Hayır, Coğrafya Kader Değildir
Follow @dusuncemektebi2
Diğer canlıların aksine insan doğaya mahkûm değildir: Ne iklim ne de coğrafya. Benzer coğrafya şartlarında yaşayan insanlar birbirlerini andıran tepkiler göstermiyorlar.
Ä°bn Haldun'a atfedilen "CoÄŸrafya kaderdir" tabirinde en veciz ifadesini bulan tarihî ve coÄŸrafî ÅŸartların toplumları biçimlendirme etkisi konusunda düÅŸünürlerin çoÄŸu hemfikir. Eski Yunan filozof ve felsefecilerinden Orta ÇaÄŸ düÅŸünürlerine, Yakın ÇaÄŸ'da yaÅŸamış Montesqieu'den günümüz düÅŸünürlerine dek hayli geniÅŸ perspektifte yankı bularak sosyal bilim ve disiplinlerin kuramlarını ÅŸekillendiren bu paradigmanın geçerlilik payı tartışılmaz da deÄŸil. Bu bakış açısını derinden sorgulayanlardan biri de felsefe-bilimin en yetkin isimlerinden Prof. Dr. Teoman Duralı. CoÄŸrafî, fizikî, siyasi ya da kültürel ÅŸartların neticeyi belirlediÄŸine dayanan bakış açılarının tersine o, devreye insan denilen "sınırsız bilinmeyenli denklem" girdiÄŸinde olayların sonuçlarının belirlenemeyeceÄŸini düÅŸünüyor. CoÄŸrafya ya da mekâna baÄŸlı somut ya da soyut durumların toplumları ne kadar ÅŸekillendirdiÄŸini Prof. Dr. Teoman Duralı ile konuÅŸtuk.
MeÅŸhur bir vecize var: "CoÄŸrafya kader mi?" Siyasi ve kültürel baÄŸlamın dışında salt coÄŸrafya ve doÄŸa ÅŸartları açısından baktığınızda siz bunu nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz?
Ä°nsan hiçbir ÅŸeyin mahkûmu deÄŸil, bu sebeple doÄŸanın da mahkûmu deÄŸildir diyebilirim. En olmadık bölgelerde, olumsuz iklim ÅŸartlarında bile insanlar varlıklarını sürdürebilirler. Darwin, seyahatinde uÄŸradığı Güney Amerika'nın en ucunda, "AteÅŸ Ülkesi"nin (Tierra Del Fuego) yerlilerini gördüÄŸü vakit çok hayret eder. Oranın soÄŸuÄŸunda, dehÅŸet verici bir iklimde insanların çıplak yaÅŸamaları ve buna raÄŸmen hayatta kalmış olmaları buna bir örnektir. Sonra Kuzey Kutbu bölgesinde Eskimoların yaÅŸadığı bölgelere geçtiÄŸimizde yine olumsuz iklim ÅŸartlarına uyum saÄŸlayan insanları görebiliyoruz.
DiÄŸer canlıların aksine insan doÄŸaya mahkûm deÄŸildir: Ne iklim ne de coÄŸrafya. Benzer coÄŸrafya ÅŸartlarında yaÅŸayan insanlar birbirlerini andıran tepkiler göstermiyorlar. Ä°ngilizler öteden beri adada yaÅŸarken, açık denizlere açılıyorlar fakat yine bir ada devleti olan Japonlar açık denizlere açılma ihtiyacı duymamışlardır. Japonlar kıyılarında balıkçılık yaparak hayatlarını sürdürmeyi tercih etmiÅŸlerdir. Yine çok uzun kıyılara sahip Çinliler de seyahatlere çıkmalarına raÄŸmen denizle çok büyük bir baÄŸlantı kurmamışlardır. Oysa Kuzey Batı Avrupa ülkeleri eskiden beri denizle haÅŸir neÅŸir olmuÅŸlar. Birçok örnek vardır denizle iliÅŸkisi kuvvetli olan: Yunanlılar, Fenikeliler… Öte yandan yeryüzünde kıyısı olan pek çok toplum çok olmasına raÄŸmen, hepsi aynı tepkiyi göstermemiÅŸler.
