Ruşen Çakır: Ali Babacan’ın söyledikleri ve söylemedikleri
Follow @dusuncemektebi2
Yeni bir parti kurma hazırlığı içerisinde olan eski başbakan yardımcısı ve ekonominin patronu Ali Babacan nihayet konuştu. Karar gazetesinden Ahmet Taşgetiren ve Yıldıray Oğur’a konuştu. Uzun bir söyleşi ve burada birçok noktayı anlatıyor. Açıklıyor diyeceğim ama, hâlâ birçok şey tam net değil. Partiyi kuracakları kesin, 2020 olmadan kuracakları kesin; ama onun dışında, okuduğumuz zaman, biz gazeteciler için mesela burada başlığa çıkartılabilecek çok fazla şey yok.
Uzun uzun cümleler var, ama şu anda da gördüğünüz gibi “Yıl bitmeden kuruyoruz” lâfı dışında çok da fazla husus yok. Çok önemli vurgular var; ama hâlâ, daha bu partinin nasıl bir parti olacağının ana hatları çizilmiş durumda, detaylar yok — en önemlisi, isimler yok. Babacan’ın dışında isim yok. Yıldıray Oğur ve Ahmet Taşgetiren soruyorlar, ama söylemiyor. Böyle bir ilkeleri var.
Öncelikle söyleşinin kendisiyle ilgili birkaç husus söylemek istiyorum. Konuşmasının bir yerinde Ahmet Davutoğlu’dan bahsederken, saygıda kusur etmiyor ama, diyor ki, “Siyasetteki önceliklerimiz, izlediğimiz yöntem ve üslûp oldukça farklı” diyor. Ama şu söyleşi de gösteriyor ki birçok konuda benzeşiyorlar. Medya karşısına ilk çıkışlarını kendi çevrelerinden insanlar üzerinden yapıyorlar. Ahmet Davutoğlu bunu yapmıştı. Her ne kadar sunucu Yavuz Oğhan olsa da, nasıl söyleyeyim, çok riskli olmayan bir yayındı. Ardından da TV 5’e çıktı. Kendi mahallesine hitap etmeyi öncelemişti diyebiliriz. Şimdi de aynı şey söz konusu. Karar gazetesi, mâlûm, aynı Ali Babacan gibi yakın bir zamana kadar AKP ile birlikte hareket etmiş gazetecilerin kurduğu bir yer. Dolayısıyla esas önceliğinin kendi tabanı olduğu anlaşılıyor. Açıkçası, böyle bir yazılı medya ile çıkmak çok akıl kârı mıydı? Çok emin değilim. Nitekim baktığım zaman sosyal medyada çok da fazla yankı bulmadığını müşâhede ettim. Yanılıyor muyum? Sanmıyorum. Bunun bir nedeni belki söyledikleridir, esas nedeni söyledikleri ve bu yayında başlığa da koyduğumuz gibi: Söylemedikleridir. Şunu kimse söyleyemez: “Tamam, Erdoğan bugün medyayı büyük ölçüde kontrol ediyor, var olan bildiğimiz eski medyayı”. Bu zaten bir realite. Ama önemli olan, onun dışında, onun bıraktığı yerlerden yürüyebilmek. Siyasetçilerin, muhalefetin ya da Babacan ve Davutoğlu örneğinde olduğu gibi yeni bir harekete soyunmak isteyenlerin bunu yapabilmesi… Ve burada da öncelikle internet üzerinden yayın yapan mecralar, sosyal medyanın kendisi vs… her şeye rağmen, iktidar tarafından ne kadar engellenmek istenirse istensin, bazı sesler kendilerine ses buluyorlar. Bunun en önemli örneği, Babacan’a soruluyor ve o da olumlu cevap veriyor. En son gördüğümüz, rap’çilerin yaptığı “Susamam” klibi, videosu. Bu da bize gösteriyor ki mecra var. Eski mecralar belki yok, eski mecralar belki denetleniyor, çok sıkı bir denetim altında. Ama zaten o mecraların da artık kamuoyu oluşturma konusunda herhangi bir etkileri yok. Şu haliyle Türkiye’de hem zaten imkân olmadığı için, oralar kendilerine kürsü sunmadığı için, hem de esas etkili olan yer sosyal medya olduğu için, sosyal medya üzerinden yürümek –Ali Babacan gibi birisi için özellikle– çok daha önemli. Çünkü Babacan’ın bu söyleşisine baktığınız zaman, gençlere vurgu, yeni teknolojilere vurgu, globalleşmeye vurgu çok öne çıkıyor. Bu anlamıyla, başlangıç olarak çok da parlak bir başlangıç olduğunu söyleyemem. Bundan sonra nasıl gidecek, onu zamanla göreceğiz.
