Sosyal Medya

Yıldıray Oğur: Tarih çizgisi hep ileriye doğru gitmiyor. Bazen 1999, 2019’dan daha ileri bir tarih de olabilir...

Adli Yıl bugün açılıyor. Yargıtay’ın ev sahipliğinde, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi içindeki Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Kongre Merkezi’nde yapılacak yeni Adli Yıl Açılış Töreni’ne 41 Baro, ‘yürütmenin merkezinde yargı yılı açılışını protesto’ etmek için katılmayacak.



Türkiye Barolar BirliÄŸi BaÅŸkanı Metin FeyizoÄŸlu ise BeÅŸtepe’deki törende olacak.
 
Halbuki bundan beÅŸ yıl önce Danıştay’ın kuruluÅŸ yıldönümünde aynı FeyzioÄŸlu’nun yaptığı konuÅŸmaya kızan BaÅŸbakan ErdoÄŸan salonu terk etmiÅŸ, bir kaç ay sonra da Meclis’e getirilen bir deÄŸiÅŸiklik paketiyle Yargıtay Kanunu’nun 59’uncu maddesi yürürlükten kaldırılarak, 1973’de yasaya giren Yeni Adli Yıl Açılış Töreni zorunlu olmaktan çıkarılmıştı.
 
Türkiye’de 1943’den beri Eylül ayının ilk haftasında adli yıl açılış törenleri düzenleniyor. 
 
Bu törenlerin muhtemelen ilham kaynağı Ä°ngiliz yargı geleneÄŸindeki yargı yılı açılışı törenleri. 
 
Ama bizdekinden epey farklı bir törenden bahsediyoruz. 
 
Orta ÇaÄŸ’dan bu yana süren törenlerde, ekim ayının ilk haftası yeni adli yılı açılış için Ä°ngiliz üst düzey yargıçlar, beyaz peruklarını takıp, yargıç kıyafetlerini giyip yürüyerek Westminister Kilisesi’ne gidiyorlar, burada yıl boyu adil kararlar vermeleri için dualar ediliyor, ardından da Adalet Bakanı’nın düzenlediÄŸi kahvaltıya katılıyorlar. 
 
Ä°ngiliz hukuk sisteminin hakim olduÄŸu Ä°rlanda, Hong Kong, Singapur, Malezya, Kanada’da da yargı mensuplarının katıldığı adli yıl açılış törenleri var.  
 
DiÄŸer ülkelerin çoÄŸunda ise böyle bir tören yok, bir kısmında zaten adli tatil diye bir uygulama da bulunmuyor.
 
Yani yeni adli yıl açılışında Yargıtay BaÅŸkanı’nın, Baro BaÅŸkanı’nın CumhurbaÅŸkanı, BaÅŸbakan’ı karşısına alıp adaletin sorunlarını anlatması hatta bazen onları azarlaması kuvvetler ayrılığı prensibinin epey yerli bir yorumu. 
 
Bu törenleri son üç yıldır olduÄŸu gibi yürütmenin merkezi olan CumhurbaÅŸkanlığı külliyesinde yapmak ise Montesquieu’yu mezarında ters döndürmek demek.
 
Ama zaten 1943 yılındaki ilk adli yıl açılış töreni de kuvvetler arası uyumu göstermek için yapılmıştı.
 
1943 yılında tek parti iktidarının Adalet Bakanı Ali Rıza Türel’in giriÅŸimiyle yapılan törende kürsüye çıkan Yargıtay Birinci BaÅŸkanı Halil Ä°brahim Özyörük konuÅŸmasına ÅŸöyle baÅŸlamıştı: 
 
“Müsaade buyurunuzda, sözlerime baÅŸlarken buradan, Cumhuriyet Hükümetimizin beni, sayın Temyiz Heyetinin en yüksek mevkiine getirmekteki lütufkâr teveccühünden ötürü duyduÄŸum bahtiyarlığı ve ÅŸükranı da arzedeyim.”
 
