Sosyal Medya

Alev Alatlı: Köpek olsalar, bir ekmek doğrayanları, hiç olmadı

İsrail’de, Singapur’da, Erzurum’da, ya da Roma’da süründürülen “Nataşa”lar, erkeklerin vazgeçilmez hazlarının tanıkları. Bunca nefret, ne pahasına olursa olsun susturulmaları ondan olmalı. “Köpek” olsalar, bir ekmek doğrayanları, hiç olmadı, bir “Pako”ları olurdu.



‘Oksana, oldum olası güzelliğinin kendisini yoksulluktan bir biçimde kurtarabileceğini varsayan bir çocuktu.” diye anlattı, annesi, “Duvar yıkıldıktan sonra Ukrayna’da köylerde hayat şartları çok ağırlaştı. Kasabalar zaten ölüyorlardı, insanlar, yaşayabilmek için bulabildikleri her şeye saldırdılar. Aileler dağıldı. Demokrasi gençlere özgürlük getirdi ama iş getirmedi. Olan işler de erkeklere gitti. Kızlar, ‘Pretty Woman’ gibi Batı filmlerini izleyip, kendilerini yoksulluktan kurtaracak zengin adamların peşine düştüler. Oksana, altı ay kadar önce, küçük tirajlı bir gazetede Hayfa’da bir gece kulübünün dansçı aradığı şeklinde bir ilân görmüş. Ukrayna’da bir şey olacağı yok. İsrail, zengin. Kız, yirmi bir yaşında. Bir gece, bize haber vermeden çıktı, gitti. Bir hafta sonra Hayfa’dan telefon etti, işe başladığını bildirdi. Mutlu görünüyordu. Her şeyin iyi gittiğini söyledi. Bir daha da haber alamadık. Aradan haftalar geçti, neden sonra öğrendik ki, Oksana genelevdedir. Kulübün sahibi, bunu ve öteki kızı, Olga’yı, almış, bir geneleve götürmüş. Gözlerinin önünde ikisinin de pasaportlarını yakmış. ‘Siz benim mallarımsınız,’ demiş, dokuz bin dolar borç çıkartmış. ‘Borcunuzu ödeyinceye kadar ben nerede istersem orada çalışacaksınız. Kaçmaya kalkarsanız, polis sizi yakalar. İbranice bilmiyorsunuz, pasaportunuz yok. Sizi sınır dışı ederler ama biz sizi yine bulur, geri getiririz.” İsrail’de fuhuş yasak değil, köleliği yasaklayan yasaları bile yok ama genelev işletmek yasak. Oysa, çeyrek milyon konuk işçileri var. Bunların çoğu bekar ya da karılarından uzak. Talep büyük. Son üç yılda İsrail, Oksana gibi bin beş yüz Ukraynalı ve Rus kadını sınırdışı etti.
“Kızım gibi on binlerce kadın var.” diye sürdürdü, Bayan Pritulak: “İstanbul’da da var. Geçen yıl İstanbul’da, fahişelik yapmayı reddeden iki Ukraynalı kadını balkondan aşağı atıp öldürdüler. Odada bulunan altı Rus da seyretti. Yine geçen ekimde, Sırbistan’da, bedenini satmayı reddeden Ukraynalı bir kadının herkesin önünde başını kestiler. Konuşanı ölümle tehdit ettikleri için, tanıklar susuyorlar. Kimse konuşmuyor. Oksana’yı öldüresiye dövmüşler, ırzına geçmişler. Tam üç ay, vizitesi on beş sentten çalıştırmışlar. Sonra bir gün polis çalıştırıldığı genelevi basmış, kızları toplamış, Neve Tirtsa kadınlar hapishanesine tıkmış. Birkaç gün sonra Olga’yı salmışlar, o geldi, bize Kişnu’dan telefon etti ama Oksana’dan haber yok. Belki de ölmüştür.”
 
