Sosyal Medya

Osmanlı rantın önüne nasıl geçiyordu?

Hendese dergisinin ilk sayısında Osmanlı’da yerleşimin nasıl olduğunu anlatan bir yazı var. Özellikle hâlihazırda devam eden sosyal hayat, kültürel meseleler, yerleşim, mimarî sistem ve benzeri unsurların Osmanlı’da nasıl işlediğini gözlemlemek önemli olabilir.



Osmanlı’da sistematik olarak yüzlerce yıl devam eden birtakım ‘detaylar’, geçmiÅŸi gözlemlemek açısından oldukça yardımcı oluyor. Özellikle hâlihazırda devam eden sosyal hayat, kültürel meseleler, yerleÅŸim, mimarî sistem ve benzeri unsurların Osmanlı’da nasıl iÅŸlediÄŸini gözlemlemek önemli olabilir.
 
Ocak 2013’te yayın hayatına atılan ve ‘bilim, teknoloji ve düÅŸünce’ alanında 4 ayda 1 ‘ücretsiz’ yayınlanacağı kapağında belirtilen Hendese dergisinde, Osmanlı’da tapu ve ev inÅŸa etme, ev satın alma ile alâkalı dikkat çekici bir makale var.
 
Åžehir, mülk ve rant iliÅŸkileri de önemli!
 
Makaleyi kaleme alan yüksek mimar Semih AkÅŸener, son yıllarda Osmanlı’da mimarî ve ÅŸehirciliÄŸin farklı meseleleri ile alâkalı oldukça fazla yayın yapıldığını, lâkin ÅŸehir- mülk- rant iliÅŸkileri üzerinde çok fazla durulmadığını belirtiyor. Bu doÄŸrultuda Osmanlı’nın asırlar evvel rantı önlemek için aldığı tedbirlerin önemine dikkat çeken AkÅŸener, hazırladığı makalede Osmanlı ÅŸehirlerinin ÅŸekillenmesinde Kur’an-ı Kerim’den yola çıkılarak oluÅŸan ‘mülkiyet’ yorumu ve kararının oynadığı önemli rol üzerinde durmayı tercih etmiÅŸ.
 
Osmanlı döneminde yaÅŸayan insanların mülk edinirkenki mantıklarının emanet üzere kurulduÄŸunu söyleyen yazar, Mâide Suresi’nin 120. ayetinde geçen “Göklerin, yerin ve içlerindeki her ÅŸeyin mülkiyeti Allah’ındır.” ifadesini hatırlatıyor. Bu baÄŸlamda arzın yahut toprağın gerçek sahibinin Allah olduÄŸu algısı, insana bunlar üzerinde ancak ‘emanetçi’ misyonu yüklemekte. Emanetçi misyonu dolayısıyla da, meselâ insan, ‘sahibi’ olmuyor; ‘emanetçsi’ oluyor. Emanetçisi olduÄŸu toprağı da sahiplenmekten ziyade, ‘bir süre istifade edebileceÄŸi’ bir unsur olarak görmektedir.
 
Mülkün sahibi deÄŸil emanetçisi olan devlet
 
Yazar, ‘emanetçi’- ‘sahip’ algısıyla alâkalı olarak önemli bir hatırlatmada bulunuyor. Ev/ mimarî/ ÅŸehirlerin ‘konar- göçer kültürün evleri olan’ çadırların, yerleÅŸik düzende, biraz geliÅŸtirilerek oluÅŸturulduÄŸunu söylüyor. AkÅŸener bu doÄŸrultuda ‘ahÅŸap çatkılı basit malzeme’ ile inÅŸa edilen evleri hatırlatıyor okuyucuya ve hiç kimseye ait olmayan cami, medrese, han gibi binaların ise taÅŸ ve benzeri saÄŸlam malzemelerle inÅŸa edildiÄŸini söylüyor. Kimseye ait olmayan ve yıllarca ortak kullanımıyla toplumun en önemli unsurları olan yapılar yıkım gerçekleÅŸmesin diye sapasaÄŸlam inÅŸa edilirken, ‘emanetçi’ olunan evler, bu saÄŸlamlığın yanında zayıf dereceli bir seviyede, ama yine de yaÅŸanabilirlik ön planda tutularak inÅŸa edilmekte.
 
