İbrahim Kiras: Elimizdeki sosyal malzeme lider siyasetinden fazlasına el vermiyor
Follow @dusuncemektebi2
Lider siyasetini tartışıyoruz: ortak akıl, istişare, katılım, demokrasi kültürü vs. derken karşımıza illa ki lider kültü diyebileceğimiz kadim anlayış çıkıyor.
Bunalım zamanlarında yeni bir çıkış noktası, yeni bir yol, yeni bir yöntem deÄŸil… peÅŸine takılıp yürüyeceÄŸimiz yeni bir baÅŸ arıyoruz kendimize. Liderlik kurumu insanlık tarihi boyunca toplumsal yapıların iÅŸleyiÅŸinde kilit role sahip, vazgeçilemeyen, yeri doldurulamayan bir mekanizma. Ancak artık geliÅŸmiÅŸ toplumlarda tanrısal vasıflar atfedilen kiÅŸiler deÄŸil liderler. Yetenekleriyle ve donanımlarıyla baÅŸta koordinasyon olmak üzere, belirli görevleri yerine getirmek üzere iÅŸ başına gelen kiÅŸiler bunlar.
Otorite tiplerini karizmatik-geleneksel-rasyonel olarak üç ayrı model olarak tasnif eden ve -Ä°bn Haldun’un asabiyyet teorisindeki otorite tasnifini andıracak ÅŸekilde- bunları birer aÅŸama olarak gören Weber’in terminolojisini biraz amacı dışında kullanacağım… Ä°nsanlığın vaktiyle insanüstü özellikler vehmettiÄŸi liderlik kurumu giderek bu büyülü/tanrısal/karizmatik kimliÄŸini kaybedip -tıpkı Kuhn’un ‘normal bilim’ tasnifindeki gibi- olaÄŸanlaÅŸmıştır. Günümüzde ise bu kurum artık büsbütün rasyonel bir zeminde, neredeyse yönetim/iÅŸletme süreçlerinin mekanik bir unsuru gibi ele alınıyor.
Bizim gibi ülkelerde ise karizmatik lider arayışının halen son bulmayışını herhalde sosyo-kültürel yapımızın özellikleriyle ve buna baÄŸlı olarak sosyo-psikolojik durumumuzla açıklamak gerekiyor.
Önceki gün de yazmıştım: Elimizdeki sosyal malzeme lider siyasetinden fazlasına el vermiyor. Onun için Özal ölünce ANAP, Demirel gidince DYP bitiyor. Onun için bugün “ErdoÄŸan’ın partisi”nin alternatifi olarak “Babacan’ın partisi”nden, “DavutoÄŸlu’nun partisi”nden söz ediliyor...
***
Adeta “lider kültü” özelliÄŸi gösteren siyaset anlayışımızın tarihteki “pederÅŸahi” yönetim geleneÄŸinin bir sonucu olduÄŸunu düÅŸünenler çoÄŸunlukta. Eski çaÄŸlardaki atalar kültüne kadar uzanan bir geçmiÅŸi olan bu anlayışın insanlığın liderlik kurumuna bakışını belirleyen belli baÅŸlı faktörlerden biri olduÄŸu muhakkak. Ancak bu hususta bizim toplumdaki hâkim anlayışın günümüzdeki sanayi ötesi toplumların bu konuya yaklaşımlarından farklılığını neyle izah edeceÄŸiz?
Ä°kincisi, bugünkü “lider ideolojisi”ni Osmanlı asırlarındaki padiÅŸah figürünün toplumsal rolüne veya toplumsal zihniyetteki yerine baÄŸlamak ne kadar doÄŸru? Osmanlı padiÅŸahının “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” gibi son derece “karizmatik” sıfatlarla anıldığı doÄŸru ama bu tür nitelikler Ahmet, Mehmet, Süleyman vs. için deÄŸil o sırada Osmanlı tahtında oturan her kimse onun için kullanılıyor. KiÅŸiyi deÄŸil, makamı ifade ediyor. Onun için herhangi bir padiÅŸah ölünce devlet dağılmıyor. Özal’ın ANAP’ı, Demirel’in DYP’si gibi olmuyor. Kuruma inanç, deÄŸerlere baÄŸlılık var. KiÅŸilere deÄŸil. KiÅŸilerin gelip geçici olduÄŸu bilinciyle çalışıyor sistem.
Osmanlı tarihinde siyasi otorite tam da Weber’in tasnifindeki ÅŸekliyle karizmatik olandan geleneksel olana ve nihayet rasyonel olana evrilmiÅŸtir zaten. Mesela bugün “ulu hakan, cennetmekan, gök sultan” vs gibi sıfatlarla anılıp efsaneleÅŸtirilen Abdülhamid kendi zamanında hiç de karizmatik bir yönetici deÄŸildi. Resmi metinlerde -o zamanın protokolü gereÄŸi- ulu hakan lafından çok daha övücü sıfatlarla anılıyordu ama halkın hiçbir kesiminde “Devletimizi ancak sultan Hamid’in dehası ayakta tutabilir, o giderse mahvoluruz” diye bir düÅŸünce yoktu.
***
Bu tarz düÅŸünceler iki asırdır devam eden ama Abdülhamid’den hemen sonra nihai noktaya ulaÅŸacak olan dağılma/çökme sürecinin toplumda uyandırdığı derin travmanın ürünü olarak ortaya çıktı. Daha doÄŸrusu, çok kısa süre içinde dağılmayla sonuçlanan yenilginin sonucu olan -Yakup Kadri’nin “milli gurur yarası” diye tarif ettiÄŸi- travmanın ürettiÄŸi “kurtarıcı arama/kurtarıcı bekleme” psikolojisinin…
Yakup Kadri kendi kuÅŸağının ve kendi ait olduÄŸu zümrenin “kurtarıcı lider” arayışını “Atatürk” monografisinin giriÅŸ bölümünde içtenlikle anlatır. “Bizim ilk gençlik yıllarımız bir milli kahramana hasretle geçti” cümlesiyle baÅŸlayan kitabının bir yerinde kendi kuÅŸağından aydınların gözünde Atatürk’ün yerini anlatırken ÅŸunu söyler ünlü romancımız: “Bir adam; nasıl bir millet haline girer? Bir millet, kendini bir tek adamda nasıl bulur? Fertle kollektivite arasındaki bu ‘eriyip meczoluÅŸ’ hadisesi, ne gibi esrarlı cemiyet kanunlarının tesirleri altında vuku bulur? Bütün bu noktaların izahını bilgiç ve tahlilsever tarihçilere bırakırım. Böyle bir iÅŸi, ancak, gelecek nesillerin içinden yetiÅŸecek objektif bir zekâ baÅŸarabilir.” (Yakup Kadri KaraosmanoÄŸlu, “Atatürk”, 1991, sh 38)
“Yaban” yazarının beklentisini tam anlamıyla karşılayacak bir çalışma hâlâ telif edilmiÅŸ deÄŸil. Bu biraz da sözkonusu dönemin toplumsal psikolojisinin günümüzde de devam etmekte oluÅŸuyla, yani bahsedilen travmanın atlatılamamış olmasıyla ilgili olmalı. Ancak bugünkü sorunlarımızın da aynası olduÄŸunu söyleyebileceÄŸimiz karizmatik lider tutkumuzun izahı için toplumsal travmalarımızın gözden geçirilmesi gerektiÄŸi açık.
KARAR
Henüz yorum yapılmamış.