Alev Erkilet: Dünya-Sistem Yeryüzünün Lanetlilerine Karşı
Frantz Fanon, ilk kez 1963'de yayınlanan Yeryüzünün Lanetlileri adlı kitabında sömürgeciliğin ve emperyalizmin Üçüncü Dünya ülkeleri üzerindeki etkilerini çözümlemekteydi.
"Sömürgecilik ve emperyalizm" diyordu, "bayraklarıyla polis güçlerini topraklarımızdan çektikleri zaman bizimle tüm iliÅŸkilerini kesmiÅŸ olmazlar. Kapitalistler, yüzyıllardır az geliÅŸmiÅŸ dünyada gerçek savaÅŸ suçluları gibi davrandılar" (Fanon 2001: 94-95). Fanon, bugün Avrupa'yı boÄŸan zenginliÄŸin az geliÅŸmiÅŸ ülkelerden çalınan zenginlik olduÄŸunu öne sürüyor ve Üçüncü Dünya halklarının, Avrupa için, kendileri için ve insanlık için yeni bir sayfa açmak, yeni kavramlar üzerine çalışmak ve yeni bir insan yaratmak zorunda olduklarını iddia ediyordu (Woddis 1975: 34). Yeryüzünün Lanetlileri yayınlanalı 40 yıl oldu; ancak Fanon'un söylemlerini yeniden güncelleÅŸtiren, daha doÄŸrusu dikkatlerimizi yeniden o söylemlere yöneltmemizi gerektiren tarihsel bir kırılma noktasında bulunuyoruz. 11 Eylül sonrasında Üçüncü Dünya topraklarının yeni-sömürgeci, emperyal güçler tarafından yeniden iÅŸgal edilmesi ve/veya iÅŸgal edilmekle tehdit edilmesi ile vasıflanan bu tarihsel evrenin doÄŸasını kavrayabilmek için kuramsal bir geri plana, savaşın ne'liÄŸine iliÅŸkin bir deÄŸerlendirmeye ihtiyacımız var.
Siyaset sosyolojisi açısından bakıldığında savaÅŸ, siyasal eylemin zora dayalı/cebri iki biçiminden biri olarak tanımlanmaktadır (Bouthoul 1968:136) Zora dayalı diÄŸer siyasal eylem biçimi ise devrimlerdir. Savaşı, siyaset kurumuna baÄŸlayarak tanımlama geleneÄŸi, ünlü savaÅŸ kuramcısı Carl von Clausewitz ile baÅŸlamıştır. Clausewitz, SavaÅŸ Üzerine adlı klasik eserinde, savaşı siyasetin baÅŸka yollarla/araçlarla sürdürülmesi biçiminde tanımlamıştır:
"O halde, harbin yalın bir politik eylem olmayıp gerçek bir politik araç, politik iliÅŸkinin bir devamı, politikanın baÅŸka araçlarla uygulanması olduÄŸunu görüyoruz. Harbin kendine özgü özelliÄŸi, sadece araçlarının ÖzelliÄŸinden ibarettir... politik niyet amaç, harp ise araçtır ve araç hiç bir zaman amaçsız düÅŸünülemez" (Clausewitz 1999: 35).
SavaÅŸ, insan toplumlarını derinden etkileyen, katastrofik sonuçlar yaratan bir olgu olduÄŸu için siyaset bilimde olduÄŸu kadar sosyolojide de tartışılmış, nedenleri ve sonuçlan üzerine kafa yorulmuÅŸtur. 17. yüzyılda duc de Sully savaÅŸların en önemli nedeninin din olduÄŸunu öne sürerken; 18. yüzyılda Jeremy Bentham sömürgeleri savaşın asıl nedeni olarak gösteriyordu (Bouthoul 1968: 138). Sorokin'in, "insanlar arasındaki varoluÅŸ mücadelelerinin en keskin ve ÅŸiddetli biçimi" (1928: 313) olarak tanımladığı savaÅŸların belli toplumsal iÅŸlevleri de var. Burada söz konusu iÅŸlevlerden üçü üzerinde durmak istiyoruz:
SavaÅŸlar, öncelikle, ülke içinde geliÅŸmekte olan ÅŸiddet eylemlerinin dışarıya yönlendirilmesini saÄŸlarlar (Bouthoul 1968: 138). Ä°ç gerilimlerin dışarıya aktarılması olarak da adlandırabileceÄŸimiz bu süreç, iÅŸlevselci sosyologlar tarafından istikrar (denge) koruyucu mekanizmalardan, emniyet supaplarından biri olarak tanımlanmıştır. ÖrneÄŸin çatışmacı yapısalcılardan Lewis Coser, grup içi ve özellikle gruplar arası çatışmaların "toplumsal yapının oluÅŸumu, birleÅŸimi ve korunması açısından" ne kadar araçsal ve iÅŸlevsel olabileceÄŸini göstermeye çalışmıştır (Poloma 1993: 99).
