Sosyal Medya

Karşılaştırmalı Bir Analiz Yazısı Olarak Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam'da 'Kadın'

Kadının yaratılışı, kız çocuk, eş ve anne olarak konumu, erkek karşısındaki statüsü, ferdî ve içtimaî hayattaki hak ve yükümlülükleri gibi açılardan tarih boyunca birbirinden çok farklı telakki ve uygulamalara konu olması, toplumsal yapıyla olduğu kadar din ve öğretilerin bu alanda getirdiğiyle de yakından bağlantılı bir husustur.



Tarih boyunca çeÅŸitli toplumlarda kadının farklı statülerde bulunduÄŸu, anaerkil aile yapısının geçerli olduÄŸu bazı ilkel topluluklarda kutsallaÅŸtırıldığı, bazılarında ise erkeklerle eÅŸit statü ve haklara sahip bulunduÄŸu, ataerkil topluluklarda çoÄŸunlukla erkeÄŸe göre ikinci derecede bir statü taşıdığı ve hatta bazı kültürlerde hemen hemen hiçbir hak ve deÄŸere sahip olmadığı genel bir tesbit olarak söylenebilir.  
 
Ä°nsanın yaratılışı konusunda bilinen en eski izah denemeleri olan Sumer ve Bâbil yaratılış efsanesinde insanın tanrılara hizmet için ve topraktan biçimlendirildiÄŸi belirtilmekteyse de kadının yaratılışına dair bilgilere rastlanmaz (Hooke, s. 46-47; Kramer, s. 131-141). Bununla birlikte Hammurabi kanunlarında kadın haklarına, özellikle de evlilikle alâkalı yükümlülüklere dair kadın lehine yapılmış bir kısım düzenlemeler mevcut olup bunlar büyük oranda yahudi ÅŸeriatındaki kurallarla benzerlik hatta ayniyet içindedir. 
 
Eski Yunan’da kadınların hiçbir politik hak ve yetkisi yoktu. Miras erkek çocuÄŸa düÅŸerdi. Tek kadınla evlilik temel ilkelerden biriydi. Evli kadının sadakatsizliÄŸi büyük suçtu. Erkek hiçbir sebep olmadan karısını boÅŸayabiliyor, kadın da dilediÄŸinde boÅŸanabiliyor ve çeyizini geri alabiliyordu. Kadınlar dinî âyinlere katılır ancak erkeklerden ayrı otururlardı. Yunan/Helen dünyasında bir kadın için en yüksek ve onur verici iÅŸ rahibe olmaktı. Rahibelik devletin tanıdığı yüksek bir memuriyetti ve rahibelerin çoÄŸunu evli kadınlar teÅŸkil ediyordu.  Kadın evlenerek baba hâkimiyetinden koca hâkimiyetine geçiyordu ve kocanın mutlak hâkimiyeti vardı. Monogaminin esas olduÄŸu Roma’da aileye önem veriliyor, erkeÄŸin zina eden karısını affetmesine müsaade edilmiyordu. Kadının kısırlığı boÅŸanmayı haklı kılıyor ve sadece erkek boÅŸayabiliyordu. Kız evlât aile dinini devam ettiremeyeceÄŸi için pek makbul sayılmıyordu 
 
Yahudilik’te Kadın
 
Yahudilik’te kadının rolü eski dönemlerden beri var olan ataerkil toplum yapısına uygun olarak ÅŸekillenmiÅŸ, sosyal fonksiyonlar cinsiyete göre tesis edilmiÅŸtir. Tevrat’ta kadının yaratılışıyla ilgili iki kıssadan birincisine göre kadın erkeÄŸe eÅŸittir ve ikisi de Tanrı’nın sûretinde yaratılmıştır. Ä°kinci kıssaya göre ise kadın, erkeÄŸin kaburga kemiÄŸinden ve onun yalnızlığını gidermek üzere uygun bir yardımcı olarak yaratılmıştır (Tekvîn, 2/21-22). Kadının erkekten yaratılmasının sebebi aynı bütünün parçaları olmaları dolayısıyla birbirlerine baÄŸlanmaları, parça bütüne tâbi olduÄŸu gibi kadının erkeÄŸe tâbi olmasıdır. Bu tâbi oluÅŸ, kadının yasak meyveyi yemesi ve eÅŸine de yedirmesi sebebiyle daha da ön plana çıkmıştır. Tanrı emre itaatsizliÄŸi yüzünden kadını cezalandırmış, zahmetini ve gebeliÄŸini daha da çoÄŸaltacağını, aÄŸrı ile evlât doÄŸuracağını, arzusunun kocasına karşı olacağını ve kocasının da kendisine hâkim olacağını bildirmiÅŸtir . Kadının erkekten sonra ve ondan bir parça olarak yaratılması, erkeÄŸin kadına ad koyması erkeÄŸin hâkimiyeti ve kadının ona boyun eÄŸmesi olarak yorumlanmaktadır. Kitâb-ı Mukaddes geleneÄŸinde erkek kadının efendisidir. Ä°brânîce’de kocaya verilen isimlerden biri de “baal”dir ki efendi anlamındadır.  Kadının birinci görevi ve varlık sebebi çocuk doÄŸurmak  ve yuvaya bakmaktır. 
 
