Taha Kılınç: Dünyanın ahvâline ve tehavvülâtına hakikaten akıl-sır ermiyor

Follow @dusuncemektebi2
İkinci Dünya Savaşı’nın bitimine doğru, 1944’ün ağustosunda, Paris ve çevresinde kıyasıya bir mücadele yaşanıyordu. 19 Ağustos’ta şehir halkının Nazi güçlerine karşı ayaklanma başlatmasından sonra, katliam yaşanacağı endişesiyle harekete geçen Müttefikler, beş gün sonra, 24 Ağustos akşamı Paris’in merkezine giriş yapıyordu. Şehir Nazilerden geri alınmış, “kurtuluş” resmen ilân edilmişti. Almanların tamamen teslim olmasının ardından Champs-Elysees’de düzenlenen kutlamalara, “Özgür Fransa’nın lideri” Charles de Gaulle ve bir milyondan fazla insan katılmıştı.
Tüm bu hengâmenin orta yerinde, 23 Ağustos günü, 76 yaşında bir adam ömrünün son beş yılını geçirdiği Paris’te son nefesini veriyordu. Uzun hayatı boyunca bahtı da nekbeti de bol bol görmüş, 3 Mart 1924 gecesi ayrılmak zorunda kaldığı ülkesinin hasretini ise içinden hiç atamamıştı. Sağlığının bozulduğu son günlere kadar her cuma Paris Camii’ne giderek orada Müslümanlarla bir araya gelen, onların dertlerini dinleyen, her milletten insanla buluşan bu adam, Son Halîfe Abdulmecîd Efendi idi. Sultan Abdulazîz’in oğlu olarak başlayan konforlu hayatı, sürgünde, gariplikler içinde hitâma ermişti.
Vefatından sonra, Abdulmecîd Efendi’nin Türkiye’ye defnedilebilmesi için yakınları harekete geçti. Çocuklarının hocası Sâlih Keramet Nigâr ve kızı Dürrüşehvâr Sultan, mümkün olan bütün kanalları kullanarak girişimlerde bulundular. Ancak herhangi bir olumlu sonuç alınamadı. Sürecin uzayacağı fark edilince, Paris Camii’nin morgunda tutulan cenaze tahnit edilerek, caminin bodrumunda koruma altına alındı. Haydarabad Nizâmı’nın oğlu Azam Cah’la evli olduğu için İngiliz diplomatik pasaportu bulunan Dürrüşehvâr Sultan, Türkiye’ye gelerek Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile bizzat görüştü. Cenazenin Türkiye’ye nakli konusunda yine izin çıkmadı. Altı yıl sonra, Demokrat Parti iktidara gelince, Dürrüşehvâr Sultan tekrar izin almayı denedi, yine olmadı.
Nihayet, Paris Camii yönetimi, cenazeyi daha fazla muhafaza edemeyeceklerini bildirince, Son Halîfe’nin naaşı Suudi Arabistan’a götürülerek, Medîne-i Münevvere’de defnedildi. 30 Mart 1954’te, yani vefatından neredeyse 10 yıl sonra, Abdulmecîd Efendi nihayet toprağa veriliyordu.
Tarihin garip tecellisi ile, İlk Halîfe Hz. Ebûbekir’in medfûn bulunduğu Mescid-i Nebevî’nin hemen yanındaki Bakî Mezarlığı, Son Halîfe Abdulmecîd Efendi’yi bağrına kabul ediyordu. Resmen kaldırılan Hilâfet de böylece, tam 1322 yıl sonra, adeta başladığı yerde son buluyordu.
***
Sultan Abdulazîz, 15 Ağustos 1869 günü, Dolmabahçe Sarayı’nda oldukça namlı bir konuğu ağırlıyordu. Ruslara karşı verdiği amansız mücadeleyle Müslümanların hayranlığını kazanan Şeyh Şâmil, 31 Mayıs günü ayak bastığı İstanbul’da istirahat edip bazı ziyaretler yaptıktan sonra, nihayet Sultan’ın karşısındaydı. İki adamın samimi sohbetine şahit olanlar, sanki yıllardır tanıştıklarını düşünebilirdi.
1834’te “imam” ilân edilmesinden 6 Eylül 1859’da Ruslara teslim olmak durumunda kalmasına kadar, Kafkasya’nın özgürlük mücadelesine meşalelik eden Şeyh Şâmil, hacca gitmek isteğiyle Rusya’dan ayrılmış, İstanbul’a da bu yüzden uğramıştı.
Sultan Abdulazîz, kendisine ve aile fertlerine maaş tahsis ettirdiği Şeyh Şâmil’i hacca uğurladıktan sonra, dönüşte ikâmet etmesi için İstanbul’da hazırlık yapılmasını emretti. Ne var ki, Şeyh Şâmil, Hicaz’dan dönmeyecekti:
Hac vazifesini ifa ederken, İslâm dünyasının dört bir tarafından gelen Müslümanların büyük teveccühüyle karşılaşan Şeyh Şâmil, Medine-i Münevvere’yi ziyareti sırasında rahatsızlanarak 4 Şubat 1871 günü ruhunu teslim etti. Savaşların yıprattığı yorgun bedeni, Bakî Mezarlığı’na emanet edildi.
***
Geçtiğimiz cumartesi günü, Tunus devrik Cumhurbaşkanı Zeynelabidin bin Ali’nin cenazesi Bakî Mezarlığı’na defnedilirken, bir yandan “Nerden nereye… Kim umardı böyle bir akıbeti?” diyordum, bir yandan da Bakî Mezarlığı’na tarih boyunca defnedilen nice sürpriz ismi düşünüyordum. İslâm’ın ilk dönemlerinden bu yana Müslümanlara kucak açan bu kabristanın sakinlerinden ikisinin kısa hikâyesini yukarıda aktardım. Böyle binlerce çarpıcı serüven var burada. 2011’de devrildikten sonra Suudi Arabistan’ın Cidde kentinde ikâmet eden, 19 Eylül günü 83 yaşında öldüğünde de, ülkesine gömülmemeyi vasiyet ettiği için cenazesi Bakî’ye getirilen Bin Ali’ninki, bu serüvenlerin en sonuncusu oldu.
***
Dünyanın ahvâline ve tehavvülâtına hakikaten akıl-sır ermiyor… “Öldüğümde beni Bakî’ye defnedin” diye vasiyette bulunan Cemal Kaşıkçı’nın bir kabri bile yok.
Yeni Şafak
Henüz yorum yapılmamış.