1) 11 Eylül Saldırısı Nedir?
11 Eylül saldırısı, bundan tam 18 yıl önce bugün gerçekleşti. Canlı yayınlarda uçakların İkiz Kuleler'e çarpma anı ve insanların kurtulma ümidiyle kendilerini camdan atmaları tekrar tekrar gösteriliyordu. Peki, 11 Eylül saldırısı nedir? 11 Eylül saldırısında kaç kişi öldü? Dönemin ABD Başkanı Bush'un bu saldırılardan haberi var mıydı? İkiz Kuleler, gerçekten uçağın çarpmasıyla mı yıkıldı? Tonlarca çeliği eriten yangınlar "teröristlerin pasaportlarını" neden yakmadı? Büyük Ortadoğu Projesi ve Bush'un Ortadoğu'yu kana bulama sürecinin fiili olarak başlangıcı olan 11 Eylül'e dair ilginç detayları sizlerle buluşturuyoruz.

2) 11 Eylül Saldırısında Kaç Kişi Öldü?
11 Eylül 2001'de ABD'de iç sefer gerçekleştiren dört yolcu uçağı El Kaide üyesi 19 kişi tarafından kaçırıldı. Amerikan Hava Yolları'na ait yolcu uçağı, saat 08.46'da ABD'nin New York kentinde bulunan Dünya Ticaret Merkezi Kuzey Kulesine çarptı. Bina, çarpmadan tam 102 dakika sonra yıkıldı. Saat 09.02'de ise ikinci bir uçağın Dünya Ticaret Merkezi Güney Kulesine çarpması sonucu bina, 56 dakika sonra yerle bir oldu. Kaçırılan üçüncü uçak, ABD'nin Savunma Bakanlığı karargâhı olan Pentagon'a çarptı. Saldırı sonucu binanın batı cephesinin bir kısmı yıkıldı. Dördüncü uçak ise Washington DC'yi hedeflemiş; ancak yolcuların uçağı kaçıranlara yaptığı müdahale sonucu Pensilvanya eyaletinde düşmüştü. Saldırılarda, toplam 2 bin 996 kişi yaşamını yitirdi. Yaklaşık 200 kişi, son bir kurtulma ümidiyle kendilerini 400 metre yükseklikten aşağı atarak hayatını kaybetti. Amerikan ekonomisi ise, 10 milyar doların üzerinde maddi hasar gördü.

3) 11 Eylül'ün Gerçek Yüzü: İşgalin Geçerli Bahanesi
Bunlar resmi olarak yapılan açıklamalara dayanan bilgilerdi. Peki, olayın gerçek yüzü böyle miydi? New York'un simge yapılarından biri olan ve saldırının ardından kısa sürede yıkılan İkiz Kuleler, o tarihten sonra "terörizm"in sembolü değil; işgal ve saldırıların bahanesi haline gelecekti.
Saldırıların gerçekleştiği dönemde ABD'nin başkanı George W. Bush'tu. 2000-2008 yılları arasında başkanlık görevi yapan Bush, bu saldırıları "medeniyetler çatışması" olarak nitelendirdi. Terör eylemlerini lanetlediğini açıklayan Bush, tüm dünya liderlerine saflarını seçmeleri çağrısı yaptı ve şöyle seslendi: "Ya bizdensiniz ya da onlardan!" Hemen ardından saldırılar, Afganistan ve Irak işgallerinin gerekçesi haline getirildi.

4) En Büyük Yarayı İslam Dünyası ve Ortadoğu Aldı
Peş peşe yayınlanan haberlerde, dünya medyası saldırılardan "İslamcı teröristlerin" sorumlu olduğu yönünde yayınlar yapmaya başladı. Avrupa ve Amerika'da yaşayan Müslümanlar, sosyal hayatta ayrımcılığa, ırkçılığa ve hatta saldırılara maruz kaldılar. Ayrıca terör saldırıları gerekçe gösterilerek, olağanüstü güvenlik tedbirleri alındı. "Teröre karşı mücadele" kılıfıyla şekillenen uluslararası politikalar, Müslümanların yaşadığı bölgelerde de etkili olmaya başladı ve çoğu "ayrımcı" politikaların sonuçları günümüze dek ulaştı. Dünya "İslamofobi" kavramıyla tanıştı. 11 Eylül saldırısından sonra en büyük yarayı, Ortadoğu coğrafyası ve İslam âlemi aldı.

