Yazarlar yaÅŸamın en güzel hislerinden olan yazmak fiilini bir uÄŸraÅŸ bir meslek hâline getirmeyi baÅŸarmış kiÅŸilerdir. Kimileri vefatından sonra edebiyat dünyasında büyük ses uyandırırken kimileri yaÅŸarken tanınmanın fırsatını yakalamışlardır. Yazarların birçoÄŸu geçimlerini saÄŸlayacak parayı kazanamadıkları için farklı iÅŸlerde çalışarak günlük hayatlarını idame ettirmeye çalışmışlardır. Edebiyat dünyasına damga vuran büyük yazarlarımızdan yazar kimliklerinin yanında gazetecilik yaparak geçimini saÄŸlamış isimleri sizler için inceledik.
Devlet Ana / Kemal Tahir
Türk Edebiyatı’nın önemli yazarlarından Kemal Tahir, 13 Mart 1910’da Ä°stanbul Vezneciler’de Sultan Abdülhamid’in babasına hediye ettiÄŸi kâgir konakta doÄŸmuÅŸtur. Asıl ismi Ä°smail Kemalettin Demir’dir. 1926 yılında anneleri Nuriye Hanım’ın, küçük kardeÅŸleri Ratip Tahir’in doÄŸumunun hemen ardından vereme yakalanıp geride üç çocuk bırakarak hayata gözlerini yumması, Kemal Tahir’in 10. sınıftayken geçim sıkıntısı nedeniyle Galatasaray Lisesi’ni terk edip bir avukatın yanında çalışmaya baÅŸlamasına sebep olur. Son Posta, Vakit, Haber Gazeteleri’nde röportaj yazarı, düzeltmen, çevirmen olarak çalışır. Yedigün ve Karikatür Dergileri’nde sekreterlik, Karagöz Gazetesi’nde baÅŸyazarlık, Tan’da Yazı Ä°ÅŸleri MüdürlüÄŸü’nü yürütür. Bir süre de Ä°zmir Ticaret gazetesinin Ä°stanbul temsilciliÄŸini yapar. 1960 yılından sonra ise gazeteci kimliÄŸini bir kenara bırakarak tümüyle edebiyata yöneldi ve tek uÄŸraşı yazarlık oldu, hayatını romanlarının geliriyle sürdürdü. Kemal Tahir, halkı hapishanede tanıyan yazarlardan oldu. Romanlarında ele aldığı konular bir toplumbilimcinin belirleyeceÄŸi konulardan farksızdır. Bu nedenle de yayımlanan her romanı beraberinde tartışma da getirdi.
“Bilir kurban olduÄŸum… Eskilerde batak matak yokmuÅŸ, imparatorumuz güçlüyken… Konya Sultanı’nın gücü yettiÄŸinde de, Porsuk, Sakarya böyle akamazmış başıboÅŸ… Bakımsızlıktan kudurmuÅŸ sular… Tarlaları, otlakları basmış… Babam rahmetli derdi ki, ‘Üç kez yatak deÄŸiÅŸtirdi Sakarya Irmağı. Üç kez, hisarları kuruda koyup savunusuz bıraktı. Türk’ün, MoÄŸol’un sürüp gelmesi bundan.’ derdi rahmetli… Yolları yutmuÅŸ batak… Kervan iÅŸlemez olmuÅŸ. Babam rahmetli, ‘Buraların yoksulluÄŸu bundan.’ derdi.”
