Ayanlarla eşkıyanın çatışması sadece efeliği değil Balkanlardaki haydut-haydamak taifesini de kendi meşruiyetini oluşturmaya itmiştir. Ayanlar arası çatışmalar, yerel Hristiyan cemaatlerini silahlanmaya sevk eder. Bu silahlı gruplar sonradan Fransız İhtilali döneminde asıl ayrılıkçı unsurların başını çekecektir.
Eşkıyalık bu açıdan sadece toplumsal yönüyle değerlendirilemez. Yukarıda da bahsedildiği gibi yöresel adalet anlayışından, örfi hukuktan etkilenir ve belli siyasi-ekonomik çıkarlar doğrultusunda örgütlenmesini legal düzeye de çıkarabilir. Eşkıyalığın şehir toplumuna yansıyan etkileri olmuştur. Osmanlı döneminde Matlı Mustafa örneğinde olduğu gibi eşkıyalıktan kabadayılığa geçerek şehirlerde faaliyet gösterenlerde olmuştur. Balkanlarda komitacıların artması, şehir de azınlık grubu kabadayıların türemelerine neden olmuş bu da yerli kabadayıların oluşumunu hızlandırmış, bunlar dönem dönem komitacılık da yapmıştır.
Eşkıyalığın Töreleri ve Teamülleri
Peki, bu eşkıyaların töreleri, amiyane tabirle raconları nelerdi? Yaşam tarzları nasıldı? Bununla ilgili kaynak olarak tanımlayabileceğimiz bir eser hazırlanmıştır. Refi Cevat Ulunay’ın Dağlar Kralı Balçıklı Ethem isminde bir kitabı vardır. Roman gibi bir dönemler Sakarya, İzmit ve Anadolu yakası havalisinde eşkıyalık yapan, “Dağlar Kralı” lakaplı Balçıklı Ethem’in hayat hikâyesini anlatmıştır. Bu kitap kaynak mesabesindedir, zira bu eşkıya daha hayattayken Refi Cevad kendisiyle konuşmuş yazdıklarını not etmiştir. Aynı durum Sayılı Fırtınalar için de söz konusudur. Çoğu kabadayıyı yaşlılığında görmüş onların anılarını, sözlerini not etmiştir. Gerçi Refi Cevat, gerek kabadayıları gerekse eşkıyaları romantik bir bakış açısıyla el alır, onları gezgin şövalye gibi görür ama çokça yüceltmez, bunların çekinmeden adam öldürebilmelerini, maceralı hayatlarını olduğu gibi anlatır. Reşad Ekrem Koçu’da da bu üslup vardır. Bu açıdan konularla ilgili temel kaynaklar bu yazarlarımızın eserleridir.
Eşkıyalar, kolcu ve jandarmadan çok kendilerine benzeyenlerden yani diğer eşkıyalardan çekinirlerdi. Onları çoğunun ya arkadaşlarından birinin kurşunuyla ya da başka bir çetenin saldırısıyla öldürüldüklerine dikkat çekilmektedir.
Öldürdüklerinin silahlarını almazlar, başkasının silahının kendilerine uğursuzluk getireceğine inanırlardı.
Başlarına gelen maceraları çoğunlukla anlatmazlardı. Yaptıkları baskınları, cinayetleri, sarılmadan kurtulmalarını ellerinden bir kaza çıkmış gibi anlatırlardı. Yani kendi maceralarını övünerek anlatmaları ayıp sayılıyordu.
Kendi aralarında bir tür mahkeme usulü vardı. Yapılacakları, idam edecekleri, cezalandıracakları kendi aralarında konuşulur, öyle karara bağlanırdı.
Bir yerde konakladıklarında çevreye gözcüler bırakırlardı. Gözcüsüz, tedbirsiz konaklayan eşkıya ya çok toy ve deneyimsiz sayılırdı, ya da kendine aşırı güvenen biri olduğuna yorulurdu.