Osmanlı mülkiyet anlayışının zaman içinde geliÅŸtiÄŸini ve 16. asırda aldığı birkaç temel esas üzerine bina edildiÄŸini söylüyor yazar. Bunun ilki ÅŸu: ‘Mülkün sahibi deÄŸil emanetçisi olan devlet’, evini yapmak isteyen insanlara arsa veriyor, bundan bedel almıyor ve halk da devletten aldığı bu arsa üzerine kendi evini inÅŸa ediyor kendi kazancıyla. Devlet, bu sistemi birtakım sebeplerle kendine bir vazife bilerek yürütüyor. Arsasını alan bir vatandaşın da yapacağı tek ÅŸey evini inÅŸa etmek oluyor hâliyle. Ortada, yaÅŸadığımız dönemde ayyuka çıkan ‘modern sıkıntı’lar da olmadığı için oraya inÅŸa edilecek yapıya ‘mal’ gözüyle deÄŸil, ‘yuva’ olarak bakılıyordu. Bu doÄŸrultuda yazar, Osmanlı dünyasında ev yapmak ve sonra üzerine kâr koyup satmak, rant gibi bir düÅŸüncenin hiçbir zaman vuku bulmadığını ekliyor.
 
Az ya da çok, herkes çalışırdı Osmanlı’da!
 
Osmanlı’da ‘çalışmamak’ diye bir ÅŸey olmadığını söyleyen Semih AkÅŸener, barınma ve iÅŸ gibi temel insanî hakların devlet eliyle kontrol edildiÄŸini ve evi olmayana arsa veren devletin, aynı sorumlulukla insanların geçimlerini saÄŸlaması amacıyla ekip biçmeye bir arazi de temin ettiÄŸini ekliyor. Az veya çok herkesin çalışarak ayakta kaldığı bir sistem, iÅŸlerlik açısından gerçekten güzel görünüyor. Osmanlı da bunu baÅŸarma çabasında. Meselâ, baz aldığımız makalede geçtiÄŸi gibi, kendisine ekip biçmesi için verilen toprağı 2 yıl mazeretsiz bir ÅŸekilde boÅŸ bırakma ÅŸansı yok bir vatandaşın. Aksi takdirde toprak el deÄŸiÅŸtiriyor o dönemin sistemine göre.
 
Osmanlı mülkiyet anlayışına göre, ikinci bir esas ise ev dışında iÅŸ yerleri, dükkânlar, çarşılar, hanlar, hamamlar gibi ‘ticarî amaçlı kâr getiren binalar’ın vakıflar gibi tüzel kiÅŸiliklerin mülkiyetinde olacak ÅŸekilde inÅŸa edilmesi. Bu binaları yaptıran devlet erkânı veya varlıklı kiÅŸi, ya bu binaları mevcut vakıflardan birine bağışlıyor, ya da bizzat kendisi bir vakıf kurup binadan elde edilen geliri bu vakfa bağışlıyor. Meselâ Ä°stanbul’da Fatih’in yaptırdığı ilk kapalı çarşı bu sistem ile inÅŸa ediliyor. Kapalı çarşı 118 dükkândan oluÅŸuyor ve bu çarşı, Ayasofya Camii’nin vakfiyesi iÅŸlevi taşıyor. Vakfiyenin gelirleri de Ayasofya Camii’nin bakımı için harcanıyor. Yine aynı ÅŸekilde Sultanahmet Camii’nin hâlâ kullanılan ‘arastası’ (çarşıda aynı ürünü satanda esnafın bir arada bulunduÄŸu bölüm), vakıflara ait olmak üzere inÅŸa edilmiÅŸ. Tabi elde edilen gelirlerin hepsi, ait olduÄŸu yapı için harcanmıyor. Yazar, bu tarz yapıların sadece camilere gelir amacıyla inÅŸa edilmediÄŸini, birçoÄŸunun da fakirler, hastalar, yetimler, sakatlar için inÅŸa edilen vakıflara gelir gayesiyle inÅŸa edildiÄŸini ekliyor.
 