5) Başkan Bush'un Saldırıdan Haberi Var Mıydı?
Peş peşe yayınlanan haberlerde, dünya medyası saldırılardan "İslamcı teröristlerin" sorumlu olduğu yönünde yayınlar yapmaya başladı. Avrupa ve Amerika'da yaşayan Müslümanlar, sosyal hayatta ayrımcılığa, ırkçılığa ve hatta saldırılara maruz kaldılar. Ayrıca terör saldırıları gerekçe gösterilerek, olağanüstü güvenlik tedbirleri alındı. "Teröre karşı mücadele" kılıfıyla şekillenen uluslararası politikalar, Müslümanların yaşadığı bölgelerde de etkili olmaya başladı ve çoğu "ayrımcı" politikaların sonuçları günümüze dek ulaştı. Dünya "İslamofobi" kavramıyla tanıştı. 11 Eylül saldırısından sonra en büyük yarayı, Ortadoğu coğrafyası ve İslam âlemi aldı.

11 Eylül saldırılarından kısa bir süre sonra çeşitli iddialar ortaya atıldı. Bu iddialar arasında birbirinden ilginç detaylar da bulunuyordu. Onlardan biri, canlı yayında bir gazetecinin Bush'a yönelttiği soruydu. Gazeteci, "Siyaset için zaman olacağını söylediniz, ama aynı zamanda Washington'ın tonunu da değiştirmek istediğinizi söylediniz. Howard Dean (Bush'a muhalif siyasetçi) bu aralar sizin 11 Eylül'den haberiniz olup olmadığı üzerinde sorgulamalar yapıyor. Cumhuriyetçi Komite'nin bu tarz politik nefret söylemlerine karşı sınır koymasına katılıyor musunuz?" şeklinde soru sormuş; karşılığında ise Bush'tan mütereddit bir şekilde "Evet, politika için zaman olacak… Bu çok saçma bir ima…" cevabını almıştı.
Bush, bu soru karşısındaki şaşkınlığını kameralardan saklayamamıştı. O anlar kameralara böyle yansıdı: İzlemek için tıklayın

6) Kaçırılan Uçaklara Neden Müdehale Edilmedi?
11 Eylül saldırılarının ardından, uzmanlar akıllarda soru işareti olarak kalan birçok detaya değindiler. ABD ordusu, dört uçağın kaçırıldığından haberdardı ve bu uçakların hiçbirine "düşürmek" amacıyla müdahale etmemişti. İddialara göre, dönemin Başkan Yardımcısı Dick Cheney, "Uçakları düşürmeyin" talimatı vermişti.

7) İkiz Kuleler Neden Çöktü?
İddialardan bir diğeri, İkiz Kulelerin çok kısa sürede tamamen çökmesine yönelikti. Birçok teorisyen, binaların içine önceden patlayıcıların yerleştirildiğini ve yıkımın planlanmış kontrollü patlamalar nedeniyle gerçekleştiğini söylüyor. Uzmanlara göre kuleler, daha uzun sürede ve yana doğru yıkılmalıydı. Çöküşten kısa süre önce çevreden patlamaların duyulması, uçağın çarptığı katlardan çok, alt katlardaki bazı pencerelerde şiddetli enkaz püskürmeleri görülmesi, bu iddiaları doğruluyor.

8) Binalarda Bulunan Çelik Alaşım Nasıl Eridi?
İkiz Kuleler'in yakınında olan 7 numaralı binanın yangından dolayı yıkılması da bir başka dikkat çekici detay. Uzmanlar, çelik kafesli bir binanın böyle bir yangından yıkılmasının normal olmadığını, patlayıcılarla kontrollü olarak yıkıldığını savunuyor. Resmi açıklamalara güvenmeyen bazı bilim insanları, olay yerinden aldıkları dört ayrı toz örneğini incelediklerini ve ısıtıldığında şiddetli patlamaya sebep olan alaşımlar bulduklarını belirtiyor. Bu kişiler, İkiz Kuleler'in içinde de tonlarca alüminyum-demir oksit karışımının ve başka patlayıcıların bulunduğunu söylüyorlar.