 
Ä°badette kadının rolü ikinci derecededir. Kadın din görevlisi olamaz. Yahudilik’te kadınlar cemaatten sayılmazlar ve cemaatle ibadete iÅŸtirak edemez sadece uzaktan izleyebilirler. Kadınlar cenaze merasimine de katılamazlar. Kadının âdet görme ve çocuk doÄŸurmasıyla ilgili özel kirlilik süresi ibadet yapmasına engeldir ve temizlenme kuralları söz konusudur. Yıllık üç hac sadece erkeklere ÅŸarttır. Kadın da erkek gibi adak adayabilir, fakat babasının veya eÅŸinin iznini alması ÅŸarttır. ErkeÄŸin belli durumlarda karısını boÅŸama hakkı vardır. Tevrat’ta erkeÄŸin, evlendiÄŸi kadında utanılacak bir ÅŸey bulduÄŸunda eÅŸini boÅŸayabileceÄŸi belirtilmektedir. Kadın kocasından ve erkek kardeÅŸi varsa babasından mirasçı olamaz ve kadının ÅŸahitliÄŸi geçerli deÄŸildir 
 
Tevrat kadınlara erkekler gibi giyinmeyi yasaklamaktadır (Tesniye, 22/5). DiÄŸer taraftan kadının başını örtmesi gerekmekte, kadının başını açma ise kâhin tarafından bir aÅŸağılama olarak yapılmakta, halk içinde başı açma küçük düÅŸürücü bir davranış olarak kabul edilmektedir.. Yahudi bilginlerine göre saçının örgüsünü gösteren evli kadın cezalandırılmalıdır. Talmud’a göre bir kimse halk içinde başını açan karısını boÅŸayabilir, bazılarına göre ise başı açık kadının bulunduÄŸu evde kutsal metinlerin okunması yasaktır . Kadının başını örtmesi ÅŸart olmasına raÄŸmen peçe takma zorunluluÄŸu yoktur. Miriam, Deborah, Hulda gibi peygamberler veya Ruth, Ester gibi önemli rol üstlenmiÅŸ kadınlar da olmasına raÄŸmen Ä°srâil cemiyetinde kadın kamu alanının dışında bırakılmıştır. 
 
 
Günümüzde yahudi muhitinde kadınla ilgili farklı yeni yorumlar getirme eÄŸilimleri de söz konusudur. Kadınlar gittikçe artan oranda erkeklerle eÅŸit rol oynamayı ve YahudiliÄŸin kadına karşı tavrının yeniden gözden geçirilmesini istemektedirler. Bugünün dünyasında is Yahudilikteki kadın mevhumu yeni ÅŸartlara ve feminizmin etkisine daha açıktır vekadınlar yahudi ibadetindeki rollerini daha da arttırmakta ve saÄŸlamlaÅŸtırmaktadırlar. Amerika BirleÅŸik Devletleri’nde Hebrew Union College 1972’de ilk kadın hahamı tayin etmiÅŸtir. Reconstructionist Rabbinical College, 1967’deki kuruluÅŸundan bu yana Rabbinik etütlere kadınları da almakta ve 1974’ten beri karı koca rabbiler orada görev yapmaktadır. 1983’te Jewish Theological Seminary Rabbinik etütlere kadınların kabulünü onaylamıştır. Ä°ngiltere 1985’te, Fransa 1990’da bir kadını hahamlığa getirmiÅŸtir. 
 
