Nejat Tarakçı - TASAM
Türklerin doÄŸu dünyasına giriÅŸleri hakkında ise Ä°lber Ortaylı’ya kulak verelim: Biz Türkler, daha önceden temasımız olmakla berber, doÄŸu dünyasına 11.asırda girmiÅŸiz. Ve böyle bir yapının içinde neÅŸv-ü nema bulmuÅŸuz. Kültürel kimliÄŸimiz bunun içinde yetiÅŸmiÅŸtir. Biz Türkler, her ÅŸeyi taklit ederiz fakat kaybolmayız. Çünkü dilimiz çok özgündür. Türk dili, Türk kavmini devam ettirir. Bilhassa bu dile çok sahip çıkan kurumlara dünya vız gelir. Ki, Türk tarihinde bu kurumların başında ordu bulunuyor. [1] Osmanlının temas ettiÄŸi ilk büyük güç ve rakip konumundaki Bizans’tan etkilenmemesi mümkün deÄŸildi ve de öyle oldu. Özellikle Osmanlının devlet idaresinin askeri bir hiyerarÅŸik düzen içinde yapılanması 1299’dan 1453’e kadar 154 yıl devam eden Osmanlı - Bizans iliÅŸkisinin bir sonucudur. OrtadoÄŸu’yu deÄŸerlendirirken doÄŸu Akdeniz çanağı ile diÄŸer bölgelerin çok farklı kültür, toplumsal yapı ve dini uygulamalara sahne olduÄŸu görülebilir. Bunun nedeni basitçe deniz ticareti ile iklimin bu bölgeye saÄŸladığı nimetlerdir. Batı dünyasının Haçlı Seferleri sonrası OrtadoÄŸu ile ilk teması 1501 yılında Portekizliler kanalıyla olmuÅŸtur. Portekiz’in Basra, Mısır ve Osmanlı üzerinden Avrupa’ya ulaÅŸan klasik Baharat Yolunu engellemek ve Hristiyanlığı yayma amacıyla baÅŸlattığı sömürge zihniyeti 500 senedir deÄŸiÅŸmemiÅŸtir ve hala devam etmektedir. OrtadoÄŸu’nun kötü ve meÅŸum kaderini bölgede çıkan petrol belirlemiÅŸtir. Bunun temel nedeni deniz aşırı sömürgeciliÄŸin esas gücü olan Ä°ngiltere donanmasının 1911’de kömürden petrole geçmesidir. Ayrıca ABD’de baÅŸlayan otomotiv ve silah endüstrisinin hızlı geliÅŸmesi de OrtadoÄŸu’yu Ä°ngiltere, Fransa ve Almanya için bir numaralı çekim merkezi haline getirmiÅŸtir.
Ortadoğu Nasıl Tasarlandı
Bu nedenle dönemin en güçlü devleti Ä°ngiltere, Fransa’yı da yanına alarak bütün plan ve stratejisini OrtadoÄŸu’yu kontrol altına alma hedefine yöneltmiÅŸtir. 20. yüzyılın baÅŸlarında OrtadoÄŸu’nun politik taksimi, etnik yapı ve mezhep üzerinden deÄŸil, sömürgecilere koÅŸulsuz destek veren kabileler üzerinden yapıldı. 1914’de Irak’ı iÅŸgal eden Britanya ordusunun % 90’ı Hintlilerden oluÅŸuyordu. [2]
Petrol ve Klasik Sömürgecilik Ä°liÅŸkisi
Devletlerin isimlerini sömürgeci emperyalistler belirledi. Petrol, sömürgeciliÄŸin vazgeçilmez enerji kaynağı olunca, petrol zengini ülkeler de emperyalistlerin pazarı haline geldi. Böylece Emperyalizmin kontrol ettiÄŸi monarÅŸiler de dolaylı olarak kendi vatandaÅŸlarını sömürmeye baÅŸladı. Gelir dağılımı adaletsizliÄŸi nedeniyle toplumsal huzursuzluk arttı. Burjuvazi ve sermayenin olmadığı bu geri kalmış toplumlarda kendine özgün ideolojiler geliÅŸemedi. Ekonomik çıkarlar için mücadele verecek sınıfsal bir yapılanma oluÅŸamadı. Bu nedenle ekonomik yönden aÅŸağı tabakada kalanlar ve yönetimlerde yeterince söz sahibi olamayanlar kendilerini karşıt mezhepler üzerinden ifade etmeye baÅŸladılar. Bu baÄŸlamda sömürgeci monarÅŸileri Åžiiler yönetiyorsa, karşıtlar Sünniler, Sünniler yönetiyorsa, Åžiiler karşıt grupları oluÅŸturdu. Azınlık mezheplerin yönetimindeki monarÅŸiler ise giderek daha otoriter hale geldiler. Bu durum Ä°kinci Dünya Savaşı sonuna kadar devam etti. SavaÅŸ sonrası en stratejik geliÅŸme 1948 yılında Ä°srail Devletinin kurulması oldu. Ä°slam dünyasının kalbinde Yahudi bir devlet! Siyonizm’in fikir babası Theodor Herzl Yahudi devletinin Filistin veya Arjantin’de kurulmasını sorgulamıştı. Hatta 1903’te Ä°ngilizler Herzl’e Uganda’da toprak vermeyi teklif etmiÅŸti. Ancak Filistin, Yahudilerin tarihi evi konumundaydı. Herzl, EÄŸer Sultan Hazretleri (Osmanlı) bize Filistin’i verseydi, biz Türkiye’nin bütün maliyesini yeni baÅŸtan düzenleme görevini üstlenebilirdik; [3] demiÅŸtir. Özetle Ä°srail Devletinin kurulması Araplarca OrtadoÄŸu’da bir tehdit olarak algılandı. Bu yaklaşım Arap MilliyetçiliÄŸinin yükselmesine yol açtı. Ä°srail’in kurulduÄŸu 1948 yılı, II. Dünya Savaşı’nın yaralarının sarılmaya baÅŸlandığı ve bölgede savaÅŸ yorgunluÄŸunun yarattığı bir güç boÅŸluÄŸunun olduÄŸu bir dönemdi. Ä°srail’in komÅŸusu Mısır’ın başını çektiÄŸi, Arap milliyetçiliÄŸi, Cezayir, Suriye, Irak ve Libya’da yankı buldu ve rejimleri deÄŸiÅŸtirdi. SoÄŸuk Savaşın en ÅŸiddetli dönemindeki bu geliÅŸmelere Sovyetler BirliÄŸi de yakın destek verdi. Böylece Akdeniz’de tutunma noktaları elde etti. Mısır’ın 1967’de Suriye ve Ürdün ile birlikte Ä°srail’e feci bir ÅŸekilde yenilmesi ile Arap milliyetçiliÄŸi de cazibesini kaybederek yerini Ä°slamcılığa bırakmaya baÅŸladı. Arap MilliyetçiliÄŸinin son iki kalesinden Irak 2003’de ABD tarafından yıkılırken, Suriye hala direnmeye devam ediyor. Irak Savaşı sonrası bölgede Kürt milliyetçiliÄŸi, kendine özgü bir yaÅŸam alanına kavuÅŸurken, Arap dünyasındaki insanlar, mezhep temelli dar bir çerçeve içine hapsolmak zorunda bırakıldılar.
