Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

Çocuk ve gençlere kitapları sevdiren masalcı: Kemalettin Tuğcu

Çocukların kitap okuma alışkanlığını kazanmasında büyük bir pay sahibi olan Kemalettin Tuğcu, Türkiye’de çocuk edebiyatı denince akla gelen ilk ve en önemli yazarlardan biridir.



Usta ve kıvrak kalemiyle bir nesle okuma alışkanlığı kazandıran, Türk çocuklarına ömrünü ve gönlünü veren Kemalettin TuÄŸcu, daha çok sevgi ve acıma duygusu gibi konuları iÅŸleyen popüler çocuk romanları ile adını duyurdu. Çocukların kitap okuma alışkanlığını kazanmasında büyük bir pay sahibi olan Kemalettin TuÄŸcu, Türkiye’de çocuk edebiyatı denince akla gelen ilk ve en önemli yazarlardan biri olmuÅŸtur.
 
27 Aralık 1902’de sarayın kilercibaşı olan büyük dede Ömer Bey’e hediye edilen Çengelköy’deki köÅŸkte, iki ayak tabanı içe dönük olarak doÄŸmuÅŸ. Sakat bebek, aileye sevinçten çok acı getirmiÅŸ, henüz bir haftalıkken bir çıkıkçı ayaklarını tahtalara sarmış bebeÄŸin. Açılmaması tembihine raÄŸmen baba, bebekten yükselen feryatlara dayanamayıp sargıları açmış. Kemalettin TuÄŸcu, hayatı boyunca, sakat kalmasına neden olan babasını hiç affetmemiÅŸtir.
 
“Ä°ÅŸte babamın acıma duygusu yüzünden ben sakat kaldım ve ömrüm boyunca sakatlığın bütün ıstırabını çektim. Bu sakatlık yüzünden gençlik hayatımı yaÅŸayamadım ve okula da gidemedim. Çünkü her iki ayağımda da yaralar açılır, aylarca yürüyemezdim, ancak evin içinde dizlerimin üzerinde dolaÅŸabiliyordum.”
 
Kalemiyle bir defterden diÄŸerine koÅŸup durmuÅŸ
 
Babası kendisinden 16 ay büyük olan aÄŸabeyi Nurettin’e ders verirken okuma yazmayı öÄŸrenen TuÄŸcu, sakatlığı yüzünden okula devam edemedi. Bir süre Galatasaray Lisesi’ne devam etse de ailesinin her ÅŸeyini kaybedip yoksul hâle düÅŸmesi yüzünden bunu da sürdüremedi. Yirmi yaşındayken bir ayağındaki sakatlık için ameliyat olduysa da sonucun olumlu olmaması bir yana, çok canı yandı ve ötekinin ameliyatından vazgeçti. Bu olumsuz durum da onu yalnızlığa itmiÅŸtir. Bu süreçten sonra kendisine kurduÄŸu kitaplarla çevrili bir hayal dünyasında yaÅŸamıştır. Oynayamadığı oyunları, yaÅŸayamadığı hayatı hayallerinde canlandırmıştır. Yazı serüveni ise melankolik bir döneminde annesine aldırdığı bir defterle baÅŸlamış, kalemiyle bir defterden diÄŸerine koÅŸup durmuÅŸtur. Çok kalabalık bir aile ortamında yaÅŸamasına raÄŸmen, kendi ifadesiyle 26 yaşına kadar münzevi bir hayat sürmüÅŸ ve hayatı boyunca yazmak tek tesellisi olmuÅŸtur.
 
Hayatının 26 yılını dedesinden kalma bir köÅŸkte geçiren TuÄŸcu, çocukluk çaÄŸlarından baÅŸlayarak birçok ÅŸiir ve roman yazdı. Ä°lk yazılarını Yavrutürk Çocuk Dergisi’nde yayımlamaya baÅŸlayan yazar, 1936 yılından itibaren hemen hemen Ä°stanbul’da çıkan bütün çocuk dergilerinde ÅŸiir ve hikâyelerini yayınlamıştır. Aynı zaman da çocuk romanları yazmış, bu arada da bazı romanları filme alınmıştır. Romanlarında her daim trajik unsurlar ön planda olmuÅŸtur. TuÄŸcu’nun; tercüme romanları, on iki adet aile romanı, üç yüz kadar çocuk romanı ile gazete ve dergilerde çıkmış iki yüzden fazla seçme hikâyeleri vardır. Kendisini etkileyen bir söz, bir görüntünün kalemini harekete geçirdiÄŸi bilinen yazarın, kurÅŸun kalemi ve defteri sürekli yastığının altında hazır ol vaziyetindeymiÅŸ. TuÄŸcu, kendisini edebiyatçıdan çok, yazı yazma hastası olarak tanımlıyor.   
 