Hıristiyanlık’ta Kadın
 
Ä°nciller’de Hz. Meryem baÅŸta olmak üzere muhtelif kadınlardan bahsedilmektedir. Îsâ sadece sözleriyle deÄŸil davranışlarıyla da kadınları yüceltmiÅŸ, Ä°ncil’i yayma iÅŸine seçtiÄŸi kadınları da katmıştır. Yeni Ahid’de erkekler gibi kadınlar da Mesîh’in doktrinine muhataptır ve onu dinleyip peÅŸinden gitmiÅŸ, Îsâ Mesîh vasıtasıyla ÅŸifa bulmuÅŸ ve günahları bağışlanmıştır 
 
   Ä°ncil'e göre Hz. meryem ve Hz. Ä°sa Tasviri
 
Kilisenin kurucusu Aziz Pavlus'a göre erkek kadın için deÄŸil kadın erkek için yaratılmıştır ve bu sebeple kadınlar rabbe baÄŸlı olduÄŸu gibi kocalarına baÄŸlı olmalıdır. Çünkü Mesîh nasıl kilisenin başı ise erkek de kadının başıdır. Pavlus kadına çözülmez bir baÄŸla baÄŸlandığı kocasına itaati tavsiye eder. O kurtuluÅŸunu annelik görevlerini yaparak, çocuklarını imanlı yetiÅŸtirerek, iyi iÅŸler yaparak saÄŸlayabilir. Pavlus kadınların kilise toplantılarına katılabileceklerini, ancak söze karışmamalarını, çünkü kadın erkeÄŸe bağımlı olduÄŸu için öÄŸrenmek istediklerini evde kocalarından sorabileceklerini, kadınların baÅŸlarını örtmelerinin zorunlu olduÄŸunu ve yalnız bu ÅŸekilde kilisede dua edebileceklerini söylemektedir
 
 
Hıristiyanlık kültüründe kadın yasak meyveyi Âdem’e yedirerek onun cennetten kovulmasına, böylece insan neslinin günahkâr olmasına sebep olmuÅŸtur. Kadın yeryüzüne günahı getiren, erkeÄŸi mahveden, baÅŸtan çıkarandır. Bu sebeple kilise babaları evliliÄŸi zorunlu bir kötülük olarak görmüÅŸlerdir. Hıristiyanlığın ilk döneminde kadınlar sessizlik, iffetlilik, yardım severlik ve sadece dua edicilik yönleriyle ön planda idiler, ancak daha sonra kaygılar dile getirilmiÅŸtir. Justin Martyr, Irenaeus, Ä°skenderiyeli Clement, Origene ve Tertullian gibi ilk kilise babaları kadını melekleri baÅŸtan çıkarmak ve insan soyunu kötülüÄŸe itmekle özdeÅŸleÅŸtirdiler. Onlar Havvâ’yı, ilk iÅŸlenen günah sonucu sadece ÅŸehveti deÄŸil ölümü de dünyaya sokması sebebiyle ayıplarlar. Onların kadınlarla ilgili sözleri, âdeta kadın cinsine karşı bir düÅŸmanlık ve ağır hakaretler içerecek olumsuzluklar taşır. Aziz Ioannes Chrysostomos veya Augusti’nin bu konudaki sözleri de böyledir. Nitekim Aziz Augustin kadınları kötülük dolu, kıskanç, kararsız ve tutarsız, bütün tartışmaların, kavgaların ve haksızlıkların kaynağı olarak takdim eder ve evlilikteki iliÅŸkiyi de günah olarak görür. Nitekim Papa Gregoire, karı kocaların iliÅŸkilerinin de günahtan hâli olmadığını ifade etmiÅŸtir. Katolik kilisesindeki nikâh töreninde okunan duada, “Günahla düÅŸmüÅŸüm annemin karnına, günah iÅŸlemiÅŸ annem bana gebe kalırken” denilmesi bu anlayışın ürünüdür. Cinsî iliÅŸkinin günah sayılması evlilikten uzaklaşılmasına sebep olmuÅŸ, II. yüzyıldan itibaren kutsal bâkireler kurumu ortaya çıkmış, bunlar kendilerini bâkire olarak yaÅŸamaya ve kiliseye hizmete adamışlardır. Kutsal bâkireleri kadın münzeviler izlemiÅŸ ve böylece kadın manastırları oluÅŸmuÅŸtur. Manastıra kapanan rahibeler temizlik sembolü olan Hz. Îsâ’nın eÅŸleri olacaklardır. Hz. Îsâ temizlik sembolüdür, çünkü Hz. Meryem onu cinsî iliÅŸkiye girmeden doÄŸurmuÅŸtur. Åžu halde yapılacak tek ÅŸey Meryem gibi temiz ve iffetli kalmaktır. 
 
