Sosyal Medya

Güncel

Gazeteci Ferit Aslan, Musa Anter suikastını araştırırken Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım tarafından nasıl kaçırıldığını anlattı

Gazeteci Ferit Aslan, Musa Anter cinayetinin yıldönümünde yaşadıklarını anlattı



Kürt aydını, gazeteci-yazar Musa Anter, sevenlerinin deyimiyle Apé Musa (Musa Amca), 20 Eylül 1992’de suikasta uÄŸradı. Kültür-Sanat Festivali için Diyarbakır’daydı. Festivale katıldı, kitaplarını imzaladı. AkÅŸam yeÄŸeni gazeteci-yazar Orhan MiroÄŸlu ile birlikte silahlı saldırıya uÄŸradı. Anter öldü, MiroÄŸlu yaralandı.
 
Gazeteci Ferit Aslan, o karanlık suikastla hayatının kesiÅŸtiÄŸi o karanlık geceyi, cinayet ihbarına giderken YeÅŸil kod adlı Mahmut Yıldırım ile karşılaÅŸmasını, YeÅŸil’in diÅŸini kırmasını ve yıllar sonra o gün için ‘meçhul’ olan kiÅŸinin YeÅŸil olduÄŸunu keÅŸfetmesini anlattı.
 
27 yıl öncesini Ferit Aslan anlatıyor:
 
Diyarbakır Söz Gazetesi en çok okunan ikinci yerel gazeteydi
 
O tarihlerde genç bir gazeteciydim. Günaydın Gazetesi’nde yaÅŸanan sıkıntı artık dayanılmaz hale gelmiÅŸti. 1992 yılında, bir yıl önce kurulan Diyarbakır Söz gazetesine transfer oldum. Ajans aboneliÄŸi, internet medyasının olmadığı bu dönemde, Diyarbakır Söz gazetesi, muhabirlerin haberleriyle çıkıp bölgede kabul görürken, Türkiye’de Bursa Olay gazetesinden sonra en çok satılan ikinci yerel gazete olmayı baÅŸarmıştı.
 
AA'nın ofisindeki telsizde polis anonsu: Cinayet ihbarı var
 
20 Eylül 1992’de akÅŸam saat 20.00 sıralarında Anadolu Ajansı ofisinde bulunan polis telsizinden bir anons geçti: “Seyrantepe Cumhuriyet Mahallesi’nde cinayet ihbarı, 1 kiÅŸinin öldüÄŸü bir kiÅŸinin yaralandığı ihbarı var, ekipler bir baksın”
 
AA, yerel gazeteden kontrol etmesini istiyor; Hüseyin ve ben yola çıkıyoruz
 
Anonsu duyan nöbetçi AA çalışanı, bu ihbarı yakın mesafede bulunan ve o dönemde sadece gece haberlere giden Diyarbakır Söz Gazetesi yazı iÅŸleri müdürüne bildirmiÅŸti. Müdür de bu ihbarı gazetenin kıdemli muhabiri Hüseyin Çiçekçi ve bana söyledi.
 
Biz gazetenin karşısında oturan taksi ÅŸoförü Ä°brahim’i çağırırken, gazetenin muhasebe müdürü ve Mele Zeki diye çağırdığımız Zeki Özer de, “Beni de alın, haberden sonra eve bırakırsınız” diyerek bizimle taksiye bindi. Cinayet iÅŸlendiÄŸi bildirilen yere doÄŸru giderken bir sokaktan ambulansın çıktığını gördük, biz de o sokaÄŸa yöneldik.
 
Faili meÅŸhullerin sembolü beyaz toros önümüzde duruyor: Kimsiniz, ne arıyorsunuz burada
 
SokaÄŸa girer girmez “faili meçhuller”in sembolü bir beyaz Toros gördük. 21SV004 plakalı araçtan inen, sivil kıyafetli, spor ayakkabılı iki kiÅŸi tabancalarını çekip bize doÄŸru yönelterek bağırdı:
 
– “Kimsiniz, ne arıyorsunuz burada?”
 
"Bizi takip edin, sizi olay yerine götürelim" dediler
 
Gazeteci olduÄŸumuzu, bir cinayet ihbarı için geldiÄŸimizi söyledik
Ä°ki kiÅŸi aynı anda birbirine baktı, kısa bir tereddütten sonra aracın içindeki kiÅŸiyle konuÅŸmaya baÅŸladı. Daha sonra da “Bizi takip edin sizi olay yerine götürelim” diyerek bize yol gösterdiler.
 