Yeni Dünya Düzeni ve OrtadoÄŸu
Dünyamız 1990’da çok büyük bir kırılma yaÅŸadı. Sovyetler BirliÄŸi çöktü. Avrupa’nın 60 yıllık siyasi coÄŸrafyası tamamen deÄŸiÅŸti. Ama en büyük deÄŸiÅŸim, dünyaya hâkim olan tek ekonomik sistem içinde tüm ülkelerin birleÅŸtirilme projesi oldu. 17 yıl sonra, yani 2007’ye gelindiÄŸinde demokrasilerin sayısı 76’dan 123’e, liberal demokrasilerin sayısı 53’den 90’a yükseldi. [4] Rusya da dâhil, hiçbir ülkenin bundan kaçışı mümkün olamadı. Demokrasi söylemi altında ülke ekonomileri teslim alındı. Modern bir sömürü düzeni kuruldu. Kısaca Finans – Kapital Sistem olarak adlandırılan New York ve Londra merkezli bu güç, hem dünya ekonomisini hem de ABD dâhil Batı ülke yönetimlerini ele geçirdi. Çok uluslu ÅŸirketlerin yönetimindeki Petrol Endüstrisi, Askeri Endüstri gibi baÅŸta gelen temel alanlardan sisteme akan paralar, bankalar ve sigorta ÅŸirketleri tarafından yönetilmekte ve kontrol edilmektedir. Sistem, son 25 yılda internet ve dijital teknolojinin yardımı ile dünya nakit akışını da kontrol eder hale geldi
Büyük OrtadoÄŸu Projesinin Arka Planı
ABD’nin Büyük OrtadoÄŸu Projesi (BOP) boÅŸuna ortaya çıkmadı. Bu projenin ve büyük ölçüde enerji güvenliÄŸi ile ilgili olduÄŸu anlaşıldı.[5] BOP projesi, 21. Yüzyılda OrtadoÄŸu’da, durdurulamayan ve önlenemeyen sosyal-kültürel geliÅŸmeler ve uluslararası terörizm baÄŸlamında, dinsel ve monarÅŸi tabanlı siyasi yapıların, daha fazla sürdürülemeyeceÄŸi gerçeÄŸi üzerine oturtulmuÅŸtu. Çünkü ABD, devam eden süreçte bu ülkelerin, Latin Amerika ülkelerinde olduÄŸu gibi milliyetçi, antiemperyalist ve ABD karşıtı bir yapıya evirileceklerinden endiÅŸe ediyordu. Irak’tan çıkışı müteakip, ABD ve müttefiklerini zorlayan en önemli siyasi geliÅŸme, mevcut Irak hükümetinin Ä°ran yanlısı tutumunu sürdürmesi oldu. Büyük OrtadoÄŸu Projesi, bölgede kontrol edilebilecek yeni güç dengeleri oluÅŸturmak amacıyla, mezhep temelli yeni bir çatışma projesine dönüÅŸtürüldü. Bu stratejinin, genel anlamda OrtadoÄŸu’da mezhebe dayalı bir siyasi bölünmeyi ve 10 yıl (1979-1989) süren Irak-Ä°ran savaşında olduÄŸu gibi Müslümanları birbirlerine kırdırmayı hedeflediÄŸi söylenebilir. OrtadoÄŸu coÄŸrafyasında farklı sosyal - kültürel, siyasi ve dini yapıların olduÄŸu birçok ülke ile karşı karşıyayız. Ayrıca bu ülkelerin birçoÄŸunda devam eden monarÅŸi tabanlı siyasi yapılar da enerji projelerini olumsuz yönde etkilemektedir. 2003’teki Irak’a Amerikan müdahalesi, Ä°ngiltere’nin 1920’lerde planladığı siyasi coÄŸrafya ile kurulan askeri ve mezhepsel dengeleri tamamen bozmuÅŸtur. OrtadoÄŸu’nun kalbi Arap Yarımadasıdır. Bu coÄŸrafyadaki siyasi yapı, kabile kültürü ve Ä°slam’ın mezhepsel ve mezheplerin de farklı bölüntülerine dayanan çok hassas ve riskli bir yapıdır. Osmanlı döneminden beri devam eden aÅŸiret ve mezhebe dayalı bu yapı, Birinci Dünya Savaşı’na kadar devam etmiÅŸtir. Åžimdi bu yapıların yerine kısa ve orta vadede istenilen bir rejimi oturtmak da hemen hemen imkânsız gözükmektedir. Asla unutulmamalıdır ki, enerji kaynaklarına sahip olmak, refahı, sosyal barışı ve demokrasiyi garanti etmemektedir. Rusya dâhil, kaynaklar sadece Batı teknolojisi ile iÅŸletilebiliyor. Üretim sonrası depolama, ulaÅŸtırma, pazarlama da çoÄŸunlukla kaynaklara sahip ülkelerin olanakları dışındadır. Buradan çıkarılacak sonuç, enerji güvenliÄŸi ve siyasi istikrar için tüm bu ülkelerin 1920’lerden beri olduÄŸu gibi hegemonyan ülkelerle tek taraflı klasik bir sömürgecilik iliÅŸkisi yerine, küresel ekonomik sistemin dikte ettiÄŸi kurallara uygun karşılıklı modern bir ticari iliÅŸki içine girilmesinin gerekli olduÄŸudur. Arap Yarımadası’nın, yaklaşık 400 yıllık Batı tesirinden uzak ve izole olarak nitelendirilebilecek bu eksikliÄŸi, mevcut dini ve mezhepsel bir siyasi yapı içinde nasıl giderilebilir? Yanıtlamamız ve cevabını bulduÄŸumuz takdirde petrol coÄŸrafyasını istikrara götürecek soru budur. BOP’ un iÅŸe yaramayacağı ÅŸimdiden bellidir. Çünkü BOP, 1920’lerde cetvelle çizilen 100 yıllık siyasi coÄŸrafyaya, yeni bir bölünmeden baÅŸka bir ÅŸey vaat etmemektedir. Ayrıca terör tehlikesine de kalıcı bir çözüm getirmemektedir.
