İskender Pala: Doğulu bakış açısına göre sanat, elbette ahlaki gayeler taşımalıdır
Follow @dusuncemektebi2
Rahmetli Turgut Cansever hoca, önce mimarinin özünde idrak edip sonra bir yığın bedii güzelliğin imbiğinden geçirdiği mimari düşüncesini anlatırken 'Sanat eseri, varlık tasavvurunun yapılana yansımasıdır.' derdi.
Bununla sanatkârın, eserini ortaya koyarken aldığı her kararda varlık ve varlığın gücünü hesaba katması gerektiÄŸini vurgulamak isterdi. Hocanın bakış açısı Ä°slam seciyesine uygun olmak bakımından sanatkârın kendisinde bir meziyet görmesine mani ve hatta mahviyetkârlığıyla tam bir tevazu sembolü olmasını gerektirir. Halbuki bize hep sanatın ferdiliÄŸi öÄŸretilmeye çalışılmıştır. Batılı sanat anlayışının insan-tabiat, insan-insan ve insan-Allah iliÅŸkisinde basitten geliÅŸmiÅŸe, alçaktan yükseÄŸe ilerlemeyi benimsemiÅŸ olması bir bakıma onun sömürgeci yanının da yansımasıdır. Bu durumda insan, tabiatı bütünleyen ontolojik bir parça olmaktan çıkıp yararlanılması gereken bir meta kılığına bürünür. Bu yüzden, ilhamını ve kaynağını Ä°slam'dan alarak kiÅŸiler üstü ve yüce bir nitelik kazanan DoÄŸulu anonim sanat ile Batı'nın ego, güç ve akıl eksenli ferdi sanatı ayrı hedeflere yürüyebilir.
DoÄŸulu bakış açısına göre sanat, elbette ahlaki gayeler taşımalıdır. Oysa Batı dünyası yüzyıllar boyunca bu konuda çeliÅŸkiler yaÅŸamış, sanat-ahlak çekiÅŸmesi hemen her çaÄŸda tartışılıp durmuÅŸtur. Sanatı ahlak kurallarından bağımsız görmek isteyenler, sanatın kendine göre zaten bir amacı bulunduÄŸunu söyler ve bu amaçta ahlakî olma özelliÄŸi aranmasını istemezler. Öte yandan eÄŸer ahlak sanata da kendini kabul ettirirse baskıcı bir ahlakın güdümünde bir sanat anlayışı, icat etme zevkini ve sanatçının özürlüÄŸünü ortadan kaldırabilir. Ahlaksızlığın vicdanlarda bıraktığı olumsuz etki dolayısıyla sanatçı kendini baskı altında hissedebilir ve ibda gücünün önü kapanabilir. Bu durumda güzelliÄŸin ta kendisini arayan bir sanatçının ahlak kurallarıyla mukayyet olması gerekmemelidir. Mademki sanat ruh üzerinde güzel bir etki bırakmak için vardır, o halde bu etkinin ruha yansıması konudan ziyade sanatın kendisinden, yani anlatımdan deÄŸil anlatım biçiminden kaynaklanmalıdır. Ancak böyle bir durumda sanat eseri, en çirkin bir konuyu bile iÅŸlemiÅŸ olsa en güzel bir sanat eseri olabilir. Mesela yılan, hayvanlar arasında en nefret edilenlerden biri olmasına karşın usta bir ressamın fırçasından çıkan bir yılan resmi pekâlâ çok güzel bir sanat eseri sayılabilir. O halde sanat, eserin konusunda deÄŸil uygulamanın güzelliÄŸinde aranmalıdır. Bu da sanatçıyı ahlaksızlığın tiksinti ve nefretinden, sanatın takdir ve muhabbetine yükseltebilir. ÇirkinliÄŸiyle ünlü bir kiÅŸinin tasviri bir romancı için pekala güzel bir sanat göstergesi olabilir. O halde konu bakımından güzel olmayan bir ÅŸeyin sanat bakımından güzel olması mümkündür. Resmin çirkinliÄŸi ressamın çirkinliÄŸi deÄŸildir. Hatta çirkin bir yüz de tasvir edilmeye layıktır ve ressamın kudretine delil sayılır. Bu durumda güzel olan ÅŸey mutlaka 'hayırlı' anlamına gelmeyebilir.
Batı ile DoÄŸu arasındaki sanat anlayışındaki kırılma noktası iÅŸte tam da bu 'hayırlı'lık baÄŸlamında çeliÅŸir. Mademki sanat, aklı terbiye edip merhameti tatmin etmekle yükümlüdür, o halde ahlâkî deÄŸerlere ters düÅŸerek maksadından sapmamalıdır. Aksi takdirde amacının sanat olduÄŸunu söyleyen herkes rezalet vadisinde başıboÅŸ dolaşır, kutsal olan ÅŸeyleri ayaklar altına alabilir, din, ahlak gibi konular onun nazarında deÄŸersizdir. Bu durumda sanatçı hakkında 'Ä°ffeti aÅŸağılamasına kimse aldırış etmemeli, onu yargılamamalıdır' gibi bir yargıya ulaşılır ki bunun adı sanat olmaktan ziyade fesatla dolu bir zihin hastalığı olur. Gerçek sanatkâr, nefsin alçak meyillerine deÄŸil, ruhun yüce ihtiyaçlarına hizmet eder. Yoksa güzel her yerde güzel, çirkin her yerde çirkindir. Bu, UzakdoÄŸu'nun 'Sanatçı, eÅŸyanın ilahî âlemdeki ÅŸeklini tefekkür ederek görme (yoga-dhyana) yolunu seçmelidir.' felsefesiyle de örtüÅŸür. Åžair Bursalı Celilî'nin XVI. yüzyılda söylediÄŸi 'HâÅŸe lilleh ki müsteâr ola / Åžâire müsteâr âr ola (Ä°ÄŸreti/geçici olan deÄŸildir amaç, mana/iç yerine maddeyi/kabuÄŸu anlatmak bir ÅŸair için ayıp sayılır)' beyti o vakit daha bir anlam kazanır ve sanatçı hakikatin peÅŸine düÅŸer. Hayatı müstear (ödünç, mecaz kabilinden, -mış gibi) yaÅŸadığımıza göre sanat bu müsteardan hakikate bir yükseliÅŸ olursa, yani hakiki sanatı bize hatırlatırsa sanattır. Eflatun boÅŸuna 'Yazıların en iyisi bile ancak bildiklerimizin hatırlanmasıdır' dememiÅŸtir. Nitekim Mevlânâ hazretlerinin Çinli ressamlarla Anadolulu ressamlar arasında kurguladığı perdenin sanat vasıtasıyla ortadan kalkması mümkün olur ve ancak o vakit bir sanatçı, içine yönelerek tıpkı bir sufi gibi marifet bilgisine vasıl olabilir. Çünkü bir nakkaÅŸ veya ÅŸair, maddi ve dış gerçeÄŸe bakarak ÅŸekil vermek istediÄŸi iç gerçeÄŸi gördüÄŸü, -divan ÅŸairi gibi- somut olanı örnek vererek aslında soyut olanı anlattığı vakit gerçek sanatçıdır. Geleneksel kültür boÅŸuna dememiÅŸtir: Bilgi sonradan kazanılmaz, yalnızca hatırlanır.
Henüz yorum yapılmamış.