 
OrtaçaÄŸ hıristiyan dünyasında kadın ve evlilik öylesine kötülenmiÅŸtir ki Mâcon Konsili’nde kadının ruhunun olup olmadığı tartışılmıştır. Buna baÄŸlı olarak o dönemde kadının sosyal hayattaki durumu daha da kötüleÅŸmiÅŸ, XII. asırdan itibaren Batı’da büyücü ve cadı avı baÅŸlamış, pek çok kadın cinlerle iliÅŸkisi olduÄŸu iddiasıyla yakılmış veya suda boÄŸulmuÅŸtur. OrtaçaÄŸ boyunca hıristiyan dünyada, özellikle de kilise muhitinde yaratılış hikâyesinin temel alınarak bütün kadınların insanoÄŸlunun düÅŸüÅŸüne sebebiyet verdiÄŸi kabul edilen Havvâ ile özdeÅŸleÅŸtirilmesi ve ikinci derecede varlıklar olarak görülmesi, diÄŸer taraftan Havvâ’nın antitezi olarak bir baÅŸka kadının, Meryem ananın öne çıkarılıp onun tanrı annesi olarak takdim edilmesi, yeni dönemde ise bu aşırılıklara tepki olarak feminizm ve kadın hakları tezinin ön plana çıkması, Hıristiyanlığın kadın konusundaki tarihî tecrübesinin bir özeti mahiyetindedir. 
 
Ä°slâm’da Kadın. 
 
Ä°slâm toplumlarında kadının gerek aile hayatında gerekse siyasî, hukukî, sosyal ve ekonomik alanlardaki konumunu bir taraftan dinî kurallar, diÄŸer taraftan sosyal ve siyasî çevre, etnik yapı ve Ä°slâm öncesinden gelen kültür mirası belirlemiÅŸtir. Bu sebeple Ä°slâm dünyasında kadının her yerde ve her dönemde aynı konumda olduÄŸunu söylemek mümkün deÄŸildir. Hatta aynı bölgede ve aynı zaman dilimi içinde yaÅŸayan kadınlar arasında bile ÅŸehirde veya kırsal kesimde bulunmalarına göre farklılıklar olmuÅŸtur. Ancak bu, Ä°slâm toplumlarındaki kadınların bütünüyle farklı kimlikleri temsil ettiÄŸi anlamına da gelmez; onlar sosyal, hukukî ve ekonomik konum bakımından her dönemde belirli ortak çizgilere sahip olmuÅŸlardır. 
 
Ä°slâm dini, gerek Ä°slâm öncesi Arap toplumundaki dinî anlayış gerekse yerleÅŸmiÅŸ örf ve âdetlere nisbetle kadının sosyal, ekonomik ve hukukî konumunda önemli deÄŸiÅŸiklikler yapmıştır. Kur’an, insan olması bakımından kadını erkekle eÅŸit bir varlık olarak kabul eder. Allah insanları daha huzurlu ve mutlu bir hayat sürmeleri için çift yaratmıştır (en-Nisâ 4/1; er-Rûm 30/21). Ä°slâm’da ilk kadın tarafından iÅŸlenen ve erkeÄŸin de iÅŸlemesine sebep olunan aslî günah anlayışı yoktur. Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Âdem’le Havvâ’nın ÅŸeytan tarafından müÅŸtereken kandırıldığından bahseder (el-Bakara 2/34-36; krÅŸ. Tâhâ 20/121). Ä°slâm’da Hıristiyanlık’ta olduÄŸu gibi ilk günah anlayışına dayanan kadın karşıtı bir söylem yoktur. Erkek olsun kadın olsun her doÄŸan kiÅŸi günahsız doÄŸar, sonradan iÅŸlediÄŸi fiiller sebebiyle sorumlu olur. 
 
 
Kur’ân-ı Kerîm’de gerek yaratılış gerekse hak ve sorumluluklar yönünden erkeklerle eÅŸit konumda olan bir kadın portresi çizilmektedir. Kadın Allah’ın kulu olması bakımından erkekle eÅŸit seviyededir; dinî hak ve sorumlulukları da aynı düzeydedir (Âl-i Ä°mrân 3/195; et-Tevbe 9/71). Hz. Peygamber’in kadınlara yönelik sözleri ve uygulamaları Kur’an’ın çizdiÄŸi bu çerçeveye uygundur. Onun ÅŸahsında kadınlar her zaman meseleleriyle ilgilenen, eÅŸleriyle olan anlaÅŸmazlıklarında ara buluculuk yapan, haklarını koruyan, erkeklere eÅŸlerine iyi davranmalarını öÄŸütleyen ve kendi yaÅŸayışıyla da buna örnek olan bir dost ve hâmi bulmuÅŸlardır. Ayrıca unutulmamalıdır ki cenneti annenin ayakları altına seren dinin adıdır islam.
 