OrtadoÄŸu’da Demokrasi
Olaylara ve geliÅŸmelere dünyaya hâkim olan Finans - Kapital Sistemin gözüyle bakmadıkça ve deÄŸerlendirmedikçe OrtadoÄŸu’yu anlamak mümkün olamayacaktır. OrtadoÄŸu ülkelerinin birçoÄŸu politik alt yapı açısından Afrika ülkelerine benzemektedir. Bu bölgede de, politik yapı Ä°ngiliz ve Fransız sömürgeciliÄŸinin tasarımıdır. Öylesine bir tasarım ki, mezhep temelinde azınlık durumundaki halklar yönetime getirilmiÅŸler, bir anlamda farklı bir sömürü düzeni kurmuÅŸlardır. Suriye’de azınlıktaki Åžiiler, Irak’ta azınlıktaki Sünniler yönetime getirilmiÅŸlerdir. Yani o dönemde sömürgeci devletle iÅŸbirliÄŸi içinde olanlar iktidarı ele geçirmiÅŸlerdir. OrtadoÄŸu’daki MonarÅŸik yapı artık çatırdamaya baÅŸlamıştır. Çünkü küreselleÅŸen dünya ekonomisine paralel olarak internet, uydu yayınlar, cep telefonu gibi iletiÅŸim imkânları, artık dünyayı gözlerden saklamaya yetmemektedir. Ä°nsanlar daha iyiyi, güzeli talep etmeye baÅŸlamışlardır. OrtadoÄŸu’daki Arap nüfusunun % 60’ı 30 yaşın altındadır. Gençlerin talepleri karşısında direnmek giderek zorlaÅŸmaktadır. Güç kullanarak çok az zaman kazanılabilir. Batı’nın sorunsuz ve en uzun sömürdüÄŸü bölge OrtadoÄŸu’dur. S. Arabistan, Kuveyt, Katar, Bahreyn gibi ABD’nin stratejik müttefiki olan ülkelerin demokratik dönüÅŸümünün nasıl olacağına yine ABD karar verecektir. Çünkü bu ülkelerde ne milliyetçi bir ideoloji, ne kendine has bir model ve kültür yoktur. Bu bölgede tek birleÅŸtirici unsur Ä°slam dinidir. O da ABD ve Ä°ngiltere tarafından mezhep temelinde çatışma noktasına getirilmiÅŸtir. Bölgedeki tek demokratik yapı Lübnan’dadır ancak din, mezhep ve ırk ayrımı hastalığı bu ülkede de kriz faktörü haline gelmiÅŸtir. Bahreyn’deki ayaklanmalara S. Arabistan askeri güçle müdahele etmiÅŸtir. Böylece Suriye’nin stratejik ortağı Ä°ran’ın da gerektiÄŸinde Suriye’ye askeri yardım yapma yolu açılmıştır. Bölgedeki Amerikan üs ve tesisleri, demokratik yapı için ayrı bir olumsuz politik faktördür. Özetle ilk yanıtlamamız gereken soru, OrtadoÄŸu’nun liberalleÅŸen ekonomik sistemine, demokratik bir boyut eklemek gerekli midir? ABD ve Ä°ngiltere ile bölgedeki monarÅŸik politik yapı arasındaki uyum bozulmadıkça tabii ki gereksizdir. Ancak, bu ülkelerin ekonomik sisteminde, Irak örneÄŸinde olduÄŸu gibi, Dolardan Avroya geçme, ABD’den silah alımlarını kesme, eldeki Amerikan tahvillerini satma, Çin veya Rusya ile stratejik ortaklığa gitme gibi Batı aleyhine radikal bir deÄŸiÅŸiklik olursa monarÅŸik yapılar yıkılabilir. Ve yerlerine seçimle desteklenmiÅŸ, parlamentosu olan, ancak yine Batı ile iÅŸbirliÄŸi içindeki sanal politik yapılar kurulacaktır. Gerçek anlamda bir demokratik yapı iki ÅŸeyi gerektirir; politik açıdan bağımsız ve baÄŸlantısızlık, ekonomik açıdan kendi kendine yeterlilik. Emperyalizme karşı askeri ve ekonomik zafer kazanmış tek dünya lideri olan Mustafa Kemal Atatürk toplumsal mücadeleyi ÅŸöyle deÄŸerlendiriyor: Hiç bir zafer gaye deÄŸildir. Zafer ancak kendisinden daha büyük olan bir gayeyi elde etmek için belli baÅŸlı bir vasıtadır. Gaye fikirdir. Zafer, bu fikrin gerçekleÅŸtirilmesine hizmet ettiÄŸi oranda kıymet ifade eder. Bir fikrin gerçekleÅŸtirilmesine dayanmayan zafer kalıcı olamaz. O boÅŸ bir gayrettir. Her büyük zaferin kazanılmasından sonra yeni bir dünya doÄŸmalıdır.
OrtadoÄŸu’da sömürge artığı ve kültürel soykırıma uÄŸramış toplumlar oldukça fazladır. Bu nedenle yeni bir dünya kurabilmek için, sadece öngörü sahibi güçlü liderler yeterli deÄŸildir. Bilinçli ve cesur bir halkın desteÄŸi olmadıkça hiç bir ülkede bağımsız ve baÄŸlantısız yeni bir siyasi yapı kurmak mümkün deÄŸildir. Bu nedenle her ülkenin siyasi ve toplumsal sorunlarının en uygun çözüm yollarını, yine o ülkenin insanları bulabilir. Bu noktada, yönetimde bulunanların sorumlulukları çok büyüktür. Bunu yaparken, ulusal çıkarların, uluslararası hukuk, barış, insan hakları, özgürlük gibi insanı yücelten deÄŸerler ile dengelenmesi ÅŸarttır.
OrtadoÄŸu’daki Yeni Ä°ttifaklar ve BloklaÅŸma
2003’deki ABD’nin Irak müdahelesi sonrası güç dengelerinde o kadar büyük kırılma yaÅŸandı ki, sadece Arap Yarımadası’nı deÄŸil, kuzey Afrika, Somali, Türkiye, Ä°rani Mısır, Lübnan, Ürdün, Ä°srail, Filistin, Kıbrıs ve hatta Gazze’yi bile etkiledi. OrtadoÄŸu’da Ä°ngiltere ve Fransa tarafından 1920’de tesis edilen güç dengesi ilk defa yeniden kurgulanmak ve kalıcı bir ÅŸekilde tesi edilmek zorundadır. Bu defa büyük güçlerin ellerini taşın altına sokmak için aceleleri yok. Çünkü çoÄŸu büyük oranda OrtadoÄŸu enerji kaynaklarına olan bağımlılıklarına alternatif yaratmış durumdadır. Bu baÄŸlamda onları ilgilendiren iki temel sorun var. Birincisi Avrupa sosyal dokusunu bozma korkusu içeren göçmen sorunu, ikincisi OrtadoÄŸu’nun kargaÅŸa ortamının Avrupa baÅŸkentlerine ithal ettiÄŸi terör sorunudur. Terör kaynaklarının yerinde etkisizleÅŸtirlmesi için yine yerel güçler, Kürtler, terör üretmeyen ancak radikal dinci güçler, kiralık askerler kullanılıyor. Hiç ÅŸüphesiz bu stratejinin baÅŸarılı olma ÅŸansı yok. OrtadoÄŸu’daki dengelerde Ä°srail, Ä°ran ve Suudi Arabistan’ın kabul etmediÄŸi yeni bir siyasal düzen kalıcı olmayacaktır. Aksi takdirde dışarıdan kuvvet zoruyla yeni bir siyasal düzen dikte edilemedikçe OrtadoÄŸu’daki karmaÅŸa devam edecektir. Mevcut karmaÅŸa bölgedeki siyasi aktörleri o kadar ÅŸaşırtmış olacak ki, kadim düÅŸmanlıkların yerini kısa vadeli çıkarlar almış durumda. Ä°srail- Suudi Arabistan yakınlaÅŸması, Suudi Arabistan’ın uzun zaman desteklediÄŸi Müslüman KardeÅŸleri ve Hamas’ı terk etmesi ilginç geliÅŸmeler olarak tarihe geçecektir. Bu konudaki