İlhami Güler'in Kaleminden: Türkiye Nedir?
Follow @dusuncemektebi2
1 – GERÇEKLER
a-) Türkiye, altı yüz yıl yaÅŸamış bir imparatorluÄŸun iç çürümesi sonucu kısa bir sürede bedenini ve ruhunu kaybetmiÅŸ bir olgusallıktan sonra bir “enkarnasyon” teÅŸebbüsü (devrim) ile doÄŸmuÅŸ yeni bir bedendir. Ä°ngiliz imparatorluÄŸu çöktükten sonra, gönüllü bir “Ä°ngiliz Milletler TopluluÄŸu” hâlâ varlığını sürdürürken; Osmanlı imparatorluÄŸu çöktükten sonra Türkiye, “Türk’ün Türk’ten baÅŸka dostu yoktur” ve “Ne Åžam’ın ÅŸekeri; ne de Arap’ın yüzü.” vecizeleri ile baÅŸ baÅŸa kalmıştır. Türkiye entelijansiyası, bu muazzam/skandal olgusallık üzerine neredeyse hiç düÅŸünmemiÅŸtir. Osmanlı ruhuna ne oldu?
b-) Devlet’in, ancak rejim ve kültür deÄŸiÅŸtirme yolu ile var kalacağı kararı ve teÅŸebbüsü (devrim), toplumda bir yarılma ve travma yaratmıştır: Bir tarafta başı ve kolları kopmuÅŸ bir gövde olarak muhafazakâr halk yığını; diÄŸer tarafta bin yıllık kafasını deÄŸiÅŸtirmiÅŸ, yeni bir beden arayan yeni bir baÅŸ: “Yaralı Bilinç”: Hz. Muhammed (ÅŸeriat) ve M. Kemal (Kemalizm) Bu ülke, bu iki ÅŸahsın arasında bir yer bulmak zorunda. Bunları, birbirlerinin “düÅŸmanı” olarak konumlandırmak, bu ülkeyi böler.
c-) Sosyolojik olarak, imparatorluk bakiyesi halklardan oluÅŸmuÅŸ çoÄŸul bir yapı: Balkan ve Kafkasya’dan göç etmek zorunda kalmış ve Anadolu’nun “müslümanlaÅŸtırılmasından” sonra burada bulunan Türk-Kürt-Arap ahali. Dinsel olarak yeknesak (%99) olsa da, mezhep olarak Sünni-Alevi ve –kuruluÅŸ aÅŸamasındaki yasaktan dolayı- yeraltından gelip legalleÅŸen bir sürü “Tarikat-Cemaat”.
d-) Stratejik olarak DoÄŸu-Batı arasında “köprü” ve Kuzey (Rusya)-Güney (Akdeniz) arasında Süper güçlerin daima göz diktikleri bir coÄŸrafya. Enerji kaynaklarına yakın ve geçiÅŸ koridoru olan yol. Bu gerçekler, bu ülkede siyaset yapmayı ciddi olarak zorlaÅŸtırmakta ve adeta ipte oynayan cambaz gibi mahir olmayı (devlet adamı) gerektirmektedir. Süper güçlerin yeni düzen kurma savaşı OrtadoÄŸu üzerinden yapılmaktadır. Ayrıca Yarımadaların elde tutulması, daima zor olmuÅŸtur.