Savaşın diÄŸer bir toplumsal iÅŸlevi ise, kazanan ülkelerin rejimlerine taze kan saÄŸlamasıdır. Yenilenler açısından ise olumsuz fonksiyon görür; devrimlere ve hükümet darbelerine kapı aralar (Bouthoul 1968: 137). XX. yüzyılın bütün devrimleri kaybedilen savaÅŸların ertesinde gerçekleÅŸmiÅŸtir. Savaşın bu iÅŸlevine en çarpıcı örnek Lenin önderliÄŸinde gerçekleÅŸtirilen Ekim devrimidir. 1917 devriminin gerçekleÅŸmesi, büyük ölçüde Lenin'in "emperyalist savaşı bir iç savaÅŸa dönüÅŸtürme" tezinin baÅŸarıya ulaÅŸmasına baÄŸlıdır.
Savaşın, dikkat çekmek istediÄŸimiz son iÅŸlevi, devletlerin haklarını, ayrıcalıklarını ve önem sıralarını belirleme Ä°ÅŸlevidir. Uluslararası hukukun ilkelerini belirleme hakkını elde etmek de bu iÅŸlevin bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır (Bouthoul 1968: 139). Bu açıdan bakıldığında, dünya tabakalaÅŸma sisteminde devletlerin alacağı yeri belirleyen en önemli etmenlerden biri de savaÅŸ olmaktadır. O halde, ister 1946'da Gaston Bouthoul (1967: 3)'un önerdiÄŸi kavramlaÅŸtırmayla polemoloji (savaÅŸbilim) açısından, ister siyaset ya da savaÅŸ sosyolojileri açısından bakalım, yapmamız gereken, savaşın biçimlerini, nedenlerini, etkilerini ve iÅŸlevlerini toplumsal açıdan incelemektir. Bu baÄŸlamda bizim sormamız gereken soru da ÅŸu olmalıdır: 7 Ekim 2001 tarihinde baÅŸlamış olan Afgan savaşının nedenleri, iÅŸlevleri ve müslüman dünya açısından sonuçları nelerdir? Bu soruya cevap verebilmek için, öncelikle 15. yüzyıldan beri kendisini yaratmakta ve yaymakta olan kapitalist dünya-sistemin yapısal bir çözümlemesine ihtiyaç vardır. Buna ilave olarak, dünya Ä°slami hareketler ailesinin kapitalist dünya-sistemle olan iliÅŸkisini çözümlemek gerekmektedir. Burada Ä°slami hareketler ailesi terimini, Walterstein (1993: 46)'ın "sistem karşıtı hareketler ailesi" biçimindeki adlandırmasına gönderme yapmak için kullanıyoruz.
15. yüzyıldan bu yana kendisini yaratmakta ve yaymakta olan kapitalist dünya-sistem, önceki dünya-sistemin tek bir siyasal otorite/farklı ekonomik yapılanmalar ile vasıflanan yapısından farklı olarak siyasal anlamda ulus devletlere bölünmüÅŸtür, fakat dünya çapında tek bir kapitalist ekonomik örgütlenme biçimi yaratır. Konumuz açısından bakıldığında, kapitalist dünya-sistemin iki özelliÄŸi öne çıkmaktadır. Kültürel alanda tek-kültürcü olması ve ekonomik alanda emperyalist tutumu. Tek-kültürcülükten kastımız, batının model alınmasını öngören modernleÅŸmeci, ilerlemeci, evrimci ÅŸemaların batı-dışı halkların tümüne dayatılmasıdır. Batı Avrupa ve Kuzey Amerika ülkeleri, son dönem sosyal bilimlerinde etkili olmaya baÅŸladığı görülen çok-kültürlülük/çok-kültürcülük savlarının tam aksine, Filistin ve Bosna deneyimlerinin gösterdiÄŸi üzere farklılıklara tahammülsüz tek-kültürcü bir ideoloji tarafından sevk ve idare edilmektedir. Çeçenistan örneÄŸinin gösterdiÄŸi gibi, Batının doÄŸusu yani Rusya da aynı özelliklere sahiptir.