Uluslararası kadın pazarı, yeni bir oluşum değil. Eskiden bu pazarın başlıca malları, Nijeryalı ve Asyalı kadınlardı. Çöken Slav ekonomilerinin yarattığı umutsuzluk, uzmanların ‘komünizmin yıkılışından bu yana oluşan en kârlı işkolu’ olduğunu saptadıkları fuhuş sektörünü yarattı. Fuhuş sektörünün yıllık cirosunun 7 milyar dolar civarında olduğu tahmin ediliyor. Sadece İsrail’de değil, dünyanın her ülkesinde seks köleliği küresel ekonominin en hızlı gelişen sektörü. Satıcılar, polisler, yardım kuruluşları, hepsi aynı şeyi söylüyor: Bugün artık sektörün en revaçtaki malları Ukrayna ve Rus kadınları.
 
Ukrayna İçişleri Bakanlığı’na göre, son on yıl içinde yurtdışına çıkan otuz yaşının altındaki kadın sayısı dört yüz binden fazla. Moskova’daki Tayland sefaretine günde binden fazla vize başvurusu yapılıyor. Kaçak oldukları için sayıları tam belli değil ama Birleşmiş Milletler toplam dört milyon civarında olduklarını söylüyor. Batı Avrupa’nın “yıllık talebi”nin yaklaşık beş yüz bin kadın olduğu hesaplanıyor.
 
Moskova ve Kiev, doğuda Japonya ve Tayland, batıda Adriyatik Denizi ve ötesini kapsayan şebekenin iki merkezi. Yolların kontrolü Liyubertsi çetesinde, güvenliği, lojistik desteği, uluslararası genelev sahipleriyle bağlantıları onlar sağlıyorlar.
 
Rusya Federasyonu’nun ulusal güvenliği de tehlikede, çünkü bir yandan doğum oranı negatife döndü, nüfus azalıyor, diğer yandan da fuhuş mafyası, hamile kadınları tanesi 15.000 bin dolardan, Amerika’ya pazarlıyor. Special Delivery (“Özel Ulak”) isimli bir ajansın, sadece geçen yıl dokuz kadın götürdüğü biliniyor. Öte yandan, Amerikan İçişleri Bakanlığı, State Department, Rusya gibi ülkelerde fuhuş sektörünün kadınlara “cazip” gelmesinin nedenini, “ekonomik özgürlük ve erkek egemenliğinden kurtulma istemi” olarak açıklıyor. Ağustos, 2000’de bir politika geliştirme forumu topluyor. Forum, fuhuşun yasalaştırılmasını ve fahişeliğin “seks işçiliği” olarak yeniden tanımlanmasını öneriyor.
 
Böylece, ahlâkî yargılar, kamu alanı dışına sürülürlerken, serbest piyasa ekonomisi ilkeleri doğrultusunda, “seks işçilerine oluşan talep uyarınca serbest dolaşım hakkı tanınması mümkün olurken, göçmenlik yasalarının hizmetin ülkeler arası dolaşımını kolaylaştıracak şekilde yeniden düzenlenmesi gündeme gelebilecektir.”
 
Saratova, St. Petersburg ve Kaliningrad oblast valilerinin fuhuşu yasallaştırma önerilerinin altında Amerikan State Department’ın tavsiyeleri yatıyormuş. Saratova Valisi Dimitri Ayatskov’un yasallaştırılmadan beklediği vergi geliri, dört yüz bin dolar.
 
“The Angel Coalition” Doğu Avrupa ve eski Sovyetler Birliği ülkelerinde kadın ticaretini önlemek üzere örgütlediği bir yarı resmi kuruluş, “Fuhuşun yasallaştırılması bu ülkeyi mahveder!” diye haykırıyor: “Rus kadınları yeterince sömürüldüler. Dünyanın fahişeleri olmayı hak etmiyorlar!”
 