Denizlerde aynı durumda olmasına raÄŸmen farklılıklar öne çıkabiliyor. Peki, bozkıra baktığımızda da farklılıklar söz konusu mu?
Aslında bozkırlarda, kendi aralarında daha büyük benzerlikler var. Ä°klimden mi, coÄŸrafi ÅŸartlardan mı, tarih boyunca sıkı temasları olduÄŸundan mı kaynaklanıyor; açık bir biçimde belirtemiyoruz. Ä°ç Asya bölgesinde yaÅŸayan toplumların birbirleriyle benzeÅŸen yaÅŸama tepkileri olmuÅŸtur. Yeme içme alışkanlıkları gibi konularda benzeÅŸiyorlar. Hatta baÅŸka bir bozkırda mesela, Afrika bozkır toplumlarında, tarım toplumları benzer bir tavır gösterirler. Tarımın çok geliÅŸmiÅŸ olduÄŸu yörelerde; yeme içme ve ortaya konulan tavırlar açısından önemli benzerlikler var.
BaÅŸka toplumlar ile görece daha fazla iliÅŸki kurmalarından kaynaklanıyor olabilir mi? Mesela ada toplumları daha izole olduÄŸu için mi daha farklı yönelimleri olabiliyor?
Evet, bu olabilir. Ada toplulukları ille de uzun mesafelere seyahat etme tavrında olmamışlar. Ada toplumlarından bazılarının birkaç defa giriÅŸimi olmuÅŸ; çok uzun mesafelere yelken açmışlar ama orada çakılıp kalmışlar, bir daha hareket etmemiÅŸler. Aynı ÅŸey Ä°zlanda için de geçerli. Ataları Vikingler bir tarihte denizlerle çok iç içe yaÅŸamış, uzaklara gitmiÅŸler ama sonra bakıyorsunuz ki, uzun yol denizciliÄŸiyle iliÅŸkilerini kesmiÅŸler. Kıyılarda balık tutmakla yetinmiÅŸler. Mesela, Ä°ngiltere Norveç gibi yakın yörelere dahi gitmemiÅŸler. Artık geç bir tarihte teknik ilerledikçe bahsettiÄŸim bölgelere gitmiÅŸler. Ä°lk defa Kuzey Amerika'yı keÅŸfeden Vikingler olmasına raÄŸmen Ä°zlandalılar sonra bir daha Amerika'ya gitmemiÅŸler.
Genellikle Ä°bn Haldun'a atfedilen "CoÄŸrafya kaderdir" sözü birçok antik düÅŸünürde de karşımıza çıkmakta. Bu sözün birçok düÅŸünür tarafından söylenmesi ne anlama geliyor?
"CoÄŸrafya kaderdir" sözünü Aristoteles de, Heredot da söylüyor fakat bu ilk akla gelen fikir ve kolaycılıktır. Bozkır toplumlarına baktığımızda yüzeysel bir benzerlik görülüyor. Oysa derinlere inildiÄŸinde çok daha farklı ÅŸeyler görülebilir ama genellikle bu yapılmıyor. Yani coÄŸrafya kader deÄŸildir!
"CoÄŸrafya kader deÄŸildir" derken, coÄŸrafyanın hiç etkisi yoktur demek istemiyorsunuz deÄŸil mi?