Lacoste'un, ekonomik, sosyal ve politik alanların birbirinden ayrımlaÅŸması sonucu geliÅŸen, "alan [fizik mekanı kastediyor] ve insanlar üzerindeki bir egemenlik sistemi" (1998: 116) diye tanımladığı emperyalizme gelince; kapitalist dünya-sistem bu egemenliÄŸi önce fiziksel iÅŸgale dayalı klasik sömürgecilik yoluyla, daha ileriki evrelerinde ise sermayenin uluslararası hareketi ile vasıflanan yeni-sömürgecilik yoluyla gerçekleÅŸtirmiÅŸtir. Böylece, yerkürede uluslararası bir tabakalaÅŸma sistemi yaratmıştır; Batı Avrupa ve Kuzey Amerika'nın piramidin tepesinde yer aldığı bir tabakalaÅŸma sistemidir bu. 1917'deki Ekim devriminden 1945'e dek, sosyalizm, kapitalist dünya-sistemin doÄŸurduÄŸu kültürel ve ekonomik eÅŸitsizliklere karşı çıkan toplumsal hareketler yaratarak neredeyse tek alternatif olma özelliÄŸini korumuÅŸtur. KuÅŸkusuz bu, kapitalist dünya-sisteme içerden yöneltilmiÅŸ bir meydan okumaydı. Ve SSCB, devrimin ilk yıllarındaki "dünya devrimi" çaÄŸrısını terk ederek tek ülkede sosyalizm ilkesine döndüÄŸü 1920'lerin ikinci yarısından itibaren kapitalist dünya-sistemle barışma yoluna girmiÅŸti; ancak yine de, dünya halklarının birçoÄŸu için kapitalizmin yarattığı eÅŸitsizliklere çözüm getirecek alternatif bir sistem olarak kabul edilmeye devam etti. Bu açıdan bakıldığında, SSCB'nin kapitalist dünya-sistemle gerek söylemsel gerekse fiili uzlaÅŸmasının kritik tarihi 1945'dir. SSCB'nin 1945'de Yalta'da dünyayı ABD ile arasında kardeÅŸ payı usulüyle paylaÅŸmasının bir sonucu olarak, sosyalizm alternatif olma özelliÄŸini hızla yitirmeye baÅŸladı. SSCB'nin dağılması sürecinde Rusya, kapitalist dünya-sistemle 1945'den bu yana devam etmekte olan yakınlaÅŸma eÄŸilimini resmileÅŸtirdi. Yabancı sermaye giriÅŸine ve sanayide ve toprakta özel mülkiyete izin verilmeye baÅŸlanması, sosyalizmden uzaklaÅŸma sürecinin artık son aÅŸamasına geldiÄŸini gösteriyordu.
Rusya'nın kapitalist dünya-sisteme eklemlenme çabalarının son ve en açık göstergesi 7 Ekim 2001 tarihinde Amerika'nın Afganistan'ı bombalamasıyla baÅŸlayan savaÅŸa verdiÄŸi tepkilerdir. Rusya'nın gerek ideolojik gerekçelerle gerekse Sever'in de belirttiÄŸi gibi "bölgedeki kontrolünün azalacağı düÅŸüncesiyle ABD'nin yapacağı giriÅŸimlere ayak direyeceÄŸi" düÅŸünülürken, "geliÅŸmeler tam aksi istikamette oldu" (Sever 2001: 56). Putin, 11 Eylül saldırısının hemen ardından ABD'ye, uluslar arası terörle mücadele baÄŸlamında beÅŸ maddelik bir plan teklif etti. Bu plana göre:
"1. Rusya ve ABD istihbarat birimleri arasında sıkı temas kurulacak.
2. Afganistan operasyonu sırasında insani yardım taşıyan uçaklara hava koridoru açılacak. Açık hava sahası askeri uçakları kapsamayacak. Operasyonun gidiÅŸine göre bu konuda ek kararlar alınabilir.
