Özel / Analiz Haber
Ahmet Yaşar Ocak: Aleviliği Nasıl Anlamalı?
Follow @dusuncemektebi2
Konuya girmeden evvel şu tesbiti yapmanın yararlı olduğunu düşünüyorum: Yaklaşık 1990’larda yükselişe geçen bu mesele on yıla yakın bir süredir Türkiye’de tartışılıp duruyor.
Bu süre içerisinde hem Aleviler, hem Sünniler bu mesele üzerinde çok ÅŸey söylediler, söylüyorlar; çeÅŸitli toplantılar, yayınlar yaptılar, yapıyorlar. Buna raÄŸmen ben hem Aleviler’in hem de Sünniler’in bu meseleyi yeterli bir bilgi birikimi kılavuzluÄŸunda ve doÄŸru bir yaklaşımla, iki tarafın geleneksel önyargı ve ideolojik ÅŸartlanmaların bulaşığından, tepkisel tavırlarından arınmış bir biçimde ele aldığını söyleyemeyeceÄŸim. Bunun böyle olmasını da bir dereceye kadar baÅŸlangıç için tabii karşılıyorum. Uzun yüzyıllar birbirine kapalı kalmış iki kesimin, birden bire soÄŸukkanlı bir yaklaşımla birbirlerini tanımaya yanaÅŸmalarını beklemek ÅŸüphesiz ki sosyoloji kurallarını bilmemek demek olur. Ancak aradan on yıla yakın bir süre geçtikten sonra artık bu tepkisel tavırların yavaÅŸ yavaÅŸ ortadan kalkması ve gerçekçi, bi-limsel bir zemine oturtulması gerekirdi. Oysa böyle bir durum hâlâ söz konusu deÄŸil.
Normalde böyle bir durumda taraflara soÄŸukkanlı bir yaklaşım telkin edip yol gösteren bilim çevreleri olmak gerekir. Ama Türkiye’de bilim çevreleri—Türkiye için hayati önemi haiz daha pek çok konuda olduÄŸu gibi—hem bilgi birikiminden yoksun, hem de genellikle resmi ideolojiye bitiÅŸik bulunduÄŸu için üzerlerine düÅŸen rolü oynayamadılar. Bu role soyunanların çoÄŸu, AleviliÄŸi anlamak yerine, çarçabuk edinilmiÅŸ yüzeysel bilgi ve yarım yamalak gözlemlere dayanarak, genelde devletin veya tarafların kendi beklentileri doÄŸrultusunda uygun cevaplar bulmaya yönelik niteliksiz iddialar, tahliller ve yorumlarla ortaya atıldılar. Oysa Alevilik gibi çok karmaşık bir meseleyi anlayabilmenin her ÅŸeyden evvel uzun bir bilgi ve gözlem birikimi istediÄŸi bugün çok daha açık bir biçimde ortada duruyor. Sonuçta geçen on yıla yakın süre içinde baÅŸlanılan noktadan öteye gidilemedi. Aleviler kendilerini çaÄŸdaÅŸ kavramlarla propaganda etmenin, Sünniler ise onları dolaylı ve dolaysız yoldan, “doÄŸru inanca” çekme veya yargılama gayretinin dışında hiçbir ÅŸey yapmadılar. Taraflarca yapılan yayınlar—çok azı hariç—hâlâ bu çizginin dışına çıkmış deÄŸil. Bu arada AleviliÄŸin “Ä°slam’ın içinde mi yoksa dışında mı olduÄŸu” gibi, kanaatimce tamamiyle lüzumsuz ve faydasız, üstelik tehlikeli bir tartışma baÅŸlatılarak AleviliÄŸin anlaşılması önlendi. Bu katkıyı saÄŸlamaya çalışanlar ise ya ciddiye alınmadılar veya çeÅŸitli yaftalarla damgalandılar. Åžimdi bu açmazdan çıkmak, AleviliÄŸi, dolaylı yollarla onun gerçek Ä°slam çizgisinde olmadığını ihsas eden, bulunduÄŸu çizgiyi terk edip doÄŸru çizgiye getirilmesini amaçlayan sorularla zaman kaybetmek yerine, onu anlamaya çalışmanın zamanı olduÄŸunu düÅŸünüyorum.
Kanaatimce—Aleviler’i Sünni inanca yönlendirme amacını taşıdığı için daha çok Sünni kesim tarafından ısrarla üzerinde durulan—“AleviliÄŸin Ä°slam inincının neresinde olduÄŸu?” sorusu bugünkü durumda Türkiye’de AleviliÄŸin ne olduÄŸunu anlamaya en ufak bir katkı getirmeyeceÄŸi gibi, aksine bilgisiz ve yeteneksiz, hatta daha korkutucusu, kötü niyetli ağızlarda çok tehlikeli tartışmaların doÄŸmasına, birbirine yaklaÅŸmak yerine, iki tarafın keskin tavırlar içerisine girmesine yol açacağına kesin nazarıyla bakılmalıdır. Böyle bir yaklaşım, tarafları zaten manipüle eden ve etmekte olanlara bekledikleri fırsatı yaratır. Bu itibarla konuyu bu noktadan almak tamamiyle yanlıştır. Üstelik bu yaklaşım, AleviliÄŸi kendi tarihsel ve kültürel ÅŸartları içinde, kendi kavramları ve kendi mantığıyla anlamaya çalışmak yerine, Sünni mantık ve kavramlarla anlamaya çalışma gibi yanlış bir sonucu, dolayısıyla AleviliÄŸi hiç anlamama sonucunu doÄŸuracağı için de anlamsız bir yaklaşımdır.