9) Uçak Yakıtı İddiası Gerçeği Yansıtmıyor
Bir diğer ilginç açıklama ise, binada kullanılan çelik iskeletin, yanan uçak yakıtının ortaya çıkardığı sıcaklık sebebiyle eridiğine yönelik. Ancak uçak yakıtı 400 ila 800 derece arasında yanıyor. Binanın iskeletinde kullanılan çelik alaşımın erimesi için gereken sıcaklık ise 1500 derece. Bu sıcaklığın altında yanan uçak yakıtının, çeliği eritmesine imkân bulunmuyor.
Konuya dair iddiaları yansıtan o görüntüler:
.jpg)
10) Kulelere Çarpan Cisimler Yolcu Uçağı Mıydı?
En dikkat çekici iddia ise, kulelere çarpan cisimlerin gerçekte “yolcu uçağı” olmadığı yönünde. Olay anında çekilen görüntülerde, Güney Kuleye çarpan uçağın camları gözükmüyordu. Uzmanlar, bu uçağın orduda kullanılan Boeing 767 tipi yakıt ikmal uçağı olduğunu ve içinde yolcu olmadığını belirtiyor.
Pentagon’a gerçekleştirilen saldırıda da hasarın yayıldığı alan, bir uçak çarpması için oldukça küçük. Uzmanlara göre, sıkı güvenlik önlemleriyle korunan Pentagon’a Boeing 757 çarpmadı; bir füze, küçük bir uçak ya da insansız uçak çarptı. Ortalıkta bulunan uçak enkazı olarak gösterilen parçalar ise, tamamen düzmece.
11) Teröristlerin Pasaportu Nasıl Sğlam Kalabildi?
O günlere dair bir başka ilginç detay ise, 11 Eylül saldırısını gerçekleştirdiği iddia edilen “teröristlerin”, o yıkımdan ve ateşten zarar görmeyen, olay yerinde birkaç gün sonra bulunan pasaportlarıydı.
Devasa büyüklükteki İkiz Kulelerin yerle bir olduğu, tonlarca çeliğin ve uçak motorlarının eridiği bir saldırıda, uçağı ele geçiren Mohammed Atta’nın pasaportu sapasağlam bir şekilde olay yerinde bulunmuştu.
12) 11 Eylül'ü 6 Yıl Önceden Tahmin Eden Netenyahu
Dikkat çeken bir başka detay, İsrail devlet başkanı Binyamin Netanyahu’nun 11 Eylül hakkında yaptığı açıklamalardı. 11 Eylül’den iki gün sonra canlı yayına bağlanan Netanyahu, kulelere “350 ton konvansiyonel bomba” ile saldırıldığını söylemişti. Netanyahu, “Biliyorsunuz 1995’te ‘Terörizmle savaş’ adlı bir kitap yazdım. Orada şunu söyledim, eğer İslami terörün yükselişini durdurmazsak, göreceğimiz bir sonraki şey bir araba bombası değil, bir nükleer bomba olacak. Şimdi bu saldırı nükleer bomba değildi, 350 ton konvansiyonel bombaydı ama eminim beklemiyordunuz ve kimse bizi dinlemedi” şeklinde konuşmuştu.
Netanyahu’nun dikkat çeken o açıklamasını izlemek için tıklayın.
Netanyahu katıldığı bir başka televizyon programında ise, sorulan soruya karşılık “Batı, gerçekten İslami terörü anlamıyor. 1995 yılında bir kitap yazdım ve dedim ki; eğer Batı, İslami terörün doğasında intihar saldırıları olduğunu anlamazsa göreceğin bir sonraki şey, İslami terörün Dünya Ticaret Merkezi’ni yıkması olacak” şeklinde açıklamada bulunmuştu.