Ä°slâm toplumlarındaki uygulamaların her zaman yukarıda belirtilen esaslara uygun olarak ÅŸekillendiÄŸini söylemek mümkün deÄŸildir. Bazan kökleÅŸmiÅŸ ataerkil aile anlayışı ve bu anlayış çerçevesinde kadın haklarını kısıtlayan telakki, âyet ve hadislerin yorumlanmasına dayandırılmak istenmiÅŸ, bazan da sıhhati ÅŸüpheli hadislere yaygınlık kazandırılarak bu yorumlara uygun bir zemin hazırlanmıştır. Ä°nsana uÄŸursuzluk getiren varlıklar arasında kadının da sayıldığı, “Üç ÅŸey uÄŸursuzluk getirir: Ev, kadın ve at” hadisi (Buhârî, “Cihâd”, 47; Müslim, “Selâm”, 115-120; Ebû Dâvûd, “Ṭıb”, 24) bunun örneklerinden birini teÅŸkil eder. Bu hadis, her ÅŸeyden önce Hz. Peygamber’in Ä°slâm’da uÄŸursuzluÄŸun olmadığını belirten beyanıyla çeliÅŸmektedir (Buhârî, “Ṭıb”, 43; Müslim, “Selâm”, 110-114). Ayrıca Ebû Hüreyre’nin böyle bir hadisi naklettiÄŸini duyan Hz. ÂiÅŸe’nin itirazı da dikkat çekicidir. ÂiÅŸe: “Ebû Hüreyre hadisi tam olarak zaptedememiÅŸ, çünkü o Resûlullah ÅŸöyle derken içeri girmiÅŸtir: ‘Allah yahudilerin canını alsın! Onlar uÄŸursuzluÄŸun evde, kadında ve atta olduÄŸunu söylerler’. Ebû Hüreyre sözün sonunu duymuÅŸ, fakat başını duymamıştır” 
 
 
Hz. Peygember döneminde kadınların Mescid-i Nebevî’de aktif bir dinî hayatından bahsedilebilir. Sahâbî kadınların gerek günlük namazlara gerekse cuma ve bayram namazlarına katıldıkları bilinmektedir. Hz. Peygamber’in vefatından hemen sonra kadınların namazlarını camide kılma uygulamasından rahatsızlık duyulmaya baÅŸlandığı anlaşılmaktadır. Bunda, bazı kadınların dikkat çekecek ÅŸekilde süslenerek mescide devam etmelerinin rolü olmalıdır. Zira Hz. ÂiÅŸe’den gelen bir rivayet bunu düÅŸündürmektedir: “EÄŸer Peygamber kadınların kendisinden sonra neler yaptığını görmüÅŸ olsaydı Benî Ä°srâil kadınlarında olduÄŸu gibi onları mescide gelmekten menederdi” (Ebû Dâvûd, “á¹¢alât”, 53). Burada ÂiÅŸe’nin dikkat çekmek istediÄŸi husus, kadınların cemaate katılmaları deÄŸil camiyi süs ve ziynetlerini gösterme yeri olarak kullanmalarıdır. Yine Hz. ÂiÅŸe’nin rivayet ettiÄŸi bir hadiste Resûl-i Ekrem, “Ey insanlar! Kadınlarınızı ziynetlerini takarak mescidde gösteriÅŸ yapmaktan menedin” demiÅŸtir.
 
Kadının Hukuki Statüsü
 
Kadın Ä°slâm hukukunda bir hak süjesi deÄŸil hakkın tarafıdır. “Erkeklerin de kazandıklarından nasipleri, kadınların da kazandıklarından nasipleri var” meâlindeki âyet (en-Nisâ 4/32), her iki cinsin sadece mânevî kazanımlarını deÄŸil maddî kazanımlarını da vurgulamaktadır. Hukukî iÅŸlemleri yapma hususunda kadın esas itibariyle erkeklerle aynı konumdadır; erkekler bir hukukî iÅŸlemi hangi ÅŸartlarla yapabiliyorsa kadınlar da o ÅŸartlarda yapabilirler.
 