Okuyucusunu karamsarlığa itmez   
 
Onun romanlarında itilmiÅŸ, horlanmış, terk edilmiÅŸ, yoksul ve yalnız insanlar bu durumlarını onurla taşırlar. Kimseden bir dilim ekmek istemeden, boyunlarını büküp gözyaÅŸlarını içlerine akıtarak, kadere rıza göstererek hayatlarını sürdürürler. Eserlerinde; yalnızlık, acı, ıstırap, keder, üzüntü kısacası insanı hüzne sürükleyecek unsurlar bol olmasına raÄŸmen bunlar hiçbir zaman okuyucuyu karamsarlığa itmemiÅŸ, kötümser yapmamıştır. Bütün insanî duyguları barındıran eserleriyle çocuk okuyuculara da insanî duyguları hissettirmek, öÄŸretmek istemiÅŸtir.
 
“Yazdıklarım hep güzel biter, umut verir. Yazdıklarımda hiç kimseyi öldürmemiÅŸimdir. Çocuklar cinayetten hoÅŸlanmazlar.”
 
Kuklacı
 
Kemalettin TuÄŸcu
 
Kemalettin TuÄŸcu’nun çocuklara sevgi, kabiliyet, dürüstlük, iyilik gibi deÄŸerleri aşılayan romanlarından biridir. Romanın baÅŸlıca kahramanları; Recai Bey, Sahire Hanım, Recai Bey’in oÄŸlu Bedri, Bedri’nin eÅŸi Perihan, Yıldız, evin hizmetçisi Fatma, Recai Bey’in kızı Calibe ve Recai Bey’in damadı Hayri Bey’dir.
 
Recai Bey, uysal, iyi kalpli bir adamdır. EÅŸi Sahire Hanım’ın aÅŸağılayıcı sözlerine pek aldırmamaktadır önceleri. Bir gün, yine eÅŸi tarafından dairede temizlik yapılacağı gerekçesiyle sokaÄŸa gönderilmiÅŸtir. Eve döndüÄŸünde ise eÅŸi evde yoktur. Hizmetçileri Fatma’ya eÅŸinin nerede olduÄŸunu sorar. Cevap hiç ÅŸaşırtıcı deÄŸildir. 60 yaÅŸlarındaki kadın kendini komik düÅŸürecek derecede görünümüyle meÅŸguldür ve her zamanki gibi yine berberdedir. Koca Zümrüt apartmanının sahibi, ailenin reisi Recai Bey kendisi için hiç yemek hazırlanmadığını görür. Üstelik evde olan yemek de damadı, iÅŸe yaramaz Hayri Bey için ayrılmıştır. Recai Bey çok sinirlenir. Sahire Hanım eve döndüÄŸünde aralarındaki büyük bir tartışma yaÅŸanır ve tartışma sonunda, Recai Bey Sahire Hanım’a içindeki bütün sıkıntıları, evdeki bütün aksaklıkları sayar döker. Artık kimsenin kendisini kullanmasına izin vermeyecektir. Ä°dareye el koymuÅŸtur.
 
“Bir kadın 65 yaşına geldi mi biraz hanımefendi davranışlı olmalıdır. Öyle ille genç olacağım diye moda maskarası olmamalı. Ä°nsan zamanla yüzünde beliren buruÅŸuklukları, çizgileri krem ve pudra ile sıvayıp örtmeye çalışmakla kimi aldatabilir? BaÅŸta renk renk peruka, ağızda altlı üstlü takma diÅŸ, çipil gözlerde takma kirpikler. Åžimdi bu maskaraya tak artık takabildiÄŸin mücevherleri. Bu takıntı eÅŸya ile insan ancak gülünç olabilir.” 
 
Recai Bey bir dükkân tutar, dükkânında kendi yaptığı kuklaları satacaktır. Böylelikle hem evdeki olumsuz ortamdan uzaklaÅŸmış hem de bir sanatla uÄŸraÅŸmış olacaktı. Recai Bey hayallerindeki kuklaları yapmaya baÅŸlar. Ve bir gün Osmanlı tarihinden araÅŸtırarak yaptığı kuklaları sergileme olanağı bulur. Bu kuklalar çok itibar görür, resimleri çekilir ve herkes dükkâna akın etmeye baÅŸlar. Bunun üzerine, Recai Bey dükkânını kapatmaya karar verir. Çünkü onun maksadı kültürü yaÅŸatmak için el sanatlarından faydalanmaktır. Oysa antikacılar, heykelciler, imalatçılar ondan büyük paralar karşılığında model istemektedir. Recai Bey bunu istemediÄŸi için çok sevdiÄŸi kuklacı dükkânını boÅŸaltır. O gün, kalıpçılar, antikacılar geldiklerinde dükkânında camekânında “kiralık dükkân” yazısıyla karşılaşırlar.
 