Netanyahu, daha sonra bu konuşmaların, ABD kamuoyunu “İslami terörle savaş”a ikna etmek için yapıldığını itiraf etti. İsrail, o gün olduğu gibi bugün de, ABD’yi kendi silahlı gücü gibi kullanmaya devam ediyor.
İsrail Başkanının kamuoyunu etkilemek için yaptığı açıklamayı izlemek için tıklayın.
13) Bush Yönetiminin Akıl Hocası: Bernard Lewis
Geçtiğimiz aylarda yaşamını yitiren ünlü tarihçi Bernard Lewis, saldırıların gerçekleştiği dönemde George W. Bush’un danışmanlığını yapıyordu. Yeni yüzyılın başlangıcında, ABD’nin Ortadoğu projeleri üzerinde belirleyici olan da oydu.
11 Eylül’de gerçekleşen saldırıyla, o dönemde başkanlık görevi yapan Bush’un Ortadoğu’yu kana bulama süreci fiili olarak başlamıştı.
Saldırının ardından ABD, “Demokratikleşme, özgürleşme gibi kavramların Ortadoğu’da da olması gerektiği” söylemlerinin arkasına sığınarak, temeldeki amacı olan petrol kaynaklarına doğrudan ulaşmanın kapısını açmıştı.
ABD’nin o dönem Ortadoğu üzerindeki hedefleri beş madde ile sıralanmıştı. O maddelere göre, ABD; bölgedeki müttefiki İsrail’in güvenliğini sağlayacak; kitle imha silahlarının dağılımını önleyecek; enerji akışını Batı’ya düzgün bir şekilde aktaracak; terörizme karşı mücadele edecek ve bölgede herhangi bir egemen gücün olmasını engelleyecekti.
14) Ortadoğuyu Kana Bulayan Sürecin Başlangıcı
Ancak ABD’nin bu hedefleri, görüldüğü kadar masum olmayacaktı. Bu hedefler, “demokrasi”den çok daha ötesini barındırıyordu ve belirlenen bu yolun rotası çok daha önceki yıllarda çizilmişti.
ABD, uygulamaya koyacağı “Büyük Ortadoğu Projesi” ile enerjisinin yüzde 90’ını karşıladığı Ortadoğu’dan kaynak akışını sürdürecek ve kendisiyle “iyi geçinmeyen” her ülkeyi karıştırarak, kontrolü altına alacaktı.
ABD’nin taleplerine boyun eğmek istemeyen Irak’taki Saddam rejimi; İran ve Suriye’nin kitle imha silahı yapmaları, ABD’nin önüne taş koyan en önemli engellerdi ve bu nedenle ilk hedef de bu coğrafya olacaktı.
15) Büyük Ortadoğu Projesinin Maskesi: 11 Eylül
Tarihte kısa bir yolculuk yaptığımızda, ABD’nin bu hedeflerinin Bush’un başkanlık süreciyle başlamadığı; Bernard Lewis’in Ortadoğu coğrafyasının kaderini şekillendiren bir aktör olduğu gerçeği ile karşılaşıyoruz. 17 yıl önce gerçekleşen 11 Eylül saldırıları ise, bu senaryonun sadece bir kılıfıydı.
Mısır’da Eş Şa’ab gazetesi, Temmuz 1997’de Dr. Muhammed Umara’ya ait “Arapların ve Müslümanların Parçalanmasına Dair Siyonist Proje” adında bir makale yayımladı. Makale, istihbarat araştırması üzerine, Pentagon’un yayımladığı dergideki bilgilere dayanıyordu.
Bernard Lewis’in sunduğu bu projede, etnisite ve mezhep ayrılıklarını esas alan bilgiler bulunuyordu. Yahudi asıllı Lewis’in sunduğu, İslâm dünyasını bölme planlarını içeren proje kısaca şöyleydi:
1. Pakistan’daki Belucistan bölgesini İran’ın komşu Belucistan bölgelerine katmak suretiyle “Belucistan”devletinin kurulması
2. Pakistan’ın kuzeybatısındaki bölgenin, Afganistan’daki Peştun bölgesine eklenerek “Peştunistan”devletinin kurulması
3. İran, Irak ve Türkiye’deki Kürt bölgelerinin birbirine katılmasıyla “Kürdistan” devletinin kurulması
4. İran’dan Kürt ve Beluci bölgelerin koparılması suretiyle aşağıdaki etnisitenin ışığında İran’ın iç taksimatı.