Ä°slâm hukukunda aile reisliÄŸi denebilecek “kavvâm olma” yetki ve sorumluluÄŸu kocaya verilmiÅŸtir. Kur’ân-ı Kerîm’de, “Allah’ın insanların bazılarını diÄŸerlerine nisbetle farklı yeteneklere sahip olarak yaratması ve ailenin geçimi için çalışıp harcama yapmaları sebebiyle erkekler kadınlar üzerinde kavvâmdır” denilmektedir (en-Nisâ 4/34). Burada “kavvâm” kelimesi koruma ve yönetme hak ve yetkilerine müÅŸtereken sahip olmayı ifade etmektedir. Aile reisliÄŸinin kocaya verilmesi, toplumun bu en küçük biriminde ortaya çıkacak karmaÅŸayı önleme ve huzuru saÄŸlama hedefine yöneliktir. Dolayısıyla burada ontolojik bir üstünlükten ziyade fonksiyonel bir yetki farklılığının söz konusu olduÄŸunu söylemek gerekir
 
Ä°slâmiyet esas itibariyle tek evliliÄŸi önermiÅŸ, ancak gerektiÄŸinde adaletli davranmak ÅŸartıyla çok evliliÄŸe de izin vermiÅŸtir (en-Nisâ 4/3).  Bu teorik imkâna raÄŸmen Ä°slâm toplumlarında çok evliliÄŸin yaygın olmadığını söylemek gerekir. Osmanlı tereke defterleri üzerinde yapılan araÅŸtırmalar, ÅŸehir veya kırsal kesimde yaÅŸama durumuna baÄŸlı olarak çok evlilik oranının % 5-9 civarında olduÄŸunu ortaya koymaktadır. Edirne askerî kassamına ait tereke defterlerine göre 1545-1659 yılları arasında ikinci evlilik oranı % 7,18’dir (Barkan, III/5-6 [1968], s. 14). Bursa’da bu oran çok daha düÅŸüktür (% 3,48; ÖzdeÄŸer, s. 50). Bazı araÅŸtırmalar, Osmanlı ÅŸehirlerinde birden fazla eÅŸle evlilik oranının % 9,27, köylerde ise % 3 olduÄŸunu göstermektedir 
 
 
Ailede karı koca arasında bir anlaÅŸmazlık çıkması durumunda bunun nasıl halledileceÄŸi meselesi önemli bir problem teÅŸkil etmektedir. Burada kadının aile içindeki konumunu yakından ilgilendiren nokta, böyle durumlarda kocanın karısı üzerinde ne gibi bir yetkisinin bulunduÄŸu hususudur. Koca aile reisi olduÄŸuna göre bu yetkinin aşırı kullanımının bir taraftan aile birliÄŸini, diÄŸer taraftan kadının kiÅŸiliÄŸini etkileyeceÄŸi açıktır. Kur’ân-ı Kerîm’de, kocasına karşı itaatsiz (nâÅŸize) durumuna düÅŸen kadının önce nasihatle yola getirileceÄŸi, ardından yatakların ayrılacağı, bunun da etkili olmaması halinde dövülebileceÄŸinin (darb) belirtilmesi (en-Nisâ 4/34), üzerinde en fazla tartışılan konuların başında gelmektedir. Âyette geçen “darb” kelimesinin yaygın anlamı olan “dövme”den baÅŸka bir anlam taşıyıp taşımadığı günümüzde çok tartışılmaktadır. Burada, ilâhî mesaja doÄŸru mâna verilmesi açısından âyette sadece darb kelimesinin deÄŸil “nâÅŸize”nin de ne anlamda ve hangi kapsamda kullanıldığının belirlenmesi gerekmektedir. 
 