3. Ä°nsani yardım amaçlı açık hava sahası Rusya'nın müttefiki sayılan Orta Asya cumhuriyetleriyle koordinasyon içinde açılacak.
4. Ä°lgili bölgelerde gerçekleÅŸtirilecek arama ve kurtarma operasyonlarına Rusya katılmaya hazır olduÄŸunu bildirir.
5. Kuzey ittifakı, Rabbani yönetimi Rusya tarafından Afganistan'da resmi iktidar sayıldığı için, bu güçlere askeri ve siyasi destek sürdürülecek" (Sever 2001: 57).
Sever'e göre, Rusya Federasyonu'nun bu planla ulaÅŸmaya çalıştığı iki temel hedef vardır; bunlardan birincisi 1990'dan bu yana bağımsız bir devlet kurma çabalarını sürdüren Çeçenlerin Batı tarafından da terörist olarak ilan edilmesini saÄŸlamaktır. Ä°kincisi ise, küresel sisteme tam entegrasyonun önündeki engellerin kaldırılmasıdır. Sever'in de vurguladığı gibi, yabancı yatırımların artırılması ve Rusya ile AB ve NATO arasında yakınlaÅŸmanın saÄŸlanması amaçlanmaktadır. Ancak, Rusya'nın SSCB'den Rusya Federasyonu'na evrilmesi sadece Rusya'nın ülkesel koÅŸullarını etkilemekle kalmamış, uzun zamanlar boyunca Marksist-Leninist solun kendisini cisimleÅŸtirdiÄŸi yegane egemen odak olması nedeniyle sol düÅŸünceyi de ağır bir krize sokmuÅŸtur, Stalin dönemine iliÅŸkin acı anıların Sovyet modelinin çekiciliÄŸini azaltmış olduÄŸu doÄŸrudur; ancak bu koÅŸullar altında bile Rusya, sol devrimciliÄŸin ve kapitalist dünya-sisteme karşı sol direniÅŸin önemli bir simgesi olma özelliÄŸini sürdürüyordu. Bütün bu nedenlerle, Rusya'nın Gorbaçov döneminden itibaren geçirdiÄŸi dönüÅŸümler, solun Marx'tan bu yana gururla benimsediÄŸi anti-kapitalist ve anti-emperyalist duruÅŸu önemli ölçüde tahrip etmiÅŸtir denilebilir. Solun kapitalist dünya-sisteme alternatif olmaktan çıktığı, kendi içinde sürdürdüÄŸü tartışmalardan da açıkça anlaşılmaktadır. Nitekim, dünya solu dergisi Cosmopotitik'te yer alan ve 11 Eylül sonrası dünyanın yeni gündeminin tartışıldığı bir yazıda, "... sosyalizm gerçek bir seçenek olarak dünya sahnesindeki yerini tekrar almadığı sürece, kazanan hep barbarlık olacak" denilmektedir (Tanıttıran 2001: 13). Sol, bu süreçte sadece küresel bir alternatif olma özelliÄŸini yitirmekle de kalmamıştır. Kapitalist dünya-sistemin egemen devletleri tarafından sürdürülen sistematik katliamlara, Ladin ile CIA arasındaki iliÅŸkileri kurcalamak ya da savaşı bir enerji savaşına indirgemek suretiyle kendince bahaneler bulmayı ve bu suretle de, Ä°slami hareketlerin kapitalist dünya-sisteme alternatif olma özelliÄŸini göz ardı etmeyi yeÄŸlemiÅŸtir.
