Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

Dücane Cündioğlu: Tanrı'ya inanan adam olmak kolay, ve fakat Tanrı'nın inanacağı adam olmak zor

—"Aslını görmediğim bir resim hakkında konuşmaktan kaçındım."



"Sanatın Öyküsü"nün giriÅŸinde aÅŸağı yukarı böyle bir ÅŸey söyler Gombrich.
 
OkuduÄŸumda, böylesi bir titizlik karşısında nasıl da hürmetle eÄŸilmiÅŸtim.
 
Hürmetle...
 
VE gıptayla...
 
Kendimi, hakkında konuÅŸmayı düÅŸündüÄŸüm her tablonun orijinalini görmek zorunda hissediÅŸimin nedeni iÅŸte bu söz!
 
Dolayısıyla, yaklaşık iki yıla yakın bir süredir müze müze dolaşıp durmamın nedeni de!
 
Ah bir bilseniz, ne zordur sözün hakkını vermek! Yorumun, yorumlamanın... varlığa hiç deÄŸilse sözle müdahale etmenin... Ä°ddia etmenin... yani varlık veya yokluk iddiasında bulunmanın...
 
Hep derim ya, "yorum yorar" diye, lütfen inanınız, ayn-ı hakikattir!
 
* * *
Kur''an''ı doÄŸru anlamak ve doÄŸru yorumlamak için 19 yaÅŸlarında Arapça öÄŸrenmeye baÅŸlamıştım.
 
Tevrat''ı okumak içinse Ä°branice!
 
Kur''an''ın Ä°ngilizce çevirilerinde neler olup bittiÄŸini yakinen tahkik etmek veya Toshihiko Izutsu''nun yorumlarını aslıyla karşılaÅŸtırmak suretiyle kuÅŸkularımı gidermek istiyorsam, lâfı uzatmaya gerek yoktu, Ä°ngilizce ÅŸarttı.
 
Kant''ın ve Heidegger''in ne dediÄŸinden emin olacaksam, ve muhakkak aradaki vasıtaları ortadan kaldıracaksam, oturup Almanca öÄŸrenmeliydim.
 
Platon ve Aristoteles için Yunanca, Aqino''lu Thomas için Latince, Goichon veya Gilson için Fransızca öÄŸrenmeye deÄŸmez miydi?
 
Ya da Åžems-i Tebrizî için Farsça?
 
Ne yapıp edip yolu kısaltmalı, hakikatle aramdaki mesafeyi her adımımda biraz daha azaltabilmeliydim.
 
Hakikatle aramda hiçbir engel kalmamalıydı. Çırılçıplak görmeliydim onu. En yalın haliyle. Kendi hâliyle. Kendi diliyle konuÅŸmalı, onu kendi dilinde dinlemeliydim.
 
Dizinin dibine yaklaÅŸabilmeli, hiç deÄŸilse kokusunu alabilmeliydim.
 
* * *
BaÅŸarabildim mi peki?
 
Ne yazık ki hayır! Ama denedim. Elimden geleni yaptım. Kabımca. Kadarımca.
 
Hakikat, gözlerinin ışığını bile görmeme izin vermedi. Umursamadım. Ancak ayaklarına kapanabileceÄŸim kadarıyla kendisine yaklaÅŸmama ses çıkarmadı bir tek. Secde etmeme izin verdi, nazar etmeme deÄŸil!
 
Pazarlık yapamazdım pek tabii ki. Kokusuyla yetindim ben de. Boynunu, saç diplerini deÄŸil, ayaklarını kokladım bir ömür boyu.
 
Muhtaç bile deÄŸil, mahkumdum. Mecburdum. Kınamalara aldırmadım bu yüzden.
 
Çaresiz, hakikatin sahibi olmakla deÄŸil, talibi olmakla iftihar ettim. Bir ömür boyu.
 
* * *
"Her ÅŸey imkânla mümkündür" derdi babam.
 
Elimdeki tek imkân, sarhoÅŸluÄŸa meyili oluÅŸumdu. Sermesttim. Bir ömür boyu.
 
Uzaklığına katlanabilecek bir ayıklığa aslâ tahammül gösteremedim. Elâlem bir damlasıyla sarhoÅŸ olduÄŸunu söylüyor, bense Bâyezid gibi okyanuslar içtim, gözüm bile seÄŸirmedi.
 