en son geliÅŸme 13 Nisan 2016’da yaÅŸandı. Ürdündeki Müslüman KardeÅŸler Örgütü’nün (MKÖ) karargâhı polis ve jandarma tarafından kapatıldı. MKÖ Ürdün’de oldukça etkin. Filistin’deki Hamas ile de kuvvetli baÄŸları var. Ayrıca Mısır’daki Müslüman KardeÅŸler Örgütü ile ideolojik olarak çok yakın. MKÖ Ürdün’de yasal olarak uzun yıllardır faaliyet gösteriyordu. ABD Temsilciler Meclisinin MKÖ’nün terör örgütü olarak kabul etmesi, S. Arabistan ve Ä°srail’in yakınlaÅŸmasının bu giriÅŸimde önemli rol oynadığı söylenebilir. Son dört senedir bölgede adım adım geniÅŸleyen IŞİD’in, Müslüman KardeÅŸler ideolojisine yakın ve Amerikan karşıtı politikaları nedeniyle Suudi Arabistan’ın MKÖ’den vazgeçtiÄŸi deÄŸerlendirilebilir. DiÄŸer önemli bir geliÅŸme Akabe Körfezi giriÅŸindeki iki adanın Mısır tarafından Suudi Arabistan’a devredilmesidir. 1967 AnlaÅŸmasına göre Ä°srail bu devre karşı çıkabilir kabul etmeyebilirdi. Ancak sessiz kaldı. Bu rıza yeni ittifakın önemli bir iÅŸareti sayılabilir. [6]
Suudi - ABD Ortaklığının Temel Şifresi
Bin yıldır Arapların başında hep yerel liderler vardı. Åžeyhler, generaller, krallar Ä°ngiltere ve ABD gibi emperyal güçler tarafından atanıyordu. Irak iÅŸgalinin paramparça ettiÄŸi siyasi, etnik ve mezhepsel dengeler ÅŸimdi bölgede en büyük çatışma riskini oluÅŸturuyor. Bahreyn’de El Halife devrilirse, S. Arabistan tehlikeye girecek. Bu nedenle 1000 kiÅŸilik Suudi askeri birliÄŸi Bahreyn’e girdi. % 70’i Åžii olan Bahreynliler, yönetim ile anlaşırsa S. Arabistan için tehlike büyür. Bu nedenle Bahreyn’de Sünni yönetimin devamı ABD ve S.Arabistan çıkarlarına uygundur. Çünkü Bahreyn’de 60 yıldan beri Amerikan üssü vardır. ABD’nin 5. Filosu burada konuÅŸlanmaktadır ve 4 binden fazla askeri vardır. Ä°ran’ın desteklediÄŸi ve kontrol ettiÄŸi Åžii çemberi, S. Arabistan ve bölgedeki diÄŸer Sünni yönetimleri ciddi ÅŸekilde tehdit etmektedir. ABD açısından en kötü senaryo, bu ülkelerin siyasi ve ekonomik alanda gerçek bir bağımsızlığa kavuÅŸmalarıdır. En büyük tehdit her zaman bağımsızlık olmuÅŸtur. ABD ve müttefikleri düzenli ÅŸekilde radikal Ä°slamcıları desteklemiÅŸtir. Bazen, ulusalcılık tehdidini ve bazen de Laik milliyetçiliÄŸi engellemek için. Bilindik bir örnek S. Arabistan’dır. Radikal Ä°slam’ın ideolojik merkezidir. Uzun liste içerisinde diÄŸer bir isim, Pakistan diktatörlerinden en zalimi ve BaÅŸkan Reagan’ın gözdesi, radikal Ä°slamlaÅŸtırma programı yürüten (Suudi fonlarıyla/desteÄŸi ile) Ziya ül-Hak’tır.[7]
OrtadoÄŸu’yu anlamak için Ä°ngiltere’nin bölgeden çekildiÄŸi 1970’den bu yana devam eden ABD-Suudi iliÅŸkilerini bilmek gerekir. ABD - Suudi Arabistan Ortaklığı, ABD’nin liderliÄŸini yaptığını ve koruduÄŸunu iddia ettiÄŸi uluslararası deÄŸerler üzerine deÄŸil, her iki ülkenin ulusal çıkarları üzerine kurulmuÅŸtur. Suudi Arabistan, 1975’de Amerikan Dolarının, petrol fiyatına çıpa olmasını kabul ederek ABD’nin küresel hâkimiyetinin yolunu açmıştır. Buna karşılık, ABD de bir yandan Suudi Arabistan’ın toprak bütünlüÄŸünü korumayı garanti ederken bir yandan da Suudi Rejiminin ÅŸimÅŸek çeken uygulamalarına karşı uluslararası toplumun tepkilerine kalkan olmaktadır. ABD’nin Suudi Arabistan üzerinden saÄŸladığı avantajlar sadece petrol fiyatlarının dolara endekslenmesi deÄŸildir. Suudilerin petrol gelirlerinin tamamı Amerikan finans –kapital sistemine aktarılmaktadır. Bu paraların çoÄŸu, ABD’den saÄŸlanan silah alımları ile diÄŸer mal ve hizmetlerin ithaline harcanmaktadır. Böylece ABD bir taÅŸla üç kuÅŸ vurmaktadır. ABD’nin bölgedeki en büyük üsleri Bahreyn ve Suudi Arabistan’dadır. Bu üsler sayesinde Akdeniz, Basra Körfezi ve Hint Okyanusu deniz yollarını kontrol etmektedir. En son Babülmendep BoÄŸazı’nın çıkışındaki stratejik önemi çok fazla olan Sokotra Adası’nın iÅŸgal ederek askeri üs tesis etmiÅŸtir. Obama döneminde ABD Suudi Arabistan’a 95 milyar dolarlık silah satmıştır. ABD, El-Kaide ve Yemen’deki ayrılıkçılara karşı mücadelede Suudilere destek vermektedir. Bu baÄŸlamda S. Arabistan ABD için önemini korumaktadır. [8]
OrtadoÄŸu’nun Kilit Ülkeleri: S.Arabistan ve Ä°ran
OrtadoÄŸu’daki iç mücadele Åžah döneminden bu yana fiili eylemlerle Ä°ran ve S. Arabistan arasında yaÅŸanmaktadır. Bu mücadelenin temel nedeni OrtadoÄŸu’da mezhebe dayalı grupların liderleri olarak nüfuz alanlarını geniÅŸletmektir. Her iki taraf aynı ÅŸekilde birbirinden korkmamaktadır. Suudi Arabistan kendi ülkesindeki ve ittfak içindeki Arap ülkelerindeki Åžii azınlığın bir güvenlik tehdidi olduÄŸunu deÄŸerlendirmektedir. Sünnileri destekleyen S. Arabistan aynı zamanda onları Selefi mezhebine geçiÅŸ için de cesaretlendirmiÅŸ ve teÅŸvik etmiÅŸtir. El Kaide, IŞİD ve diÄŸer terörist grupları yaratan büyük ölçüde bu politikadır. Obama, son 8 yıldan bu yana Ä°srail’in bölgedeki politikalarına her zaman ÅŸüpheyle yaklaÅŸmış, özellikle askeri güç kullanarak fiili olarak desteklemekten kaçınmış ve genelde tarafsız mesajlar vermiÅŸtir. Ä°srail’in kesin karşı çıkmasına raÄŸmen Ä°ran ile nükleer barış anlaÅŸması yapmayı baÅŸarmıştır. Åžimdi giderayak, Amerika tabiri ile topal ördek durumundaki BaÅŸkan Obama Suudi Arabistan ile Ä°ran’ı barıştırmaya çalışmaktadır. Obama Doktrini Suudi Arabistan ve Ä°ran’ın OrtadoÄŸu’yu paylaÅŸma ihitiyacı içinde olduklarını vurgulamaktadır. [9]ABD’nin bu yaklaşımı, jeopolitik gerçeklere uygun bir adım olacaktır. Bu iki anahtar ülke anlaşırlarsa, bölgedeki radikal terör örgütlerine karşı ortak bir mücadele ile baÅŸarı saÄŸlanabilir. Böylece hem istikrar ve barış geri gelir, hem de Rusya’nın bölgeye daha fazla müdahele fırsatları azaltılmış olur.