Tarihsel dönemleri ele alır
Tarihsel dönemleri ele alan romanlarına bir temel oluÅŸturan ve Tahir’in baÅŸyapıtı sayılan “Devlet Ana” Osmanlı’nın kuruluÅŸunun sosyolojik, dini, ticari, toplumsal temellerini konu alır. Romanda Kemal Tahir’in Batı’ya bakışının izdüÅŸümlerini görmek mümkündür. Romanları aracılığıyla Türk tarihinin geçirdiÄŸi sosyal deÄŸiÅŸimleri inceleyen Tahir “Devlet Ana”da, Osmanlı toplumunun kölecilik ve feodalizmden çok farklı ve insancıl bir temel üzerine kurulduÄŸunu anlatmayı amaçlamaktadır. Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’nun yaÅŸam tarzı, adalet kavramları, gelenek ve görenekleri konu edilerek nasıl devlet olma mertebesine yükseldiÄŸinin destansı bir ifade tarzı ile okuyucuya aktarılması söz konusudur. Eserde Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’nun aÅŸiretlik devrine inilerek SöÄŸüt’teki yaÅŸam tarzı dikkatlere sunulmuÅŸtur. Bu mekan içerisinde Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’nun yükselmesine sebep olan tarihi ÅŸahsiyetler dahil edilmiÅŸtir. Bu ÅŸahsiyetler içinde Osmanlı aÅŸiretinin kurucusu ErtuÄŸrul Gazi ile oÄŸlu Osman Bey ve onun oÄŸlu Orhan Bey incelenmektedir.
Kolera Günlerinde AÅŸk / Gabriel Garcia Marquez
Gabriel Jose de la Conciliacion Garcia Marquez, 1927 yılında Kolombiya’nın kuzeyindeki yoksul Aracataca kentinde doÄŸar. Ä°lk olarak Montessori eÄŸitim modelini benimsemiÅŸ bir anaokulunda eÄŸitim görmüÅŸtür. Ardından resmi eÄŸitimine baÅŸlamasına karar verildi. . Daha sonra, hükümet tarafından verilen bir burs sayesinde Liceo Nacional de Zipaquira’ya taşınarak, orta öÄŸrenimini burada tamamladı. Orada, mizahi ÅŸiirler yazan ve mizahi çizgi romanlar çeken ürkek bir çocuk olma konusunda üne kavuÅŸan yazar, atletik faaliyetlere ilgi duymadığı için sınıf arkadaÅŸları tarafından “YaÅŸlı Adam” anlamına gelen “El Viejo” olarak anılmıştır. 1940 yılında Colegio jesuita San Jose’de lise yıllarını tamamlayan yazar ilk ÅŸiirlerini Juventud’daki okul dergisinde yayınladı. Ardından Cizvit okulunda hukuk öÄŸrenimi görmeye baÅŸlayan Gabriel Garcia Marquez, gazetecilik yapmak için okulu bıraktı.
1954 yılında çalıştığı gazete tarafından Roma’ya gönderildi. O zamandan sonra ömrünün büyük bölümünü Paris, Venezuela ve Mexico City’de geçirdi. Yazarlık sürecinde birçok kitaptan etkilense de kendisi için en önemli eÅŸiÄŸin 19 yaşında hukuk öÄŸrencisiyken okuduÄŸu Kafka’nın “DönüÅŸüm” kitabı olduÄŸunu, bu ÅŸekilde alışılmışın dışında, gerçeküstü de yazılabileceÄŸini bu kitapla gördüÄŸünü, kendisiyle yapılan her söyleÅŸide anlatmıştır. Öykü ve senaryo yazılarının yanında bu yıllarda ülkesinin içinde bulunduÄŸu durumdan da etkilenerek, ülkesinin Peru ve Venezuela ile olan savaÅŸlarını, yüzlerce insanın öldüÄŸü katliamları, ülkedeki grupların çatışmalarını, fakirlik, ölüm ve kargaÅŸa dolu günleri de yazdı. Marquez, romanlarıyla ünlenmesine raÄŸmen hayatı boyunca gazeteciliÄŸe devam etmiÅŸtir.