“Hayatımı elimden alan adamın cezalandırılacağına inanmıyorum.” derken, güzelim yeşil gözlerinden yaşlar fışkırıyor Oksana’nın: “Benim suçum aptal olmak. Ben, aptal bir köylü kızım. Ama kadın alım satımı diye bir sektör olabilir mi? Gerçekten mi?” Neve Tirtsa kadınlar hapishanesinin çamurlu avlusunda volta atan kadınları gösteriyor: “Bazen burada oturur başıma gelenleri düşünür, gene de inanamam. Ama görüyorsunuz işte benim gibi binlercesi var.”
 
Rusların bir iblis tanımlamaları var: “Podlenk.” Bir yandan müthiş bir haz veren, diğer yandan mide bulandıran, iğrenç bir şeytan. Öylesine vıcık vıcıktır ki, hiçbir kuvvet onu elinizle ezmeye zorlayamaz sizi! Sopayla öldürmeye kalksanız, bu defa da kötülüğü elektrik akımı gibi sopadan geçer, gelir sizin bedeninize yerleşir.
 
İsrail’de, Singapur’da, Erzurum’da, ya da Roma’da süründürülen “Nataşa”lar, erkeklerin vazgeçilmez hazlarının tanıkları. Bunca nefret, ne pahasına olursa olsun susturulmaları ondan olmalı. “Köpek” olsalar, bir ekmek doğrayanları, hiç olmadı, bir “Pako”ları olurdu.
 
Bir sıfat olarak kullandığımız “laik,” bundan türettiğimiz isim olan “laiklik” kelimelerinin Türkiye’nin başına tam bir çorap ördüğünü düşünmeden edemiyorum! “Metropol mit”i derler, insanların topluca yaşadıkları yerlerde hızla yayılan asılsız korku hikâyeleri vardır.
 
 
 
 
Ne gibi? Meselâ, Kazlıçeşme tabakhanelerinin kaldırılması halinde şehri dev sıçanların saracağı gibi. “Laiklik”e ilişkin söylemler de bunlara döndü. Türkçe’yi kurda kuşa salar mıyız? Oh, olsun bize! Şu kavgaların başından beri meselenin adını Türkçe koysaydık, kavganın ortasında durup kendi halimize kendimiz gülerdik! Yıllardır, birbirimizin lâfından anlamayan, “afazik”(1) bir toplum olduğumuza dikkat çekmeye çalışırım; şimdi de Türk yazınını okuyan yabancıların bu kavgalarımızdan ne anladıklarını merak eder oldum. Öyle ya, adamlar halimize bakıp, ona göre kendi politikalarını düzenleyecekler! Ve tabii beceremeyecekler, çünkü “laik” ve “laiklik” kelimeleri bizde Frenk armudu gibidir, kimi tatlısına malzeme yapar, kimi limonlu salatasına! Bu durumda, kiminle ittifak yapacaksınız, kimi karşınıza alacaksınız, ne bileceksiniz? Şimdi, efendim, Batı dillerinde, Fransızca ve İngilizce’de, Latince “laicus,” Yunanca “laikos”dan gelen, “lai” diye bir kelime var ve “avam” anlamına geliyor. Kime göre avam? Rahipler sınıfına, ruhban heyetine göre avam. “Lai” ya da günümüzdeki yazılışı ile “lay” meslekten değildir. Örneğin, “lay ministry” dediğinizde, “alaylı papazlık” hizmetinden bahsediyorsunuz demektir. Hal böyle olunca ve kelimeyi doğru kullanacaksak, “laik” olmak demek, mektepsiz papazlıktan yana olmak demektir. Bunun bir anlamı yok mu? Elbette, var ama başta Katolik olmak üzere Hıristiyan ülkelerde var, çünkü şundan iki yüz yıl öncesine kadar yani 1800’lü yılların önemli bir bölümü de dahil olmak üzere, ülkelerin yönetimi “mektepli papazlar”ın elinde. Cennetin anahtarlarına ilâveten, bağlar, bahçeler, maliye, hazine, köleler, ordu, rahipler sınıfı denilen mutlu azınlığın elinde, “avam”ı hem bu, hem de öbür dünyada alabildiğine sömürüyor, manipüle ediyorlar. 1694, Paris doğumlu Voltaire’in “Papazlardan nefret ederdim, papazlardan hâlâ nefret ediyorum, kıyamet gününe kadar da nefret etmeye devam edeceğim” diye bağrınması haksız değil! Hal böyle olunca, Türkiye bağlamında “laik” olmak esasen eksantrik bir tercih. Olsun, Allah’ın türlü çeşitli kulları olduğu malûm.
Seküler kültür Batı ürünü
 