Sünni Askeri Güçler Nasıl DoÄŸdu
1920’de ilan edilen Irak Devleti bir yandan Britanya’nın askeri gücüne dayanan, diÄŸer yandan da Iraklı Sünni Arap azınlıklardan gelen seçkinlere ait iki farklı projenin kesiÅŸmesinin ürünüdür. Böylece ırak devleti azınlıktaki Sünni Arap cemaatin hâkimiyetinde kurulmuÅŸtur. Dolayısıyla çoÄŸunluÄŸu Åžii olan kendi toplumuyla sürekli bir çatışma ortamına gebedir. Ve izleyen rejimlerde kendini göstermiÅŸtir ve göstermektedir. [10] OrtadoÄŸu’da ABD’nin Irak’a müdahalesi ile bozulan siyasi ve ekonomik denge, tüm Arap Yarımadası’na yayıldı. Ä°ran’ın, Sünni Saddam diktatörlüÄŸü ile kısıtlanan Åžii nüfuz alanı tamamen serbest kaldı. 2009’da ABD, askeri gücünü Irak’tan çekti. Irak’ın yeni siyasi yapılanması, Musul da dâhil olmak üzere Kürt bölgesine özerklik verilmesi, petrol gelirlerinin % 17’sinin Kürtlere tahsisi, CumhurbaÅŸkanının Kürt asıllı, BaÅŸbakanın Åžii olması ÅŸeklinde gerçekleÅŸti. Bu defa çoÄŸunluÄŸu ele geçiren Åžiiler, 90 yıllık ezilmiÅŸliÄŸin, ötekileÅŸtirilmenin, toplumsal kararlarda dışlanmışlığın aynısını Sünnilere yapmaya çalıştılar. Nuri El Maliki farklı mezheplerden gelen liderlerin ve yerel ileri gelenlerin sadakatini doÄŸrudan satın lamayı tercih ederek, Sünni milisleri yumuÅŸatmak ve kendine baÄŸlamak amacıyla onları maaÅŸa baÄŸlayan Amerikan politikası ile yollarını ayırdı. Sünni milisler iÅŸsiz kaldı. MarjinalleÅŸti. Sünniler, Maliki’nin politikasının Irak ordusundaki Sünni milislerin % 20’yi geçmemesini istediÄŸini anladılar. Musul ve BaÄŸdat’ın büyük Sünni ailelerinden gelen iyi eÄŸitimli ve donanımlı askeri seçkinlerden oluÅŸan Sünni Araplar dışlandı. Seksen yıldan uzun süre Sünnilerin kontrol ettiÄŸi Irak ordusundaki memnuniyetsizlik ise daha fazla idi. [11] ABD 2015’te Irak hükümetini Åžii gruplara ayrıcalık tanımanın ve Sünni grupları dışlamanın onları IŞİD’e yönlendirdiÄŸi konusunda ikaz etti. [12] Ama bir iÅŸe yaramadı.
Siyasal Ä°slam ve Küresel Ekonomik Sistem
Dünyanın Müslümanların yaÅŸadığı en homojen nüfusa sahip bölgesi OrtadoÄŸu’dur. Bu bölge aynı zamanda dünya petrolünün % 60’nı üretmektedir. Ve bu üretim tamamen Müslüman ülkelerde gerçekleÅŸmektedir. Sovyetler dağılıp dünya güç dengeleri deÄŸiÅŸince bu bölgede siyasetene ve askeri bakımdan önemli bir güç boÅŸluÄŸu oluÅŸtu. Aynı zamanda Batı dünyası için yeni bir rakip veya düÅŸman gerekiyordu. ABD tarafından tasarlanan Siyasal Ä°slam projesi bu amaçla oluÅŸturuldu. Projenin fikir babası 1996’da yayınlanan Medeniyetler Çatışması kitabının yazarı Samuel Huntington’dur. Medeniyetler Çatışması, 1990'lı yıllardan itibaren uluslararası ittifak ya da ihtilaflarda belirleyici olan unsurun politik ya da ekonomik ideolojiler deÄŸil, medeniyetler olmaya baÅŸladığını ve 21. yüzyılda da bu trendin devam edeceÄŸini ifade eden bir tezdir. Huntington bu tezini ilk olarak 1993 yılında Foreign Affairs adlı akademik dergide yayınlanan bir makalesinde ele almış, ardından da 1996 yılında çalışmasını geniÅŸleterek kitaplaÅŸtırmıştır. Aslında bu tezin gizli amacı, Sovyetler BirliÄŸi’nin dağılması sonrası kurulması planlanan Neo-Liberalizm veya Küresel Ekonomik Sistem adlı yenidünya düzeni için gerektiÄŸinde güç kullanımını meÅŸrulaÅŸtırmaktı. Ä°ki kutuplu dünyada Batı ve Sovyet sistemi dışında kalan çok farklı ekonomik sisteme ( sosyalist, komünist, karma ekonomi vb.) sahip birçok ülke vardı. Ancak yeni sistem de buna izin verilemezdi. Tüm dünya tek bir ekonomik sistem içine alınacak ve Batı merkezli Finans-Kapital Sistem dünya ekonomisini kontrol altında tutacaktı. Sisteme girmeye direnen veya sisteme aykırı politikalar (Amerikan dolarından çıkma, takas usulü ticaret, stratejik kuruluÅŸların muhafaza ve korunması, banka ve sigorta ÅŸirketlerinin milli konumda kalması, milli savunma sanayisi kurma vb. gibi) izleyen ülkeler önce ekonomik, ticari ambargo ve kısıtlamalarla, bu mümkün olmadığı takdirde askeri güç kullanılarak sisteme sokulacaktı.
Küresel Ekonomik Sistemin tasarımcıları açısından Avrupa’daki Sovyet eskisi ülkelerin sistemle bütünleÅŸmesinde bir sorun yaÅŸanmadı. Çünkü bu ülkeler uzun süreden beri içinde bulundukları kapalı ekonomik sistemden çıkışlarından o kadar mutlu idiler ki, nasıl bir sömürü düzeni ile karşı karşıya kaldıklarını çok geç anlayacaklardı. Ayrıca bu ülkelerin hiç birinin sisteme direnecek jeopolitik ağırlıkları yoktu. Asıl sorun Ä°slam coÄŸrafyasında ve OrtadoÄŸu’daydı. Bunun iki temel nedeni vardı; Birincisi bu ülkelerin çoÄŸu petrol zengini ülkelerdi, ikincisi yönetimlerin çoÄŸunluÄŸunu Batı ve Amerikan karşıtı milliyetçi idareler oluÅŸturuyordu. Sisteme sorun yaratan veya yaratacak potansiyel Ä°slam ülkeleri ÅŸunlardı; Türkiye, Ä°ran, Irak, Suriye, Libya. Tunus dışındaki diktatörlükler, siyasi görüÅŸü kısıtlı muhafazakâr Ä°slamcılığı özendirdiler. BaÅŸörtüsünü ön plana çıkardılar. Bu durum Ä°slamlaÅŸmayı sosyal bir hareketten ziyade bireysel olarak gören Selefi [13]hareketine ön ayak oldu. [14]
Türkiye
Türkiye ekonomik önlemlerle 2002’den itibaren sisteme sokulmaya baÅŸladı ve 2005’de sistemle bütünleÅŸti. Bu dönemde özellikle özelleÅŸtirme yönüyle neler yaÅŸandığını hepimiz biliyoruz. Türkiye’nin ekonomik anlamda sistemle bütünleÅŸmesi, toplumun anti Amerikancı ve milliyetçi yapısını deÄŸiÅŸtirememiÅŸti. Bunun için Siyasal Ä°slam projesi devreye sokuldu. Projenin amacı, Türk toplumunu kurucu iradenin laik, milliyetçi, tam bağımsızlık ilke ve prensipleri yerine Ä°slam’ı referans alan bir sisteme sokmaktı. Bu proje kapsamında öncelikle, Atatürk kimliÄŸi ile bütünleÅŸen laik sistem erozyona uÄŸratıldı. EÄŸitim sistemi ile Cumhuriyetin tam bağımsızlık ve çaÄŸdaÅŸlık ilkeleri deÄŸiÅŸtirilmeye çalışıldı, çalışılıyor. Bu baÄŸlamda en büyük hedef Türk Silahlı Kuvvetleri idi. Balyoz, Ergenekon ve diÄŸer davalarla neler yaÅŸandığı bilinmektedir. 10 yıl sonra Türkiye ülke olarak kendisine ve halkına kurulan uluslararası kumpası anlamış gözüküyor.