Yüzyıllık büyülü bir aÅŸk
1985 yılında yayımlanan “Kolera Günlerinde AÅŸk”ta anne ve babasının aÅŸkını anlattığını söylemiÅŸtir. Roman bir adamın, bir aÅŸkı takıntı hâline getirmesini ve hayatına giren onca insana raÄŸmen yaÅŸamının sonuna kadar o aÅŸka kavuÅŸacağı günü beklemesini anlatır. Marquez, terk edilmiÅŸ bir sevgilinin yeni yetmelik yıllarından baÅŸlayıp yaÅŸlılığın alacakaranlığına kadar süren yarım yüzyıllık aÅŸkını, büyülü gerçekçilik akımının ustalığıyla bir destana dönüÅŸtürüyor. Kitapta aÅŸk, ölümcül, bulaşıcı bir hastalık olan kolerayla baÄŸdaÅŸtırılmaktadır. Kitabın baÅŸkahramanı Florentino, aÅŸkı Fermina’yı geri dönmesi için 53 yıl 7 ay 11 gün boyunca bekler.
“Bununla birlikte, artık onu bütün bütün belleÄŸinden sildiÄŸini sandığı bir sırada, en beklemediÄŸi bir yerde, özlemlerinin bir imgesine dönüÅŸerek çıkıyordu ortaya. YaÅŸlılığın ilk esintileri, her yaÄŸmur öncesi gök gürültüsünü iÅŸittiÄŸinde, yaÅŸamında onarılmaz bir ÅŸey olduÄŸunu duyumsamaya baÅŸladığı zaman ortaya çıktı. Ekim ayında her gün öÄŸleden sonra saat tam üçte, Villanueva Dağı’nda kükreyen, anısı yıllar geçtikçe yakınlaÅŸan, bir taÅŸ gibi ağır gök gürültüsünün açtığı onulmaz yaraydı bu. Yakın geçmiÅŸin anıları, aradan birkaç gün geçince belleÄŸinde birbirine karışırken, kuzeni Hildebranda’nm eyaletine yaptığı o masalsı yolculuÄŸun anıları hala öyle canlıydı ki, özlemin çarpıttığı bir açık-seçiklikle daha düne iliÅŸkinmiÅŸ gibi görünüyorlardı.”
Mor Salkımlı Ev / Halide Edip Adıvar
Halide Edip Adıvar, 1884 yılında Ä°stanbul’da dünyaya gelmiÅŸtir. Annesi Fatma Bedrifem Hanım’ı veremden çok küçük yaÅŸta kaybeden Halide Edip, çocukluÄŸunu anneannesi Nakiye Hanım ve dedesi Ali Bey’in yaÅŸadığı bir evde geçirir. Bu ev, yıllar sonra otobiyografik kitabı “Mor Salkımlı Ev” olarak ortaya çıkacaktır. Halide Edip, 1908 yılında MeÅŸrutiyet’in ilanından sonra yazın dünyasına katılır. Salih Zeki onu yazı alanında sonuna kadar destekler ve teÅŸvik eder, Ä°ttihat ve Terakki’nin gazetesi olan Tanin’de her gün yazmaya baÅŸlar. Halide Edip, o dönem kadın hakları hakkındaki yazılarından dolayı kimi kesimlerin düÅŸmanlığını kazanmıştır. Yazdığı yazılar yüzünden ölüm tehditleri aldığı için 31 Mart Ayaklanması sırasında Mısır’a kaçmak zorunda kaldı. Oradan Ä°ngiltere’ye giderek kadın hakları konusundaki yazıları nedeniyle kendisini tanıyan Ä°ngiliz gazeteci Isabelle Fry’ın evinde konuk oldu. Ä°ngiltere’ye gidiÅŸi o dönemde kadın-erkek eÅŸitliÄŸi konusunda sürüp giden tartışmalara tanık olmasına, Bertrand Russell gibi fikir adamlarıyla tanışmasına vesile oldu. Hayatının geri kalan kısmında bir dönem siyasete atılan Adıvar, öÄŸretmenlik yapmış ve yazmaya devam etmiÅŸtir. 9 Ocak 1964 tarihinde Ä°stanbul’da böbrek yetmezliÄŸi nedeniyle hayatını kaybetmiÅŸtir.
