İçi boşaltılmış ve çarpıtılmış bir akım: Romantizm
Follow @dusuncemektebi2
Günümüzün yaygın romantizm anlayışı, çıkış noktasından epey uzaklaşmış, temel görüş ve özelliklerinden tamamen arındırılmış ve çarpıtılmış bir karikatür niteliği taşır. Romantizm, dünyanın hoyratlığına ve adaletsizliğine bir isyan olarak doğmuş, devrimci nitelikleriyle öne çıkan bir anlayışken, tarihsel yolculuğunun neticesinde mumlar ve çiçeklerle süslenmiş iki kişilik bir masaya indirgenerek neredeyse hiçbir muhalif değer taşımayan, insanlık için hiçbir önerisi kalmamış bir kelime haline getirildi.
‘Romantizm’ terimi tarihte ilk kez 1700’lerin sonunda, eleÅŸtirmen August ve Friedrich Schlegel kardeÅŸlerin ‘Romantische Poesie’ (Romantik Åžiir) adlı eseri yazdığı Almanya’da kullanıldı. Fransız entelektüel yaÅŸamında etkili bir figür olan Madame de Staël’in 1813’te yaptığı Almanya seyahatleriyle ilgili yazılarını yayınlamasının ardından Fransa’da da popüler hale geldi. 1815 yılında, Romantik hareketin gür sesi haline gelen ve ÅŸiirin “kendiliÄŸinden taÅŸan aşırı güçlü duyguları” ifade etmesi gerektiÄŸini düÅŸünen Ä°ngiliz ÅŸair William Wordsworth, ‘romantik arp’i ‘klasik lir’ ile karşılaÅŸtırdı. Kendilerini bu hareketin bir parçası olarak gören sanatçılar, Romantik akımı bir zihin durumu ya da sanata, doÄŸaya ve insanlığa karşı bir tavır olarak gördüklerini, buna karşın katı tanımlara veya ilkelere dayanmadığını fark ettiler. Var olan toplumsal düzene, dine ve kültürel deÄŸerlere karşı bir tavır benimseyen Romantizm, 1820’lerde Avrupa genelinde baskın bir sanat hareketine dönüÅŸtü.
18. yüzyılın sonunda ve 19. yüzyılın baÅŸlarında, Romantizm, Aydınlanma döneminde sıkı sıkıya baÄŸlanılan akılcı ideale meydan okuyan biçimde Avrupa ve Amerika BirleÅŸik Devletleri’ne hızla yayıldı. Sanatçılar, sadece akıl ve düzen deÄŸil, duyuların ve duyguların da dünyayı anlama ve deneyimleme açısından eÅŸit derecede önemli olduÄŸunu vurguluyorlardı. Romantizm, sürmekte olan bireysel hak ve özgürlük arayışında, kiÅŸisel hayal gücünü ve sezgiyi öne çıkarıyordu. Sanatçıların yaratıcılığı, öznel güçlere sahip idealleri, 20. yüzyılın öncü hareketlerini de beslemeyi sürdürdü.
Romantik akımın temsilcileri, seslerini edebiyat, müzik, resim ve mimarlık dahil olmak üzere her alanda duyurdular. ÇoÄŸu ülkenin akademileri tarafından muteber bulunan, her ÅŸeyin dengeli ve ölçülü olduÄŸu Neoklasik akıma karşı bir tepkiyi dile getiren, uluslararası alanda büyük bir etki yaratan bu özgünlük, ilham ve hayal gücü, hareket içinde farklı tarzları da teÅŸvik etti. Bunlara ek olarak, büyüyen sanayileÅŸme dalgasını eleÅŸtiren Romantiklerin çoÄŸu, bireyin doÄŸayla olan bağını ve idealize edilmiÅŸ bir geçmiÅŸi öne çıkardılar.