Söylediği şeylerde şu üç hususu sürekli vurguluyor: 1) adalet, 2) özgürlükler, 3) ekonomi. Özgürlük, adalet ve ekonomi. Bunlar Türkiye’nin en temel sorunları ve parti kurma nedenlerinin de bu olduğunu söylüyor. Artık AK Parti içerisinde bir şey yapma imkânının kalmadığını söylüyor. Bu konuda çok yumuşak, ama aslında çok anlamlı şeyler söylüyor. Mesela diyor ki: “Hayalimiz bu değildi, çok daha farklı bir Türkiye istiyorduk. Çok daha farklı bir tutum, duruş hayal ettik doğrusu. Bu şahsî değil, memleket adına bir hayal kırıklığı oldu” diyor. Burada tabii söyleşinin birkaç yerinde “doğrusu” lâfını görünce aklıma tabii ki Abdullah Gül geldi. Abdullah Gül’ün klişelerindendir, hep kullandığı bir şeydir “doğrusu” lâfı. Zaten bu hareketin de Abdullah Gül’ün desteklediği bir hareket olduğunu biliyoruz. Ali Babacan da Abdullah Gül sorusuna bu anlama gelecek cevaplar veriyor. Abdullah Gül’ün partide fiilen yer almayacağını, ama bir şekilde yol gösterici olacağını da kabul ediyor.
Birçok konu konuşulmuş. Tabii en iddialı olduğu hususlar ekonomi. Onun dışında siyaset, özgürlükler, adalet konusunda mesela şunu söyleyebiliyor: “Sadece eleştirel yazdıkları için işini kaybeden çok sayıda gazeteci var maalesef. Çok üzücü bir durum. Bu ülkeye yazık. Öte yandan sivil toplum temsilcilerinin, aydınların, akademisyenlerin, gazetecilerin ve siyasetçilerin sadece düşündüklerini ifade ettikleri için özgürlüklerinin kısıtlanması kabul edilebilir bir şey değil.” Kimileri bunları yumuşak ifadeler olarak görecektir. Ama bunların kabul edilemez olduğunu söylemek bile, AK Parti’nin tarihi ile özdeşleşmiş bir insan için tabii ki önemli, bir başlangıç noktası olarak önemli. Ama bunun devamının nasıl geleceği hususu var. Ve açıkçası bu söyleşi çok da merak ettirmiyor. Benim gibi ilgili gazeteciler için ilginç tabii; ama sıradan insan için –gerek AK Parti seçmeni olsun, gerek AK Parti dışında ya da muhalifi olsun–, arayış içerisinde olan birisi için bu söyleşinin çok heyecan yaratacağını sanmıyorum. Babacan da heyecan yaratsın diye yapmışa benzemiyor açıkçası. Ama bir şekilde artık konuşmadığı, “Ne zaman konuşacak?” vs. eleştirilerine karşı ön almak için bir girizgâh olarak, bir arkadaşımın dediği gibi esas film değil de fragman olarak görebiliriz. Ama yine tekrarını söyleyeyim, fragman bu filmin kendisini çok fazla merak ettirmiyor, bunu özellikle vurgulamak lâzım.