Genel olarak “itaatsizlik” mânasına gelen “nüÅŸûz” kelimesi, ailenin huzurunu bozan basit bir davranıştan iffetsiz yaÅŸamaya kadar geniÅŸ bir alanı içine almaktadır. Huzuru bozan her davranışın ağırlığına denk bir müeyyideyle karşılanması, hem ailenin birliÄŸini koruma noktasından hem de fiil ve müeyyide arasında gözetilmesi gereken denge açısından önemlidir. Kur’an’ı yorumlamada birinci kaynak olan Hz. Peygamber’in uygulamaları bu konuya da ışık tutacak niteliktedir. Hadis kitapları ve Resûl-i Ekrem’in hayatından bahseden eserler onun eÅŸlerini dövdüÄŸüne dair herhangi bir olaydan söz etmemektedir. Hz. ÂiÅŸe, Resûlullah’ın eÅŸlerini ve hizmetçilerini asla dövmediÄŸini söylemektedir (Ä°bn Mâce, “Nikâḥ”, 51). Ayrıca Hz. Peygamber, kendisine karşı olumsuz davranışından ötürü ÂiÅŸe’nin babası tarafından cezalandırılmasına da rıza göstermemiÅŸtir. Åžu halde basit uyuÅŸmazlık durumunda ÅŸiddete baÅŸvurulması önerilen bir yöntem deÄŸildir. Resûl-i Ekrem Vedâ hutbesinde kadınlara iyi davranılmasını öÄŸütlemekte, bunun yanında “yataklarını herhangi bir kimseye çiÄŸnetmemeleri”nin (zina etmemelerinin) kocaların eÅŸleri üzerindeki hakkı olduÄŸunu söylemekte, aksi takdirde hafifçe dövülebileceklerinden bahsetmektedir (Müslim, “Ḥac”, 47; Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 56; Tirmizî, “Tefsîr”, 9). Âyette geçen “nüÅŸûz”un hangi davranışları içermesi halinde dövme cezasının uygulanabileceÄŸini göstermesi bakımından Vedâ hutbesindeki bu ifade dikkat çekicidir. Aslında klasik dönemin bazı âlimleri de dövme yetkisine çok ihtiyatla yaklaÅŸmışlardır. Hz. Peygamber’in, müslümanların en hayırlılarının eÅŸlerine en iyi davrananlar olduÄŸunu ve kendisinin bu konuda örnek teÅŸkil ettiÄŸini söylemesini, eÅŸlerini ancak kötü kimselerin döveceÄŸini ifade ederek onlara böyle davranılmamasını emretmesini göz önüne alan bu âlimler kadının dövülemeyeceÄŸini veya faziletli davranışın onlara böyle bir cezayı uygulamamak olduÄŸunu belirtmiÅŸlerdir (Abdülkerîm Zeydân, VII, 316-317). Fakat tatbikatta her zaman Resûlullah’ın bildirdiÄŸi bu esaslara göre davranıldığını söylemek mümkün deÄŸildir. Nitekim kocalarından kötü muamele gören ve dövülen kadınların mahkemeye intikal etmiÅŸ bir hayli ÅŸikâyetleri söz konusudur 
 
Kadının Miras Hakkı Meselesi
 
Ä°stisnaları olmakla birlikte kadının miras payı aynı konumdaki erkeÄŸin hissesinin yarısı kadardır. Ä°lk bakışta kadının aleyhine olan bir hüküm gibi görünen bu düzenleme, Ä°slâm hukukunun erkeÄŸe yüklediÄŸi malî yükümlülük ve kocanın aile içindeki sorumluluÄŸuyla birlikte deÄŸerlendirildiÄŸinde daha farklı bir sonuca varılmaktadır. Ailenin geçim yükümlülüÄŸünün tamamıyla kocaya ait olduÄŸu, evlenme sırasında kocanın mehir adıyla kadına bir ödemede bulunduÄŸu, ceza hukukunda ortaya çıkan “âkıle” gibi sosyal yardımlaÅŸma uygulamalarına sadece erkeklerin katıldığı göz önüne alındığında iki cinse düÅŸen net payın bir anlamda eÅŸitlendiÄŸi görülür. 
 