TEMEL YÖNELÄ°MLER
Kısmen Fransız Devrimi’yle birlikte ortaya çıkan idealizmin teÅŸvik ettiÄŸi Romantizm, özgürlük ve eÅŸitlik mücadelesinin yanı sıra, toplumsal adalet talebini de sahiplenmiÅŸti. Ressamlar, ulusal akademilerce kabul edilen daha ölçülü Neoklasik tarih resimlerine rakip olacak biçimde, gerçek hayatta yaÅŸanan adaletsizliklere ışık tutmak için mevcut olayları ve seçkinler ve yöneticiler tarafından gerçekleÅŸtirilen gaddarca uygulamaları kullanmaya baÅŸladı.
Romantizm, mantıksal düÅŸünce üzerindeki aşırı ısrarı engellemek için bireysellik ve öznelliÄŸi benimsedi. Romantik sanatçılar ruh hallerinin yanı sıra çeÅŸitli duygusal ve psikolojik durumları da keÅŸfetmeye koyuldular. Sanatçının, yalnızca kahramanlık ve deha gibi ulvi meselelerle meÅŸgul olan ve bir diktatöre benzer biçimde hazlardan etkilenmeyen parlak bir yaratıcı olarak resmedildiÄŸi eski anlayış reddedildi. Fransızların büyük ÅŸairi Charles Baudelaire’in dediÄŸi üzere, “Romantizm, kendini ne konu seçiminde ne de tam olarak gerçeklikte konumlandırmaz, bir duyguda konumlandırır.”
Birçok ülkede, Romantik ressamlar dikkatlerini doÄŸaya ve açık hava resimlerine yönelttiler. Peyzajın yanı sıra gökyüzü ve atmosferin yakından izlenmesine dayanan eserler, peyzaj resmini yeni ve daha saygın bir aÅŸamaya yükseltti. Kimi sanatçılar, insanları tabiatla birlikte ve onun bir parçası olarak vurgularken, diÄŸerleri tabiatın gücünü ve öngörülemezliÄŸini tasvir ederek, insanlarda korkuyla karışık bir huÅŸu duygusu uyandırdı.
Romantizm, Amerikan Devrimi’nin ardından birçok ülkeye taşınan ve yeni bir akım olan ulusalcılığın ortaya çıkışıyla da yakından baÄŸlantılıydı. Yerel halk kültürünü, gelenekleri ve doÄŸal manzaraları vurgulayan Romantikler, ulusal kimliÄŸi ve gururu daha da arttıran görsel üretimlerde bulundular. Romantik ressamlar, ideal olan ögeleri bir araya getirerek, resimlerini, henüz yaÅŸanmamış bir özgürlük ve özgünlük çağında ulaşılacak olan manevi bir yenileme çaÄŸrısıyla birleÅŸtirdiler.
William Blake, henüz dört yaşındayken “kutsal kutsal kutsal cennetin sahibi yüce Tanrı’nın aÄŸladığına” dair bir vizyon (hayal) görmüÅŸtü. Daha sonraları ÅŸiirinde ve görsel sanatında ifade edilen peygamberlik vizyonlarına ve hayal gücünün “gerçek ve ebedi dünyasına” olan inancı, o dönemde tanınmayan sanatçının, ilerleyen yıllarda “Romantizmin babası” olarak tanınmasına neden oldu.
EDEBÄ° ARDILLAR
Romantizmin ilk örnekleri, genellikle “fırtına ve baskı” biçiminde adlandırılan bir terim olan Alman sanat hareketi “Sturm und Drang” idi. 1760’lardan 1780’lere kadar ilkin edebi ve müzikal bir hareket olmasına raÄŸmen, halk ve sanat bilinci üzerinde büyük bir etkisi olmuÅŸtu. Duygusal aşırılıkları ve öznellikleri vurgulayan hareket, adını Friedrich Maxmilian Klinger’in oynadığı 1777 tarihli ‘Romantizm’ adlı oyundan aldı.