Biz onları dar ve karanlık sokakta takibe baÅŸlayınca muhabir arkadaşım Hüseyin, “Ä°çimde kötü bir his var, bunlar bizi vuracak” dedi.
 
"Çıkmaz bir sokaÄŸa geldik, araçtan indirdiler"
 
Bir süre gittikten sonra, çıkmaz bir sokakta durdurdular ve önce araçlarından inip yanımıza gelerek ÅŸoförü indirdiler. Taksi ÅŸoförü bizi tanımadığını ve ekmek parası için çalıştığını belirterek, “Abi siz olsanız sizi de alırım, ben ekmek parası için çalışıyorum” dedi.
KorkmuÅŸtu…
 
Daha sonra araçtan Hüseyin’i indirdiler. Artık tavırları daha sertti. Belki defalarca, “Kimsiniz, burada ne iÅŸiniz var, kim öldürülmüÅŸ?” diye sormaya baÅŸladılar.
 
“Efendim, biz Diyarbakır Söz gazetesinden geliyoruz, cinayet ihbarı aldık, yazı iÅŸleri müdürü gönderdi” diye tekrar tekrar anlatması öfkelerini kabartmaktan baÅŸka iÅŸe yaramamıştı.
 
"Tekme tokat giriÅŸtiler"
 
Ä°ki kiÅŸi Hüseyin’e tekme-tokat saldırmaya baÅŸlamıştı.
 
Taksinin ön koltuÄŸunda oturup olanları seyretmek dışında hiçbir ÅŸey yapamayan ben bağırmak istedim ama kelimeler boÄŸazımda düÄŸümlendi. ÅžaÅŸkınlık ve endiÅŸeyle kalakalmıştım.
 
Hüseyin’in “Bizi yazı iÅŸleri müdürü gönderdi” demesi ile taksinin arka koltuÄŸunda oturan Mele Zeki’ye yönelen kiÅŸi, “Ä°n arabadan yazı iÅŸleri müdürü” deyince muhasebe müdürü Zeki Özer’in “Ben yazı iÅŸleri müdürü deÄŸilim, ben de bir emekçiyim” sözleri onu tekme ve yumruklardan kurtaramadı.
 
"Sorgu ve dayak sırası bana gelmiÅŸti; alçılı eliyle suratıma bir yumruk patlattı"
 
Ve sorgu ile dayak sırası bana geldi.
 
“Ä°n arabadan sen ne iÅŸ yapıyorsun, niye geldiniz, kim ihbar etti?” sorularına yanıt bile veremeden diÄŸer iki kiÅŸinin “Müdürüm” diye hitap ettiÄŸi kiÅŸinin alçılı yumruÄŸu suratımda patladı.
 
"Ä°ki diÅŸimi kıran o meçhul kiÅŸinin yeÅŸil olduÄŸunu sonradan öÄŸrenecektim"
 
Nefesindeki rakı kokusunu alabiliyordum. O alçılı yumrukla dudağımı patlatan, iki diÅŸimi kıran kiÅŸinin, o karanlık yılların en önemli aktörlerinden ve akıbeti bir türlü öÄŸrenilemeyen YeÅŸil kod adlı Mahmut Yıldırım olduÄŸunu sonradan öÄŸrenecektim…
 
"Otomobilin içinde mermiyi sürüp, silahı kalbine dayadı"
 
Aracın içinde atılan tekme faslıyla devam eden ÅŸiddet ve iÅŸkence sona erdi derken, adamlardan biri aracın arka koltuÄŸuna Hüseyin ve Zeki’nin yanına oturarak, onların aracını takip etmemizi istedi.
 
Söz konusu meçhul kiÅŸi, belindeki tabancasını çıkarıp namluya mermiyi sürüp Mele Zeki’nin kalbine dayayarak, “KonuÅŸ ulan, kim gönderdi buraya sizi, kim öldürülmüÅŸ?” diye aynı soruyu tekrararlarken Kuranıkerim’i hatim etmiÅŸ Mele Zeki’nin o anki soÄŸukkanlı tavrını hayatım boyunca unutamayacağım…
 
“Çek ÅŸunu ÅŸeytan doldurur” diyerek eliyle tabancayı kalbinin üzerinden iten Mele Zeki beni ÅŸoke etmiÅŸti.
 
"Åžoförümüzü bagaja kilitlediler"
 
Elazığ yolunda ÅŸehir çıkışına kadar süren yolculukta taksimiz durduruldu ve ÅŸoförümüz arkası açık bagaja konularak ÅŸoför koltuÄŸuna diÄŸer bir meçhul ÅŸahıs geçti.
 