Karşı karşıya kaldıkları çete veya kolcunun etnik özelliklerine ve bağlantılarına dikkat ederlerdi. Mesela Laz, Arnavut, Çerkes gibi kabile toplumundan gelen insanların bağlantılarına, kan davası gütmeleri gibi özelliklere, nişancılık ve savaşçılık gibi özelliklerine dikkat ederler, düşman seçerken buna göre davranırlardı. Mesela bu hususta romanda Balçıklı Ethem bir çeteyi kıstırdığında adamların silahlarını tamamen bırakmalarını emreder. Sonra da diğerlerine dönerek: “Ben Lazları bilirim, bir tabanca ile alayımızı haklarlar.” diye uyarır. Benzeri durum tarihte bahsi geçen efelerden olan Alabardalı Kabakçı Salih Efe’nin hikâyesinde de vardır. Savaş yıllarında Çerkes asıllı bir çeteyle vuruşmuş, bunun kan davasını güden bir Çerkes yüzbaşıda onu birkaç yıl sonra bir pusuya düşürerek öldürmüştür
Aynı Zamanda Kurtuluş Savaşı Kahramanı Olan Yörük Ali Efe ve Çetesi
Kendileri ve tasarıları hakkında ağızlarından laf kaçırmamaya dikkat ederlerdi. Bunu Balçıklı Ethem şöyle ifade etmektedir: “Bu yolda bulunanlar karda gezerler, izini belli etmezler. Bizim yolumuz da bulunanların başlarına ne gelirse dilleri belasından gelir.” (Bu taife tarafından eşkıyalık “yol” ismiyle adlandırılır. “Bu yola girdik” şeklinde anlatılarına başlarlar. Elini eteğini çekmiş ihtiyar eşkıyalar, kendilerine özenen birini gördüklerinde “Bizim yolumuz yol değildi” diyerek uyarırlar. Yol tabiri Ege’de yörükler arasında da “yola getirmek” deyimi efelerin “yola getirdik sonra dağa çıktık” şeklinde kullanmasıyla göze çarpar.)
Silahlarını boşa atmaz, mermiye kıymet biçerler.
Eşkıyalığın kendi aralarında bir rütbe sistemi vardır. En başta çete lideri bulunur. Onun altında sağ kolu veya baş kurmayı bulunur. Kurmayların sayısı birkaç tanedir, onların da altında kızanlar vardır. Kızanların da altında acemiler bulunur. Acemilere erzak ve cephane taşıtırlar, silah vermezler. Kendi tabiriyle “Müsademeye (çatışmaya) girilince ilk önce kertenkele gibi kayalara yapışıp mermilerden saklanmasını öğrenirler. Mermi vızıltısına alışıp kayalara yapışmayı öğrenene tüfek verirler. Tek atışlık hakkı vardır. O atışta başarılı oldumu kızanlardan sayılır. Tabi bu efeler felan eski dönem çetelerinde varmış. Bizim zamanımızda kaçaklar vardı, çatışmaya girmezler, bu kadar da kalabalık gezemezlerdi.” Hatta “Deve gibi ayağa kalkmak” deyişini acemilik olarak görüp çatışmada bu şekilde vurulanları alaya alırlardı.
İstihbarata önem verirler, iki tür adam beslerlerdi. Birinci türü her köyde bulunur, köye inen kervan, kolcu ve yörenin derebeyi, ağası hakkında bilgi verirdi. İkinci tür adamı ise duruma göre devşirirlerdi. Bu adam yardımıyla hasım oldukları çete ya da ağanın adam sayılarını, faaliyet bölgelerini, bağlantılarını araştırırlardı. Bu ikinci tür casus günü gününe haber getirir. Bilgileri olmadan hasım çeteyle vuruşmaya girmezlerdi.“Korku dağları bekler” sözüne inanırlar, rehber ve öncü çıkarmaya önem verirlerdi.
Ölüm fikrine kendilerini alıştırmışlardı. Vurulma tehlikesiyle birçok defa yüz yüze geldiklerinden tuhaf bir alışma hali içerisindeydiler. Su testisinin su yolunda kırılacağına inanırlar ve en zorlu eşkıyaların bile rahat döşeklerinde ölemediklerini sürekli kendilerine hatırlatırlardı. Çatışma başlayana kadar süren gerginlik halinin vuruşmada ortadan kalktığına inanırlardı.
Müsademe sırasında çoklukla etrafları kuşatılırdı. Buna “sargı” derler, sargı sırasında vuruşurlarken karşı tarafa küfrederlerdi. Bu düşmanı kızdırarak ölçüsüz hareket etmelerini ve yanlış yapmalarını sağlamak içindi. Küfrü yiyen adam deneyimliyse bunu bilir ve ses etmezdi. Acemi olan kafasını çıkarıp küfrü bastığı anda kendi tabirleriyle kurşunlara hedef olurdu.
Kendilerine özenilmesinden haz duymazlardı. Balçıklı Ethem’in ağzından aktarıldığına göre: “Size baba nasihati! Dedi. Bizi böyle görüp, ah ben de Ethem Ağa gibi olsam diye heveslenmeyin. Biz bir kere bu yola döküldük. Ya karnı, ya sırtı.”
Eşkıya arasında verdikleri sözü tutmak şeref meselesi olup, sözünden dönene iyi gözle bakmazlardı.