Hareketin en tanınmış savunucusu, Genç Werther’in Acıları’nı (1774) kültürel bir fenomen haline getiren Alman yazar ve bürokrat Johann Wolfgang von Goethe idi. Genç erkeklerin kahramanlık öyküleriyle avutulduÄŸu bir dönemde, kendisi de niÅŸanlı olan ve arkadaşıyla evlenen bir kadına aşık olan genç bir sanatçının duygusal acılarını betimleyen romanın kazandığı ÅŸöhret, “Werther AteÅŸi” diye nitelenen bir kıyafet ve tarz modasına neden oldu. Bazı taklit intiharlar bile yaÅŸanmasının ardından, Danimarka ve Ä°talya gibi ülkeler romanı yasakladı. Goethe, ilerleyen yıllarda yönünü Romantizmden klasik edebiyata doÄŸru çevirmeye karar verse de Werther’in isyankâr ve trajik öyküsü, geniÅŸ halk kesimleri nezdinde kazandığı ÅŸöhretten hiçbir ÅŸey kaybetmedi.
1800’lerde, Ä°ngiliz ÅŸair Lord Gordon Byron, ‘Childe Harold’ın Kutsal YolculuÄŸu’ (1812) adlı eserinin yayınlanmasıyla üne kavuÅŸtu ve ardından, en iyi ve en kötü özellikleri arasında parçalanmış, yalnız ve düÅŸünceli bir dehâ figürünü tanımlamak için “Byron’cı kahraman” terimi icat edildi.
GÖRSEL ALANDA ROMANTÄ°KLER
Ä°ngiliz ÅŸair ve ressam William Blake ve Ä°spanyol ressam Francisco Goya, eserlerinin öznel bir vizyona, hayal gücünün kudretine ve genellikle karanlık bir eleÅŸtirel siyasal farkındalığa vurgu yapmaları nedeniyle, çeÅŸitli araÅŸtırmacılar tarafından “Romantizm’in babaları” diye nitelendirildi. Temelde gravür iÅŸlerinde çalışan Blake, ÅŸiiriyle birlikte yeni bir dünya görüÅŸünü ifade eden, tanrılar ve olaÄŸanüstü güçlerle dolu efsanevi dünyalar yaratan ve sanayi toplumu ve bireyin maruz kaldığı zulmü sert bir ÅŸekilde eleÅŸtiren ÅŸiiriyle birlikte, kendi resimlerini de kamusal alanda paylaÅŸtı. Goya, insan hayatı ve olayların altında yatan kötücül güçleri tasvir eden Karanlık Boyamalar (1820-1823) gibi seri eserlerinde, akıl dışı kötülüÄŸün derinlerinde araÅŸtırmalar yapıyordu.
Fransa’da, ressam Antoine-Jean Gros, daha sonra Romantik hareketi yönlendiren ve geliÅŸtiren sanatçılar olan Théodore Géricault ve Eugène Delacroix’yı etkiledi. Resimlerinde Napolyon Bonapart’ın bitmek bilmeyen savaÅŸlarını, savaÅŸ alanında yaÅŸanan sahnenin duygusal yoÄŸunluÄŸunu ve yarattığı sıkıntıyı vurguluyorlardı.
Théodore Géricault’nun resmi olan Medusa’nın Salı (1819) ve Eugene Delacroix’in Dante Barque’ı (1822), Romantizmi daha geniÅŸ bir halk kitlesinin dikkatine sundu. Her iki resim de sergilendikleri Paris salonlarında, 1820’de Géricault’yu ve 1822’de Delacroix’yı kötü bir ÅŸöhrete kavuÅŸturdu. Akademinin tercih ettiÄŸi Neoklasik tarzdan sapan ve çaÄŸdaÅŸ konulara eÄŸilen ressamlar, akademiyi ve geniÅŸ bir halk kitlesini öfkelendirdi. Duygusal ve fiziksel aşırılıkların ve çeÅŸitli psikolojik durumların tasviri, Fransız Romantizmi’nin belirleyici özellikleri olacaktı.