Özelde Rusya'nın genelde ise sol hareketlerin yukarıda özetlemeye çalıştığımız seyir içinde kapitalist dünya-sisteme alternatif olma özelliÄŸini yitirmesi gibi, 1950 sonrasında ulusal bağımsızlık savaÅŸları yoluyla sömürge olmaktan kurtulan yeni devletler de, dünya-sisteme kısa zamanda entegre oldukları için hatırı sayılır bir alternatif oluÅŸturamamışlardır. Ulusalcı temalar, siyasal bağımsızlığı saÄŸladıkları durumlarda bile, yeni-sömürgecilik karşısında çaresiz kalmış; kültürel alanda da, ulusalcılık tek-kültürcü ideolojilere eklemlenmeye engel olamamıştır. Bu nedenle 1950'lerden itibaren sosyalist ve ulusal kurtuluÅŸçu ideolojiler kapitalist dünya-sisteme bir alternatif olma özelliklerini hızla yitirmiÅŸlerdir. Geriye tek alternatif olarak, bir inanç veya sistemin bütünüyle hayata aktarılmasını savunan "entegrist hareketler" (Wallerstein 1993: 43) kalmıştır ki, Ä°slami hareketler ailesi bu entegrist hareketlerin en önemlisidir. 21. yüzyılın başına gelindiÄŸinde/ kapitalist dünya-sistemin yarattığı kültürel ve ekonomik eÅŸitsizliklere karşı çıkan yegane gücün Ä°slami hareketler olduÄŸu rahatlıkla söylenebilir. Bu karşı çıkışı sadece bir medeniyetler çatışmasına indirgemek haksızlık olur. Ä°slami hareketlerin, kapitalist dünya-sistemin kültürel dayatmalarına karşı çıkması ve yeni/alternatif bir medeniyet önermesi anlamında bir "medeniyetler çatışması" olduÄŸu doÄŸrudur; ancak, Ä°slami hareketlerin kapitalist dünya-sistemin ekonomik sömürüsüne ve siyasal hegemonyasına yönelttikleri eleÅŸtiriler dikkate alındığında, söz konusu meydan okumanın bir medeniyetler çatışmasına indirgenemeyeceÄŸi açıkça görülmektedir.
Ä°slami hareketler, adil/eÅŸitlikçi bir dünya talebinde bulunmaktadırlar. Åžu anda Filistin'de, Çeçenistan'da ve son olarak da 7 Ekim 2001 tarihinden bu yana Afganistan'da yürütülmekte olan savaÅŸlar, kapitalist dünya-sistemin kendi kültürel öncüllerine ve kendi yarattığı tabakalaÅŸma sistemine karşı çıkan Ä°slami hareketler ailesine yönelttiÄŸi bastırma operasyonunun halkalarıdır. Rusya Federasyonu da, 1990'dan itibaren kapitalist dünya-sisteme eklemlenme sürecine girdiÄŸinden bu operasyonda batıyla iÅŸbirliÄŸi içindedir. Özetle söylendikte, kapitalist dünya-sistemin önceki emperyal savaÅŸlar sonucunda oluÅŸturduÄŸu uluslararası hiyerarÅŸiyi muhafaza etme ve pekiÅŸtirme arzusu ile Ä°slami hareketler ailesinin bu hiyerarÅŸiye yönelik kültürel-siyasal ve ekonomik itirazları arasındaki çeliÅŸki ve bu çeliÅŸkinin doÄŸurduÄŸu çatışmalar, 21. yüzyılın ilk çeyreÄŸini belirleyen ana ekseni oluÅŸturacak gibi görünmektedir. Bu açıdan bakıldığında, Fanon'un sömürgeciler ile sömürülenler -yeryüzünün lanetlileri- arasında tanımladığı çatışmanın, yeni biçimler altında halen sürdürülmekte olduÄŸu söylenebilir.
Kapitalist dünya-sistemin egemen devletleri ya da dünya tabakalaÅŸma piramidinin en üstündeki ülkeler, sistem-karşıtı hareketler ailesinin temsilcisi, destekçisi ya da koruyucusu olarak tanımladıkları ülkeler için "haydut devlet" nitelemesini kullanmayı alışkanlık haline getirmiÅŸlerdir. Benzer biçimde iÅŸ gören kavramlardan biri de "terörist devletler" kavramıdır. Ancak, Chomsky'nin de iÅŸaret ettiÄŸi gibi, haydut devlet kavramı çok göreli bir kavramdır. Çünkü örneÄŸin Küba "uluslararası terörizmle iliÅŸkisi olduÄŸu iddia edildiÄŸi için önde gelen bir haydut devlet olarak nitelendirilir"; oysa 40 yıldır Küba'ya karşı terörist saldırılar gerçekleÅŸtirdiÄŸi halde "ABD bu kategoriye girmemektedir" (Chomsky 2001a: 36). Küresel güçler benzer biçimde Ä°ran, Libya, Irak, Afganistan ve Çeçenistan'ı da bu kategoride tanımlama eÄŸilimindedirler. BM kararlarını sürekli olarak kendileri ihlal ettikleri ve sınırsız güç kullanımı yoluyla küresel çıkarlarını azamileÅŸtirmeye çalıştıkları halde, sistem-karşıtı hareketleri ve bunlarla iliÅŸkilendirdikleri ülkeleri "haydut" ve "terörist" olarak tanımlamaya devam etmektedirler. Chomsky kavramların bu göreli ve muÄŸlak kullanımını kastederek; "kriterler oldukça açıktır" diyor. "Bir haydut devlet, basitçe suçlu bir devlet deÄŸil, fakat kudretlinin emirlerine karşı koyan devlettir. Kudretliler ise tabii ki muafiyetten yararlanırlar" (2001: 36). Haydut devlet ya da uluslararası terörizm kavramlarının bu muÄŸlak kullanımı, küresel kapitalizmin yürüttüÄŸü emperyal savaÅŸların üstünü örtmeye yaramaktadır.