Yolculuk sırasında, “Gazetenizde kepenk kapatma haberlerini kim yazıyor, sizi buraya kim gönderdi, kim öldürülmüÅŸ?” sorularına Hüseyin ve Mele Zeki’nin yanıtları tatmin etmeyince sıra bana yine bana gelmiÅŸti.
 
"Arka koltuktan kafama yumruk attı"
 
Arka koltuktan kafama yumruk atarak benden yanıtlar istendi. Ben de her defasında, gazetenin yerel gazete olduÄŸunu, sadece mahalli haberler yazdığını söyledim ancak meçhul kiÅŸilere bir türlü yeterli gelmiyordu söylediklerimiz.
 
"GittiÄŸimiz güzergah, faili meçhul yoluydu... Kaçırılanların cesetlerinin bulunduÄŸu geri dönüÅŸün olmadığı yoldu"
 
Bizi önce “Çermik ilçesindeki çavuÅŸa” götüreceklerini söyleyen ÅŸahıslar Ergani ilçesinden Maden’e doÄŸru gitti. Sonra geri dönüp Çermik yoluna, tekrar dönüp yeniden Elazığ yoluna yolculuk devam etti.
 
Halkların Emek Partisi (HEP) Diyarbakır Ä°l BaÅŸkanı Vedat Aydın’ın kaçırılıp cesedinin birkaç gün sonra Maden ilçesi yakınlarında bulunduÄŸunu bildiÄŸimiz için Maden yolunda artık geri dönüÅŸü olmayan bir yola girdiÄŸimizi düÅŸünmeye baÅŸladım. Çünkü kaçırıldığımız tarihe kadar götürülüp saÄŸ geri dönen yoktu ve beyaz Toroslarla götürülenlerin cesetleri birkaç gün sonra ya dere kenarında ya da bir yol kenarında bulunuyordu.
 
"Yolculuk boyunca nasıl öleceÄŸimi düÅŸündüm, otomobilin kaza yapmasını ve kazada ölmeyi diledim"
 
Hep denir ya, “Hayatım film ÅŸeridi gibi gözümün önünden geçti” diye. Gerçekten öyle oldu, bütün hayatım gözlerimin önünden geçti ve öldürülme ÅŸekillerini ve nasıl öldürülürsem daha iyi olacağını bile düÅŸünmeye baÅŸladım.
 
Bizi kaçıran iki kiÅŸinin “Müdürüm” diye hitap ettikleri ve alçılı eliyle diÅŸlerimi kıran kiÅŸinin bulunduÄŸumuz taksiyi hızlı ve tehlikeli kullanması ölüm ÅŸekli konusunda kafa yoran beni umutlandırmıştı! Ve içinden, “KeÅŸke kaza yapsak ve kazada ölsek” demeye baÅŸladım ve dua ettim. Bizi kaçıran meçhul ÅŸahısların “Evli misiniz, çocuÄŸunuz var mı?” sorusuna ben, Hüseyin ve ÅŸoför Ä°brahim “Bekârız” derken, Mele Zeki’nin, “Ben evliyim, üç çocuÄŸum var” derkenki ses tonu hiç aklımdan çıkmadı.
 
"Ölüme giderken atılan kahkaha ve gıdıklanmak"
 
Bu karanlık yolculuk sırasında unutamayacağım anlardan biri ise kendimizi ölüme hazırlarken Hüseyin’in kahkahalarıdır.
 
Yanında oturan meçhul ÅŸahsın elinin Hüseyin’in yan taraftan karnına denk gelmesi ile Hüseyin bir anda kahkahaya boÄŸulurken, “Niye gülüyorsun?” tepkisiyle karşılaşınca “Gıdıklanıyorum” demesiyle o gergin ortam bir anlığına da olsa yumuÅŸamış, içimize az da olsa umut doÄŸmuÅŸtu.
 
Ama bu “ölüm güzergahında ölüme yolculuk” yaptığımızı düÅŸünürken Elazığ ve Malatya’yı da geçerek, MaraÅŸ-Adıyaman yol ayrımına kadar gelmiÅŸtik.
 
Bu arada, “Müdürüm” dedikleri kiÅŸi, zaman zaman kendi araçlarını kullandı ve bazı yerlerde görüÅŸmeler yaptığı için biz onları beklemek zorunda kaldık.
 
"AkÅŸam 8'den sabah 4'e kadar ölüm yolculuÄŸu"
 
Diyarbakır’dan akÅŸam saat 8’de baÅŸlayan “ölüm yolculuÄŸu” saat sabah 04.30’da KahramanmaraÅŸ-Adıyaman yol ayrımında bitti.
 