Théodore Géricault’nun, Napolyon’un sonu gelmez savaÅŸlarını eleÅŸtirdiÄŸi ‘Medusa’nın Salı’ adlı tablosu.
HAREKETİN GELİŞİMİ VE YOK OLUŞU
Géricault’nun 1824 yılındaki beklenmeyen ölümünün ardından, Delacroix, romantik hareketin lideri oldu ve kendisine has bir kompozisyon biçimi olarak farklı renkleri etkileyici fırça darbelerini kullanmaya ağırlık verdi. Sonuç olarak, 1820’lerde Romantizm, Batı dünyasında baskın bir sanat hareketi haline geldi.
Ä°ngiltere, Almanya ve Amerika BirleÅŸik Devletleri’nde öne çıkan Romantik ressamlar, Ä°ngiliz John Constable, Alman Caspar David Friedrich ve Amerikan Thomas Cole’un eserlerinde görüldüÄŸü gibi, öncelikle manzaraya ve bireyin doÄŸa ile iliÅŸkisi üzerine odaklandılar.
Fransız Devrimi sırasında büyük ölçüde geliÅŸen Romantizm, devrimci ve asi bir ruhla birleÅŸti. Aydınlanma’nın dayandığı gerekçeler ve hukuk anlayışı, bireyi sınırlayan mekanik bir yaklaşım olarak algılanıyordu. Neticede, sanatçılar isyan ve protesto sahnelerinde yerlerini aldılar. Géricault, Medusa’nın Salı’nı (1818-1819), Fransız hükümetinin trajediye yol açan politikalarının eleÅŸtiren biçimde, gerçek bir gemi enkazından esinlenerek çizmiÅŸti. Benzer ÅŸekilde, Turner’ın ‘Köle Gemisi’ (1840) adlı tablosu, Ä°ngiliz hükümetinin sömürge politikasını eleÅŸtirerek dönüÅŸtürmeyi amaçlıyordu. Delacroix’nın ‘Özgürlük Halka Yol Gösteriyor’ (1830) adlı eseri, Paris halkının, Kral X. Charles’ın restorasyon hükümetine karşı ayaklanmasını desteklemek amacıyla çizildi. Delacroix, ayrıca, Yunanlıların Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’na karşı olan bağımsızlık mücadelesini yansıtan bir dizi resim yapmıştı.
Romantizm, farklı ülkelerde çeÅŸitli zamanlarda gücünü yitirmeye baÅŸladı; 1830’larda fotoÄŸrafçılığın ortaya çıkışı ve sanayileÅŸme ile kentleÅŸmenin artmasıyla birlikte, sanatsal yaklaşımlar Realizme yönelmeye baÅŸladı.
Romantiklerin Orta ÇaÄŸ sanatı gibi daha önceki tarzlara dönmeleri, 19. yüzyıldan sonraki Edward Burne-Jones, Dante Gabriel Rossetti ve John Everett Millais’i büyük ölçüde etkiledi. Bu sanatçılar, romantik bir doÄŸaya dayanan doÄŸallıktan süzülmüÅŸ ortaçaÄŸ hikayeleri, dinsel anlatılar ve Shakespeare’in ele aldığı konuları tasvir ettiler. Görsel sanatlar ve edebiyat arasındaki baÄŸlantıların yanı sıra hayal gücünü de vurguladılar.
Romantik sanat, kendisine konu edindiÄŸi doÄŸanın kontrol edilemez gücü, öngörülemezliÄŸi ve felakete açık aşırı potansiyeli ile, aklın sınırları içerisinde yapılandırılan Aydınlanma düÅŸüncesine bir alternatif sundu. Romantik sanatçılar tarafından yaratılan vahÅŸi ve korkunç doÄŸa görüntüleri, on sekizinci yüzyıl “yüce Tanrı’yı” öne çıkaran bir estetik anlayışı yansıtıyordu.