Babacan’ın ısrarla söylediği husus –ki yeni partinin işaretini burada görüyoruz–, bunun eski AKP’lilerden ibaret bir hareket olmayacağı hususu. Yeni insanların, gençlerin olacağı hususu. Ama burada da tabii somut şeyler yok. Yani bunları tarif ediyor, böyle arayışlar içerisinde olduklarını ve çok da iyi karşılıklar aldıklarını söylüyor; ama tabii ki insanları görmediğimiz müddetçe bunların hepsi açıkta kalıyor. Dolayısıyla kadrosunu göstermesini bekleyeceğiz Babacan’ın. Burada şu husus önemli: Ahmet Davutoğlu ile ilgili yaptığım yayınlarda söylemiş olmam lâzım, Davutoğlu “ben” diye konuşuyor. Ve Babacan’ın herhalde “biz” diye konuşacağını söylemiştim ve bunu görüyoruz. Kendisine yönelik kişisel birtakım sorular dışında Babacan’ın ısrarlı bir şekilde “biz” diye konuştuğunu görüyoruz. O kolektif akıl, istişare vs.; AKP’nin kuruluşunda olduğunu söylediği, sonradan uzaklaştığını söylediği hususlara daha yakın duruyor. Davutoğlu da konuşmalarında kolektif aklın bırakıldığını vs. söylüyordu; ama buna karşılık Erdoğan’ın adını vermeden iktidarı tekelinde toplamasına yönelik eleştirilerini de hep birinci tekil şahıs olarak dile getiriyordu. Burada “biz” söyleminin Ali Babacan’da daha fazla öne çıktığını görüyoruz. Dolayısıyla bu hareketin daha başından itibaren kolektif bir hareket olma iddiası daha fazla var.
Babacan’ın söyledikleri içerisinde en çok dikkatimi çeken hususlardan birisi, çok sayıda kişinin bilfiil parti içerisinde olmamakla beraber bu harekete destek vereceğini söylüyor. Bu ilginç bir durum. Neden böyle yapıyorlar? İlkin, siyaset yapmak istemiyor olabilirler; ama bir diğer neden de –Babacan söylemiyor ama– insanlar hâlâ çok ciddi bir şekilde korkuyorlar, çekiniyorlar. Erdoğan’ın gazabına uğramaktan herhalde, korkuyorlar, çekiniyorlar. Ve şu opsiyon hep olacak anladığım kadarıyla: Babacan partisini kuracak, birtakım isimler ortaya çıkacak, ama sürekli olarak görünenlerin dışında da birtakım isimlerin bu partiye destek olduğu, her anlamda, maddi manevi anlamda destek olduğu bir rivayet olarak hep gündemde olacak. Partinin görünenin ötesinde bir gücü ve tabanı ve kadrosu olduğu söylenecek herhalde.
Özgürlükler konusunda söylediklerinde somut bir örnek olarak vermiyor, ama demin yaptığım alıntıda olduğu gibi, gazetecilere, aydınlara, akademisyenlere yapılanların kabul edilemez olduğunu söylüyor. Kürt sorunu konusu kendisine sorulduğu zaman verdiği cevaplar pozitif. Ama çok da fazla bu konuyu –şu aşamada en azından– çok da fazla konuşmak istemediği anlaşılıyor. Güvenlik ve özgürlük dengesi tutturmak, zaten bu en önemli husus. Türkiye’de hele, sahada ya da merkezde siyaset yapma iddiasında iseniz, bu meseleye bulabileceğiniz, üretebileceğiniz çözüm tabii ki bu dengeyi ne kadar sağlayabileceğiniz ile ilgili bir şey. Ama bunun, bu konuda “Evet gerçekten ellerinde çok somut bir hazırlık var, bir program var, siyasetler belirlenmiş” diyebileceğimiz şeyi en azından bu söyleşide görebilmiş değiliz.