Başına gelenleri kaderden sayarlardı. Kendini normal bir insandan farklı görmezler, bu nedenle erkeklik, verilen sözü tutmak, halkın ırzına, namusuna göz dikmemek gibi inanışlara sadık kalırlardı. Hülasa kendi aralarında eşkıyalığı bir meslek olarak görüp, sermayesi adam öldürmektir derlerdi. Eşkıyanın namuslu olması eşkıyalar için hayat meselesiydi. O sayede çevreden destek görürlerdi. Cana, mala, ırza kasteden türünü köylü arasında barındırmazlardı. Bununla ilgili bir örneği Ulunay vermektedir. Ankara civarında Yırtma Mehmet isimli bir eşkıya köylü kadınlara sarkınca, kadınlardan birisi kaptığı baltasıyla eşkıyayı tepelediklerinden bahseder.
Eşkıya kısmı kendilerini takip eden kolcu veya zaptiyenin çarpışmalardaki yeteneklerini ve cesaretlerini öğrenmek isterdi. Genç zabitlerden çekinmez ama yaşı geçkin ve tecrübeli çavuşlardan çekinirlerdi. Çatışmalarda küfürleşmeleri, birbirleriyle vuruşmaları bunlar arasında husumet yaratırdı. Eğer sargıdan kurtulursa, toy ve deneyimsiz birini sadece yaralar, gafil avlasa da öldürmezlerdi.
Eşkıyalar takip müfrezelerinden çok, çete içerisine dedikodu, şüphe, anlaşmazlık girmelerinden çekinirlerdi. Aralarına bir kez bir husumet girdi mi günden güne büyüyen şüpheleri aralarında çatışmaya neden olurdu. Her sorunu öldürerek hallettiklerinden dolayı bu tip çeteler kurt oyununa çıkmış kurt sürüsüne benzerlerdi. Ölüm korkusu nedeniyle uykusuzluk ve daimi tetikte olma hali sinirlerini gerer, çarpışmaya girdiklerinde yanındakinin kurşunuyla ölme ihtimalini düşünmeye başlarlardı.
Son eşkıya 1970’lerin sonunda Muğla’da dağa çıkan “Muğla canavarı” lakaplı Eşref Atan
Mevsim zorluklarına, yorgunluğa ve bundan şikâyet edilmesine tahammül göstermezlerdi. Ağır bir hastalık geçirmedikleri sürece ellerinden silahlarını bırakmazlar, dağ bayır dolaşmayı sürdürürlerdi. Ölüm düşüncesi nedeniyle rahat yatakta dinlenmeyi göze alamazlardı. Ömür boyu böyle yaşayabilirlerdi, ancak affedileceği, af çıkacağı kesinleşirse silah bırakırdı. Ama bu barış kısa sürer, normal hayata alışamaz ve yeniden dağlara dönerlerdi. Çakırcalı’nın bile hayatı incelendiğinde bu görülür, birkaç affa rağmen yeniden dağa çıkmıştır.
Sargılarda kurtulmaları genelde en zayıf gördükleri cepheye yüklenerek buradan sıyrılmak şeklinde olurdu. Böyle durumlarda boşa mermi yakmaz araziden istifade ederek sırra kadem basarlar, sis gibi mevsimsel unsurları sıklıkla lehlerine kullanırlardı.
Kendi adamları dâhil diğer insanlara karşı daimi bir güvensizlik içerisinde olup insan için “iki ayaklı kurt” tabiri kullanırlardı. Zeybeklerin kabul töreninde ettikleri yeminde “-İnsana bel bağlanır mı? –Bağlanırsa ağlanır!” şeklinde geçmektedir bu düşünce.
Eşkıyaların en temel kanunu ırza mala göz dikmemek ise ikinci kanunu düşmüşe, âcize el uzatmak yani yardım etmekti. Adi suçlar işleyenler haricinde bu şekilde davrananlar toplumsal hafızada kabul görmüş, türkülerde bahsi geçen kişiler olmuşlardır. Bu nedenle genelde fakir fukaraya çeyiz armağan edip evlendirmeleri, düğün kurdurmaları söz konusudur.
Eşkıyalar yaptıkları baskın ya da tahribattan sonra etkileri hafifleyinceye kadar ortalıktan çekilirler.
Sonuç
Eşkıyalık artık son dönemlerde tarihe karıştı. Ancak Somali gibi bazı bölgelerde korsanlık şeklinde devam ediyor. Ulaşım sistemlerinin gelişmesi eşkıyalığın dağ saltanatını yıkmıştır. Son eşkıya 1970’lerin sonunda Muğla’da dağa çıkan “Muğla canavarı” lakaplı “Eşref Atan” oldu. Ege’de dağa çıkan son eşkıya da o oldu. Ne zeybekti ne de adına türkü yakıldı. Öldüğü gün gazetelerde “Ege’de dağa çıkan ama adına türkü yakılmayan son eşkıya yatağında öldü” mealinde haberler çıktı 2006 yazında. 1970’lerden sonra kabadayılık nasıl tarihe karıştıysa, eşkıyalıkta tarihe karışmıştı.
Müellifi: Mehmet Berk Yaltırık
Henüz yorum yapılmamış.