Köyde Unutulanlar
 
Kemalettin TuÄŸcu
 
“Köyde Unutulanlar” Munise ve oÄŸlu Caner’in, köyden Ä°stanbul’a uzanan yaÅŸam mücadelesinin öyküsü… Onları köyde bırakarak giden Ali’den haber alınamamaktadır. Munise, kayınvalidesi Hafize ve kayınpederi Bekir’in kahrını çekerek, gece gündüz demeden, baÄŸda, bahçede çalışmaktadır. Eve döndüÄŸünde ise hayırsız kocası Ali’nin ailesinden iÅŸitmediÄŸi laf kalmıyordur. Munise’nin köyden arkadaşı Zülfiye, kocası Ali’nin Ä°stanbul’da evlendiÄŸi haberini getirmiÅŸtir. Buna en zor inanansa, doÄŸal olarak eÅŸi Munise olmuÅŸtur. Zülfiye, Munise’ye bu kahırdan kurtulmak için, Ä°stanbul’a gitmesini, orada kapıcılık gibi iÅŸlerle uÄŸraÅŸarak biraz rahata ermesini söyler. Bu fikir Munise’nin de aklına yatmıştır ve oÄŸlunu alıp Ä°stanbul’a gider. Önce, kapıcılık yaptıkları apartmandaki bir kömürlük temizlenip konaklamaları için Munise ile oÄŸluna ayarlanır ancak sonra orada uzun süre kalmalarına izin verilmez. Birçok zorluk yaÅŸayan ana oÄŸul oradan oraya sürüklenirler.
 
Ä°stanbul’da geçirdikleri çile dolu günlerin ardından, kızıyla birlikte yaÅŸayan emekli ihtiyar bir adamın kızı, babalarına bakamadıklarını, babasının Munise Hanım ile evlenmek istediÄŸini, bakıma ihtiyacı olduÄŸunu söyler. Munise Hanım ve Caner ikilemde kalırlar. Biraz Ä±srarla da olsa kabul ederler ve nikâh iÅŸi gizlice yürütülür. Hikmet Bey, Munise’ye kızı Celile baÅŸta olmak üzere, herkesin parasının peÅŸinde olduÄŸunu, Munise’ye maaşından baÅŸka bir ÅŸeyin kalmasını istemediklerini söyler. Munise Hanım ve Hikmet Bey aralarında kararlaÅŸtırarak köye taşınmaya ve orada huzurla yaÅŸamaya karar verirler. Böylece Caner, Hikmet Bey ve Munise Hanım için köyde yeni bir hayat baÅŸladı…  
 
Bir Garip Kızcağız
 
Kemalettin TuÄŸcu
 
“Bir Garip Kızcağız”, küçükken anne ve babasından kaçırılan bir kız çocuÄŸunun, gelmiÅŸ olduÄŸu evde büyük bir sevgiyle büyütülmesi ve sonunda gerçek ailesine kavuÅŸması anlatılmaktadır. Kemalettin TuÄŸcu, bu eserinde ebeveynlerin huy ve davranışlarının çocuklar üzerinde ne kadar etkili olduÄŸunu gözler önüne sermektedir. Bunun yanında anne sevgisi, iyilikseverlik ve kötü yüreklilik gibi konular iÅŸlenmektedir. Köyden evlatlık gönderilen Ä°nci, çok iyi yürekli bir aileye düÅŸmüÅŸtü. Kötü muamele gördüÄŸü her hâlinden belli olan Ä°nci, evin oÄŸlu Cemal ile çok iyi anlaÅŸmıştı. Evin annesi hayatını dikiÅŸ dikerek kazanıyordu. Buna raÄŸmen Ä°nci’ye çok iyi bakarak onu harika resimler yapan bir ressam olarak yetiÅŸtirdiler.
 