Chomsky, devletler açısından bakıldığında haydutluÄŸun asıl göstergesinin, uluslar arası hukuka ve BM tarafından alınan kararlara uymamak olduÄŸunu iddia etmektedir. Chomsky'e göre, yakın tarihte, BM kararlarına kulak asmayan tek devlet ABD'dir ve bu nedenle de haydut ya da terörist devlet nitelemesini ABD hak etmektedir. Elbette Ä°ngiltere gibi gönüllü müttefikleriyle birlikte. Bu konuda zikredilebilecek çok sayıda örnek var. Ancak Chomsky'nin ne demek istediÄŸini anlamak için, çok çarpıcı iki örnek üzerinde durmak yeterli olacaktır: Nikaragua ve Sudan. Kaldı ki, Nikaragua örneÄŸi ABD'nin uluslararası terörist bir devlet olduÄŸunun Dünya Mahkemesi tarafından tesciliyle sonuçlanmış istisnai bir örnektir aynı zamanda.
1980'lerde ABD'nin, onbinlerce kiÅŸinin ölümüne ve ülke ekonomisinin çöküÅŸüne yol açan saldırılarının ardından Nikaragua Dünya Mahkemesine baÅŸvurmuÅŸ ancak mahkemenin aldığı lehte karara ABD'nin uymaması üzerine süreç Güvenlik Konseyi ve Genel Kurul üzerinden sürdürülmüÅŸtü. Nikaragua her baÅŸvurusunda hakti bulunmuÅŸ olmasına karşılık, kararların AB, ABD, Ä°srail ve el Salvador tarafından veto edilmesi nedeniyle zararını tazmin edebileceÄŸi bir çıkar yol bulamamıştı (Chomsky 2001b: 22-23). Kapitalist dünya-sistemin egemen devletleri, kendi yaratıları olan BM'nin ve yine kendi yaratıları olan uluslararası hukuk ilkelerinin sınırlayıcılığına uymamakta direnmiÅŸlerdi. Direnenlerin başında da ABD geliyordu. Chomsky'ye göre, bu saldırılar, gerek gerçekleÅŸtirilme gerekçeleri ve biçimleri, gerekse hukuk süreci sonunda alınan kararlar nedeniyle gerçek terörist devletin hangisi olduÄŸunu gösteren somut birer örnek teÅŸkil etmektedir.
Aslına bakılırsa, ABD'nin Latin Amerika'daki suç dosyası oldukça kabarık. Latin Amerika'nın yakın tarihinde yaÅŸanan bütün askeri darbeler; bütün anti-demokratik giriÅŸim ve uygulamalar ABD tarafından desteklenmiÅŸtir. Bunları sevk ve idare eden yerli komutanlar ise ABD'deki School of Latin Americas'da özel eÄŸitim almış. Bu darbe süreçleri içinde, kıtanın alt yarısının çıkarları üst yarısının çıkarlarına teslim edilmiÅŸ ve Eduardo Galeano'nun da belirttiÄŸi gibi, toprakların ve çıkarların ABD ÅŸirketlerine devredilmesiyle sonuçlanmıştır:
"Guatamala, büyük çapta bir 'kirli savaşın' uygulandığı ilk Latin Amerika laboratuvarı oldu. Amerika BirleÅŸik Devletleri tarafından eÄŸitilen, yönlendirilen ve donatılan insanlar soykırım planını baÅŸarıyla yerine getirdiler. 1967 uzun bir San Bartolome gecesi oldu...Arjantindeyse, dehÅŸet, .... Juan Domingo Peron'un ülkeden ayrılmasıyla baÅŸladı" (Galeano 1986: 14).