Kesinlikle! Hiçbir etkisi yok deÄŸil tabii ki. 1994 yılında Viyana'da, öÄŸrencilerim ile Viyana'nın çevresindeki ormanları gezmeye gidiyorduk. Bir keresinde yanımızda Marksçı düÅŸünceye sahip birisi daha vardı. YürüyüÅŸümüzde yaÄŸmur baÅŸladı, "Hocam, buralarda medeniyetin bu kadar geliÅŸmesi ÅŸaşırtıcı deÄŸil. Tükürsen tükürük aÄŸacı bitecek, o derece verimli topraklar ve iklim mevcut" dedi. Ben de bunun Marksçı bir düÅŸünce olduÄŸunu söyledim ve bu tipik açıklamaların aslı esası olmadığını ekledim. Ä°tirazımın sebebini sorduÄŸunda ise ÅŸöyle açıkladım: Amerika ulusu aynı burası gibidir. Gerek iklim, gerek doÄŸa görünümü açısından çok benzer. Fakat Kızılderililer binlerce yıl avcı toplayıcı bir hayatı sürdürmüÅŸlerdir ve çadırlarda oturmuÅŸlardır; devlet kurmamışlardır ve medeniyet ortaya çıkmamıştır. Oysa burada (Batı'da) medeniyetin en üst seviyesine ulaÅŸmış insanlar. Dünyaya biçim veren bir tavır içindeler. Öne sürdüÄŸün iddiaya vereceÄŸim cevap ancak böyle olur. Bu dediÄŸime yönelik birçok örnek var. Yeni Zelanda'nın da birçok bölgesi burayı andırır. Mesela, Maoriler bu medeniyetin binde birini gerçekleÅŸtirememiÅŸtir. Sonuç olarak, iklimin elveriÅŸli ve coÄŸrafi ÅŸartların uyumlu olması belirli bir sonu yaratmaz. Ä°nsan faktörünü fizikle karıştırmamak gerekir. Fizik belirli nedenler, belirli sonuçları ortaya koyar. Ä°nsanların ve hatta canlıların genel olarak deÄŸiÅŸkenliklerini bilemeyebiliyoruz.
Tarımın oluÅŸmasına baÄŸlı olarak yerleÅŸik hayat ve devletleÅŸme sürecinin daha ziyade üç büyük bölgede (Mezopotamya, Çin'in doÄŸusu ve Ä°ndus Nehri) çok etkili olduÄŸunu görüyoruz. Bunların ortak özelliÄŸi sulak ve verimli araziler olması deÄŸil mi?
Tabii, mutlaka suya ve verimli araziye ihtiyaç var. Ä°ster kıyıda, ister bozkırda yaÅŸanılsın olmazsa olmazlar vardır. Irmak boylarında, çölde yaÅŸanılıyorsa vahalarda yer alınması gerekir. Arap ÅŸehirleri; Mekke, Medine gibi yerler... Belirli bir yere kadar coÄŸrafyanın bir etkisi var. Fakat her ÅŸeyi coÄŸrafyaya yüklememek gerekir.
TOPLUMU BÄ°ÇÄ°MLENDÄ°REN BAÅž ETMENLER
Toplumu belirleyip biçimleyen en baÅŸta gelen etkenler, tarihî ve coÄŸrafi ÅŸartlardır(…) Ä°nsan, hem canlı hem de kültür varlığı olarak geçmiÅŸin ürünüdür. Avami siyasi bir söze baÅŸvurursak, insan, hem doÄŸal, hem toplumsal kalıtımı bakımından 'gerici'dir. DoÄŸal kalıtımı cihetiyle anne-babası yoluyla en eski canlılara, çekirdeksiz hücrelere; baÅŸta dil gelmek üzre, kültür-toplum mirası vechesiyle ise, yaÅŸadığı günden çok öncelere geri gider. Ne var ki, aynı zamanda 'ilerici 'dir de. Zira her anne-babanın çocuÄŸu, ebeveynine birtakım iç -gen etik- ile dış -tip- özellikleri bakımından benzemekle birlikte farklıdır. Bu, kültür-toplum düzleminde de böyledir. Nesiller, birbirlerine bazı deÄŸerleri aktarırlar: Gelenekler. Ancak, her nesil, kendi deÄŸerler hazinesinde-:Görenekler -irili ufaklı deÄŸiÅŸiklikler yaparak birtakım kültür unsurlarını sonrakisine devreder. Sözünü ettiÄŸimiz deÄŸerler, insanın elinin altında ve çevresinde bulduÄŸu fizik, coÄŸrafya, topoÄŸrafya, iklim ile hava ÅŸartları ve hayvan ile bitki varlıkları çerçevesinde ve taÅŸ ile toprak cinsinden hammaddelerden yararlanılarak üretilirler. (Kaynak: Tarihin Dayanılmaz Ağırlığı)