Bir diğer kelime “secularism.” Bu da Latince, “saecularis”den ve “kilise ve kiliseye dair şeylerle değil, dünya ve dünyevi işlere; kutsal ya da dinsel değil, içinde yaşanılan zamana ait dünyevi meselelere adanmışlık” anlamına geliyor. “Secularizm”in Türkçe karşılığı “dünyevilik.” Dünyeviler, İsa’nın hakkını İsa’ya, Sezar’ın (yani kayzerin yani kralın ya da padişahın) hakkını Sezar’a vermek, din kökenli dünya görüşünün devletin işlevlerini yönlendirmemesini, özellikle de eğitimi etkilememesini isteyenler. “To secularize” fiili, “dünyevileştirmek” demek, yani
 
(1) kilisenin mallarını avama devretmek, (2) manastır yeminlerini, kurallarını dünya işlerinde geçersiz kılmak, (3) ruhban sınıfına özel itibar ve otorite sağlamak, (4) sivilleşmeye yönelmek. Şimdi, bakar mısınız? Bir ülke ki, ne camilerinin malı, mülkü var, ne mektepli ruhban sınıfı var, ne manastırı, ne keşişi var! Ekonomi, açısında baksak, “kul hakkı”nı her şeyden üstün tutması, “işçinin ücretini alının teri kurumadan ödemesi,” kalite kontrol deseniz, Ahilikte tapon malın “dama atılması,” kârın helâl olanı olmayanı, sadakayı cariye vb. vb. var! Hapse atılmış ne bir Galileo’su, ne bir dişi sineğin yaklaşamadığı keşişhanesi var.
 
Peki, bizdeki bu kavga neyin kavgası? Bana öyle geliyor ki, kavga, mektepli ruhban sınıfının sömürüsünden kurtulmanın yolunun “Hıristiyan” dogmasından kurtulmaktan geçtiğine karar veren “Aydınlanma” entelektüellerine öykünmekten kaynaklanan bir kavga. Papazlardan nefret eden Voltaire, “Kalplerinize doğal olan dini yerleştirmiş olan Tanrı, sade ve samimi bir ruhu dışlamayacaktır. Dürüst bir insanının ruhunun her zaman ve her şart altında O’nun nezdinde kıymetli olduğuna inanın; mütevazı bir Budist keşişinin, nazik bir Müslüman dervişin O’nun gözünde acımasız bir Jansenist’ten (3) ya da hırslı papadan daha makbul olduğuna inanın,” derken, laik ya da sekülarist/dünyevici olmaktan öte bir “deist.”
 
Katolik doğmasına gelince…
 
Deist, yani, “Katolik dogmasını (dilerseniz vahyini) inkâr etmekle birlikte Allah’ın mevcudiyetine inanan. Tanrı’nın insan dünyasından mücerret bir varlık olduğuna itikad eden.” Nitekim, Felsefe Sözlüğü’nde kaleme aldığı maddede, “Tanrı düşüncesi, sezgilerden ve en kaba insanoğlunda bile yaşla birlikte gelişen doğal mantıktan süzülür,” yazmaktadır, “Tabiatın şaşırtıcı olaylarında, hasatlarda ve kıtlıklarda, güzel havalarda ve fırtınalarda, bereketli zamanlarda ve felâketlerde tabiatüstü bir efendinin eli hissedilir… Egemenler, bu gözlemleri kendi iktidarlarını perçinlemek için kullanırlar.” Bu argümanın günümüzde dinler arası diyaloğun çıkış noktası olduğuna da dikkatinizi çekerim.
 