“Biz anlıyorduk bu kız bize, çocukluÄŸunda olup bitenleri anlatmayacak. Biz de ona, hatırladıklarını unutturmalıydık. Bizden olmadığını düÅŸünüp üzülmesin, bize alışkanlığı eksilmesin. Sonra bu kızın lacivert gözleri vardı. Ben okulda kızların ve oÄŸlan çocukların arasında birçok mavi gözlü arkadaÅŸ görmüÅŸtüm. Onların gözleri çok açık mavi idi. Bu kızcağızınki mora yakın, menekÅŸe rengine yakın bir mavilikteydi. Onu ilk gören bir hanım mutlaka iki omuzundan tutar gözlerine bakardı. ÇocuÄŸun yüzüne bakınca da koyu mavi gözlerine hayran olurlardı.”  
 
Sokak KöpeÄŸi
 
Kemalettin TuÄŸcu
 
Ahmet Bey ikinci kez evlenmiÅŸtir ve kendisine çok büyük bir miras kalmıştır. Kalan miras sayesinde üvey kızı ve oÄŸluyla beraber bahçeli bir ev yaptırırlar. Ahmet Bey bütün hayatı boyunca kendine ait bir evin hayalini kurmuÅŸtur. BoÅŸ vakitlerinde önüne bir kâğıt alıp ev planı çizer, boyar, düzeltir sonra çizdiklerini de yakınlarına gösterirdi. Bunları gören kimi komÅŸusu onun bu boÅŸ hayallerine güler kimisi de onun hâline acırdı. Ahmet Bey’in eÅŸi hayallerine saygı duyan, onu bu hummalı çalışmaları sırasında hiç rahatsız etmeyen bir kadındı. Ancak bu evin yapımını göremeden göçüp gitmiÅŸ ve Ahmet Bey’i derin üzüntülere boÄŸmuÅŸtu.
 
Bir gün Ahmet Bey, kahvaltı masasında gazete okurken bir haberle çığlığı basar. Gazetede bir ölüm ilanı görmüÅŸtür. Ölen kiÅŸi, eÅŸinin dayısıdır ve ondan eÅŸine büyük bir miras kalmıştır. Ahmet Bey, ilk eÅŸinden sonra evlendiÄŸi Nesrin Hanım, onun kızı ve oÄŸluyla oturup konuÅŸur. Kalan mirasla yıllardır hayalini kurduÄŸu o evi yaptırmaya karar verirler. Evin yapım aÅŸamasında karşılarına çıkan bir köpek tüm aile fertlerinin sevdiÄŸi ve uzun yıllar onlarla birlikte yaÅŸayan bir dost olur.
 
“Böylece evimizin temeli atılmış oldu. Ä°ÅŸçiler durmadan çalışırken, birisi kavurmayı karıştırdı. Biz gölgede oturacak yer arayıp seyrederken, ortaya bir köpek çıktı. Durmadan kuyruÄŸunu sallayıp kulaklarını kısarak, güler gibi yaparak bize yaklaÅŸtı. Beli o kadar oynaktı ki durmadan iki tarafa sallanıyordu. Sonunda yorularak bir tarafta oturdu, yüzüme güler gibi bakmaya baÅŸladı. Bu bizim iki yıl önce arsada gördüÄŸümüz köpekti. Bizi de hemen tanımıştı. Ama büyümüÅŸ adamakıllı bir köpek olmuÅŸtu. Hem de çok sevimli ve gözlerinin içi gülen bir köpek.”
 
Ana Kucağı
 
Kemalettin TuÄŸcu
 
Mahmut varlıklı bir ailenin tek çocuÄŸudur. Durdu ise durumu pekiyi olmayan bir ailenin tek kızıdır. Durdu, Mahmut’un ilk karısıdır. Evlenir evlenmez Mahmut askere gitmiÅŸ, babası Halil Efendi de Durdu’yu tarlada çalışmaya zorlamıştır. Daha elinin kınası gitmeden kendisini tarlada, güneÅŸin altında bulmuÅŸtur. ÅžaÅŸkına dönmüÅŸtür, babasının anasının biricik kızıdır üstelik de iki canlıdır. Mahmut ve Durdu’nun YaÅŸar adında bir çocukları olmuÅŸtur. Ana olduktan sonra da onu tarlada çalıştırmaya devam etmiÅŸlerdir. Halil Efendi, durumları iyi olmasına raÄŸmen Durdu’yu tarlada çalıştıracak kadar insafsız bir insandır. Durdu tarla iÅŸlerinin yanı sıra yatalak olan kayınvalidesine de bakmaktadır. Ve ne kadar iyi bakarsa baksın kayınvalidesinden azar iÅŸitmektedir. Aile, Durdu’nun deÄŸerini onu babasını evine yollayıp Nazmiye’yi belediye nikâhı ile gelin alınca anlamıştır. Nazmiye ne tarlada çalışmış ne de kayınvalidesine bakmıştır. YaÅŸar babasının evinde kalmıştır ancak Nazmiye ona düÅŸmanı gibi davranmaktadır. Bir gün çocuk çok hastalanınca annesinin yanına gönderilir.
 