5. Irak’ta üç devlet kurmak
6. Suriye’de üç ya da dört devletin kurulmasını sağlamak
7. Ürdün’ü iki yapı halinde ayırmak
8. Suudi Arabistan, krallığın 1933 yılındaki kuruluşundan önceki haline, kabile mozaiğine, dönüştürülecek. Böylelikle bu devletlerin Kuveyt ve Bahreyn, Katar ve diğer emirliklerden fazla ağırlığının olmaması sağlanacak.
9. Lübnan’ın siyasi coğrafyasının aşağıdaki temeller ışığında yeniden gözden geçirilmesi
10. Mısır’ın en az iki devlete bölünmesi
11. Sudan’ın güneyinin kuzeyinden ayrılmasını sağlamak suretiyle
12. Batı Arap siyasi coğrafyasının yeniden gözden geçirilmesi. Böylelikle Berberilere ait dağılım ve kabilelerine bağlılık esasına göre birden çok devletin kurulması sağlanacak.
13. Aynı şekilde Araplar, Zenciler ve Araplar ve Zencilerden melezler arasındaki kavgadan hareketle Moritanya’nın yeniden yapılandırılması.
16) Kan Gölüne Dönen İlk İslam Coğrafyası: Afganistan
ABD, 11 Eylül saldırılarının ardından, ortaya çıkan panik atmosferinden de faydalanarak, yıllar önce belirlediği bu projeyi hemen uygulamaya koydu.
İlk olarak meşruiyeti tartışılan “terörle mücadele” politikaları kapsamında Ekim ayında Afganistan’a savaş açtı ve ülkeyi işgal etti. Harekâtın amacı, ülkede bulunan Usame Bin Ladin, El Kaide ve Taliban’ın ortadan kaldırılmasıydı.
Ancak zaman geçtikçe bu amaç muğlaklaştı ve bölge kan gölüne döndü. Daha sonra “istikrarın sağlanması”adı altında NATO güçleri de bölgeye yerleştirildi ve Afganistan topraklarında, günümüzde de devam eden“kaos ortamı” oluştu.
NATO’nun verdiği rakamlara göre, savaş yaklaşık 40 bin kişinin ölümüne sebep oldu. Birleşmiş Milletler sadece son beş yılda 10 binden fazla Afgan’ın hayatını kaybettiğini kaydediyor. Savaş sırasında, çoğu Amerikalı 2750 kadar işgal gücü askeri öldü.
17) Kan Gölüne Dönen İkinci İslam Coğrafyası: Irak'ta 1 Milyonun Üzerinde İnsan Hayatını Kaybetti
11 Eylül saldırılarının ardından ABD’nin ikinci hedefi ise, Irak olacaktı. 20 Mart 2003’de ABD ve İngiltere önderliğinde oluşturulmuş Çokuluslu Koalisyon Kuvvetlerinin düzenlediği askeri harekâtla, Irak işgal edildi. 1,5 milyon ABD askeri, savaşmak amacıyla Irak topraklarına gitti. 4 bin 422 asker hayatını kaybetti; 30 bini yaralandı.
İşgalin Irak açısından bilançosu ise, ABD’ninkinden çok daha ağır oldu. Sadece Ağustos 2007’e kadar bir milyonun üzerinde insan hayatını kaybetti.
Irak’taki çatışmalarda, ABD liderliğindeki güçlerin rastgele açtıkları ateşler sonucu, kadın ve çocuk ölümleri, işgal karşıtlarından daha fazla oldu. Bu oranı belirlemek üzere hazırlanan “kirli savaş bilançosunda” kadın ve çocuklarda rastgele ölümlere yüzde 79 oranıyla havan topu saldırıları, yüzde 54 oranıyla bomba yüklü araçlar, yüzde 69 oranıyla da koalisyon güçlerinin hava saldırıları yol açtı.