(Ama ne tuhaftır ki aynı Yargıtay BaÅŸkanı’nın adı,14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti iktidara geldikten sonra ise en güçlü CumhurbaÅŸkanı adayı  olarak geçmiÅŸ, kurulan DP hükümetinde önce Adalet ardından Ä°çiÅŸleri Bakanlığı koltuÄŸuna oturmuÅŸtu. Ä°çiÅŸleri Bakanlığı’nın birinci yılında, bir emniyet aracını sivil plaka taktırarak eÅŸine tahsis ettiÄŸi ortaya çıkınca istifa etmek zorunda kalmıştı.)
 
1943’ten sonra düzenlenen adli yıl açılış törenlerinde yapılan konuÅŸmalar da bir iki istisna hariç, adaleti deÄŸil önce devleti savunan, dönemin siyasi havasıyla uyumlu konuÅŸmalar oldu.
 
Demokrat Parti iktidarı döneminde 1952-53 Adli Yılı açılışında konuÅŸan Yargıtay BaÅŸkanı Selim Nafiz Akyollu, zamanın en büyük tehlikesi olan komünizme karşı çıkarılan 141 ve 142. maddeleri övmüÅŸtü: 
 
“Demokrasimizi ve anayasa ile vatandaÅŸlara tanınan hak ve hürriyetleri aşırı sol cereyanlara ve bozguncu faaliyetlere karşı korumak maksadıyla Türk Ceza Kanunu’nun 141 ve 142 nci maddelerini deÄŸiÅŸtiren kanun, bu yıl içinde yürürlüÄŸe girerek içtimaî hayatımızın huzur ve selâmetini emniyet altına almıştır.”
 
1966 yılı yeni Adli Yıl Açılış Töreni’nde konuÅŸan Yargıtay BaÅŸkanı Ä°mran Öktem ise Nurculuk tehlikesine dikkat çekip 163’üncü maddeyi ve Yargıtay’ın Said Nursi’nin kitaplarını  yasaklama kararını savunmuÅŸtu:
 
“20 Eylül 1965 tarihli bu karar NurculuÄŸa ait kitapları muhtelif ÅŸahıslara okumanın veya vermenin, bu suretle nurculuk propagandası yapmanın Türk Ceza Kanunu'nun 163 üncü maddesinde yazılı suçu teÅŸkil ettiÄŸini belirtmektedir. Nurculuk gibi Müslümanlar'ın çoÄŸunluÄŸu tarafından Ä°slâm akideleri ile telifi mümkün olmadığı kabul edilen gerici ve saÄŸcı cereyanlar yurt içinde çok tehlikeli bir hal almıştır. Bu akımlara kapılan vatandaÅŸlarımın mühim bir kısmı saf ve temiz insanlardır. Allah'a inanma ihtiyacı karşısında din bezirganlarının aÄŸalarına düÅŸmüÅŸler ve yollarını sapılmışlardır. Bunları kurtarmak lâzımdır.”
 
12 Mart 1971 muhtırasından sonra 1972-73 Adli Yılı Açılış Töreni’nde konuÅŸan Yargıtay BaÅŸkanvekili Eyüp Sabri Erman’ın gündeminde de doÄŸal olarak 12 Martçı generallerin komünizm tehlikesi vardı:
 
“Becerikli bir kamufle ile samimi dilek ve arzuların masum bir tezahürü ÅŸekline sokulan, bu suretle vatandaÅŸlar arasında yayılmasına, taraftar bulmasına çalışılan aslında, Anayasa'nın deÄŸiÅŸmez düzenine matuf olan iddia ve propagandaların, istenilen ortamın hazırlanması halinde kuvvete dönüÅŸeceÄŸinden ÅŸüphe edilmemelidir...Cezai sonuçlarından kurtulabilmek, daha serbest ve kandırıcı ÅŸekilde hareket edebilmek için mahiyeti, amacı ve neticeleri kasten açıklanmayarak yorumu öÄŸrenci, iÅŸçi çiftçi, memur, aydın, yarı aydın her meslekten vatandaÅŸların kendi açılarından idrak ve anlayışlarına bırakılan ve bu suretle zihinlerde Anayasa'nın deÄŸiÅŸmez düzenine karşı bir tepki uyandıran iddialar ve propagandalar dahi kanaatimce suçtur.”
 