Ä°ran
1979’da Ä°ran’da ÅŸeriat esaslarına dayalı bir din devleti kuruldu. Maalesef bu din devletinin dış politikasında da ÅŸeriat yerini aldı. Bu tutum, Ä°srail karşıtlığı ve kendi Åžii mezhebinin diÄŸer ülkelere yaygınlaÅŸtırılmasını hedefledi. Ä°ran hala bölgedeki Åžii mezhebine mensup topluluklar ile bütünleÅŸme siyasetine devam ediyor.
Irak
Irak’ta Saddam’ın otoriter liderliÄŸi altında laik eÄŸilimli bir yönetim vardı. Amerikan karşıtı Arap MilliyetçiliÄŸi ordu gücü ile deÄŸiÅŸik etnik ve inanç gruplarını bir arada tutabiliyordu. Saddam, önce Batı tarafından cesaretlendirilerek 1991’de Kuveyt’e saldırtıldı. Amerikan ve Ä°ngiliz müdahalesi ile önemli tavizler vererek geri dönmek zorunda kaldı. Bu savaÅŸ sonrasında ABD, bölgeye yerleÅŸecek alt yapıyı hazırlama olanağına kavuÅŸtu. Güneyde ve kuzeyde ilan edilen uçuÅŸa yasak bölgelerle, Kürt etnik grubu ile Åžii mezhep grubu Sünni mezhebi temsil eden Saddam’ın zulmünden korumaya alındı. IŞİD’in temelleri 2003’teki ABD’nin kontrolsüz ve acımasız güç kullandığı Irak’ı iÅŸgali sürecinde atıldı. Ä°slam’a mal edilen11 Eylül 2001 terör saldırısı sonrası ABD tarafından Ä°slam dünyası büyük bir tehdit olarak gösterildi. Hatta yeni bir Haçlı Seferi gerekiyor açıklamaları yapıldı. Sonuçta bu olay, Finans Kapital Sistemin ( Küresel Sermayenin) 2003’te ABD tarafından Irak’ın iÅŸgal edilerek OrtadoÄŸu’yu kontrol altına almasına en büyük gerekçe oldu. ABD’nin Irak’ı iÅŸgali ise OrtadoÄŸu’daki tüm etnik ve mezhepsel dengeleri yerle bir ederek yine Ä°slam etiketli IŞİD’i yarattı. IŞİD’in Türkiye’de Suruç’ta ve Ankara’da yaptığı katliamlar Batı’da büyük ölçüde siyasi ve toplumsal bir etki yaratmadı. Ä°slam’ın Ä°slam’ı katletmesi olarak deÄŸerlendirmiÅŸ olsa gerek! Ama Paris katliamı baÅŸta Fransa olmak üzere farklı bir reaksiyon yarattı. Haçlı Seferi adı telaffuz edilmese de Ä°ÅžID’e karşı açıkça savaÅŸ ilan edildi. Böylece yeniden, intikam gibi son derece ilkel temelli bir davranış ÅŸekli olan kısır bir döngüye girilmiÅŸ oldu.
Türkiye ve OrtadoÄŸu
92 yaşındaki modern Türkiye Cumhuriyeti, bu zamana kadar yarattığı kendine özgü deÄŸerler ve ulusal gücü ile tüm komÅŸuları ve ikinci kuÅŸak ülkeler için jeopolitik açıdan bir çekim merkezi haline gelmiÅŸtir. Buna AB üyesi Yunanistan, Rusya ve Ermenistan da dâhildir. Türkiye milli sınırları içinde güçlü kaldığı sürece, bütün ülkeler merkezle stratejik ortaklık kurmak veya birleÅŸmek isteyecektir. Son beÅŸ yıldan bu yana devam eden bölgedeki jeopolitik kırılmalar, Türkiye’nin güney sınırlarında cereyan etmektedir. Türkiye’nin bütün karşıt ve rakiplerinin temel hedefi bu merkezin çekim alanını ortadan kaldırmaktır. O nedenle PKK üzerinden zayıflatılmaya çalışılan güney bölgesi Türkiye’den kopartılmaya veya bu bölgede daha cazip yeni bir merkez yaratılmaya çalışılmaktadır. Bu mümkün müdür? Kararlı olunmaz ise mümkündür, sadece, emperyalizmin Türkiye’den koparmaya çalıştığı bölgedeki GüneydoÄŸu Anadolu Projesine bakmak yeter. Türkiye’de sulanabilir 8,5 milyon hektar arazinin yüzde 20'si, GAP Bölgesi'nde yer almaktadır. “GAP kapsamında 22 baraj ve 19 hidroelektrik santrali ile sulama ÅŸebekelerinin yapımı planlanmıştır. GAP’ın tamamlanmasıyla 1,8 milyon hektar alanın sulamaya açılması, yılda 27 milyar kilovat-saat hidroelektrik enerji üretimi ile ülke enerji ihtiyacının büyük bir bölümünün karşılanması öngörülmüÅŸtür. Tarım, sanayi, enerji, ulaÅŸtırma, eÄŸitim, saÄŸlık, kırsal ve kentsel altyapı yatırımları ile Bölge’nin ekonomik ve sosyal göstergelerinin ülke ortalamasına getirilmesi, Bölge halkının refah düzeyinin yükseltilmesi hedeflenmiÅŸtir. Buna ilave olarak Türkiye son beÅŸ yıldan bu yana yol, hava alanı, sosyal konut, hastane, okul, üniversite gibi en büyük yatırımlarını doÄŸu ve güneydoÄŸu Anadolu bölgelerine yapmıştır. Bölgede havaalanı olmayan il kalmamıştır. Urfa’dan Habur’a giden yolda seyahat ederseniz yol boyunca sulamaya açılan mümbit ovaları takip ederek Nusaybin’de yeni Mezopotamya’nın bereketine ulaÅŸabilirsiniz.
