İstanbul'da Boğazın Manevi Bekçisi: Yahya Efendi Külliyesi
Follow @dusuncemektebi2
İstanbullu denizciler Boğaz’ın dört manevi bekçisi olduğuna inanırlar. Bunlar Üsküdar’da Aziz Mahmud Hüdayi, Beykoz’da Yuşa Aleyhisselam, Sarıyer’de Telli Baba ve Beşiktaş’ta Yahya Efendi’dir.
Ä°stanbul yerüstü güzellikleri ve zenginlikleri yanında, yeraltı güzellikleri ve zenginlikleriyle de emsalsiz ÅŸehirlerimizin başında gelmektedir. Bu koca ÅŸehir, bir anne kucağını andıran müÅŸfik baÄŸrında nice büyük ÅŸahsiyete beÅŸiklik etmiÅŸtir.
Ä°stanbul'u bir Ä°slâm beldesi hâline dönüÅŸtüren ve onu dinî deÄŸerlerle yoÄŸuran yüksek karakterli ÅŸahsiyetler vardır. Ä°stanbul o abidevî ÅŸahsiyetler sayesinde ilim ve irfan diyarı olmuÅŸtur. Bu ÅŸahsiyetlerden biri de yükselme döneminde yaÅŸayan Kanunî Sultan Süleyman'ın sütkardeÅŸi olma bahtiyarlığına eriÅŸen BeÅŸiktaÅŸlı Yahya Efendi'dir.
BeÅŸiktaÅŸlı Yahya Efendi "Molla Åžeyhzade" ismiyle de anılmıştır. Ä°stanbullu denizciler BoÄŸaz’ın dört manevi bekçisi olduÄŸuna inanırlar. Bunlar Üsküdar’da Aziz Mahmud Hüdayi, Beykoz’da YuÅŸa Aleyhisselam, Sarıyer’de Telli Baba ve BeÅŸiktaÅŸ’ta Yahya Efendi’dir. Hatta Yahya Efendi'nin YuÅŸa Aleyhisselam'ın kabrini manevî keÅŸif yoluyla bulduÄŸu söylenir.
Kanunî Sultan Süleyman'ın sütkardeÅŸi: Yahya Efendi
BeÅŸiktaÅŸlı Yahya Efendi 900 (1495) senesinde Trabzon’da doÄŸmuÅŸtur. Babası Trabzon kadısı Åžamlı Ömer Efendi, annesi Afife Hatun'dur. Aslen Amasyalı oldukları rivayet edilir. Yahya Efendi'nin babası Ömer Efendi Trabzon kadılığı yaptığı sırada, II. Bayezid'in oÄŸlu Åžehzâde Selim (Yavuz Sultan Selim) Trabzon valiliÄŸi yapmaktadır. Trabzon küçük bir yer olduÄŸundan aralarında dostluk oluÅŸmuÅŸtur. Öte yandan Yavuz Selim'in oÄŸlu Kanunî, Yahya Efendi'den birkaç gün sonra dünyaya gelmiÅŸtir. Hafsa Sultân’ın sütü yeterli gelmeyince Süleymân’a bir sütanne aranmış ve Süleymân, Yahyâ Efendi’nin validesi Afîfe Sultân’dan baÅŸka hiç kimseden süt emmemiÅŸtir. Böylece Yahya Efendi'nin annesi Afife Hatun, Sultan Süleyman'ın sütannesi olmuÅŸtur. Bu durumu Yahya Efendi ÅŸu dizelerle ifade eder:
Bir kucakda virüben ikisine
Emzirir tâ iricek ikisine,
Besleyüp ikisini bir ana
Ä°kisi dahî olur ÅŸâhâne,
Hân Süleymâna muhakkak o sehî
Pes bu veçhile redâ’andur ahî
Yahya Efendi'nin çocukluk ve gençlik yılları babasının kadılık görevi nedeniyle, bir ÅŸehzadeler ÅŸehri olan Trabzon'da geçmiÅŸtir. Yahya Efendi, ilk eÄŸitimini Trabzon’da Müftü Ali Çelebi’den almıştır. Åžehzâde Selim tahta çıkınca Yahya Efendi de sütkardeÅŸi Süleyman'la birlikte Ä°stanbul'un yolunu tutmuÅŸtur. Bu yolculuÄŸa Yahyâ Efendi tarafından ÅŸu beyitlerle tarih düÅŸülmüÅŸtür:
Vâlid ü validesiyle Yahyâ
Pes baÅŸarlar ma’an Ä°slâmbola pâ
Yahya Efendi'nin feyizli ve bereketli İstanbul yılları...