Muvazzaf ve mükellef deÄŸildim. Mecburdum sadece. Mahkumdum. Sermest oluÅŸum bu yüzdendi.
 
Geçen bir dost bir mektupla beni uyarmış; hakikatini/hakikatimi açıyor olmamı doÄŸru bulmadığını söylüyor.
 
Diyemedim ki kendisine, ey dost, ehl-i temkin deÄŸilim ki ben, ehl-i telvinim!
 
Ehl-i telvin olanda ayıklık (sahv) ne gezer!
 
Bizim meÅŸrebimiz Cüneyd''in meÅŸrebi deÄŸil ne yazık ki, Bâyezid''in meÅŸrebi.
 
Temekkün kârımız deÄŸil, televvünle zevkediyoruz bu âlemde. Hâlden hâle geçiÅŸle. Melâmetle.
 
Kadehini dudağımıza deÄŸdiremeden kokusuyla sarhoÅŸ olduk bir kere! Bir ömür boyu.
 
Görmeden âşık olan safdillerdeniz. Kendisine bile deÄŸil, hayaline. Kokusuna.
 
* * *
René Magritte''in "Işığın Ä°mparatorluÄŸu" adlı tablosunun bir nüshasıyla geçen sene Venedik''te Peggy Guggenheim kolleksiyonunda karşılaÅŸmış ve çarpılmıştım. Ne var ki Ä°stanbul''a döndüÄŸümde, satın aldığım reprodüksiyonunda bana bakan "Işığın Ä°mparatorluÄŸu" ile hayalimdeki arasında neredeyse hiçbir alaka yoktu!
 
Aslını görmediÄŸi bir resim hakkında konuÅŸmaktan kaçınmakta Gombrich ne kadar da haklıydı! Çaresizdim, her defasında daha derine kazmak zorundaydım.
 
Bu tablonun tam altı nüshası vardı ve bu durumda ben diÄŸer beÅŸini de mecburen görmek zorundaydım; üstelik "L''Empire de la lumière" hakkında tam da bir ders yapmaya niyetlenmiÅŸken.
 
Üç ay önce, iki tanesini Brüksel''deki René Magritte Müzesi''nde görmüÅŸtüm. Dördüncüsüyle de dün New York''ta MoMA''da karşılaÅŸtım. Önünde diz çöktüm, ve iki haftadır renkler ve çizgiler arasında ne yapacağını ÅŸaşırmış olan hafızamın sararmış yapraklarına heyecanla kimi ayrıntıları kaydetmeye çalıştım.
 
Chicago''da, The Art Institute''de aniden çarpıştığım, Magritte''in La Durée poignardée/Hançerlenen Zaman (1938) adlı tablosundan sonraki en büyük keÅŸfimdi bu!
 
Böylesi lütuflar karşısında ayılmaktan büyük günah mı olur?
 
Yapacak bir ÅŸey yoktu, nâralar savurmaktan baÅŸkası gelmedi elimden!
 
[Ayıklara not: Bu tablo Ä°ngilizce''de Time Transfixed/DurmuÅŸ Zaman olarak adlandırılmıştır ki sanatçıyı da rahatsız eden bu adlandırma gayet yanıltıcıdır! Nedenlerini açıklamayı derse bırakıyorum! GeleceÄŸe!]
 
* * *
Bir gün liyakat kesbedersem ÅŸayet, belki de hakikat rahmeder de o kapandığım mübarek ayaklarından başımı kaldırmama izin verir, kimbilir?!
 
O takdirde ben de tutkuyla gözlerine bakarım! Gözlerinin tâ içine! Gözbebeklerine! Gözlerinde gözlerimi görürüm. Eririm. Gözlerinde birleÅŸirim. Gözleriyle.
 
Muvahhid iken, kimbilir belki lütfeder de mütevahhid olurum; sadece birlemekle kalmam, aynı zamanda birlenirim de!
 
* * *
Ey talib, ÅŸöyle bir etrafına bak, O''nu birleyenlerin sayısı ne kadar çok, deÄŸil mi?
 
Peki ya, O''nun tarafından birlenenlerin sayısı?..
 
Kaç kere diyeceÄŸim sana ey talib, Tanrı''ya inanan adam olmak kolay, ve fakat Tanrı''nın inanacağı adam olmak zor!
 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.