Galeono (2001: 175-176), Guatamala'da ölenlerin sayısının çoÄŸu yerli olmak üzere 200 bin civarında olduÄŸunun altını çiziyor ve sadece Kissinger döneminde Endonezya, Kamboçya, Iran, Güney Afrika ve BangladeÅŸ'de ve Latin Amerika'nın tamamında gerçekleÅŸtirilen terör eylemlerinin, ABD tarafından desteklenmiÅŸ, finanse edilmiÅŸ ve yönlendirilmiÅŸ olduÄŸunu belirtiyor.
1998'de Sudan'daki el-Åžifa ilaç fabrikasının bombalanması nedeniyle ölenlerin toplam sayısı da onbinleri aÅŸmaktadır. Bu saldırının toplam maliyetini doÄŸru olarak saptayabilmek için, ülkenin ilaç ihtiyacının yaklaşık %90'ını karşılayan bu fabrikanın bombalanması sırasındaki kayıplara, yaratılan ilaç darboÄŸazının sonucu olarak sıtma, verem ve hayvanlardan geçen diÄŸer hastalıklar nedeniyle ölenleri de eklemek gerekmektedir. Dahası, bombalamanın ardından gelen ambargo yüzünden, ilaç ithali de olanaksızlaÅŸmıştır.
"El-Åžifa, ayrıca bu geniÅŸ, kırsal ülkede hayvan ilaçları üreten tek fabrikaydı. Özellikle hayvanlardan insanlara geçen parazitleri öldüren ilaçlar üretiyordu. Sudan'da çocuk ölümlerinin baÅŸlıca sebebi bu parazitlerdir" (nakleden Chomsky 2001b: 41).
ABD'nin bu saldırıyı gerçekleÅŸtirmesinden kısa bir süre önce, Sudan yetkilileri, saldırının gerekçesi olarak gösterilen Afrika'daki Amerikan elçiliklerinin bombalanması olaylarının zanlısı olduÄŸu düÅŸünülen kiÅŸileri yakalamış ve Washington'daki yetkililere teslim etme giriÅŸiminde bulunmuÅŸlardı. Bu giriÅŸimleri kabul görmemiÅŸti. Benzer bir tutumun, Ladin'in tarafsız bir ülkenin mahkemesinde yargılanmak üzere teslim edilebileceÄŸi teklifi karşısında da takınılmış olması önemlidir. 7 Ekim sonrasındaki geliÅŸmelerin doÄŸru okunabilmesi, ABD'nin uluslar arası hukuka uyma çaÄŸrılarına her üç örnekte de uymamakta ısrar etmiÅŸ olduÄŸunun anlaşılmasına baÄŸlıdır. Buna karşın, her üç örnekte ve aslında çok daha fazla sayıda örnekte (Libya ve Irak'ın bombalanmasında da) uluslararası hukuka ve BM kararlarına uyma çaÄŸrısında bulunanlar, hep küresel sistemin "terörist" olarak tanımladığı ülkeler olmuÅŸtur (Chomsky 2001a: 34). Bu açıdan bakıldığında, haydut ya da terörist devletler tanımlamasının, emperyal savaÅŸların gerçek niteliÄŸini perdelemeye yarayan birer araç olarak kullanıldığı görülmektedir.