Ä°çimde, mor salkımlı bir ev var
“Mor Salkımlı Ev”, 1963 yılında Edip’in ölümünden hemen önce kitap olarak yayınlanmadan önce 1955 yılında, Yeni Ä°stanbul gazetesinde bölümler hâlinde tefrika edilmiÅŸtir. Ä°lk çocukluk günlerinden Halide Edip’in 36 yaşına kadarki hayat hikâyesini anlattığı eser, bir yandan yazarın çocukluÄŸunu, yetiÅŸme yıllarını, ilk yazılarını, ilk evlilik ve ayrılığını anlatırken; bir yandan da Millî Mücadele dönemini ve imparatorluÄŸun son dönemlerini ortaya koyuyor. Aile içi çatışmalardan ötürü evi terk eden bireylerde belli bir zaman geçtikten sonra tekrar evlerine dönmektedir. Halide Edip’in annesini çok küçük yaÅŸta verem hastalığından kaybetmiÅŸtir. Annesi ille yaÅŸadığı hatıralarını kesik kesik hatırlasa da büyümesinde en büyük payı olan ve Mor Salkımlı Ev’de “Haminne” naralarıyla evi inleten anneannesi de bir güne bir gün torununu yalnız bırakmamış, onun tüm dertleriyle yakından alakadar olmuÅŸtur. Edip eserinde, okul çağının baÅŸlangıcına kadar an an hatırladığı çocukluÄŸunu, hatıralarını kendi aÄŸzından, olayın kendisinde bıraktığı etkileri de ekleyerek okurlarıyla paylaÅŸmıştır.
“Arka taraftaki bahçeye bakan pencereler, çifte merdivenlerin sahanlıklardaki ince uzun pencereleri, baÅŸtan baÅŸa mor salkımlıdır ve akÅŸam güneÅŸinde mor çiçekler arasında camlar ateÅŸten birer levha gibi parlar. Bahçe, geniÅŸ iki dörtgen terastır. Aslında yokuÅŸtaki bütün evlerin bahçeleri ta caddeye kadar birbirine bakan birer yeÅŸil terastır. Küçük kızın bahçesinin üst terasında, baÅŸlan göÄŸe deÄŸer gibi görünen uzun fıstıklar, akasyalar, aralarında iki tane, rüzgâr estikçe kırıtır gibi ipek tüyleri hareket eden, pembe-beyaz bir gül ibriÅŸimi, çiçek açmış yemiÅŸ aÄŸaçları, ortalarında bir tane, alev çiçekli nar aÄŸacı vardır. Bunların ortasında yuvarlak küçük bir havuz, karşı karşıya iki beyaz mermer aslanın aÄŸzından durmadan bu havuza billur sular akar ve güvercin, kumru sesleriyle karışır.”
Biz Ä°nsanlar / Peyami Safa
02 Nisan 1899 yılında Ä°stanbul’da doÄŸan Peyami Safa, psikolojik romanlarıyla tanınmıştır. Yoksulluk ve 9 yaşında yakalandığı kemik veremi nedeniyle düzenli bir eÄŸitim alamayan yazar, bir yandan çalışmış bir yandan da kendi kendini yetiÅŸmiÅŸ ve 13 yaşında hayata atılmıştır. Posta Telgraf Nezareti’nde memur olarak da çalışan Safa, 1914-1918 arasında öÄŸretmenlik, 1918-1916 arasında gazetecilik yapmıştır. Ä°zlenim ve deneyimlerini “Biz Ä°nsanlara” adlı eserinde kaleme alan Safa, 1918 yılında aÄŸabeyi Ä°lhami Safa’nın isteÄŸini üzerine öÄŸretmenlikten ayrılmış ve birlikte çıkardıkları “20. Asır” adlı akÅŸam gazetesinde “Asrın Hikâyeleri” baÅŸlığı altında yazdığı öykülerle gazeteciliÄŸe baÅŸlamıştır.
