Özel / Analiz Haber
İbrahim Kalın - Bir kahraman yaratmak: Ahmet Mithat Efendi’nin Felatun Bey ile Rakım Efendi’si
Follow @dusuncemektebi2
Modern Türk Edebiyatı’nın ilk romanı kabul edilen Ahmet Mithat Efendi’nin Felatun Bey ile Rakım Efendi’si, 19. yüzyıl Türk toplumuna ışık tutan eğlenceli metinlerden biridir. Romandaki ne Osmanlı, ne de bir ‘alafranga’ olabilmiş, iki cami arasında bînamaz Felatun Bey ile dürüst, çalışkan, güvenilir, sevecen; kısacası tam bir ‘alaturka’ kişiliğe sahip Rakım Efendi arasındaki büyük tezat, Ahmet Mithat’ın dönemin alafranga hastalarına yönelik en köklü eleştirisidir.
MODERN Türk Edebiyatı’nın ilk romanı kabul edilen Ahmet Mithat Efendi’nin Felatun Bey ile Rakım Efendi’si, 19. yüzyıl Türk toplumuna ışık tutan eÄŸlenceli metinlerden biri. Ciddi bir edebiyat tenkidine tâbi tutulduÄŸunda, Ahmet Mithat’ın eserinin iyi bir roman olduÄŸunu söylemek zor. Romanın kurgusunda ve dilinde, bir ilk olmanın zorunlu kıldığı bütün kusurları görmek mümkün. ÖrneÄŸin Ahmet Mithat, romanın iki kahramanı arasında bir türlü denge kuramaz. Felatun Bey’i zaman zaman unutur ve sayfalarca Rakım Efendi’yi anlatır. Yaptığı karakter tahlilleri, tasvirler ve diyaloglar Türkçe’nin dil derinliÄŸini yansıtmaktan uzaktır. Olayların ya çok yavaÅŸ ya da çok hızlı geliÅŸtiÄŸi roman, bizi bir yerlerimizden yakalayıp hitamına kadar sürüklemez.
Bütün edebî kusurlara raÄŸmen Ahmet Mithat Efendi, bir dönemin, hem de zorlu bir dönemin fotoÄŸrafını çekmeye çalışan bir eser ortaya koyar. Ä°lber Ortaylı’nın “imparatorluÄŸun en uzun yüzyılı” dediÄŸi bu dönem, tek bir akım ya da kavrama indirgenemeyecek kadar karmaşık ve renklidir. Bu yüzden Ahmet Mithat’ınkiler dahil, o döneme ait bütün tahlil ve deÄŸerlendirmeleri ihtiyatla karşılamak gerekir. Ortaya bir resim çıkacaksa bu, farklı fırça darbelerinin zenginleÅŸtirdiÄŸi ve derinleÅŸtirdiÄŸi bir çalışma olmalıdır. Aksi halde indirgemeci ve lineer bir tarih anlayışıyla, tarihi ilerleme ya da gerileme arasında gidip gelen tek yönlü bir süreç olarak okuma tuzağına düÅŸebiliriz.
Ä°ki Ä°nsan, Dünya
Bu ihtiyatÄ°ki kaydını akılda tutarak, Ahmet Mithat Efendi’nin 19. yüzyıl Ä°stanbul’unu nasıl kurguladığına yakından bakalım. Romana adını veren Felatun Bey ile Rakım Efendi, Osmanlı’nın son dönemindeki iki farklı tipi temsil eder. Felatun Bey, büyük bir servet tevarüs etmiÅŸ, alafranga/sosyete bir hayat yaÅŸamak isteyen ve bu sebepten hep kendini küçük düÅŸüren biridir; çoÄŸunluÄŸunu gayrimüslimlerin oluÅŸturduÄŸu Ä°stanbul sosyetesiyle oturup kalkmaktan baÅŸka bir iÅŸ yapmaya fırsat bulamaz. Onun romanın sonunda tükenen mirası, aynı zamanda ne kendisi (yani bir Osmanlı) ne de bir ‘alafranga’ olabilmiÅŸ, iki cami arasında bînamaz Felatun Bey’in de tükeniÅŸini anlatır.
Felatun Bey’in karşısında, tam bir Osmanlı çocuÄŸu olan Rakım Efendi’yi buluruz. Rakım Efendi, dürüst, çalışkan, güvenilir, sevecen; kısacası tam bir ‘alaturka’ kiÅŸiliÄŸe sahiptir. Hem “serbest yaÅŸar, hem de namuslu”. Felatun Bey kadınların gece gündüz peÅŸinde koÅŸtuÄŸu halde yüzüne bakacak kimse bulamazken, Rakım Efendi kadın-erkek herkesle iyi geçinir. Daha doÄŸrusu kadınlar ona ilgi duymaktan kendilerini alamazlar.