Beyaz Toros’un selektör yapmasıyla aracımız durduruldu.
 
Meçhul ÅŸahısların aralarında yaptığı konuÅŸmadan sonra aracın bagajından ÅŸoför çıkarılınca, ben infazın ÅŸoförle baÅŸlayacağını düÅŸündüm. Åžoförü kendinden biraz uzak tutan meçhul ÅŸahsın bu hareketini “Herhalde üzerine kan sıçramasın diye uzaklaÅŸtırıyor” diye düÅŸünmüÅŸtüm.
 
"Ne oldu demeye fırsat kalmadan ÅŸoför gaza bastı"
 
Öyle düÅŸündüm çünkü o saatten sonra bizi bırakacaklarını asla kafamdan geçirmemiÅŸtim. Ve yolun sonuna gelmiÅŸtik.
 
Bunlar kafamda dönüp dururken ÅŸoförümüz araca bindi ve “Ne oldu” dememize fırsat kalmadan gaza bastı.
 
Araç hızla ilerliyordu ve “Yola devam edin, sizi bir daha yakalarsak gebertiriz” derken sesi titriyordu…
 
"O kadar hızlı gidiyordu ki virajı alamadı, kayalara çarpıp durabildik"
 
Åžoför, gecenin o karanlığında tam olarak bilmediÄŸimiz o yolda o kadar hızlı gitmeye baÅŸladı ki önümüzde çıkan keskin virajda, bir kayalığın kenarına çarparak otomobili durdurabildi ÅŸoför ve tekerlekler yolun kenarındaki çukura düÅŸtü.
 
Aracı çukurdan çıkarmaya çalışırken, bizi kaçıran meçhul Toros ve yolcuları bize bakmadan ve durmadan geçip gittiler. Aracı kurtarıp çalıştırırken, ÅŸoförü “Yola devam edelim” ısrarından vazgeçirip ters yöne, Malatya’ya doÄŸru yöneldik.
 
Asker yüzüme bakıp "Size ne oldu?" diye sorunca dudağımın patladığını anladım
 
Yolda bir yerleÅŸim biriminde durup benzin aldık ve orada bir grup askerle karşılaÅŸtık. Asker yüzüme bakıp “Size ne oldu?” diye sordu.
 
Ben dudağımın patladığını o anda anladım ve onlara yaÅŸanan kaçırılma olayını anlatıp beyaz Toros’un plakasını verdik.
 
"GittiÄŸiniz yerde kim öldürüldü, biliyor musunuz... Bilmiyorduk çünkü kaçırılmıştık"
 
Malatya’da sabaha karşı bir otele geldiÄŸimizde gazeteyi aradık. YaÅŸadıklarımızı anlatınca, gazetenin yayın yönetmeni bana “GittiÄŸiniz yerde kimin öldürüldüÄŸünü biliyor musunuz?” diye sordu.
Bilmiyorduk çünkü kaçırılmıştık.
 
“Orada Musa Anter öldürülmüÅŸ, Orhan MiroÄŸlu yaralanmış” deyince ilk kez beyaz Toros ile kaçırılıp öldürülmeyen birisi olarak kaçırılma nedenimizi anlamış oldum.
 
Yayın yönetmeniyle konuÅŸurken Mele Zeki telefonu benden alarak, “Ben de buradayım Halit Abi” dedi. Halit Tunç ÅŸaşırmıştı, çünkü Mele Zeki’nin bizimle geldiÄŸini gören olmamıştı.
 
Otelde birkaç saat dinlendikten sonra Diyarbakır’a döndük.
 
Biz gazetenin birinci yıldönümü için kutlama gecesine hazırlanırken, sonu karanlık, belirsiz bir yolculuÄŸa çıkmıştık 20 Eylül 1992 tarihinde.
 
Biz belirsiz yolculuktayken Diyarbakır'da yaşananlar
 
Ä°hbar yerine gidip gazeteye dönmeyince ve haber vermeyince gazetedekiler hem hastanelere hem olay yerine gitmiÅŸ ve herkesten bizi sormuÅŸlar ama bizi gören birilerine rastlamamışlar.
 
Görmemeleri doÄŸaldı, çünkü biz o sıra meçhul üç ÅŸahıs tarafından kaçırılıp bir belirsizliÄŸe doÄŸru yol almıştık.
 