‘Vakıf’ mantığı incelendiÄŸinde, o dönemin en sık ziyaret edilen çarşıları üzerinden yorum yapılabilir. Ä°nsanların en fazla uÄŸradığı ‘çarşı’lar, ÅŸu anın AVM’leri ile eÅŸ tutulabilir mi? Yapısal ve iÅŸlevsel olarak olmasa da halkın talebi bakımından bizce tutulabilir. Ä°ÅŸte, bu kadar yoÄŸun talepli bir mekânın geliri, kiÅŸilere devredilmiyor Osmanlı vakıf sistemi doÄŸrultusunda. Vakıflarca döndürülen gelir bir ÅŸekilde halka ulaşıyor. Günümüze baktığımızda ise AVM’lerden gelen ‘çılgın para’ların, kiÅŸileri nasıl ‘akılalmaz’ hızla zengin ettiÄŸi görülmekte. Yazıda bu kısımda önemli bir gerçek dile getiriliyor: Osmanlı, dükkânların, hanların, hamamların sahiplerine, onları iÅŸletenlere buraları satmak veya kiraya vermek ÅŸansı vermiyor. Bu yoldan elde edilen bir geliri de ‘vakıf’ bünyesi altında idare ediyor. Kazanç bir ÅŸekilde halka dönüyor yani, az önce de ifade edildiÄŸi gibi.
 
‘Emanet’ ve ‘sahiplik’ algısı önemli!
 
Cumhuriyet Türkiye’sine de deÄŸinen yazar, Cumhuriyet ile Osmanlı’nın mülk üzerindeki bakış açısının ‘emanet’ ve ‘sahiplik’ baÄŸlamında taban tabana zıt olduÄŸunu belirtiyor. Atatürk’ün Ä°zmir Ä°ktisat Kongresi’nde, 1923 yılında söylediÄŸi “Bizim de milyonerlerimiz olsun” sözünü hatırlatan AkÅŸener, savaÅŸtan daha yeni çıkan bir ülkenin, yeni ‘mülk sistemi’yle kendi milyonerini çıkardığını belirtiyor. Zira o dönem, modern anlamda bir sanayi ve ticaret etkinliÄŸi yok ama milyoner sınıfı türüyor.  Osmanlı’nın topyekun yok edilmesi mantalitesinin yeni rejimi mülkiyet alanında da etkilediÄŸi görülüyor. Elde kalan araziler, arsalar ve benzeri yerler yazarın da ifade ettiÄŸi gibi adeta ‘açıkgöz sahtekâr’ların eline gidiyor. Vakıfların dükkân, han, arazi, baÄŸ ve bahçelerinin bedavadan biraz pahalı satışa çıkarıldığını belirtiyor yazar ve ekliyor: “Müslümanlar, haram/ günah endiÅŸesiyle vakıf mallarını satın almaya yanaÅŸmadı.” Bu süreç devam etti ve ‘rejime baÄŸlı bir zengin tabaka’ oluÅŸuverdi. KuruluÅŸ aÅŸamasındaki süreç hızla devam etti. Çünkü rant mantığı deÄŸiÅŸmedi. 2000’li yıllarda ve yaÅŸadığımız süreçte ise, durum ortada: Ciddi manada ve korkutucu bir ‘tekasür’ hırsıyla rant var.
 
Yazının devamında ‘rant’ kavramına daha ayrıntılı bakılıyor. Rantın emeksiz, gayretsiz, ter akıtmadan elde edilen bir kazanç türü olduÄŸunu söyleyen Semih AkÅŸener, bu manada faizle benzerliÄŸi olduÄŸunu söylüyor. Emeksiz kazancın sebep olduÄŸu adaletsizlikler ortada. EÄŸer bir devlet adaletli ise, rantın önüne bir ÅŸekilde geçmesi lazım. Zira sırf arsa ve ev rantıyla geçinen birçok insan var, bunu yazar da yazısında dile getiriyor. Öyle ki bu insanlar sürekli arsa alarak çeÅŸitli yöntemlerle para kazanma sevdasındalar. Rantın önüne geçilmesi için bir önerisi olan yazar, rantın kesilmesiyle oturduÄŸu yerden para kazanma çabasında olan insanların, rant olmadığı için çalışmak zorunda kalacaklarını söylüyor.
 
Osmanlı’nın mimarî ile alâkalı okuduÄŸum hemen her ÅŸeyi çok güzel bir denge içeriyor göründüÄŸü kadarıyla. Yukarıda bahsedilenler ışığında düÅŸündüÄŸümüz zaman aslında sonuçta bizi karşılayan bir kelime oluyor ki bu da her ÅŸeyi anlatıyor aslında: Adalet. ‘Adil olmak’ doÄŸrultusunda ‘emanet’ gözüyle bakılıyor her ÅŸeye. Rantın önüne geçmek amacıyla ‘vakıf sistemi’ inÅŸa ediliyor. Ve kiÅŸiler asla ön planda olmuyor.
 
Dünya Bizim
 
Esad Eseoğlu aktardı ve yorumladı

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.