Rakım Efendi’nin mütevazı bir ÅŸekilde baÅŸladığı mütercimlik, ona kısa sürede hayatını rahatlatacak bir servet kazandırır. Hiç kimsede gözü-gönlü olmadığı halde, bir gün çarşıda bir Çerkez kızı görür ve onu cariye olarak satın alır. Bu arada Rakım, Ä°stanbul’a Ä°ngiltere’den göç etmiÅŸ varlıklı bir Ä°ngiliz ailesinin iki kızına Türkçe öÄŸretmeye baÅŸlamıştır. Edepli davranışları ve Osmanlı kültürü hakkındaki engin bilgisiyle, kısa sürede Ä°ngiliz ailenin gözdesi haline gelir. Rakım kızlara, Türkçe’nin dışında Hafız Divanı’ndan Osmanlı adabına kadar pek çok ÅŸey öÄŸretir. Bir zaman sonra kızlardan birisi Rakım’a aşık olur; hasta düÅŸer. Doktor tek çarenin Rakım’ın bu kızla evlenmesi olduÄŸunu, aksi halde kızın öleceÄŸini söyler. Fakat bu sırada o, cariye olarak aldığı Canan’a aşık olmuÅŸ ve onu kendine eÅŸ edinmiÅŸtir. Büyük bir asalet örneÄŸi göstererek, Ä°ngiliz babanın bütün ricasına ve servetinin yarısını ona vereceÄŸini söylemesine raÄŸmen, Canan’a olan aÅŸkına ihanet etmez.
Bu arada “gâvurca ismi Platon olan” Felatun Bey de, Ä°ngiliz aileyle ahbaplık etmektedir. Rakım’ın onların nazarında sahip olduÄŸu itibar ve saygıyı kıskanır ama bu konuda bir ÅŸey yapamaz. Kendine itibar kazandırmak için bir-iki ÅŸey dener; fakat her defasında küçük düÅŸer. Ailenin aÅŸçısıyla iliÅŸkisi ortaya çıkınca, konaktan men edilir. Bir türlü huzur ve mutluluk bulamayan Felatun, servetini, kendisiyle metres hayatı yaÅŸadığı bir Fransız kadına kaptırır. Üstelik kumar alışkanlığı yüzünden bir sürü borca girer. Sonunda Cezayir’de bir ÅŸehre kaymakam olarak atanır.
Felatun Bey ile Rakım Efendi arasındaki bu büyük tezat, Ahmet Mithat’ın dönemin alafranga hastalarına yönelik en köklü eleÅŸtirisidir. Alafranga her ÅŸeyin iyi ve güzel, alaturka her ÅŸeyin geri ve köhne olduÄŸunu düÅŸünenlere karşı yazarımız, aslında iÅŸin hiç de öyle olmadığını söylemek ister. Romanda Türk ve Müslüman olmayan karakterler, bu durumu her seferinde dile getirir. ÖrneÄŸin Yozenifo adlı Fransız piyano hocası, Avrupalıların mutluluÄŸun ne demek olduÄŸunu bilmediklerini, Türklerin ise her ÅŸeyi yerli yerinde yaptığını söyler. Rakım’ın Türkçe okuttuÄŸu Ä°ngiliz kızları Osmanlı-Ä°slam kültürüne o kadar vâbeste olurlar ki, anne ve babası onların Müslüman olacağından korkar. Ama bir taraftan da bu durumdan gizli bir haz duyarlar. Çünkü onların gözünde de “yüksek kültür” diye bir ÅŸey varsa bu, Osmanlı kültürüdür.
Kötü Avrupalılar, Budala Türkler
Ahmet Mithat Efendi’nin bu “hakikati gâvurun aÄŸzından söyletme” stratejisi, kitap boyunca tekrar edilir. Hatta bir yerde Yozefino, Avrupa’nın kötü insanlarının iyilerinden çok olduÄŸunu; buna karşılık Felatun Bey’e atıfta bulunarak bazı Türklerin de ‘budala’ olduklarını söyler. Avrupa’nın her ÅŸeyiyle kötü olduÄŸu ortadayken Türklerin bunu görmeyip onların oyununa gelmesi, tam bir talihsizliktir.
Bu temayı iÅŸlerken Ahmet Mithat, alışageldiÄŸimiz bir düÅŸünce kalıbının dışına çıkar. Ona göre “Avrupa’nın maddî medeniyeti-Ä°slam dünyasının manevî deÄŸerleri” ikilemi, aslında pek de ciddiye alınacak bir ÅŸey deÄŸildir. Çünkü romanda anlatıldığı kadarıyla ‘müstaÄŸrip’ insan tipini temsil eden Felatun Bey’in kaybettiÄŸi tek ÅŸey kimliÄŸi deÄŸildir. O aynı zamanda servetini de yitirir. Buna karşılık Osmanlı’nın deÄŸerler sistemine baÄŸlı kalan Rakım Efendi, romanın sonunda hem mânen hem de maddeten kazanan taraf olur. Rakım Efendi Batılı rasyonellik ölçülerini hiçe sayan davranışlarıyla hem büyük bir zenginlik elde eder, hem de mutluluÄŸa ulaşır.