f-) 1950’lerden itibaren iktidara gelen muhafazakâr partiler ve onların liderlerinden Menderes, ülkeyi borca sokarak Amerika’ya bağımlı hale getirdi. Demirel ve Erbakan yerli ve milli politikalar ile ülkeyi sanayileÅŸtirmeye çalıştılar. Özal, tasarruf ve sanayileÅŸmeyi gevÅŸeterek ticaret ve turizme önem verip ülkeyi Kapitalist tüketim kültürüne eklemledi. Geleneksel “ganimet” ekonomisine de onunla tekrar geri döndük (“Bir koyup, üç alma”). Ä°ki binlerden sonra iktidara gelen Ak Parti ve onun lideri sayın R. Tayyip ErdoÄŸan ise, Ä°mam-Hatip kökenli olduÄŸu için, politik ajandasını, ertelenmiÅŸ olan kimlik/kültür politikasına ağırlık vererek (Muhafazakârlık) ekonomik alanda inÅŸaat-rant-hizmet (ganimet) politikaları güdüp, Türkiye’nin teknoloji-tarım-hayvancılık üretim kapasitesini hayli ihmal etmiÅŸtir. Son birkaç yılda bu durumun farkına varılıp silah teknolojisine önem verilmeye baÅŸlanmıştır. Tarım ve Hayvancılıktaki kriz devam etmektedir. Afganistan’dan “çoban”, Suriye’den “garson”, Türkî cumhuriyetlerden “bakıcı”…. ithal ederken (mülteci); Türkiye’den Avrupa’ya beyin göçü (mühendis) ve sermaye kaçmaktadır.
2 – AVANTAJLAR-DEZAVANTAJLAR
a-) Ä°slam, KurtuluÅŸ savaşının bir motivasyon kaynağı olmuÅŸ olmasına raÄŸmen; yeni dönemde siyasetin enerjisini tüketen (irtica-vesayet) bir dinamik haline gelmiÅŸtir. SünniliÄŸin tecdit edilememesi, dini, toplumun birliÄŸini saÄŸlayan bir kimlik-kurucu unsur olmaktan çıkarıp; toplumu bölücü bir etken haline getirmiÅŸtir. Yeni rejimin, dine uzun süre ÅŸaşı bakması, kitleleri devletten soÄŸutmuÅŸtur. Tarikat ve Cemaatler, dinin, yeni rejimde “yeraltında” varlığını sürdürme faaliyetidir. Ä°mam-Hatipler, halkın, devlet eliyle dini çocuklarına öÄŸretme teÅŸebbüsüdür. Åžimdilerde sayıları hayli fazla olan Ä°lahiyat fakültelerinin teolojik performansı, dinin, Türkiye için avantaj veya dezavantaj olmasını belirleyecektir.
b-) Etnik ve dinsel çeÅŸitlilik, Osmanlı imparatorluÄŸunda Ä°slam’ın müsamahasından, Türklerin alicenaplığından dolayı bir sorun olmamıştır. Bugün olmaktadır. Bunun aşılması gerekir. Ä°mparatorluk bakiyesi toplama/toplumlarda (ülke/devlet) etnik milliyetçilik, ilkelliktir.
c-) Modern birer ideoloji olarak ulus-devlet, milliyetçilik ve ırkçılık bir arada yaÅŸamak için ciddi sorunlar çıkarmıştır. Yurtseverlik ve ailesine (etnisite) sempati-hizmet olarak milliyetçilik ile kendi etnisitesini üstün görme ve onun lehine çıkarcılık olarak milliyetçilik (ırkçılık) çoÄŸu zaman birbirine karıştırılmaktadır. Uzun süren bir arada yaÅŸama tecrübesinden ve Ä°slam’ın toleransından istifade ederek etnik çoÄŸulluÄŸumuzu, zenginlik kaynağı olarak iÅŸlevselleÅŸtirebiliriz. Ä°ster “Medenilik” olarak; isterse “Medinelilik” anayasası olarak düÅŸünelim, “öteki” ile birlikte (Mahallelilik-KomÅŸuluk), olumlu, insani-islamî bir deÄŸerdir.
d-) Türkiye’nin iklim koÅŸulları, tarihi-kültürel mirası, su kaynakları ve doÄŸal bitki örtüsü, ihtiyaçlarını karşılayacak kapasitede iken; bunların gereÄŸi gibi üretici-verimli deÄŸerlendirildiÄŸi söylenemez. Ä°nsanımızın, tarım ve hayvancılıktan koparılarak varoÅŸlarda sosyal yardım ile geçinir hale sokulması skandaldır. Ayrıca 80 milyonluk demografi unsuru, önemli bir güç kaynağıdır; ancak, kendilerine geçerli bir “meslek” edindirmek ÅŸartı ile.