Yahya Efendi ile Kanunî ta Trabzon'dan sütkardeÅŸ oldukları için Kanunî, Yahya Efendi'ye daima "AÄŸabey" diye hitap ederdi. Trabzon'da kadılık yaptığı için yolu Åžehzâde Yavuz'la kesiÅŸen Yahya Efendi'nin babası Ömer Efendi’nin Trabzon’dan sonra nerede görev yaptığı bilinmemekte, fakat Åžam'a döndüÄŸü ve Åžam'da öldüÄŸü tahmin edilmektedir.
Öte yandan Yahya Efendi, Ä°stanbul'da yedi sene medrese tahsili yapmış, aynı zamanda Anadolukavağı’nda HaydarpaÅŸa ÇiftliÄŸi denilen yerde yaptırdığı bir çilehanede çilesini tamamlamıştır. Ä°stanbul’daki eÄŸitimini Osmanlı'nın meÅŸhur ÅŸeyhülislamlarından Zenbilli Ali Efendi’nin yanında tamamlamıştır. O, Ä°slâmî ilimlerde olduÄŸu kadar tıp ve geometri gibi pozitif ilimlerde de söz sahibi bir kimsedir.
Yahya Efendi, hocası ölünce Canbaz Mustafa Medresesi’nde müderrislik görevine baÅŸlamıştır. Daha sonra da Hacıhasanzâde, Efdâliye, Çoban Mustafa PaÅŸa, Mihrimah Sultan ve Sahn-ı Semân Medreselerinde bugünkü "profesör" karşılığı olan "müderris" namıyla görev yapmıştır. Yahya Efendi yaÅŸadığı süre içerisinde cami, medrese, hamam ve çeÅŸmeler yaptırır; bununla da kalmaz aÄŸaç diker, meyve aşılar. Halkın hizmetine olan hiçbir iÅŸten kaçınmaz.
Ä°stanbul'un manevî hayatına birçok katkıda bulunan Yahya Efendi, bu ÅŸehre geldiÄŸinde Kanûnî Sultan Süleyman’ın hemÅŸirezâdesi Åžerife Hatun’la evlenmiÅŸ, Ä°brahim ve Ali adında iki oÄŸlu dünyaya gelmiÅŸtir. Yahya Efendi'nin tarikat olarak üveysî olduÄŸu bilinir.
BilindiÄŸi üzere Kanunî Sultan Süleyman, eÅŸi Hürrem Sultan’ın telkinleriyle oÄŸlu Åžehzade Mustafa’yı Konya EreÄŸlisi’ndeki ordugâhta boÄŸdurmuÅŸtur. Åžehzade Mustafa’nın annesi Gülbahar Hatun’u da saraydan çıkarmıştır. Bu uygulamalar Yahya Efendi ve halk tarafından tepkiyle karşılanmıştır. “Yahya Efendi Menakıbnâmesi”nde ve “Sefine-i Evliya”da anlatıldığına göre, Yahya Efendi bu hadiselerden sonra, aralarındaki samimiyete dayanarak bir ihtar yazarak dönemin padiÅŸahı Kanunî Sultan Süleyman'a gönderir. En azından Gülbahar Hatun'u tekrar saraya kabul etmesini ister sütkardeÅŸinden. Kanunî, Yahya Efendi'nin yazdıklarından hoÅŸlanmaz. Bunun üzerine müderrislikten azlolunur. Fakat o, bu duruma fazla üzülmez. Daha sonraki yıllarda Kanunî'yle ve diÄŸer devlet erkânıyla dostlukları devam eder. Kınalızâde'nin anlattığına göre padiÅŸahın ÅŸeyhe altın ve gümüÅŸten hediyeler gönderdiÄŸi, ÅŸeyhin de bahçesinde yetiÅŸtirdiÄŸi bazı ürünleri padiÅŸaha yolladığı bir gerçektir. Kınalızâde Hasan Çelebi onun Anadolukavağı'nda Yoros'ta bir mescit, medrese ve hamam yaptırdığını yazar. Yahya Efendi'nin sık sık Yoros'a giderek, dinlendiÄŸi de rivayet edilir.
SütkardeÅŸinden padiÅŸaha ihtar yahut “neme lâzım be sultanım”
Osmanlı'nın yükselme devri padiÅŸahlarından biri olan Kanunî, bir cihan imparatorluÄŸu olan devletin geleceÄŸini düÅŸünür. Gelecekte bu ihtiÅŸamlı imparatorluÄŸun çökme ihtimali onu endiÅŸelendirir. Özetle söylemek gerekirse "Bu devlet ne zaman ve hangi durumda çöker?" sorusunu Yahya Efendiye bir mektupla sorar. Mektubu okuyan Yahya Efendi bu soruya kısa ve net bir cevap verir: “Neme lazım be Sultanım!”