O halde nasıl hareket etmelidir? Daha önce de çeÅŸitli yerlerde sözlü veya yazılı olarak pek çok defalar ifade etmeye çelıştığım gibi, bugünkü durumuna bakıp AleviliÄŸi Åžiilik ve dolayısıyla Ehl-i Beytle iliÅŸki noktasında ele alarak “ileri derecede bir Hz. Ali ve Ehl-i Beyt muhabbeti” ÅŸeklinde algılamak kadar tarihsel sürece ters düÅŸen bir yaklaşım olamaz. Kanaatimce AleviliÄŸi doÄŸru anlamanın tek yolu, AleviliÄŸin tarihini baÅŸlangıçtan bu güne uzanan bir süreç içinde Safevi öncesi ve Safevi sonrası olarak iki planda ele alarak incelemektir. Birinci dönem Ä°slam’ın Orta Asya’da çeÅŸitli Türk zümreleri arasında yayılmaya baÅŸladığı tarihten (X. Yüzyıl) XV. Yüzyıl sonlarına kadar gelir. Bu tarih-ten itibaren Anadolu’ya gelinceye kadar olan süre içinde algılayış ve anlaşılış biçimlerini, bu algılamayı yapan zümrelerin toplumsal yapılarıyla iliÅŸkilendirerek sos-yolojik ve tarihsel perspektif çerçevesinde gözlemlemek gerekir. Bu süreç ise bizi, Ä°slam’ın kitabî yorumuyla pek çok yerde örtüÅŸmeyen, daha çok eski inançlar ve geleneklerin hakimiyetinde yüzeysel bir Ä°slam anlayışından ibaret bir çeÅŸit Ä°slam heterodisisi gerçeÄŸi ile karşı karşıya bırakır.
Safevi propagandası, aslında Oniki Ä°mam ÅžiiliÄŸindeki bilinen bir takım unsurları alarak merkezinde Hz. Ali’nin bulunduÄŸu bir teoloji halinde, iÅŸte bu temelin üzerine aşılamak suretiyle AleviliÄŸi (ama asıl tarihsel adıyla KızılbaÅŸlığı) bugün bildiÄŸimiz haline getirdi. Bu teolojinin temelinde, XV. Yüzyıldan bu yana söylenegelen nefeslerin çok açık seçik ortaya koyduÄŸu üzere, Muhyiddin-i Arabi tarzı bir Vahdet-i Vücut anlayışından ötede, Hallac-ı Mansur tarzı panteist bir Tanrı inancı yatar. Böylece Türkiye’de daha XIII. Yüzyıldan beri var olan heterodoks Ä°slam anlayışı, XVI. Yüzyılda, ne SünniliÄŸe ne de On Ä°ki Ä°mam ÅžiiliÄŸine benzemeyen baÅŸka bir ifadeyle ortodoks olmayan (heterodoks) bir Ä°slam mezhebi haline gelmiÅŸ oldu ve bugüne kadar geldi. Burada “mezhep” kelimesini dar anlamda klasik bir kelam veya fıkıh terimi olarak deÄŸil, daha çok sosyolojik anlamıyla sekt (secte) yerine kullanıyorum. Alevilik gerçekten de bir sekttir. Bu olay Türkiye topraklarına mahsustur ve Balkan AleviliÄŸi de bunun—bazı yerel özellikler kazanmış—bir uzantısıdır. Bu Alevilik, daha doÄŸrusu KızılbaÅŸlık, ne Ä°ran ÅžiiliÄŸine, ne de Hatay (yahut Suriye) Ale-viliÄŸi diye de bilinen Nusayrilik’e benzer.
Genellikle Türkiye’de resmi ideolojiye yakın bir takım Sünni—ve hatta bazı SünniliÄŸe yakın Alevi—akademisyen ve araÅŸtırmacıların kabule yanaÅŸmadıkları bu perspektif, bugün bilimsel araÅŸtırmaların ortaya koyduÄŸu ilmen en geçerli perspektiftir.
Burada meseleyi böyle görmek istemeyen—genelde bu konuda yüzeysel bir takım bilgilere ve gözlemlere sahip—söz konusu çevrelere ÅŸu soruyu sormak gereki-yor: AleviliÄŸin Sünnilikten farklı olduÄŸu, ayrıca bilinen klasik On Ä°ki Ä°mam ÅžiiliÄŸiyle—çok yüzeysel bir benzerlik hariç—en ufak ilgisi bulunmadığı açık seçik ortada bulunduÄŸuna göre, Alevilik bir takım Türk zümreleri içinde oluÅŸmuÅŸ (ÅŸartları ve özellikleri ehlince malum) bir Ä°slam heterodoksisi deÄŸilse nedir? BahsettiÄŸim kesim bu sorunun cevabını bu güne kadar veremediÄŸi gibi, bundan sonra da veremiyecektir.
Ben, iÅŸte kısaca—ve bu sebeple mecburen çok konsantre bir ÅŸekilde—yukarıda açıklamaya çalıştığım yaklaşımla Alevilik olgusunu bu saÄŸlam tarihsel perspektif ışığında dünden bugüne getirerek anlamaya çalışmalıdır. Bu tarihsel arkaplanın saÄŸlam bir ÅŸekilde kavranmaması, AleviliÄŸin bu gününün anlaşılmasını engeller. Çünkü Alevilik bu tarihsel arkaplanın ürünüdür. Bu arkaplanı yeterince anlamadan AleviliÄŸin bu günkü durumu üzerine yazıp çizenlerin, spekülasyon üretmekten baÅŸka bir kazançları olacağını sanmıyorum.
Henüz yorum yapılmamış.