3 – Ä°DEALLER
a-) Türkiye, ÅŸimdiye kadar baÅŸaramadığı bir “Toplum SözleÅŸmesi” yapmak zorundadır. Ä°slam, Türkiye’yi kuran temel kültürel bir “kod” olması hasebi ile burada yaÅŸayan insanlardan isteyenin, dini deÄŸerlerini -dogmatik ve totaliter bir eÄŸilime girmeden- yaÅŸamasına imkân veren bir uzlaÅŸma saÄŸlanmak zorundadır. Kurucu iradenin, kendine karşı tehlikeli bir unsur olarak görüp, dini ıslah çabalarına meydan vermeden sert bir ÅŸekilde baskılaması, yanlış olduÄŸu gibi; her ne kadar, “Türk”lüÄŸü bir “eÅŸitlik” telosu olarak vazetmiÅŸ olmasına raÄŸmen, uygulanan politikalar ile bu, gerçekleÅŸmemiÅŸ ve Kürkler küstürülmüÅŸtür. Bu uçuklamayı/içerlemeyi-kanamayı durduracak yeni bir formül bulunabilir. Dış güçleri/ÅŸeytanı suçlamaktan önce, birlikte yaÅŸama iradesi ile konuÅŸmayı-müzakereyi (siyaset) öÄŸrenmek zorundayız. “Bölünme” ideası, tarihin ve kültürel kodların muvacehesinde “haince” bir teÅŸebbüstür; failleri, cezalandırılmaya devam edilmelidir. Devleti, içerde siyasi ihtirasların bir manivelası deÄŸil; herkesin güvendiÄŸi tanrısal bir misyon/yansılama olarak “Hukuk” ile sınırlandırmak esastır. Nitekim C.Sichmit’in gösterdiÄŸi gibi, Batı’da seküler politik kurumlar, Hristiyanlığın bir dönüÅŸümü olarak gerçekleÅŸmiÅŸtir (Siyasi Ä°lahiyat).
b-) Demokrasi, devlet çarkını döndürmenin ve ülkenin mevcut kaynaklarına eriÅŸmenin ve üleÅŸmenin fırsat eÅŸitliÄŸini saÄŸlayan bir aparattır. Seçim, bu prosesin “elif-bası”; kurumsal-örgütsel ortak aklı tesis etmek ise, amacı ve gayesidir. Bu sistemi, “seçim” ile kral/tek-el/tek-adam/ karizma/lider/baÅŸbuÄŸ/führer… çıkarmak olarak algılamak, hayli primitif bir tutumdur. Ä°stikrarı, kurumsal konsensüs yerine, bir kiÅŸide aramak, zayıflık ve cahillik alametleridir. “Kuvvetler Ayrılığı” ilkesi, insanlığın, faturasını ağır bir ÅŸekilde ödeyerek bulduÄŸu bir siyaset pratiÄŸidir. Amerika’yı yeniden keÅŸfetmenin lüzumu yoktur. Ä°deolojik, mezhebi ve etnik olarak çoÄŸul olan bir toplumda “tek adam”cılık, bölücülük yaratır. Zira bu adam, bu gruplardan birine ait olacaktır. Ä°slam’ın “Åžura” ilkesi ile demokratik bir politik süreci hedeflediÄŸi halde; Saltanat rejimine Bizans ve Pers krallıklarına özenti ile geçildiÄŸi bilinmektedir.