MEDENÄ°YETLERÄ°N KESÄ°ÅžTİĞİ COÄžRAFYA: ORTA ASYA DÜZLÜKLERÄ°
Orta Asya'nın coÄŸrafî hudutlarını bir çırpıda tayîn etmek imkânsızdır(…) Bu daÄŸlarla, ormanlarla, çayırlarla ve bozkırlarla kaplı, sert iklimlerin hüküm sürdüÄŸü açık denizlerden uzak, pek geniÅŸ, zorlu, engebeli arazî, güneydoÄŸusundan güneyine, güneybatısı ile batısına doÄŸru uzanan Çin, Hint, kadîm Ä°ran (Pers) ile Roma-Bizans gibi tarihin kaydettiÄŸi en parlak medeniyetleriyle çevrelenmiÅŸ bir bölgedir. Buranın baÄŸrından sökün edip Avrasya anakarasının dörtbir yanına dal budak salmış olan sert, savaÅŸcı ruhlu kiÅŸilerin oluÅŸturduÄŸu göçebe, yarı-göçebe, bozkır toplumlar, bölgenin sınır kesimlerinde adı anılan medeniyetlerle süreklice etkileÅŸmiÅŸlerdir. Yine burası birçok konuda tarihe ilkleri yazdırmış bir bölgedir. Bunların başında, aÅŸağı yukarı M.Ö. Ä°kinci binden itibâren, atın binek hayvan olarak kullanılması gelir. Bunun yanında, ata binmeÄŸe uygun giyecek (to]), eyer, üzengi, mahmuz v.s. saymak gerek. Ata binilerek, yer deÄŸiÅŸtirme, yol alma hususunda devrim yaratılmıştır. Muazzam mesâfeler, o devirlere göre, nisbeten pek kısa sayılabilecek sürelerde katedilebilir olmuÅŸlardır(…) Ä°klim ile topoÄŸrafya ÅŸartları itibârıyla yeryüzünün en amansız yörelerinden biri olma özelliÄŸini gösteren Orta Asya'nın erkeÄŸi, hattâ kadını da, sert, inatçı, tavîzsiz mizâçlıdır. SavaÅŸmak irâdesi, ona ârız olmayıp onun cevheridir. Filhakîka, 1800lerin baÅŸlarında Malaya'da bir Ä°ngiliz memuru olup da insan tabiatını ilk elde iklimin tayîn ettiÄŸi kanâatını taşıyan John Turnbull Thomson, kanısını bize ÅŸöyle bir gözlem verisiyle temellendiriyor: "...Malaya'nın (Straits) mayıştırıcı, miskinleÅŸtirici, hûlyâlı havaları yerine, dostumuz Mekkavi, Altayların, adamı çelikleÅŸtiren berk ikliminde yetiÅŸseydi, (Hz) Ali'nin aman tanımaz mutaassıp takîpcisi ve tarafdarı olurdu."
Bahse konu olan, Türklerin "neviÅŸahıslarına münhasır" bir tavırdır. Ele geçirdikleri toprakları onlar, anayurtlarına eklenmiÅŸ tâlî, ikincil bir ülke olarak görmemiÅŸlerdir. O yöreye yerleÅŸip orasını yeni anayurtları diye kabul etmiÅŸlerdir; o kadar ki, geldikleri diyârı, yânî önceki, aslî anayurtlarını maÅŸerî hâfızalarından çoÄŸu kere silmiÅŸlerdir. Böylelikle uzun geçmiÅŸleri süresince defalarca yurt deÄŸiÅŸtiriÅŸler; bunun sonucunda da tarih boyunca farklı coÄŸrafyalarda birçok yeni Türkeli' ortaya çıkmıştır. Her yeni Türkeli'nde Türk milleti, öncekisinden farklı bir kültür belirlenimine tâbî olmuÅŸtur. Ne var ki kimi temel özelliklerini, köklü deÄŸiÅŸmelere raÄŸmen, her nasılsa, muhafaza etmiÅŸlerdir. Bu deÄŸiÅŸmez özelliklerin üçü, dil, devlet ÅŸeklinde teÅŸkilâtlanabilme ile ordu yürütme yetisidir.
Kaynak: Lacivert Dergi, Sayı: 59
Henüz yorum yapılmamış.