Ä°mzasız olarak yazdığı bu hikâyelerin tutulması üzerine “Server Bedi” takma adını kullanmaya baÅŸlayan Peyami Safa, daha sonra 1921 yılında “Son Telgraf” gazetesinde yazmış, oradan da “Tasvir-i Efkâr”a geçmiÅŸtir. Daha sonra “Cumhuriyet” gazetesine geçmiÅŸ, 1940 yılına kadar bu gazetede fıkra ve makalelerinin yanı sıra, roman da tefrika etmiÅŸtir. 1960’lı yıllara kadar baÅŸta “Milliyet” olmak üzere birçok gazete ve dergide yazan Peyami Safa 27 Mayıs’tan sonra “Son Havadis” gazetesinde yazmaya baÅŸlamıştır. Aynı yıl Erzurum’da yedek subaylığını yapmakta olan oÄŸlunun ölümü üzerine büyük bir sarsıntı geçiren Safa, bu olaydan iki üç ay sonra Ä°stanbul’da vefat etmiÅŸtir.
“Biz Ä°nsanlar”, Safa’nın 1937 yılında Cumhuriyet gazetesinde bölüm bölüm yayınlanan, 1959 yılında da kitap olarak basılan romanıdır. Yazar, bu eserde insan ruhunun derinliklerine büyük zekâsının ışığını tutmaktadır. Romanda asil bir ruhun insanın anlaşılmazlığı karşısındaki bunalımları, ikiyüzlülüÄŸe ve bayağılıklara karşı isyanı verilmektedir. SavaÅŸ yıllarının ahlaki ve sosyal hayatı verilmektedir. SavaÅŸ yıllarının ahlaki ve sosyal hayatı periÅŸan eden havası içinde dürüstlüÄŸün ve idealizmin savunması yapılmakta, kozmopolitliÄŸe karşı milliyetçilik, materyalizme karşı maneviyatçılık bayraklaÅŸtırılmaktadır. Batı medeniyeti karşısında düÅŸtüÄŸümüz aÅŸağılık duygusunu milli onurumuz ve deÄŸerlerimiz için en büyük tehlike olarak gören Peyami Safa, bu romanında da bu konuları öne çıkarmaktadır. Batıya özentinin yarattığı sosyal ve kiÅŸisel tahribatları psikolojik ve sosyolojik yönlerden ortaya koymaya çalışan yazar, bu özentiler ve duygularından kurtulmak ilmi metotlara yönelmeyi, milli ve manevi deÄŸerlerimize sahip çıkarak kendimize gelmeyi önermektedir. Her Türk’ün objektif ve bilimsel düÅŸünmesini öneren yazar hemen her romanında bu meseleler yüzünden bunalıma girmiÅŸ bir Türk aydının bu sorunları çözerek huzura ermesini örnekleyecek karakterler üretmiÅŸtir.
“Bizim aÅŸklarımız tam sevgi olmadığı için, mânilere rastladığı için, taÅŸlara çarpan su gibi kabarıyor, sıçrıyor, dağılıyor, gideceÄŸi yere rahat gidemiyor. Bütün tereddütlerimiz, ÅŸüphelerimiz, korkularımız, itimatsızlıklarımız, küçük görüÅŸlerimiz, kendimize göre güvenemeyiÅŸlerimiz, iç çekiÅŸmelerimiz, öfkelerimiz, isyanlarımız, hepsi, hepsi aÅŸkımızın tam olmamasından, yolunu bulamamasından. Bizimkisi aÅŸk deÄŸil, aÅŸk hastalığı.”
Garipler Sokağı / Oktay Akbal
Akbal, 1923 yılında Ä°stanbul’da doÄŸmuÅŸtur. Edebiyat ve gazetecilik dünyasına Servet-i Fünun dergisinde sekreterlik yaparak adım atan gazeteci yazar, Vatan gazetesinde sanat yazıları, kitap eleÅŸtirileri yazmış ve fıkra yazarlığı yapmıştır. 1969-1991 yılları arası Cumhuriyet gazetesinde fıkra yazarlığı yapan Akbal, gazetecilikle birlikte baÅŸladığı öykü yazarlığının ürünleri edebiyat dergilerinde yayınlamıştır. Daha çok öykücülüÄŸüyle tanınan yazar; roman, deneme, söyleÅŸi, anı kitapları ve günce de kaleme almıştır. Yazar, “Suçumuz Ä°nsan Olmak” ile Türk Dil Kurumu 1958 Roman Ödülü’nü, “Berber Aynası” ile 1959 Sait Faik Hikâye ArmaÄŸanı’nı, bütün yapıtları ile 1999 yılı Orhan Kemal Roman Ödülü’nü kazandı.