IŞİD’in Stratejik Misyonu
Irak’ın Ä°ran’la iÅŸbirliÄŸi içinde Basra Körfezi’nin 100 yıllık jeopolitiÄŸini deÄŸiÅŸtirme korkusu IŞİD’i ortaya çıkardı. GeliÅŸmelere IŞİD’in Åžii ve Kürt karşıtı bir devlet kurma amacı yönüyle bakıldığında, buna Saddam’ın ruhu hortladı demek de pekâlâ mümkün. Bu baÄŸlamda IŞİD projesinin arkasında ulusal çıkarları Ä°ran’la çatışan bütün ülkelerin olduÄŸu söylenebilir. Türk DışiÅŸleri Bakanının, IŞİD’in uzun yıllara dayalı bir baskı politikasının ürünü olduÄŸunu söylemesi de Irak coÄŸrafyasında ABD’nin açtığı derin sosyolojik yaranın irin toplaması olarak deÄŸerlendirilebilir. IŞİD’in yaratılmasında Irak hükümetlerinin mevcut sosyo-kültürel, dini ve mezhepsel yapıyı yeterince ve samimi bir ÅŸekilde kucaklayamamasının da büyük bir etkisi olduÄŸu savları bölgede Ä°ran, Rusya ve Çin üzerinden yapılan stratejik hesapları yok saymak anlamına gelecektir. Ancak, Åžii çoÄŸunluklu Irak hükümetlerinin kanaatimce en büyük hatası Saddam yanlısı Sünni toplulukları dışlamak oldu. Aslında bu gruptan ülke savunması ve yeni askeri güç oluÅŸturma çabalarında istifade edilebilirdi. Ve bugün Irak hükümetinin IŞİD karşısındaki askeri zayıflığı yaÅŸanmayabilir ve askeri gücünü artırmak için Åžii dini liderlerin çaÄŸrısına gerek kalmayabilirdi.
ABD’nin yüksek çıkarları açısından bakıldığında IŞİD adlı bir devletin Suriye-Irak ortak coÄŸrafyasındaki varlığı hâlihazır duruma uygun ve gereklidir. Ancak demokrasi nidalarıyla baÅŸlatılan Arap Baharından sonra OrtadoÄŸu’da radikal bir din devletine izin vermek sadece ABD’nin deÄŸil, Batı’nın sahip olduÄŸu tüm insani ve hukuki deÄŸerleri yok sayması anlamına gelecektir. O nedenle kanaatimce IŞİD veya Ä°D (Ä°slam Devleti) adlı devletin varlığını sürdürmesi, bölgedeki petrol ve enerji ÅŸirketlerinin proje ve çıkarlarıyla uyumlu olmasına ve radikal toplumsal uygulamalarına son vermesine baÄŸlıdır.
Ä°srail’e Tavsiyeler
Ä°srail’in büyük mücadelelerden sonra OrtadoÄŸu coÄŸrafyasında kurulmuÅŸ ilk ve tek Yahudi devleti olmanın kıymetini bilmesi gerekir. KuruluÅŸundan bu yana olabildiÄŸince geniÅŸlemiÅŸ ve oldukça güvenli bir coÄŸrafya sahip olmuÅŸ durumdadır. Ä°srail’in milli hedeflerinin bu coÄŸrafyanın çok daha ötesinde olduÄŸu bilinmektedir. OrtadoÄŸu’daki tek nükleer güçtür. Din devleti olmasına raÄŸmen, laik ve demokratik bir rejime sahiptir. Bilim, modern tarım, silah ve diÄŸer teknolojilerde ileri düzeydedir. Daha birçok ÅŸey söylenebilir. Ancak öncelikle söylenmesi gereken Türkiye-Ä°srail iliÅŸkilerinin mutlaka düzeltilmesi gerekir. Ä°srail, vaat edilmiÅŸ topraklar hayallerini ve iç politik nedenlerle sürekli gündemde tuttuÄŸu güvenlik paranoyasını bir kenara bırakmalıdır. Artık bölge ülkelerini kucaklayıcı ve daha barışçı bir politika izlemeye baÅŸlamalıdır. Tanrının Ä°sraillilere vaat ettiÄŸi topraklar 2009 yılında Akdeniz’de ortaya çıkmıştır. BaÅŸka yerlerde tehlikeli maceralar aramaya gerek yoktur. Denizdeki zengin petrol ve doÄŸal gaz yataklarının 2016’dan itibaren iÅŸletilmesine baÅŸlanacaktır.[15] Bu kaynaklar bölge barışı için yeni bir deÄŸerler dizisi yaratabilir. Bu projenin güvenli ve ekonomik bir ÅŸekilde hayata geçirilmesindeki en önemli aktör Türkiye’dir. Bu nedenle bu tarihten önce bölgede ve komÅŸuları ile mutlaka bir barış ve iÅŸbirliÄŸi ortamı yaratılmalıdır.
DeÄŸerlendirme ve Sonuçlar
A.Irak, Suriye ve Libya’daki terör grupları ortak bir strateji ile iÅŸlevsiz hale getirilmelidir. Daha sonra yine ortak bir plan ve strateji ile sömürü yerine barış, iÅŸbirliÄŸi, kalkınma ve yaÅŸam kalitesinin yükseltilmesi için projeler uygulamaya konulmalıdır. Bu yapılmazsa terör her kalıpta tekrar hortlayacaktır. Özetle Finans Kapital Sistemin geri kalmış ve terör üreten coÄŸrafyalarda yeni bir politikaya geçiÅŸ yapması zorunludur.
Türkiye’nin ve Türk Ordusunun birinci öncelikli hedefi içerde ve dışarıda PKK’yı saf dışı bırakmaktır. Güvenlik açısından acil bir durum ortaya çıkmadıkça Suriye’ye bir askeri müdahale düÅŸünülmemelidir.
B.Barzani, 2009 sonrası Irak’ta ve bölgede bir türlü istikrar saÄŸlanamaması nedeniyle bölgede güvenli bir ÅŸekilde varlığını sürdürmenin Türkiye’nin yardım ve himayesi olmadan gerçekleÅŸmeyeceÄŸini anlamıştır.
C.Türkiye Barzani yakınlaÅŸması, Ä°ran, Irak, Katar ve diÄŸer Körfez ülkeleri için yeni ve güvenilir bir kapı açabilir. Kürt koridoru yerine Türk koridoru devreye girebilir. Böyle bir proje, Suriye üzerinden planlanan tüm projeleri rafa kaldırabilir. Anılan projeye, Ä°ran ve Irak baÅŸta olmak üzere tüm Arap ülkeleri de davet edilmelidir. Çünkü Suriye sorunu çözülse bile siyasi istikrarın saÄŸlanması çok uzun yıllar alacaktır. Libya’nın hali meydandadır.
D.Gerek ekonomik olması gerekse güvenlik yönüyle en iyi enerji nakil güzergâhı Türkiye’dir. Bu proje Ä°srail gazının nakli projesi ile de bütünleÅŸtirilebilir.