Gazete yöneticileri dönemin OHAL Valisi Ünal Erkan’ı arayıp adlarımızı ve bizi götüren taksinin plakasını bildirmiÅŸler. Valilik de tüm birimleri uyarmış. Ancak bizi Diyarbakır’dan KahramanmaraÅŸ-Adıyaman yol ayrımına kadar yol üstünde bulunan hiçbir jandarma ve polis noktası durdurmadı. Aracımız onlara selektör yapıp yolculuÄŸuna devam etti.
 
Gazete "PKK kaçırmış olabilir" diye ihbar etmiÅŸ
 
Bu sırada gazeteye gelen bir ihbarla, Musa Anter’in PKK militanları ve itirafçı olanları barıştırmak için Seyrantepe’de bir eve gittiÄŸini, gazetecilerin de PKK tarafından kaçırılmış olabileceÄŸi belirtilmiÅŸ.
 
Bunun üzerine gazete yöneticileri baÅŸta Ahmet Türk, Leyla Zana, Hatip Dicle ve Avrupa’daki bazı isimlerle temasa geçerek olayı teyit ettirmeye çalışmış ancak oradan olumsuz yanıt alınca onlar da çıktığımız bu yolculuktan umutlarını kesmeye baÅŸlamış ki ta ÅŸoför Ä°brahim’in annesini Malatya’dan otelden araması ve annesinin gazetenin karşısında bulunan balkonundan çığlık atarak, “Aradılar” demesine kadar.
 
"Diyarbakır'da Kara Gün" manÅŸeti, "ArkadaÅŸlarımıza kıymayın" yazısı
 
Gazetenin 21 Eylül 1992 tarihli baskısı, “Diyarbakır’da kara gün” manÅŸetiyle hazırlanmış ve Kürt yazar Musa Anter’in öldürüldüÄŸü, olay yerine giden gazete muhabirlerinin kaçırıldığı duyurulmuÅŸtu. Gazetenin yayın yönetmeni Halit Tunç da “ArkadaÅŸlarımıza kıymayın” baÅŸlıklı köÅŸe yazısı yazmıştı.
 
Tunç’u böyle bir yazıyı yazdıran duygu, dönemin ÅŸartları ve kaçırılanların saÄŸ olarak bulunamayışıydı. Yönetmenin yazısını dönüp okuyunca, kendisine, “Ben kaçıran olsam ve bu yazını okusam kesinlikle kaçırdıklarıma dokunmazdım” demiÅŸtim. Çok duygusal ve dokunaklı satırları kaleme almıştı.
 
Emniyette verilen ifadeler, çizilen robot resimler ve Musa Anter’e yapılan saldırıdan yaralı kurtulan Orhan MiroÄŸlu’nu ziyaret etmemiz, “Ape Musa’nın (Musa Amca) öldürülmesi ve bizim kaçırılmamız arasındaki baÄŸlantıyı kurmamızı saÄŸladı.
 
Anter ve MiroÄŸlu’na ölüm bölgesine götürenler onları bizi kaçıran ÅŸahıslara yani “YeÅŸil” ve ekibine teslim edeceklerdi. Onlar Seyrantepe’de birbirini bulamayınca tetikçi iÅŸi tek başına yapmak zorunda kalmış ve Anter ile MiroÄŸlu’nu vurmuÅŸtu. Bizi kaçıranlar da olayın üzerine geldiÄŸimizden panikleyip bir ÅŸey biliyor muyuz diyerek bizi kaçırmışlardı. Sonra yaptıkları görüÅŸmelerde bizim olayla ilgilimiz olmadığını, tamamen haber amaçlı olduÄŸumuzu öÄŸrendikleri için de bizi bırakmışlardı. Biz olayın böyle olduÄŸunu düÅŸünmüÅŸtük.
 

 

Mayıs 2009 tarihinde Mahmut Yıldırım’ın oÄŸlu Murat Yıldırım babasıyla ilgili bir kitap yazdı ve babasının fotoÄŸraflarını ilk kez kitapta kullandı. Ben kitapta yer alan fotoÄŸrafları gördükten ve o dönem emniyete çizdirdiÄŸimiz robot resimlerle karşılaÅŸtırma yaptıktan sonra diÅŸimi kıran ve o gün eli alçılı olan kiÅŸinin YeÅŸil kod adlı Mahmut Yıldırım olduÄŸuna kesin kanaat getirdim.
 
Kaçırılmamızla ilgili yürütülen soruÅŸturma ise olaydan 14 yıl sonra, “Bizi kaçıranların örgüt üyesi olacakları kanaatiyle zaten yakalandıklarında cezalarını çekecekleri” gerekçesiyle takipsizlikle sonuçlandı.
 
 
 
Tarafsız Haber Ajansı

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.