sosyal ağdır.
 
10. Coğrafi olarak hadis rivayet ağı, İspanya, Afrika ve Balkanlar’dan Orta Asya, Doğu Türkistan ve Çin’e kadar yayılmış ve İslam akidesinin ve pratiğinin bütünleşmesine katkıda bulunmuştur.
 
11. Hadis rivayet ağında talebeleri cezbetmede en can alıcı rolü yaş ve bilgi değil, sosyal sermaye oynamıştır. Arzu edilen ağ ilişkilerine sahip âlimler, İslam dünyasının en ücra köşelerinden talebeler çekmişlerdir.
 
12. Aileler, genç öğrencilerin hadis öğrenimlerini ve özellikle ülke dışına seyahatlerini duygusal ve mali açıdan desteklemişlerdir. Bundan başka, bazı ünlü ilim aileleri, büyükbabanın torununu eğitmesi suretiyle, yüzyıllar boyu mütemadiyen âlim yetiştirmişlerdir.
 
13. Ünlü hadis âlimlerinin rivayet ağı, akranları arasında huffâz olarak tanınan en itibarlı tabakayı içermektedir. Yaşadıkları dönemlerin ‘ulemâ’ olarak bilinen önde gelen aydınlar topluluğunun bir parçası olan huffâzın otoritesi, yalnız hadis rivayet ağıyla sınırlı değildi.
 
14. Huffâz, hem entelektüel camiada hem de İslam toplumunda etkiliydi. Zaten ulemânın rolü, toplumun işleyişi için hayati derecede mühimdi.
 
15. İslam tarihçilerinin eserlerinde zikredilen on binlerce Müslüman âlim arasında, huffâz olarak öne çıkıp geniş halk takdiri kazanmış âlimlerin oranı % 3’ten azdır. Bu, söz konusu entelektüel katmanlaşma sürecinin ne kadar seçici ve rekabetçi olduğunu gösterir.
 
16. Huffâz, efsanevî kuvvetteki hâfızalarını, halk tarafından hâfızaya duyulan ihtiyacı azaltma konusunda olağanüstü bir başarı ile kullandılar, büyük bir titizlikle sahih rivayetleri uydurma olanından elediler ve onları kolayca ulaşılabilecek bir formatta halka sundular.
 
17. Oldukça itibarlı huffâz arasında sadece altısının eseri, Kütüb-i Sitte olarak çok saygın bir itibar kazanmıştır. Bu çalışmalara bu otoriteyi bahşedense, birçok neslin oluşturduğu geniş ilim camiasının hâkim görüşüdür.
 
18. Kütüb-i Sitte olarak anılan hadis derlemelerini yapan geç dönem otoritelerinin hiçbiri Arap değildir ki bu, hadisin çok-merkezli bir yapı içerisinde ülkeler ve tabakalar arasında nasıl yayıldığını apaçık göstermektedir.
 
19. Kütüb-i Sitte’nin ortaya çıkmasıyla, büyük bir özen sonucu sıhhati kanıtlanmış hadisler, talebeler için el altında kolayca bulunabilir olmuştu. Kazandıkları güven ve sağladıkları otoriteyle, geleneksel olarak hâfızaya ayrılan yeri zapt ettiler.
 
20. Kütüb-i Sitte arasından en fazla otorite kazananları, Buhârî ve Müslim’in hadis derlemeleri idi. Ayrıca bu iki derleme, geçmişte ve günümüzde en fazla alıntı yapılan kitaplar olarak ortaya çıkmaktadır.
 
Savaş Tali

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.