E.OrtadoÄŸu’da ÅŸu anda enerji odaklı iki temel güç boÅŸluÄŸu vardır. Birincisi doÄŸu Akdeniz’deki enerji güvenliÄŸi, ikincisi Basra Körfezi’ndeki Ä°ran tehdididir. Bu sahnedeki temel aktörler, bölgedeki taÅŸeron kuvvetler ile mevcut denge durumunu korumaya çalışmaktadırlar. IŞİD ve onunla ilgili geliÅŸmeler ana olarak bununla ilgilidir. Ancak bütün bu geliÅŸmeler geçicidir ve sanaldır. Gerçek ve kalıcı bir denge, ancak ya kapsamlı bir barış ya da kapsamlı bir savaÅŸla saÄŸlanabilir. ABD ve Batı gerçek güç dengesinin ve barışın Ä°ran’la yapılacak kapsamlı ve dengeli bir anlaÅŸmaya baÄŸlı olduÄŸunu unutmamalıdır. ABD yönetimleri küresel petrol ve silah endüstrisinin etki alanından çıkarak OrtadoÄŸu’da taÅŸeron askeri güçlere muhtaç olmadan barışı saÄŸlayabilir.
F.Bugün OrtadoÄŸu’nun Akdeniz bölgesinde yaÅŸanan olaylar, önümüzdeki en az yüz yıllık bir projenin hedef ve stratejilerinden ibarettir. Mücadele, Kıbrıs, hatta Girit ve DoÄŸu Akdeniz’in siyasi coÄŸrafyasının yeniden belirlenmesi üzerinde yapılmaktadır. Bu baÄŸlamda bölgenin hegemonyan güçleri ABD ve Rusya aslında bu mücadelenin baÅŸ aktörleridir. Son siyasi ve ekonomik geliÅŸmeler Kıbrıs’ı yeniden bölgenin en stratejik coÄŸrafyası haline getirmiÅŸtir.
G.Arap ülkelerinde kim iktidara gelirse gelsin gerçek anlamda ekonomik ve siyasi bağımsızlığa sahip olunmadıkça, aynı ülkelerdeki baskıcı rejimler, ABD ve Batı ile iÅŸbirliÄŸi içinde süreceklerdir. Robert Fisk bu sonucu çarpıcı bir ÅŸekilde ÅŸöyle dile getirmektedir. ...Ve polis vahÅŸeti, iÅŸkence tezgâhları iÅŸlemeye devam edecek. Diktatörlerle iyi iliÅŸkilerimizi sürdüreceÄŸiz. Ordularını silahlandırıp Ä°srail’le barış yapmaya çalışmalarını söyleyeceÄŸiz. Ve onlar da ne söylersek yapacaklar...[16]
H.OrtadoÄŸu’da dört yıl önce baÅŸlayan halk hareketleri sonucunda insan hakları ve özgürlükleri konusunda halklar hiç ÅŸüphesiz bazı yeni hak ve kazanımlar elde edeceklerdir. Bu hak ve kazanımlar, neo-liberal ve baskıcı politikaların esas iskeletini, iÅŸlevini bozmayacak derecede olacaktır. ABD’nin de desteklediÄŸi insan hak ve özgürlüklerinin sınırı, ABD ulusal çıkarları ile sınırlıdır. Bahse konu ülkelerde ABD ve Batı çıkarlarını tehdit edebilecek yeni siyasi ve ekonomik yapılanmalara izin verilmesi söz konusu olmayacaktır. Özetle sınırlar, yönetim sistemleri ve sosyal yapılar deÄŸiÅŸse bile Finanas Kapital Ssitemin hâkimiyeti devam edecektir. Bağımsız ve baÄŸlantısız her siyasi giriÅŸim için sanal bir çatışma nedeni bulunacak ve sistem sürdürülecektir.
I.OrtadoÄŸu’da çözüm, uzun vadeli de olsa bölgede Türkiye benzeri Laik demokrasilerin kurulmasından geçiyor. Türkiye Cumhuriyeti BaÅŸbakanı Eylül 2011’de Mısır’ı ziyaretinde LaikliÄŸi Müslüman dünyasına tavsiye etmiÅŸtir. Batının, sürekli ve kalıcı bir enerji güvenliÄŸi, askeri harcamaların azaltılmasını ve refahın artırılması baÄŸlamında böyle bir düzene destek vermesi beklenmelidir. Böyle bir projenin kabul görmesi, Finans Kapital Sistemin yüksek kar paylarını, güvenli ve sürdürülebilir daha az kar paylarına tercih etmesi ile mümkün olabilir. Bu baÄŸlamda böyle bir proje dünya projesi olmak zorundadır ve bu nedenle BM çatısı altında oluÅŸturulmalı, hedef ve stratejileri ilan edilmelidir. Ä°ÅŸe mevcut krallık ve emirliklerin siyasi yapılarındaki deÄŸiÅŸikliklere, demokrasinin baÅŸlangıç adımı olan seçimlerle baÅŸlanabilir. Acılı da olsa Irak’ta göreceli bir demokrasi ve Laik bir siyasi yapı saÄŸlanmıştır. Batı, Laik düzenin OrtadoÄŸu’da ne kadar hayati önemi olduÄŸunu anlamış olsa gerektir. Bu süreçte Türkiye, dünyadaki tek Laik ve Müslüman bir demokrasi olarak bütün ülkelere rehberlik ve liderlik yapabilir.
J.Batı, 19. Yüzyılın baÅŸlarından itibaren bölgedeki aÅŸiret ve kabileleri kendi çıkarları paralelinde monarÅŸi yapılı devletlere dönüÅŸtürmüÅŸtür. Ancak toplumsal yapı deÄŸiÅŸmeden yine aÅŸiret ve kabile içinde devam etmiÅŸtir. Batı, OrtadoÄŸu’nun kendi köklerinin temeli olan Greko-Romen kültürü ve medeniyetinin esas esin ve bilgi kaynağı olduÄŸunu hiçbir zaman fark etmemiÅŸtir. Veya fark etmek istememiÅŸtir. 7. Asırda kurulan Emevi Arap Devleti ile birlikte Hilafetin saltanat halini alması ve mezhepsel radikalleÅŸme, OrtadoÄŸu’daki aÅŸiret ve kabile yapısına, istismara çok açık yeni ve tehlikeli bir boyut eklemiÅŸtir. Bu deÄŸiÅŸim kendi içinde daha da bölünerek bugünkü içinden çıkılmaz hale gelmiÅŸtir. Mezhepsel farklılıklar OrtadoÄŸu ve Kuzey Afrika’da hem Batılı güçler, hem de bölgede birbirine düÅŸman haline getirilen monarÅŸiler tarafından acımasızca kullanılmaktadır. YeniçaÄŸla birlikte Avrupa’nın OrtadoÄŸu’ya bakışı ve yaklaşımı sadece farklı din temelinde olumsuz ve çatışma kültürü çerçevesinde gerçekleÅŸmiÅŸtir. Aksine devam eden süreçteki materyalist politikalar ile kadim OrtadoÄŸu medeniyetini yok etmeye çalışmıştır. Bunu yaparken kendi kültürel köklerini yok ettiÄŸinin farkında olamamıştır. Amerikalılar, BaÄŸdat müzesini yaÄŸmalarken bu kadim kültürle akraba olduklarını fiilen reddettiklerini göstermiÅŸlerdir. Bugün sadece Suriye’de 600 farklı kültür bulunmaktadır. Bölgedeki Pagan kültürü de dâhil bunların büyük çoÄŸunluÄŸu Avrupa kültür ve medeniyetinin harcında yer almıştır. Petrole ihtiyaç kalmadığı bir dönem mutlaka gelecektir. O zaman belki sömürgecilik üzerine kurdukları ve Batı medeniyeti adını verdikleri geliÅŸmenin OrtadoÄŸu için bir hiç olduÄŸunu anlayacaklardır.
Henüz yorum yapılmamış.