Suriye rejimini ayakta tutabilmek ve bölgedeki varlıklarını güçlendirebilmek için İran ve Rusya Suriye iç savaşına doğrudan dâhil oldular. Bu iki aktör, bir yandan Esed iktidarını ayakta tutabilmek için sahada birçok askeri operasyona öncülük ederken, diğer yandan uluslararası arenada da birtakım siyasi girişimlerde bulundular. Bu süreçler yönetilirken Suriye iç savaşında yaklaşık 9 yıl geride kaldı ve sıcak çatışma ortamı İdlib dışındaki bölgelerde önemli ölçüde azaldı. Özellikle DEAŞ’ın kontrolünü kaybetmesinden sonra siyasi girişimler önemli ölçüde artış gösterdi. Siyasi çözüme yönelik adımların atılmaya başlanması, yeniden yapılanma ve ekonomik girişimlere olan ihtiyacı daha çok ön plana çıkardı.
İran’ın Suriye’deki güçlü alan hakimiyeti ve artan ekonomik etkisi, Rusya ve Çin gibi yeniden yapılanma sürecinde baş rol oynayacak iki gücün çıkarlarıyla çatışmaya başladı. Bu çıkar çatışmasını sadece İran’ın birtakım ekonomik imtiyazlar edinmesi yönüyle değil, Rusya ve Çin’in ekonomik yatırımlar için Suriye’de oluşturmaya çalıştıkları “güvenli ve istikrarlı” ortamı tehlikeye düşürebilecek davranışlarda bulunması yönüyle de okumak gerekir. Suriye’deki İran varlığının ABD ve İsrail tarafından doğrudan hedef alınması, Rusya ve Çin’in yatırımlarının güvenliğine gölge düşürebiliyor.
Bu noktada, dünyanın en güçlü ekonomilerinden biri olan ve Suriye iç savaşı boyunca Esed yanlısı bir tutum takınan Çin devreye girmiş oldu. Rusya ve İran’ın yanında Çin’in de sürece dahil olmasıyla birlikte Esed’i destekleyen güçler bir takım çıkar çatışmaları yaşamaya başladılar. Çin’in ekonomik gücü ve Rusya’nın askeri hakimiyeti, sahadaki milis kuvvetler haricinde küresel çapta bir etkisi bulunmayan İran’ı kademeli olarak istenmeyen aktör konumuna getirdi. ABD ve İsrail’in de İran’ın Suriye’deki varlığını sürekli olarak kullanarak çeşitli operasyonlar düzenlemeleri, İran’a karşı var olan hoşnutsuzluğun artmasında etkili oldu. Dolayısıyla artık Rusya ve Çin’in Suriye’deki İran varlığına karşı tutumlarını gözden geçirmek elzem hale geldi.
Suriye’de çatışan Rusya-İran çıkarları
Rusya ve İran Suriye iç savaşının başlangıcından itibaren birçok konuda ortak adımlar atarak rejimi iktidarda tutmayı bir öncelik olarak belirlediler. Rejimi destekleyen bu iki gücün başlangıçta önemli çıkar çatışmaları yaşamaması, sıcak çatışma ortamında her iki ülkeye birçok avantaj sağladı. Buna karşın, Suriyeli muhalifleri destekleyen kampın kendi arasında çıkar çatışmaları yaşayarak önceliklerini belirlemekte zorlanması sayesinde, Rusya ve İran işbirliğinin Suriye’de sonuca ulaşması mümkün oldu. Diğer bir ifadeyle, ortak hedef ve ortak düşman konusundaki uzlaşı, bu iki ülkeyi Suriye denkleminde avantajlı duruma getirdi. Fakat sıcak çatışma ortamının sonuna yaklaşılıp yeniden yapılandırmanın konuşulmaya başlandığı günlerden itibaren, görüş ayrılıklarının su yüzüne çıkmaya başladığı görüldü. İki ülke arasındaki çıkar çatışmaları yalnızca ekonomik alanda kalmayarak (küçük çaplı da olsa) bazı noktalarda sıcak çatışma ortamına taşındı. Bu çerçevede İran’ın Suriye’de artan nüfuzu Rusya açısından da bir ölçüde rahatsız edici görülmeye başlandı.