12 Eylül darbesinin ardından ilk Adli Yıl Açılış Töreni’nde konuÅŸan Yargıtay BaÅŸkanı Mehmet DerviÅŸ Turhan da Kenan Evren’i mutlu eden bir konuÅŸma yapmıştı: 
 
“12 Eylül Harekatı'ndan sonra Hâkim ve Cumhuriyet Savcılarımız görevlerini huzur ve güven içinde yürütmektedirler. Bu kıvanç verici ortamı saÄŸlayan Türk Silâhlı
 
Kuvvetleri'ne yargı adına en içten teÅŸekkürlerimi sunmayı zevkli bir ödev sayarım.”
 
Devletin terörle mücadelede rutin dışına çıkıp fail-i meçhullere imza attığı 1992-93 yılı Adli Yılı Açılışı’nda konuÅŸan Yargıtay BaÅŸkanı Ä°smet OcakçıoÄŸlu ise öyle demiÅŸti:
 
“Devletin bu yolda en azından teröristlerin kullandıkları vasıta ve yöntemleri kullanması demokratik hukuk devleti kurallarına tamamen uygundur.”
 
Yargı mensuplarının Genelkurmay’a brifinge gidip, gerekirse silah kullanırız diyen generalleri ayakta alkışladığı 28 Åžubat devrinin yargı yılı açılış törenlerindeki konuÅŸmalardan herhalde örnek vermeye gerek yok.
 
1943 yılından bu yana yapılan yeni adli yıl açılış törenlerinde bu kalıplara sığmayan konuÅŸmalar da var.
 
Bunlardan biri 1956 yılında terk edilen adli yılı açılış töreni geleneÄŸinin ardından 1960 darbesinden sonra  yapılan ilk törende Yargıtay BaÅŸkanı Recai Seçkin’in yaptığı konuÅŸmadır. 
 
Bir kaç ay önce darbenin lideri Cemal Gürsel’in daha önce hiçbir cumhurbaÅŸkanı ya da baÅŸbakanın yapmadığını yapıp, Yargıtay’da ziyaret ettiÄŸi, darbecilerin bu göreve getirdiÄŸi bir isimdir Seçkin. 
 
KonuÅŸmasında o sırada Yassıada’da devam eden yargı faciasına hiç deÄŸinmemiÅŸtir ama 27 Mayıs ihtilalini de övmemiÅŸtir. 
 
27 Mayıs darbecilerinin, eski rejimi diktatörlükle suçlaması yüzünden hemfikir oldukları Kemalist yargıçlara tanıdıkları görece otonomiden güç alsa da Cemal Gürsel’in karşısında ÅŸu sözleri söylemek yine de bir cesaret iÅŸidir: 
 
"Ä°stanbul'u aldıktan sonra Fatih Sultan Mehmet, bir Bizans'lı mimarla bir yapı yaptırmak üzere anlaÅŸma yapar ve binaya konulacak direklerin boyu üzerine mimara talimat verir. Mimar, talimata uygun davranmanın fen bakımından sakıncalı olduÄŸunu
 
anlar ve direkleri biraz kestirdikten sonra binaya koyar. Binayı gezdiÄŸi sırada talimata aykırı davranmayı öÄŸrenen padiÅŸah, öfkeye kapılır mimarın kollarını kestirir. Mimar hemen Ä°stanbul Kadısı'na gider ve padiÅŸaha karşı dava açar. Kadı padiÅŸahı mahkemeye çağırır. Fatih, hâkimin karşısına çıkınca ayrı bir yere oturmak ister. Hâkim kendisini duruÅŸma için geldiÄŸini bu sebeple ancak davacının yanında durması gerektiÄŸini ona söyler. PadiÅŸah bu sözü dinler. DuruÅŸma sonunda padiÅŸahın haksız olduÄŸu sonucuna varan Kadı, Fatih'in de iki elinin kesilmesine karar verir. Bu kararın adalete uygunluÄŸundan memnun kalan davacı, el kesme yerine kendisine para ödenmesini ister" ve bu istek üzere iÅŸlem yapılır.
 