Türk Dil Kurumu Roman Ödüllü “Garipler Sokağı”, bir sokağın; gelenekleri, görüÅŸleri, yaÅŸam tarzı ile bir toplumun aynası niteliÄŸinde. AÅŸkların, mutlulukların, arzuların, hayallerin diÄŸer taraftan ise ıstırapların, ekmek davalarının anlatıldığı tamamıyla bir insan romanıdır. Romanda iki farklı çevrenin karşılaÅŸtırılması yapılmaktadır, birçok kiÅŸinin hor gördüÄŸü fakir mahalle halkı gerçekleri ortaya konulmaya çalışılmış, toplum gerçekleri yansıtılmıştır. Hiçbir ÅŸeyin para olmadığı küçük ÅŸeylerin de insanları mutlu edebileceÄŸi, bu yüzden hiç kimsenin baÅŸka bir kimseyi maddi nedenlerden dolayı hor görmemesi gerektiÄŸi ve mutluluk için önemli olan sevgi, kardeÅŸlik ve paylaşım duygusu olduÄŸu savunulmaya çalışılmıştır.
Garipler Sokağı, II. Dünya Savaşı yıllarında Fatih’te bir sokaktır. Burada genellikle orta hâlli insanlar yaÅŸamaktadır ve her meslekten insan vardır. Manav, kasap, kunduracı, arabacı, memur, ustabaşı, amele, iÅŸçi kız, dul, ihtiyar, çocuk… Salih iyi bir ailenin oÄŸludur ve üniversite öÄŸrencisidir. Bir aÅŸk yüzünden evinden ayrılmıştır. Garipler Sokağı’nda bir ev kiralamıştır. Sokakta yaÅŸayan kahveci Zülfü Hanım, muhtar, bekçi ve esnaflar ayrı ayrı hayat hikâyesi olan insanlardır. Bir zaman sonra, sokak cadde yapılmak üzere istimlâk edilmiÅŸtir. Salih ise sokakta gözlemlediÄŸi insanların yaÅŸam hikâyeleri ve yaÅŸadığı anıları bırakarak sokaktan ayrılmıştır.
“Garipler Sokağı iki mezarlık arasında tozlu, çamurlu yollarla uzanan bir sokaktır. Burada her meslekten insan vardır. Manav, kasap, kunduracı, arabacı, memur, ustabaşı, amele, iÅŸçi kız, dul, ihtiyar, çocuk… Burada herkes sabahın erken saatlerinde iÅŸine gider akÅŸam olunca ellerinde yiyecek poÅŸetleriyle evlerine dönerler. Gündüzleri gürültü, patırtı eksik olmaz. Kadın dedikoduları, çocuk sesleri birbirine karışır. Her evde bir zanaat erbabı yetiÅŸmiÅŸtir. Kadın, erkek, çocuk herkes elleriyle bir ÅŸeyler yapmasını bilir. AkÅŸamları iÅŸten dönenler sokak ortasındaki kahvede buluÅŸur. Bu sokakta kavga hiç eksik olmaz. Kavgalar tatlılıkla bastırılınca sokak tenhalaşır. Sokağın ortasındaki kahvede iyi günlerde sandalyeler sokağı boydan boya kaplar. Tavla, iskambil, domino, kumar oynanır, bol bol küfürler edilir.”
Müellif: Mehtap Aksu, “Edebiyatımızın gazeteci yazarları", Kitabın Ortası dergisi, Eylül 2019, sayı 31.
Henüz yorum yapılmamış.