İran iç savaşta Esed rejimini korumak adına yaptığı harcamaları bir ölçüde telafi edebilmek ve Suriye pazarındaki fırsatları en iyi şekilde değerlendirebilmek için, Rusya gibi uzun vadeli stratejiler geliştirmeye çalıştı. Bu noktada İran, Irak ve Suriye üzerinden bir koridor açarak petrol ve doğalgazı Doğu Akdeniz üzerinden Avrupa’ya pazarlamak istiyordu. Bunu gerçekleştirmek için de Lazkiye limanını hedef olarak belirledi. Lazkiye limanıyla ilgili ilk somut adım, Şubat 2019’da Esed’in İran’a yaptığı ziyaret sırasında atıldı. Esed ve Ruhani arasında imzalanan anlaşmayla, Lazkiye limanının işletmesinin Ekim 2019 itibarıyla İran’a verileceği basına sızdırıldı. Bu anlaşmanın (İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun aynı tarihlerde Moskova’ya yapacağı ziyaretin kesinleştiği günlerde) aniden yapılması ise ilgi çekiciydi.
İran’ın Lazkiye limanındaki hakimiyeti, Doğu Akdeniz açılımını ve Lazkiye üzerinden Avrupa pazarlarına ulaşmasını sağlayacağı gibi, bölgedeki en önemli müttefiki olan Lübnan Hizbullah’ına da gerekli lojistik ve mühimmat desteğini kolaylıkla verebilme imkânı sağlayacaktı. Bu durum, İran’ın Suriye’deki varlığından Rusya’nın rahatsız olmasının en önemli sebeplerinden biri olarak ön plana çıktı. Çünkü İran’ın Suriye’deki her türlü varlığı, İsrail için imha edilmesi gereken bir hedef konumundaydı. İsrail’in özellikle limana yapacağı bir saldırı Rusya’nın oradaki kazanımlarının zarar görmesine ve Doğu Akdeniz ticaretinin İsrail saldırıları sebebiyle sürekli olarak aksamasına yol açacaktı. Dolayısıyla Rusya İran’ın özellikle limanlardaki varlığından büyük tedirginlik duydu.
İran içinde bulunduğu ekonomik darboğaza rağmen rejimi desteklemeyi sürdürdü ve bu nedenle savaş sonrası süreçteki ticari imtiyazlardan en üst seviyede yararlanmayı da doğal bir hak olarak gördü. Dolayısıyla İran’ın Lazkiye limanının işletim hakkını alma çabası, Rusya’nın Tartus limanındaki varlığıyla da alakalı olabilir. Rusya Başbakan Yardımcısı ve Rusya-Suriye Hükümetlerarası Komisyon Eşbaşkanı Yuri Borisov’un Nisan 2019’da yaptığı açıklamada Tartus limanının 49 yıllığına Rusya tarafından kiralanacağını bildirmesinin ardından, Esed rejiminin Ulaştırma Bakanı Ali Hammud yine aynı tarihlerde bu haberi doğruladı. Rusya’nın limanlarda hakimiyet kurma emeli sadece Doğu Akdeniz ticaretinde rol oynama isteğinden değil, aynı zamanda fosfat başta olmak üzere Suriye sahasından çıkartacağı madenlerin Rusya’ya naklini de kolaylaştırmaktan kaynaklanıyordu. Çünkü Rus Stroytransgaz şirketine 2018’de Palmira’da fosfat yatırımı yapması için Esed rejimi tarafından 50 yıllık imtiyaz verilmişti. Nisan 2019’da resmi olarak yapılan bu anlaşmanın, esasında Rusya ve Esed rejimi arasında Aralık 2018’de düzenlenen hükümetler arası toplantıda alınan bir karar olduğu göz önünde bulundurulduğunda, İran’ın da Rusya’ya verilen bu imtiyaza karşılık olarak Lazkiye limanının işletmesini istemesi olasılığı beliriyor. Çünkü savaş sırasında rejime en büyük desteği veren İran, savaş sonrası süreçteki ticari imtiyazlardan en üst seviyede yararlanmayı doğal bir hak olarak görüyor. Dolayısıyla İsrail tehdidi sebebiyle İran’ın limanlardaki varlığının Rusya için endişe oluşturduğu belirtilse de, İran Lazkiye limanındaki varlığını kalıcı hale getirmeye yönelik girişimlerini yoğunlaştırdı.