c-) Devletin, ülkede bulunan dinsel ve mezhepsel yorumlara karşı renk-körü/tarafsız bir “Hakem” olarak konumlandırılası, “Rahmani bir tutum” olarak doÄŸru bir tavırdır. Devlet gücünü kullanan siyasi ve bürokratik zevatın, kendilerini herhangi bir dinsel-mezhepsel-teolojik/tanrısal yorumun “temsilcileri” olarak görüp, buna göre davranmaları, samimi olsalar bile, -dinler tarihinin ÅŸehadetiyle- sürekli zulüm, ölüm, baskı, ÅŸiddet ve sömürü doÄŸurmuÅŸtur. Aralarında yoÄŸunluk farkı olsa da, hiçbir dinin bundan istisna edilmesi mümkün deÄŸildir. Tanrı’nın rızasını kazanmak veya cennetteki nimetlerini çoÄŸaltmak isteyen müminler, -Tanrının ve peygamberlerinin yaptığı gibi- bize siyasi-hukuki-iktisadi önerilerini, hiçbir “dinsel” otorite-kavram-deÄŸer-kiÅŸiye baÅŸvurmadan makul-mantıklı, vicdani, ahlaki, maslahî gerekçeler ile getirmeliler. Ta ki itiraz etme, revize etme, deÄŸiÅŸtirme, düzeltme… imkânımız doÄŸsun ve bahsi geçen zulüm, sömürü, baskı, totalitarizm… tehlikelerinden azâde olalım. Kurumsal dinin –dinin kurumsallaÅŸmasına karşı bütün itiraz kayıtlarını saklı tutmak kaydıyla- yeri, devlet deÄŸil; toplumdur.
d-) VatandaÅŸların eÄŸitilmesi, modern toplumda bir zorunluluk haline gelmiÅŸtir. Milli eÄŸitimin ve Üniversite eÄŸitiminin iki temel vazifesi vardır: 1- VatandaÅŸlarının insan olmakla yaratılıştan eÅŸit olarak haiz oldukları potansiyel yaratıcı kabiliyetlerini aktüelleÅŸtirme becerisi kazandırmak. 2- Onların yaÅŸamlarını sürdürmek ve kolaylaÅŸtırmak için bir “meslek” becerisi kazandırmak. Devletin, vatandaÅŸlarını birilerinin belirlediÄŸi bir “ideoloji” veya “teoloji”ye göre eÄŸmek-bükmek, ÅŸekillendirmek, kalıplamak, insan haklarına ters bir zulümdür. Modern toplumlar, uzmanlaÅŸmaya ve mesleki farklılığa dayalı örgütlü toplumlardır. Kurumlar ve iÅŸletmeler, toplam kalite kontrolü-ölçümü ve sürdürülebilirlik ilkelerine göre ayakta kalmakta veya çökmektedirler. Ehliyet ve liyakat esastır. Böyle bir dönemde/yapıda akrabalık, hemÅŸehrilik, partililik, dini yakınlık (alnı secdeye varma)…kriterlerine (sadakat) göre görev ve iÅŸ dağıtımı, hem iÅŸletmeleri-kurumları, hem de devleti çökertir. ÖrneÄŸin, Türkiye’nin Üniversiteleri çökmüÅŸtür. Bir ortaçaÄŸ eÄŸitim kurumu olan “Medrese”ye özen teÅŸvik edilmektedir. Bu tutum, bir dekadans göstergesidir; derhal terkedilmelidir.
e-) 1950’lerden itibaren, Muhafazakâr saÄŸ iktidarlar döneminde NATO ve Gladyo aracılığı ile ABD ve AB’ye (Batı) sıkı bir ÅŸekilde “baÄŸlandığımız” bilinmektedir. 2010’lardan itibaren bu baÄŸları gevÅŸetmeye baÅŸladığımız, siperden başımızı çıkarttığımız söylenebilir. Buna karşılık da “misilleme”ler gelmektedir. Bu sürecin gerçekçi ve usturuplu yönetilmesi elzemdir. Dikkatsizlik ve hayalperestlik –ki bazı örneklerini yaÅŸadık-, Türkiye’yi daha kötü sonuçlara götürebilir. Dışa karşı mücadele ederken, içerinin/arkanın tahkim edilmesi zorunludur. Sayın ErdoÄŸan, bu hususa yeterli performansı göstermemektedir. “Gönül coÄŸrafyası” ile kurulan irtibat, “VatandaÅŸ”lar ile kurulamamaktadır. MilliyetçiliÄŸi, “Rabia” kavramı ile ifade etmek, bunun kanıtıdır. PKK ve FETÖ gibi “terör” örgütleri doÄŸurmak, bir yönü ile bu ülkenin siyasal aklının baÅŸarısızlığıdır.
Henüz yorum yapılmamış.