Ahmet Mithat bu tasvirleri yaparken, Rakım Efendi’nin ÅŸahsında Ä°slam dinine önemli bir yer verir. Romanın Ä°ngiliz kahramanları, Ä°slam’ın iftihar edilecek bir din olduÄŸunu, aslî deÄŸerlerinin Hıristiyanlıktan farklı olmadığını, Hz. Ä°sa’nın ve Hz. Meryem’in Ä°slam’da çok önemli bir yeri bulunduÄŸunu söylerler. Ahmet Mithat, bazen açıkça, bazen telmihler yoluyla Ä°slam’ın deÄŸerlerinin Avrupa’nın kültüründen daha yüksek olduÄŸunu anlatır.
Yazarımız ait olduÄŸu geleneÄŸin saÄŸlam temellerinden o kadar emindir ki, Canan’ın bir ‘esir’ kızı olmasını dahi savunur. Ona göre Osmanlı’daki esirlik geleneÄŸiyle Amerika’da Afrikalıların köle olarak kullanılması arasında bir mukayese yapmak mümkün deÄŸildir. Hatta Ä°ngiliz kızları, Rakım Efendi’nin evinde bir hanımefendi muamelesi gören Canan’ı o kadar kıskanırlar ki, “esirlik buysa, biz de esir olalım!” diye latife yaparlar.
Bir Kahraman Yaratmak
Ahmet Mithat’ın yaÅŸadığı kriz döneminde bir kahraman yaratma arzusunda olduÄŸunu görmek zor deÄŸil. Bir tarafta Avrupa’nın tahakküm arzusu, öte tarafta Türklerin Avrupa kültürü karşısındaki sarhoÅŸluÄŸu, yeni bir insan tipinin inÅŸasını zorunlu kılar. Rakım Efendi, iÅŸte bu “inÅŸa edilmiÅŸ” kiÅŸidir. Åžimdi bugüne gelip kendimize ÅŸu soruyu soralım: Türkiye’nin bugün inÅŸa ettiÄŸi kahraman kimdir? Daha doÄŸrusu böyle bir kahramanı var mı? Soruyu biraz daha deÄŸiÅŸtirelim: Bugün Türkiye’nin bir kahramana ihtiyacı var mı? EÄŸer varsa, Türkiye’nin bugünkü zihinsel ve ahlakî dokusu böyle bir kahraman tasavvur etmeye elveriÅŸli mi? EÄŸer yoksa, tarihten devÅŸirip durduÄŸumuz kahramanları ne yapacağız?
Tarihini bir kahramanlar geçidi olarak okuyan bir milletin bu sorulara, bugün içinde bulunduÄŸu ÅŸartlara bakarak cevap vermesi kolay deÄŸil. Ben kendi adıma Türkiye’nin bir deÄŸil, pek çok kahramana ihtiyacı olduÄŸunu düÅŸünüyorum. Ahlakî rotamızı hatırlatacak, aklı ile kalbini birleÅŸtirmiÅŸ, bize “nereye gidiyorsunuz?” diye soracak ve sordurtacak kahramanlar...
Fakat benim düÅŸündüÄŸüm, hem hamasetten hem de sahtelikten uzak bir kahraman. Onların mitolojik özellikleri, insan-üstü güçleri yok. O yüzden onları tarih kitaplarının tozlu sayfalarında aramıyorum. Benim kahramanlarım, tıpkı tarihimizdeki selefleri gibi, hayatın “küçük alanları”nı fetheden, onlara mânâ ve derinlik kazandıran; kandırılıp ‘enayi’ yerine konma pahasına nezaketten, dürüstlükten, tokgözlülükten, asaletten ödün vermeyen kiÅŸiler. Yürekleri bir kuÅŸ gibi hafif ve engin, aÄŸlamaktan korkmayan insanlar. Bunlar, insanların elinden ve dilinden emin olduÄŸu kahramanlar…
Bu kahramanlar bin bir kimlikte çıkarlar karşımıza. Bazen, torunlarının hasretinden ağıt yakıp onların selameti için sadaka veren yaÅŸlı nenedir. Bazen yolunu kaybetmiÅŸ bir amcaya yardım eden liseli gençtir. Bir bakarsınız, saÄŸ elinin verdiÄŸini sol elinin bilmediÄŸi iÅŸadamıdır. Cemaatini her gün ter ü taze bir neÅŸveyle selamlayan imamdır. Hastasını önce tebessümüyle, sonra ilacıyla tedavi eden doktordur. Gazap ve nefret duygularının ayyuka çıktığı yerde, kendisine ve baÅŸkalarına sabrı, metaneti, alçakgönüllülüÄŸü, ruh inceliÄŸini tavsiye eden kiÅŸidir. O, etrafındaki çirkinliklerin ruhundaki güzellik özlemini inadına artırdığı kiÅŸidir.
Dikkat edin: Bu kahramanlar, size zannettiğinizden daha yakın olabilir!
Henüz yorum yapılmamış.