İki ülke arasındaki çıkar çatışmaları, bazı dönemlerde Suriye sahasında sıcak çatışma şeklinde de kendini gösterdi. Özellikle 2019’un ilk aylarında Rus ve İran destekli milis gruplar arasında sıcak çatışmaların yaşandığı iddiası basında yer buldu. Özellikle İran yanlısı tutumuyla bilinen (Beşşar Esed’in kardeşi) Mahir Esed komutasındaki birliklerle Rusya destekli (yine rejime bağlı) birlikler arasında Hama’nın kuzeybatı kırsalında birtakım çatışmaların yaşandığı, çok sayıda ölü ve yaralının olduğu yerel kaynaklar tarafından aktarılmıştı. Bu sıcak çatışmalar çok farklı motivasyonlardan kaynaklanabildiği için, bunları sadece ekonomik çıkar çatışmasına indirgeyerek analiz etmek doğru bir yaklaşım olmayabilir. Fakat bu çatışmalar, Suriye’deki Rusya-İran gerginliğinin boyutu hakkında fikir sahibi olmak için farklı bir bakış açısı sağlıyor. Bununla birlikte, her iki ülke de aralarındaki çıkar çatışmalarını minimize etmek ve Suriye’deki işbirliğini sürdürebilmek için diplomatik girişimlerini yoğunlaştırmaktalar.
Çin’in Suriye’deki İran varlığına yönelik tutumu
Çin Arap Baharı sonrasında Ortadoğu’da yaşanan değişim sürecine tepki vermekte geç kalmıştı; fakat Suriye’de halk ayaklanmasının başladığı Mart 2011’den itibaren, burada cereyan eden gelişmeleri yakından takip etti. Gerek Suriye’deki büyükelçiliği gerekse atadığı Suriye Özel Temsilcisi üzerinden sürekli olarak itidal çağrıları yapan Çin, savaşın bütün taraflarına eşit mesafede yaklaşmaya çalışan bir görüntü verdi. Fakat Çin’in Suriye’ye yönelik ilgisinin temelinde iki neden yatıyordu: Suriye’de savaşan Çin uyruklu Uygurların savaş sonrasında Çin’e dönmeleri sonucunda yaşanması muhtemel güvenlik tehdidi ve Çin’in Suriye’den ekonomik beklentileri. Suriye’de savaşan Çin uyrukluların yaratması muhtemel güvenlik tehdidine karşı Çin, bu kişilerin faaliyetlerini yakından izledi ve büyük oranda İdlib’de faaliyet gösteren Türkistan İslami Partisi’nin hareketlerini takip etmeye başladı.
Güvenlikle ilgili durumun ötesinde, Çin’in Suriye’deki ekonomik fırsatlar konusundaki politikaları çok boyutlu bir zeminde ilerleme gösterdi. Bir taraftan rejimle kurduğu ilişki üzerinden Suriye’de ne tür yatırımlar yapabileceği ve bu ülkeyi nasıl kendisi için güvenli bir pazar haline getirebileceği konusunda projeler oluşturan Çin, diğer taraftan kendisiyle benzer amaçlar güden ülkelerle hangi alanlarda çıkar çatışmaları yaşayabileceğini ve bunları hangi yollarla aşabileceğini analiz etmeye başladı. Suriye’de güttüğü yumuşak güç politikası sayesinde Çin, yaklaşık 9 yıl boyunca Suriye iç savaşına dahil olan hiçbir güçle dikkate değer bir sorun yaşamadı. Çin’in yatırım yapacağı alanlar da Rusya ve İran gibi ülkelerin yatırım yapacağı alanlardan farklılık gösterdi. Çin daha çok elektrik/enerji, endüstri bölgeleri ve otomobil üretimi alanlarıyla ilgilendiğini gösterdi. Çin’in en önemli hedeflerinden biri de tüketim mallarını engelsiz bir şekilde Suriye pazarına ulaştırabilmekti. Dolayısıyla savaşın sona yaklaştığı bu dönemde, Çin ile Suriye rejimi arasında Çin lehine çok büyük tavizlerin verildiği gümrük anlaşmalarını görmek kuvvetli bir olasılık haline geldi.