Eline geçen bu mektubu Topkapı Sarayı’nda hayretle okuyan Kanunî Sultan Süleyman, bu cevaba bir anlam veremez. “Acaba bu cevapta bizim bilmediÄŸimiz bir mânâ mı vardır?” diye düÅŸünür. Sonunda Yahya Efendi’nin BeÅŸiktaÅŸ’taki dergâhına gelir ve der ki: "Yahya Efendi mektubuma cevap ver. Bizi geçiÅŸtirme, sorumu ciddiye al."
Yahya Efendi ÅŸöyle bir bakar: "Sultanım sizin sorunuzu ciddiye almamak kabil mi? Ben sorunuz üzerinde iyice düÅŸündüm ve kanaatimi size açıkça arz ettim."
"Ä°yi ama ben bu cevaptan bir ÅŸey anlamadım. Sadece 'Neme lazım be Sultanım' demiÅŸsiniz. Sanki beni böyle iÅŸlere karıştırma der gibi."
Bunun üzerine Yahya Efendi cevaba dair ÅŸu ibretli açıklamasını yapar: "Sultanım! Bir devlette zulüm yayılırsa, haksızlık ÅŸayi olursa, iÅŸitenler de ‘neme lazım’ deyip uzaklaşırsa, sonra koyunları kurtlar deÄŸil çobanlar yerse, bilenler de bunu söylemeyip susarsa, fakirlerin, yoksulların, muhtaçların, kimsesizlerin feryadı göklere çıkarsa, bunu da taÅŸlardan baÅŸka kimse iÅŸitmezse, iÅŸte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boÅŸalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. AsayiÅŸe itaat hissi gider, halka hürmet duygusu yok olur. ÇöküÅŸ ve izmihlâl de böylece mukadder hâle gelir..."
Bunları dinlerken aÄŸlayan koca padiÅŸah, başını sallayarak söyleneni onaylar ve kendisini uyaran böyle bir hak ve hakikat dostu olduÄŸu için Mevlâ'ya ÅŸükreder.
Ä°stanbul'un manevî sığınağı: Yahya Efendi Külliyesi
Yahya Efendi, mecburî de olsa, müderrislikten emekli olduktan sonra rüyasında gördüÄŸü bir ÅŸahsın iÅŸaretiyle Ä°stanbul'un merkezi bir yerinde BoÄŸaz kenarında, BeÅŸiktaÅŸ'ta, Hz. Musa ile Hızır’ın buluÅŸtuÄŸu yer olarak kabul edilen "Hıdırlık" adını verdiÄŸi bölgede tekkesini inÅŸa eder. Buraya dergâh kurarak ilmî ve dinî faaliyetlerini burada yürütmeye baÅŸlar.
Ä°stanbul'un ruhanî mekânlarından biri olan Yahya Efendi Külliyesi, bir taÅŸ yığını deÄŸil, maneviyat çölünü andıran Karaköy'le Ortaköy arasında adeta manevî bir vahadır. Huzurun ve tefekkürün filizlendiÄŸi feyizli ve bereketli bir yerdir. Lisan-ı hâliyle dirilere her daim ders veren bu kadim kabristan, hayatla ölümün ne kadar iç içe olduÄŸunu haykırıyor bizlere. Bu mekân, pörsümeye yüz tutmuÅŸ Ä°stanbul'un ruhunu dinçleÅŸtiriyor. Burası manevî gül bahçelerinin dikenleri arasında iri ve diri bir gülü andırıyor. Ruhumuzu çepeçevre kuÅŸatan tarih, burada dile geliyor. Dünya hayatının ve tenin fani, ruhların ve ahiretin ise bâkî olduÄŸunu haykırıyor gelip geçenlere. Kibrimizi ve enaniyetimizi törpülüyor buradaki mezar taÅŸları.
Yahya Efendi Külliyesi, her geçen gün özünü kaybederek amansız ve anlamsız bir modernleÅŸme yarışı içerisine giren Ä°stanbul'un manevî bir sığınağıdır adeta. Maddenin cenderesinde sıkışan ruhlar bu mekânda inÅŸirah bulur. Aslında bu sadece günümüzde deÄŸil, geçmiÅŸte de böyleydi. Zira Ahmet Hamdi Tanpınar BeÅŸ Åžehir isimli eserinde “Ä°lâhî maÄŸfiret Yahyâ Efendi Dergâhı’nda âdeta güzel bir insan yüzü takınır. Ölüm burada, hemen iki üç basamak merdiven ve bir iki sedle çıkılıveren bu bahçede hayatla o kadar kardeÅŸtir ki bir nevi erme yolu yahut aÅŸk bahçesi sayılabilir.” diyerek bu gerçeÄŸi vurgulamaktadır.