Söylenecek şeyler var, ama çok da fazla uzatmaya gerek yok. Babacan’ın söyleşisi bir girizgâhtı. Benim de değerlendirmem bir girizgâh olacak. Dediğim gibi çok heyecanlandırıcı bir husus yok. Ama partinin artık kurulacağı kesin. Bu partinin kendini merkezde tanımlayacağı kesin. AK Parti’nin devamı gibi bir görüntü vermek istemeyecekleri kesin. Bunu nasıl becerebilecekleri muamma. Bu muammayı ortadan kaldırabildikleri ölçüde, yani merkezde özgürlükçü, adaleti ve ekonomik kalkınmayı hedefleyen bir parti olma ve AKP’nin devamı olmama iddiasını kanıtlayabildikleri ölçüde bu partinin bir başarı şansı var.
Son bir not: Sistem konusunda, Babacan kendi kişisel görüşünün harekette yer alanların çoğu ile aynı olduğunu söylüyor. Ama bunun ne olduğunu söylemiyor. Anladığım kadarıyla Erdoğan’ın Türkiye’ye dayattığı başkanlık sistemine karşılar. Ancak parti kurulana kadar bu konuda açık bir tutumunu dile getirmek istemiyor. Bu bir anlamda onlara bir esneklik sağlayacaktır anladığım kadarıyla. Ama kendisinin bu referandum sürecinde, teklif edilmesine rağmen yer almadığını anlattığı bölümlerde anlıyoruz ki, Ali Babacan başkanlık sistemi yerine parlamenter sistemi tercih eden bir isim. Ama partide bu konuda, bu harekette tam bir mutabakat henüz pek oluşmuş değil anlaşıldığı kadarıyla. Ama çoğunluğun parlamenter sistemi yeğlediği görülüyor. Bakalım bu hareket, AKP’de Erdoğan’ın tasfiye ettiği, dışladığı insanlar hareketi olmanın ötesine geçebilecek mi? Ve gerçekten Türkiye’de temel hak ve özgürlüklerin, demokrasinin ve hukuk devletinin yeniden inşasına katkıda bulunacak mı? Özellikle de ekonomik krizin çözümüne katkıda bulunabilecek bir hareket ortaya çıkacak mı? Normal şartlarda böyle bir hareketin bir şansı olduğunu söylemek lâzım. Ama bunu yapabilmek için de sadece sizin niyetleriniz tek başına yeterli olmuyor. Birincisi, en önemlisi, karşınıza aldığınız iktidarın size ne yapacağı, size nasıl karşılık vereceği önemli. İnsanların beklentilerini ne derece tatmin edebileceğiniz önemli. Bir de tabii ki içeriğin ötesinde, metodlar, yöntemler önemli. Şu haliyle baktığımız zaman hâlâ Erdoğan’ı cepheden karşısına almış bir Ali Babacan yok. Erdoğan’ı cepheden karşısına almaması halinde inandırıcılığı zedelenecek. Ama Erdoğan’a düşmanmış gibi olması halinde de AK Parti tabanından belki istemediği tepkiler alacak. Bu da zor bir iş. Ama şu anda gördüğüm kadarıyla hâlâ Erdoğan’a karşı saygılı, çok dengeli, temkinli bir üslûp benimsemiş gözüküyorlar. Bu AKP tabanı nezdinde bir prim yapabilir. Ama bu hareket başarılı olmak istiyorsa, AK Parti tabanından olmayıp arayış içerisinde ama AK Parti’ye karşı olan kesimleri de, bu kesimlerin en azından bir kısmını da yanına çekmeyi becerebilmeli. Erdoğan karşısındaki utangaç tutumla, bu temkinli tutumla bunu ne derece başarabilecekleri çok ciddi bir soru işareti. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.
Henüz yorum yapılmamış.