Hz. Akşemseddin'e göre kulluğun 5 mertebesi
Follow @dusuncemektebi2
Genel bir ezber vardır, mahlukatın beşer olanı hakkında kullanılır sürekli, “Hepimiz Allah'ın kuluyuz”. Oysaki hepimiz Allah'ın kulu değiliz. Zira kulluk, boyun eğmek, can u gönülden itaat etmek manalarına gelir.
Zira kulluk bir insanın ulaşabileceği en yüce mertebedir. Sevgili Peygamberimizin, sultan peygamberlik yerine kul peygamber olmayı ihtiyar etmesi bu yüzdendir. Kulluk makamının sahibi Rasulullah Efendimiz'dir. Bir kişi Resul-i Ekrem Efendimiz'e benzediği kadar kuldur. Bu yüzden “Hepimiz Allah'ın kuluyuz” ezberini bozmamız gerekiyor. Hepimiz olsak olsak Allah'ın mahlukuyuz, bazımız Allah'ın kulu.
Kulluğun en kestirme tanımı Allah'a karşı boynu bükük olmaktır. Kulluğun çeşitli mertebeleri vardır. Er-Risaletü'n Nûriyye adlı eserde Akşemseddin Hazretleri kulluğun beş mertebesi olduğunu söyler. İnsanın yaratılma gayesi olan kulluğu Akşemseddin Hazretleri şu şekilde beş kısımda değerlendiriyor:
1. Ten kulluğu
Şeriatın va'zettiklerini seve seve yapma yolunda olmak, Allah'ın emirlerini tutmak ve sakınmamızı istediklerinden azami derecede sakınmaktır. Bugün bunları yapanlar
2. Nefs kulluğu
Akşemseddin Hazretleri, kulluğun ikinci mertebesi olarak nefs kulluğunu zikreder. Nefs, kulun yerilen ahlâkı ve amelleri anlamına gelir. Nefs, mutasvvıflarca genel olarak kulun kötü huyları, çirkin vasıfları, kötü his ve huyların mahalli olarak, kişinin ayak bağı olarak tarif edilir. evliya olarak bilinse de Akşemseddin Hazretleri ve diğer veliler için bu, kişinin insan olmasının ilk adımıdır. Kişiye bir yükseklik kazandırmaktan ziyade, çukur olmaktan korur.
Akşemseddin Hazretleri'ne göre, bu kulluk derecesi, ten kulluğunun bir üst derecesidir. Allah'ın emir ve yasaklarını uygulamanın yanında, nefsini terbiye etmekle de uğraşan kişinin kulluğu bu derecededir. Bir tarikata mensub olarak o tarikatın edep ve erkanına uygun bir şekilde nefsini tesviye etmek için çabalamak, nefsin isteklerine muhalefet etmek ve direnç göstermek, bu kulluk derecesinin vasıflarıdır.
3. Gönül kulluğu
Gönül, bir şeyi bulunduğu halden bir başka hale çevirmek, bir yönden diğer bir yöne çevirmek, bir taraftan öbür tarafa döndürmek gibi anlamlara gelir. Akşemseddin Hazretlerinin tarifine göre bu kulluk derecesi, dünyadan ve dünyanın içindekilerden vazgeçip, tamamiyle ahirete yönelme derecesidir. Bu kulluk derecesinde kişi, dünyalıklardan yüz çevirerek, yönünü yalnızca ahirete döndürür. Kişiyi Allah'tan ayıran, ona Allah'ı unutturan her neyse dünyadır.
Gönül, nazargâh-ı ilahidir. Yüce Allah, kişinin gönlünü ve amelini değerlendirmeye alır. Bu kulluk derecesinde olan kişi, tüm dünyevî kaygılardan kurtulmuş olur ve kalbi tamamıyla uhrevi kaygılarla doludur.
4. Sır kulluğu
Kul ile Hakk Teâlâ arasında saklı ve gizli kalan hallerin tamamına sır derler. Yanısıra sır, kalpte bulunan Rabbanî bir latifedir. Büyükler, “ruh muhabbetin, kalp marifetin, sır da müşahedenin mahallidir” derler. Tarikate ait sırrını, ağyara yani tasavvufa muarız ya da yabancı kişilere söylememelidir. Zaten sır olarak ifade edilen şeyler kendisi için önem taşır. Aynı tarikatten de olsa başkasını ilgilendirmez. Kişinin şeyhiyle arasındaki sırdır, mahremdir. Kişi ailesinin mahremi koruduğundan daha ziyade bu sırrı korumalıdır.
Akşemseddin Hazretleri bu derecedeki kulun, ne dünya, ne de ahiret kaygısında olmadığını, tek gayesinin Allah rızası ve O'na vasıl olmak arzusu olduğunu söyler.
5. Can kulluğu
Sûfiler, kalp kırmayı, Kabe'yi yıkmaktan daha büyük bir günah olarak ifade ederler. Çünkü kalp Allah'ın nazargâhıdır. Rasulullah Efendimiz tüm mahlukata ve tüm âlemlere rahmet olarak gönderilmiş ve toplumun hangi tabakasından olursa olsun insanoğluna en güzel şekilde muamele etmiştir. Kimsenin gönlünü incitmemeye dikkat etmiştir.
Mutasavvfılar incitmemeye çalışmak kadar incinmemeyi de önemser. Zira incinen, kendinde hâlâ varlık görüyordur. Varlık iddiası ise sufiler nezdinde en büyük günahtır.
Akşemseddin Hazretleri, Allah'la vuslatı yani can kulluğunu isteyenlere incitilmeye tahammülü tavsiye eder. Hz. Peygamber Efendimiz Tâif'teki saldırılara karşı tahammül gösterip incinmemiş, hemen ardından Mirac hadisesi vuku bulmuş ve o gece müştak olduğu Rabbinin vuslatına ermiştir. Bu tahammülü ifa edenler de kendi iç âlemlerinde kabiliyetleri ölçüsünde mi'rac eder ve sonunda vuslat şerefine ererler.
Müellif: Ahmed Sadreddin
Henüz yorum yapılmamış.