Beşiktaşlı Yahya Efendi'nin şairliği
Mutasavvıfların çoÄŸu ilâhî hakikatleri muhataplarına etkili bir biçimde anlatmak ve benimsetmek için ÅŸiirin gücünden yararlanmışlardır. Yunus Emre, Mevlâna, Hacı Bayram Veli, Hacı BektaÅŸ Veli bu Hakk ve hakikat dostlarından birkaçıdır. Onlar derecesinde olmasa da BeÅŸiktaÅŸlı Yahya Efendi de düÅŸüncelerini anlatırken ÅŸiirden faydalanmıştır. Bir Hakk ve hakikat dostu olan Yahya Efendi “Müderris” mahlasıyla ÅŸiirler yazmıştır. Yahyâ Efendi’nin ÅŸiirleri ölümünden sonra bir divan hâlinde bir araya getirilmiÅŸtir. Onun ÅŸiire, “Muhibbî” mahlasını kullanan sütkardeÅŸi Kanûnî Sultan Süleyman’la birlikte çocukluk yıllarında Trabzon’da baÅŸladığı tahmin edilmektedir.
Bilinmelidir ki BeÅŸiktaÅŸlı Yahya Efendi hiçbir zaman ÅŸairanelik peÅŸinde koymamış, mutlak hakikatleri muhataplarına iletmek için ÅŸiiri bir vasıta olarak kullanmıştır. Yahya Efendi, ÅŸiirlerinde dünya hayatını ve nefsini sürekli yermiÅŸtir. Birkaç beytini, ÅŸiirine örnek olarak vermek istiyorum:
Hep gelenler yana yana geldi gitdi dünyadan
Åžimdi nöbet bana geldi döne döne yanayım.
Ledün ilmini ehli ve Mevlâ bilir derler
Fıkhî meseleyi ise molla bilir derler.
Katıdır taÅŸtan Müderris, kalbin eÄŸer Hû deyip
Ä°nlemezsen gayretin yok; inletir daÄŸları Hû.
Ayağına olurum herkesin hâk (toprak)
Kılsın diye birisi kalbimi pâk.
Hakk ve hakikat peÅŸinde geçen bir ömrün hitamı
Hakk'ın ve hakikatin batıl karşısında daima muzaffer olması için ömrünü adeta maneviyat ordusunda bir asker gibi mücadeleyle geçiren Yahya Efendi, 9 Zilhicce 978 (4 Mayıs 1571) tarihinde kurban bayramı gecesi vefat etmiÅŸtir. Cenaze namazı bayram namazından sonra Ebüssuûd Efendi tarafından Süleymaniye Camii’nde kıldırılmış ve dergâhın bulunduÄŸu yere defnedilmiÅŸtir. Cenazeye devlet yetkilileri, âlimler ve halktan büyük bir kalabalık katılmıştır. Büyük bir sevgi ve muhabbet halkası içinde ebediyete uÄŸurlanmıştır.
BeÅŸiktaÅŸlı Yahya Efendi'nin izi ölümünden sonra da silinmemiÅŸtir. Daha sonra II. Selim’in emriyle bu gönül dostunun mezarının bulunduÄŸu yere bir türbe inÅŸa edilmiÅŸtir. Yahya Efendi'nin kabrinin bulunduÄŸu yer zaman içerisinde büyük bir kabristana dönüÅŸmüÅŸtür. Ziya bu büyük gönül dostuna yakın olmak isteyen ÅŸehzadeler, paÅŸalar, devlet adamları ve muhipleri özellikle ve ısrarla burada gömülmek istemiÅŸlerdir. Külliyenin yanındaki bu türbe bugün de manevî çehresinden hiçbir ÅŸey kaybetmemiÅŸtir. Yahya Efendi dün olduÄŸu gibi bugün de sevenleri tarafından ziyaret edilmektedir. Allah rahmet eylesin. Rabbim Allah yolunda canıyla ve malıyla mücadele eden bu gibi yüksek ruhlu ÅŸahsiyetlerin sayısını artırsın.
Müellif: M. Nihat Malkoç
Henüz yorum yapılmamış.