Çin’in Suriye’de İran ile ayrışan çıkarları, ABD ve İsrail ile İran arasındaki çıkar çatışması gibi doğrudan değil, dolaylı yoldan gerçekleşti. Çin Suriye iç savaşına askeri bir zemin üzerinden dahil olmadığı için, savaşın bir an önce son bulması ve ticari/ekonomik faaliyetlerin acilen başlatılması konusunda ısrarcı oldu. Buna karşılık İran, Suriye iç savaşındaki askeri ağırlığını daha belirgin hale getirip ordu içindeki nüfuzunu kullanarak, savaş sona erdiğinde çok daha büyük imtiyazlar elde etmeyi güvence altına alma yoluna gitti. Bunun için de (İdlib başta olmak üzere) Suriye’deki bütün bölgelerin rejim güçlerinin kontrolü altına alınmasını hedefledi. İran’ın Suriye’deki en büyük avantajı, rejim ordusu üzerindeki nüfuzu ve sahadaki İran yanlısı militanların varlığı oldu. İran’ın Suriye’deki gücü ordunun gücüyle paralel bir çizgide ilerledi. Diğer bir ifadeyle, Suriye ordusu ne kadar geniş alanda hakimiyet kurarsa İran’ın Suriye’deki etkisi de o derece artacaktı. Etkisi artan İran ise yeniden yapılanma sürecinde Rusya ve Çin gibi güçler tarafından denklem dışına itilemeyecekti. Dolayısıyla ekonomik zorluk içindeki İran’ın bu avantajını iyi kullanarak elini güçlendirmek istemesi anlaşılabilir bir durumdu. Suriye’de güvenlik yapılanması içinde etkisi olmayan Çin ise devasa ekonomisine rağmen, İran’ın bu tutumu karşısında, yeniden yapılanma sürecine arzu ettiği hızda ve oranda dahil olamadı. İran’ın sahadaki askeri kazanım çabalarının devam etmesi, Çin’in ekonomik girişimlerinin önünde engel oluşturdu. Bu nedenle de İran’ın Suriye’deki varlığı ve artan etkisi Çin’in ekonomik çıkarları ile dolaylı olarak çatışmış oldu.
Çin ve İran arasındaki çıkar çatışmasının doğrudan değil dolaylı yollardan seyretmesinin, Suriye sahası dışında cereyan eden olaylarla yakından ilgisi var. Bunlardan ilki, uygulanan ambargolar sebebiyle İran’la var olan petrol/doğalgaz ticaretini kesmek zorunda kalmasına rağmen, dünyanın en büyük petrol ve doğalgaz ithalatçısı olduğu için, Çin’in bu ticareti alternatif yollarla devam ettirebilme gayreti. Bu durum Çin için olduğu kadar, ekonomik darboğazda olan İran için de hayati önem taşıyor. Suriye toprakları dışında gelişen diğer bir durum ise Çin’in modern İpek Yolu diye tabir ettiği “Bir Kuşak Bir Yol” projesinin Türkiye ve Avrupa’ya İran topraklarından geçerek ulaşacak olmasıdır. Uluslararası ilişkilerde her dosya kendi içinde değerlendirilse de, iki güç arasındaki çıkar çatışmasının doğrudan birbirini hedef almamasında bu dış etkenlerin payı büyüktür.
Çatışan çıkarlar istikrarı tehdit ediyor
İran’ın Suriye’deki güçlü alan hakimiyeti ve artan ekonomik etkisi, Rusya ve Çin gibi yeniden yapılanma sürecinde baş rol oynayacak iki gücün çıkarlarıyla çatışmaya başladı. Bu çıkar çatışmasını sadece İran’ın birtakım ekonomik imtiyazlar edinmesi yönüyle değil, Rusya ve Çin’in ekonomik yatırımlar için Suriye’de oluşturmaya çalıştıkları “güvenli ve istikrarlı” ortamı tehlikeye düşürebilecek davranışlarda bulunması yönüyle de okumak gerekir. Suriye’deki İran varlığının ABD ve İsrail tarafından doğrudan hedef alınması, Rusya ve Çin’in yatırımlarının güvenliğine gölge düşürebiliyor. Bu potansiyel risk, Esed destekçisi güçler açısından, İran’ı Suriye’de oluşan çıkar çatışmasında ortak kümeye yerleştirmiş oluyor. Diğer bir ifadeyle, Suriye’deki çıkarları açısından Rusya ve Çin arasında önemli bir çatışma yaşanmazken, İran’ın buradaki varlığı diğer iki gücün çıkarlarını tehlikeye atabiliyor.
Analiz: Hamza Haşıl (Ortadoğu Araştırma Merkezi (OSRAM) Koordinatörlüğü)
Henüz yorum yapılmamış.