Kadının Şahitliği Meselesi
 
Yargılama hukukunda bugün en fazla tartışılan konu kadının ÅŸahitliÄŸidir. Kur’ân-ı Kerîm, bir borçlanma söz konusu olduÄŸunda bunun iki erkekle veya bir erkek iki kadının ÅŸahitliÄŸiyle tesbitini istemektedir (el-Bakara 2/282). Hukukçuların bir kısmı âyetin hükmünü genel düzenleme olarak kabul etmekte ve her türlü ihtilâfta iki kadının bir erkek ÅŸahit yerine geçmesi gerektiÄŸini söylemektedir. ÇoÄŸunluk ise kazf suçuyla ilgili âyetteki (en-Nûr 24/4) ÅŸahit kelimesinin müzekker kullanımını dikkate alarak had ve kısas suçlarında sadece erkeklerin tanıklık yapabileceÄŸini, kadınların tanıklığının geçerli olmadığını ileri sürmektedir. Ancak Arapça’da erkek ve kadınlar birlikte söz konusu olduÄŸunda müzekker kelimenin kullanıldığı bilinmektedir. Bu sebeple kazf âyetindeki ifade, kadın-erkek ayırımı yapılmaksızın dört ÅŸahidin arandığı ÅŸeklinde de yorumlanabilir. Kur’ân-ı Kerîm’de ÅŸahitlikle ilgili iki âyet daha vardır. Ölüm yaklaÅŸtığında iki ÅŸahit huzurunda vasiyette bulunulmasını tavsiye eden âyetle (el-Mâide 5/106) evliliÄŸin sona erdiÄŸinin ÅŸahitlerle belirlenmesini öÄŸütleyen âyette (et-Talâk 65/2) erkek-kadın ayırımı yapılmaksızın mutlak anlamda ÅŸahitlerin bulunması istenmiÅŸtir. Bu âyetlerde de müzekker kelimenin kullanılması sadece erkek ÅŸahitlerin kastedildiÄŸini göstermek için yeterli deÄŸildir. Nitekim bu kanaati paylaÅŸan çaÄŸdaÅŸ yazarlar, görüÅŸlerini teyit etmek için zina isnadına mâruz kalan kimsenin yeminle kendini temize çıkarması iÅŸlemini göstermekte ve burada erkeÄŸin de kadının da dört ÅŸahit yerine geçmek üzere dörder defa yemin ettiÄŸini (en-Nûr 24/6-9), dolayısıyla aralarında fark gözetilmediÄŸini söylemektedir. Klasik hukukçular, bir erkek yerine iki kadın ÅŸahit aranmasını genelde kadınların unutkanlık gibi var sayılan zaaflarıyla açıklarken çaÄŸdaÅŸ araÅŸtırmacılar, kadınların o dönemde ticarî iÅŸlemlere erkekler kadar vâkıf olmamalarıyla izah ederler.
 
Bunu teyit eden bir baÅŸka örnek, Hz. Peygamber’in bedevînin ÅŸehirliye ÅŸahitliÄŸinin geçerli olmadığını belirten hadisidir. Burada bedevînin ÅŸahitliÄŸinin geçerli sayılmaması ÅŸehir hayatına yabancı olması ve hadiseleri yanlış algılaması ihtimaliyle ilgilidir. Kadınların doÄŸrudan bilgi sahibi olduÄŸu doÄŸum vb. durumlarda sadece iki kadının, hatta zaruret halinde bir kadının ÅŸahitliÄŸinin yeterli görülmesi, bir erkek yerine iki kadının ÅŸahitliÄŸini istemenin ticarî tecrübe azlığından kaynaklandığını doÄŸrular niteliktedir. 
 
 
Yakın dönem ve günümüz Ä°slâm dünyasında iki ayrı istikamette bir kadın hareketinin baÅŸlaması sonucunu görmekteyiz. Bunlardan biri, Ä°slâm kültürüne baÄŸlılık endiÅŸesi taşımaksızın kadının ferdî ve sosyal konumunu deÄŸiÅŸtirmeyi hedefleyen hareket olup hukuk alanında da köklü deÄŸiÅŸiklikler getirmiÅŸtir. Buna Türkiye, Tunus ve devrim öncesi Ä°ran örnek olarak gösterilebilir. Söz konusu ülkelerde bir taraftan kadının Batı tipi bir modernleÅŸme sürecinin gereklerine uyması teÅŸvik edilir ve bazan zorunlu kılınırken diÄŸer taraftan bunu destekleyen hukukî düzenlemeler yapılmıştır. Ä°kincisi, Ä°slâm kültürüne baÄŸlılık ilkesini korumakla birlikte gelenek ve kültürel etkilerle dinîleÅŸtirilen bazı uygulama ve anlayışların terkedilmesi gerektiÄŸini savunan, kadının sosyal ve hukukî konumunda yeni anlayış ve ihtiyaçlar ışığında deÄŸiÅŸiklikler yapma gereÄŸini duyan harekettir. Bu hareket XX. yüzyıl itibariyle Osmanlı Devleti’nde, Mısır, Ürdün, Pakistan, Irak, Suriye, Malezya gibi ülkelerde etkili olmuÅŸtur.  Her iki görüÅŸ de halen birçok Ä°slâm ülkesinde ciddi bir taraftar kitlesine sahip bulunmakta ve kadınları ilgilendiren geliÅŸmeleri kendi düÅŸünceleri istikametinde etkilemeyi sürdürmektedir. 
 
Müellif: Prof. Dr. Ömer Faruk Harman. (dinler Tarihi Profesorü)
Kaynak: Ä°slam Ansiklopedisi

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.