En fazla sivil can kaybı, failleri bilinmeyen saldırılar, yargısız infazlar, intihar saldırıları, bomba yüklü araçlar ve havan topu saldırılarıyla meydana geldi.
Aralık 2011’de ABD askerleri, arkalarında kaos ve iç savaş bırakarak Irak’tan çekildi. İşgalle sarsılan toplumsal yapı ve dış müdahale, Irak’ta hala kan dökülmesine sebep oluyor.
18) İstihbarat Uğruna İşlenen Kan Dondurucu Suçlar: Guantanamo
11 Eylül sonrasında ABD’nin, “küresel terörle mücadele” politikaları çerçevesinde, dünya üzerinde terör şüphelisi olarak ele geçirdiği insanları Guantanamo’daki toplama kampında tutmaları insan hakları ihlallerinin gündeme oturmasına sebep oldu.
Gözlerden uzak tutulmaya çalışılan hapishanede mahkûmların haklarına riayet edilmediği, fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kaldıkları, zamanla anlaşıldı.
Kampın sorumlularından General Miller’in “kampın terörle mücadelede bir laboratuar” işlevi gördüğüne dair açıklamasında “savaş esiri” olarak adlandırılan mahkûmların, sözde “küresel terörle mücadele”faaliyetleri için istihbarat sağlamak amacıyla orada tutuldukları da açık ediliyordu.
ABD’nin Guantanamo’da tuttuğu toplam 166 mahkûmun pek çoğu hakkında suçlama bulunmuyor. Mahkûmlar insanlık dışı uygulamaları protesto etmek amacıyla açlık grevi başlatsalar da; yönetim, tüp yoluyla besleyerek grevi kırmaya çalışıyor.
19) On Yıl Sonra Fitili Ateşlenen Arap Baharı
11 Eylül sonrası, dünya düzeni önemli bir değişime sahne oldu. Başlangıçta ABD’nin doğrudan bir müdahalesi görülmese de, ilerleyen süreçte yaşanan birçok ulusal değişimin, “Amerikan müdahaleciliği”nden kaynaklandığı ortaya çıkacaktı.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyasında diktatörlüklerin kısıtlı olan egemenlik ve meşruiyetleri iyice zayıfladı ve rejimler iç baskılara karşı kırılgan hale geldi. Bölgede yer alan rejimler, uluslararası düzenin birer ürünüydüler. Sömürgecilikten kurtulan bu coğrafya, 1950-1960’lı yıllarda gerçekleşen bir dizi “milliyetçi devrimin” yani “askeri darbelerin” birer sonucu olarak ortaya çıkmışlardı.
Bölgedeki bazı ülkeler ise, kapitalizmden beslenmiş ve özellikle “ABD’nin desteği” ile kendilerine yer edinmişlerdi. Bu ülkelerde kurulan rejimler, yönetimlerinde siyasi rekabet ortamını yok ettiler, ekonomiyi devletleştirdiler ve sivil toplumu boğdular.
İç dinamikleri oldukça karışık olan bu ülkelerde isyanlar, 2010 yılının Aralık ayında, ekonomik krizin etkisiyle ilk olarak Tunus’ta başladı.
Hemen ardından Mısır, Libya, Bahreyn, Cezayir, Ürdün ve Yemen’de büyük çapta; Moritanya, Suudi Arabistan, Umman, Lübnan ve Fas’ta başlayan küçük çaplı ayaklanmalarla bölgede yangının fitili ateşlendi. Birçok diktatör devrildi; iç çatışmalar arttı. Bölgede yaratılan kargaşa ortamından doğan boşluğu,“bölgeye demokrasi getirecek” olan ABD doldurdu!
Batı, kan gölüne dönecek Ortadoğu’nun bu değişim sürecine, kendilerince bir isim de takmıştı: “Arap Baharı”. Arap Baharı, 11 Eylül sonrası uygulamaya konan Bernard Lewis’in Büyük Ortadoğu Projesi’nin ikinci perdesiydi.
Henüz yorum yapılmamış.