Ä°kinci olay, ikinci Abdülhamit Devri'nde geçmiÅŸtir. "Abdülhamid'i tahtından indirmeye kalkışma suçundan cinayet mahkemesine verilen büyük bir siyaset adamının davası baÅŸlamazdan önce padiÅŸahın damadı Mahmut Celâlettin PaÅŸa, mahkeme baÅŸkanı Abdüllâtif Suphi PaÅŸa'ya gider ve (Sizden sânı sadakate lâyık bir karar bekliyoruz) der. Davaya bakılır, sanık beraat eder. PadiÅŸahın yolladığı haberi bilen baÅŸkanın kızı, kararı öÄŸrenince hayretlere düÅŸer ve babasına ‘kararı verirken sânı sadakate lâyık karar bekleyen hünkârdan korkmadınız mı?’ diye sorar. PadiÅŸahın karşılığı ÅŸudur : ‘Öyle bir hâkim öyle bir sultan var ki, huzuruna yarın Hünkâr da, ben de beraber çıkacağız, iÅŸte ben, yalnız o Hünkârdan korkarım.’
 
Türk adalet tarihinden alınan bu örnekler, birer yüksek seciyye ve kahramanlık örneÄŸidir. Böyle olaÄŸanüstü kimselerin sayısı hiçbir zaman çok deÄŸildir ve yüksek seciyyeli olanlar da kahramanlık isteyen bir mesleÄŸe girme yerine vicdanlarının rahatını bozmadan geçimlerini saÄŸlayabilecekleri baÅŸka bir mesleÄŸe girmeyi düÅŸünebilirler.”
 
Ama 76 yıllık adli yıl açılış konuÅŸmaları tarihinin en farklı konuÅŸması, tartışmasız 1999-2000 yılı Adli Yıl Açılış Töreni’nde Yargıtay BaÅŸkanı Sami Selçuk’un konuÅŸmasıdır.
 
Ä°lk kez bir Yargıtay BaÅŸkanı, devletin diliyle deÄŸil, kliÅŸe hukuki kavramlarla da deÄŸil, gerçekten adalet, özgürlük ve demokrasi diliyle konuÅŸmuÅŸtu.
 
1999 Depremi’nde yıkılan güçlü devlet anlayışı, ardından hızlanan Avrupa BirliÄŸi sürecinin de atmosferinde yapılan konuÅŸmada Sami Selçuk’un ortaya koyduÄŸu ÅŸu hukuk anlayışın, 20 yıl sonra hala çok uzağındayız: 
 
“Demokrasinin biricik sigortası yine ve ille de demokrasidir... Deneyimler göstermiÅŸtir ki, aşırı görüÅŸleri, inançları etkisiz kılmanın en iyi çaresi, özgür bırakıp onlarla ilgilenmemektir. Bu tutum, aşırı görüÅŸleri, inançları önce parçalayacak, çoÄŸullaÅŸtıracak, ılımlı kılıp evcilleÅŸtirecektir...Tutuklanma Hitler'i yaratmıştır. Sürgün Lenin'i yaratmıştır. Sürgün  edilmeseydi, büyük olasılıkla Lenin, ömrünü bir parti baÅŸkanı olarak Duma'da noktalayacaktı. Her yasak, yasaklanana güç kazandırmış, aykırılığı mayalandırmıştır... Yasak, önceleri görece bir dinginlik saÄŸlar. Ancak geçicidir, aldatıcıdır. Çünkü baskıyla saÄŸlanan barış, aslında için için süren bir savaÅŸtır. Yasaklanan görüÅŸlerin gaddarlık patlamasıyla öç almalarının nedeni, baskı rejimlerinin sistemin bağışıklığını saÄŸlamaktan yoksun kalmalarıdır. Küçük Hitler'lere mikrofon vermeyerek onları silemeyiz. HoÅŸlanmasak bile Ku Klux Klanların felsefelerini yayma ve sokakta yürüyüÅŸ hakları vardır. Unutmayalım ki, en tehlikeli düÅŸünceler bile insanlığın çılgınlıkları arasında yer almıştır, almalıdır. Çünkü insanlar arasında saÄŸduyu eÅŸit paylaşılmıştır (Descartes). Yaratıcılık için kaosa da gerek vardır. DüÅŸünsel "anarÅŸi, demokratik ülkelerin en çok deÄŸil, en az korkmaları gereken ÅŸeydir" (Alexis de Tocqueville)... 
 
Demokrasi "ben ötekinden daha iyi düÅŸünüyorum" yolundaki vesayetçi, Jakoben ve tekelci anlayışı reddeder...
 