Durdu’nun babası Yusuf Efendi tekercidir. Yusuf Efendi kızının ve torunun yanında olmasından çok mutludur. Teker yapmanın yanı sıra pek çok iÅŸ yapmaya baÅŸlamış ve hepsinde de çok baÅŸarılı olmuÅŸtur. Mahmut’un babası ise tarlasında çalışan hiçbir iÅŸçinin parasını vermediÄŸi için tarlada çalıştıracak kimse bulamamaya baÅŸlamış ve maddi durumu kötüye gitmektedir. Mahmut ve karısı Nazmiye köyü terk edip ÅŸehre yerleÅŸmiÅŸler, sık sık babasından para yollamasını istemektedir. Nazmiye kocasını ÅŸehirde tanıştığı biriyle aldatırken kocasına yakalanmıştır her ikisini de orda vuran, Mahmut hapse girmiÅŸtir. Bunu duyan babası hemen onu ziyarete gitmiÅŸ ancak ağır hasta olduÄŸu için hastaneye kaldırılan Mahmut’u görememiÅŸlerdir. Sonra ki gün öldüÄŸü haberini almışlar ve büyük bir üzüntü ile köylerine dönmüÅŸlerdir. Bütün paraları bittiÄŸi için yiyecek hiçbir ÅŸey bulamamaktadırlar. Aradan bir hafta geçmeden Halil Efendi de üzümlerini arılardan korumaya çalışırken onların saldırısına uÄŸramış ve oracıkta ölmüÅŸtür.
 
Yetim Ali
 
Kemalettin TuÄŸcu
 
Burçak köyü, komÅŸu köylere çok uzak, yolu olmayan, kendi yağıyla kavrulan bir köydü. Burçak’ın okulu, çeÅŸmesi, deÄŸirmeni, kahvesi ve evlerinde de dokuma tezgâhları vardı. Yetim Ali iÅŸte bu köyde yaşıyordu. Ali, bu köyde, anası, babası ölmüÅŸ, kimsesi kalmamış, on iki yaşında bir oÄŸlancıktı. Ona köyde yetim adını takmışlardı. Okuldaki öÄŸretmen bu mahzun bakışlı, sessiz çocuÄŸu çok sevmiÅŸ, onun yetim sözüne içerlediÄŸini düÅŸünmüÅŸ ve ona AliÅŸ demeye baÅŸlamıştı. Köylüler de bunu beÄŸenmiÅŸti artık Yetim Ali’nin adı AliÅŸ olmuÅŸtu.
 
AliÅŸ’e babasından bir evcik, bir baÄŸ, üç tane ceviz aÄŸacı, anasından da bir inek kalmıştı. AliÅŸ sekiz yaşından beri baba evinde yalnız oturuyor, cevizleri, ineÄŸin sütünü satıyor, harmanlara yardım ediyor geçinip gidiyordu. Geçimini saÄŸlamak için çalışmak zorundaydı ve dolayısıyla bazen okulu aksatmak zorunda kalsa da derslerine çalışmayı ihmal etmezdi. Günlerden bir gün AliÅŸ, muhtarın kaybolan kuzusunu ararken otların üzerinde yeni doÄŸmuÅŸ bir sıpanın yattığını görür. DoÄŸarken annesini kaybeden sıpa, AliÅŸ’i çok etkiler ve sahibinden onu kendisine vermesini ister. Bu yavruyu ona anasından yadigâr kalan ineÄŸin sütüyle besleyip adını da Mercan adını koyar. Mercan artık AliÅŸ’e can yoldaşı olmuÅŸtur.
 
“Mercan’ın, AliÅŸ’le Nazlı’nın peÅŸi sıra sınıfa girdiÄŸini anlayan öÄŸretmen okulu bahçe kapısını kapattırdı. Bu sefer Mercan bahçeye bakan pencerelerden birinin önüne geliyor, oradan içeriye bakıyor çocuklar derslerini bitirip çıkıncaya kadar oradan ayrılmıyordu. Mercan yaramazdı. Öyle pek evde durmuyordu. Sarı inek arkasından ne kadar bağırırsa bağırsın köyün içinde dolaşıyor, kim Mercan diye seslense hemen onun yanına gidiyordu.
 
Müellif: Deniz DemirdaÄŸ, “Sırça KöÅŸkün Masalcısı”, Kitabın Ortası dergisi, Eylül 2019, sayı 30.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.