Gemi enkazı sahneleri birçok ressam tarafından resmedilir ve felsefeciler tarafından analiz edilirken, bu figürün altında yatan temel düÅŸünce, artık tabiat üzerinde kesin bir kontrol sahibi olduÄŸuna inanan insanlığın, tabiat karşısındaki acizliÄŸini vurgulamaya, bizlerden daha yüce güçlerin varolduÄŸunu hatırlatmaya yönelikti. Turner’ın 1812 tarihli, tabiatın ezici boyutları karşısındaki cılızlığını ve kar girdaplarınca çaresiz kalışını aktaran Hannibal ve ordusunun Alpler’i geçiÅŸ tablosu, kendisinin romantik hassasiyete sıkı sıkıya baÄŸlı olduÄŸunu gösteriyordu.
Romantikler, duygu ve hayal haklarına sahip çıktılar. Onlara göre duygu akıldan daha önemliydi. Novalis, “Kalbin dünya için bir anahtar olduÄŸunu” yazarken, Goethe, “duygunun her ÅŸey olduÄŸunu” öne sürdü. Fransız Devrimi’nin mimarlarından Lamartine’in görüÅŸü, insanın sadece “güçlü hissetme baskısı altında” olduÄŸuna vurgu yapıyordu. Ä°nsan, duyguların ifadesindeki yapay sınırlardan kurtulmalı ve kalbin öncülüÄŸünü takip etmeliydi. Hayal gücü, zincirlerinden kurtulmuÅŸ olmalıydı. Romantikler, toplumların bir takım ‘dâhilerce’ kontrol edilmemesi gerektiÄŸine ve ayrıca insanların hayal güçlerini izlemeleri gerektiÄŸine inanıyordu.
Ä°lkel insanı, doÄŸanın iyi huylu çocuÄŸuna dönüÅŸtürdüler; zira doÄŸada sadece kendi içinde yeÅŸeren saf dürtüleri yerine getiriyordu. Romantikler, ilkel insanın kiÅŸisel içgüdülerine ve duygusal niteliklerine övgüler düzdüler. Amerikan yerlilerini, Afrika yerlilerini ve Güney Denizi adalarında yaÅŸayan toplumları idealleÅŸtirdiler. Ä°lkel hayatı parlak renklerle betimleyen romantikler, Kaptan Cook gibi çeÅŸitli kâÅŸiflerin Avustralya ve Yeni Zelanda gibi keÅŸiflerini sevinçle karşıladılar. Cook’un aktardığı bilgilerde, muhteÅŸem vahÅŸi toplulukların mutlu ve kaygısız hayatına dair birçok hikaye anlatılıyordu. Lord Edward FitzGerald, 1788 yılında, “VahÅŸiler, aramızda süregiden rahatsızlık veya saçma engellerin hiçbiri olmadan, hayatın gerçek mutluluÄŸunu yaÅŸamaktalar,” diyordu.
Geçen zaman içerisinde özgül varlığını yitiren ve yeni akımlarca tarihin sarı sayfalarına itilen bu devrimci hareket, birçok ülkede devrim ve özgürlük mücadelelerine ilham kaynağı olmuÅŸtu. Günümüzde, çıkış noktasının fersah fersah uzağına taşınan haliyle, mumlar ve çiçeklerle süslenmiÅŸ bir akÅŸam yemeÄŸi masasını ifade eden, neredeyse anlamsız bir kelimeye dönüÅŸtü. Özgür ve isyankâr bireyin yerini, bir anlamda teslimiyete adanmış bir hayat arayışı ve hüzün yüklü gözyaşı damlaları aldı.
Müellif: Tarkan Tufan / Gazete Duvar
Henüz yorum yapılmamış.