Yineliyorum. ÖzgürlüÄŸü yerli yersiz sınırlayan bir hukuk ve devlet, insanı insan yapan temel öÄŸeye, özgürlüÄŸe ihanet etmiÅŸ bir hukuk ve devlettir. Böyle bir düzende hukuk da, devlet de meÅŸru deÄŸildir... 
 
1997'de 22 ülkenin cezaevinde toplam 180 gazeteci bulunmaktadır. Bunun 78'i Türkiye'dedir ve birincilik bizdedir. Sayı, Zambiya'da 1, Sudan'da 2, Nijerya'da 8'dir. Bu iddialar deÄŸerlendirilmeli, Türkiye yasalarla beyinleri ezilmeye, sesleri kısılmaya çalışılanların ülkesi olarak 21. yüzyıla girmemelidir. Yapılacak iÅŸ, salt düÅŸünce suçları olan hükümleri kaldırmak, suçlara eylem çaÄŸrısı yapan, suça kışkırtan hükümlerdeki sözcük ve deyiÅŸleri, suçların yasallığı ilkesi gereÄŸince, belirgin ve saydam kılmaktır...
 
Hukukun üstünlüÄŸü deÄŸil, hukuk devleti ilkesini benimseyen Kara Avrupası ülkelerinden esinlenen Türkiye, yargı erkinin bağımsızlığını ve öbür erklerle eÅŸitliÄŸini gerçekleÅŸtirmeden üçüncü bin yıla girecek mi? Bugün bu soruyu yalnız yargı deÄŸil, herkes soruyor...
 
Türkiye'de her ÅŸey "hikmet-i hükümet" sayesinde birer bilmeceye dönüÅŸmüÅŸtür. 2398 yıl önce Sokrates'in nasıl yargılandığını biliyoruz. Ama yüzyıl önceki Mithat PaÅŸa davası hâlâ bir sır. Bir sayın Adalet Bakanı ayrılış konuÅŸmasında "adalete karışmadığını" övünçle söyleyebiliyor, bunu erdem olarak sunabiliyor. Bu itiraftan anlıyorsunuz ki, yargının kapısı siyasal müdahalelere açık. Ama kimseden çıt çıkmıyor...
 
Diyeceklerim ÅŸimdilik bunlardır. GösterdiÄŸiniz ilgi ve sabra gönül borcumu öderken, 2000 yılında demokrasinin
 
utkusuyla taçlanmış, baskı ve terörden arınmış, barışa kavuÅŸmuÅŸ bir Türkiye'de ve dünyada buluÅŸmak umuduyla saygılar sunarım. YaÅŸasın Türkiye !”
 
https://www.yargitay.gov.tr/documents/acilisKonusma/1999-2000.pdf
 
20 yıl önce yapılmış bu konuÅŸmayı, bugün BeÅŸtepe’deki törende Yargıtay BaÅŸkanı yapsa, muhtemelen bir sonraki Adli Yıl Açılış Töreni ya yapılmaz ya da tören bir dahaki yıl yeniden Yargıtay’ın küçük salonuna dönerdi.
 
Ertesi gün Yargıtay BaÅŸkanı’nın hakkında hangi baÅŸlıklar atılır, hangi yazılar yazılırdı tahmin etmek de zor deÄŸil.
 
Neyse ki bugün böyle bir tehlike yok. Yargıtay BaÅŸkanı 1999’daki istisnai durumdaki gibi deÄŸil, 76 yıllık geleneÄŸe uygun bir konuÅŸma yapacak. Barolar BirliÄŸi BaÅŸkanı da avukatların pasaport meselesini çözecek bir tonda konuÅŸacak.  
 
Tarih çizgisi hep ileriye doÄŸru gitmiyor. Bazen 1999, 2019’dan daha ileri bir tarih de olabilir...
 
 
Kaynaklar
 
Yargıtay Adli Yılı Açılış KonuÅŸmaları arÅŸivi.
 
https://www.yargitay.gov.tr/icerik/39
 
Osman Can- Adli Yıl Açılış KonuÅŸmaları- Liberte Dergisi http://www.libertedownload.com/LD/arsiv/75/12-osman-can-adli-yil-acilis-konusmalari.pdf
 
KARAR GAZETESÄ°

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.