Türkçe’den vazgeçmediğimiz yıllarda, biz “deizm”den “dinitabii”yi anlarmışız. “Fransız deizmi” Tanrı’nın varlığına, Kâinatı’nı yarattığına inanan, ancak yarattığının sorumluluğunu insanın kendisine bıraktığını düşündüğü için her türlü dini dogmayı reddedenlerin anlayışı. Buna karşın “theist”ler, Tanrı’nın sadece varlığına değil, kâinatı yönettiğine ve dolayısıyla insanın kaderini her adımında belirlediğine iman ediyorlar. Bu inanç sisteminde, insanın özgür iradesi diye bir şey yok. İyilik yapmak, hayırlı olmak vb. “dünyevi” uğraşlar da cennetin kapısını açmıyor.
 
Şimdi, eğri oturup doğru konuşalım, Türkiye’deki “laik”ler ile “dinci”ler arasındaki husumet, en kötü ihtimalle, “deistler” ile “theist”ler arasındaki anlayış farkıdır diye öneri getirsem çok mu yanılıyor olurum?! İstanbul’da Ramazanlarda boşalan eğlence yerleri, lokantalar şöyle dursun, cenazesinin camiden kaldırılmasını istemeyen ya da kâfirdir diye gömmeyi reddeden kaç imam çıkar? Buna karşın, cennet hurilerine, gılmanlarına, hatta galaksilerden birinde cayır cayır yanan sahici ateşe, ibadetinde samimiyetle yer açan kaç kişi çıkar? Bana öyle geliyor ki, kuşaklar, Kur’an’ı zaman içinde gelişen küllî bilgileri oranında yeniden yorumlarlar ve bizimki gibi geçiş toplumlarında bu yorumlar birbirlerinden farklı tezahür edebilirler. Meseleye böyle baktığımda, “deist”lerin korkusunun, İmam Hatiplerin “theizm”e yani hurafelere hizmet ettiği korkusundan öte olmayabileceğini düşünüyorum. Bu korkunun ortadan kaldırılması isteniyorsa, bu, İmam Hatiplilere düştüğü kadar, o çocuklara eğitim veren öğretmenlere ama hepsinden öte Türkçe’yi doğru kullanmaya, “afazi”den kurtulmaya düşer. Öte yandan, dini eğitime bir “meslek” olarak bakacaksak, evet, mektepli bir “ruhban sınıfı”nın varlığını zımnen kabul ediyor, bu sınıfa yeni elemanlar katıyoruz demektir. Bu da bir seçimdir; ancak müfredatın ilâhiyattan öte, mühendislik gibi, tıp gibi fevkalâde dünyevi mesleklere hazırlanmalarını sağlayacak şekilde yeniden düzenlenmesi, deyiş yerindeyse “çift-diploma” alacak şekilde yetiştirilmeleri gerekir. Disiplinler arası “eşitlik”ten söz edilemez, tıbba kabul edilecek üniversitenin, örneğin, konservatuvardan alınması için kendisinden fazladan beceri talep edilmesi eşitsizlik değil, tersine, eğitimde iyileştirmedir. Öte yandan, şahsi fikrim, din derslerinin düz liselerin müfredatına dahil edilmesi, İslâm’ın lisans bile değil, master seviyesinde ele alınmasıdır.
 
(1) Bkz., Schrödinger’in Kedisi, Kâbus.
 
(2) Jansenist: 1585-1638 yılları arasında Hollanda’da bağnazlığı ile ünlü bir Hıristiyan tarikatı.
 
ALEV ALATLI
 
04/06/2004

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.