Svante E. Cornell (1997: 203)'ın da belirttiÄŸi gibi, emperyal savaÅŸlar genelde askeri bakımdan olduÄŸu kadar teçhizat bakımından da çok güçlü orduların, çok zayıf halklara karşı yürüttükleri savaÅŸlardır. Ancak, savaşın yürütüldüÄŸü bölgenin savunma halindeki tarafça çok iyi bilinmesi ve saldırgan tarafın nüfuzuna imkan vermemesi nedeniyle söz konusu teknik ve askeri üstünlükler genellikle iÅŸe yarar biçimde kullanılamaz. Cornell'a göre, bu karakteristikler gerek Vietnam, gerekse 79 Afganistan ve 90 sonrası Çeçenistan savaÅŸlarının ortaklaÅŸtığı özelliklerdir. Cornell, emperyal savaÅŸların emperyal güçlerce kazanılmasının pek olanaklı olmadığını göstermeye çalışmaktadır. Çünkü bu savaÅŸların ekonomik ve insani maliyetleri ağırdır; çok para harcanmasını ve çok sayıda askerin feda edilmesini gerektirirler. Bir baÅŸka deyiÅŸle, kapitalist dünya-sistemin yeryüzünün lanetlileri karşısında galip gelmesi uzun vadede olanaklı görünmemektedir.
7 Ekim 2001 tarihinde baÅŸlatılmış olan ve kapsamı Amerika tarafından giderek geniÅŸletilecek gibi görünen savaÅŸ da emperyal bir savaÅŸtır. Afganistan yanında, hemen bütün OrtadoÄŸu'nun, Asya'nın önemli bir kısmının ve Kafkasya'nın da içine dahil edilmek istendiÄŸi bu savaÅŸ, kapitalist dünya-sisteme tek alternatif olarak görülen Ä°slami hareketler ailesinin baskı altına alınmasını hedeflemektedir. 20. yüzyılın özellikle ikinci yarısı boyunca, sosyalist hareketleri hedef alan ve dünyanın neresinde olursa olsun kurdurduÄŸu anti-komünist yapılanmalar aracılığıyla bu hareketleri bastırmaya çalışan kapitalist dünya-sistem, yüzyılın son çeyreÄŸinde ve özellikle son on yılında -SSCB'nin sisteme eklemlenmesi nedeniyle- geride kalan tek alternatif olan Ä°slami hareketlere yönelmiÅŸtir. Savaşın baÅŸlangıcında hedefin sadece Afganistan ve Ladin olduÄŸu iddia edilirken, bugün Malezya'dan Filipinlere, Irak'dan Lübnan'a, Ä°ran'dan Çeçenistan'a, Filistin'den Arap yarımadasına -hatta buradaki Amerikancı devletlere- kadar bütün Ä°slam dünyasının hedef haline getirilmiÅŸ olması, savaşın gerçek nedenleri hakkındaki savlarımızı destekleyen örneklerdir. Bu savlara, Ä°slami hareketler ailesinin alternatif bir medeniyet ve dünya-sistem önerme konusundaki yetersizlikleri ya da bu önerilerin ham ve iÅŸlenmemiÅŸ oldukları gerekçesiyle itiraz edilebilir. Bu itirazlarda haklılık payı da bulunabilir. Yine de açık olan husus ÅŸudur; Ä°slami hareketler ailesi, bugün toprakların iÅŸgal altında olması nedeniyle ağırlıklı olarak sıcak çatışmalar içinde bulunmasına karşın; ve bununla birlikte, kapitalizmin ve emperyalizmin doÄŸasına iliÅŸkin temel düÅŸünsel itiraz noktalarına sahiptir. Küresel ekonomik ve siyasal iliÅŸkilerin ve küresel sistemin temel kültürel öncüllerinin meÅŸruiyetini sorgulanmaya açık hale getiren bu alternatifler -iÅŸlenmeye muhtaç olmakla birlikte- global ölçekte yegane alternatif olma özelliÄŸini korumaktadır.
Ä°lginçtir ki, kapitalist dünya-sistem de, kendi hegemonyasının ulus-üstü ifadesi olan BM'nin ve uluslar arası hukukun ilkelerini çiÄŸnemekle; kendi meÅŸruiyet temellerinin aşındırılması sürecine katkıda bulunmaktadır. Bu meÅŸruiyet yitimi, uÄŸrayabileceÄŸi askeri yenilgiler ve taşıdığı ekonomik iç çeliÅŸkilerle birlikte küresel yayılımını tamamlamak üzere olan kapitalist-dünya sistemin sonunu getirebilir. Che Guevara, kuzey Amerikan emperyalizmini yıkmak için tek Vietnam yetmez demiÅŸti; emperyalizme karşı giderek daha fazla sayıda cephe açılması gerektiÄŸini ileri sürmüÅŸtü. 11 Eylül sonrasında ABD'nin Afganistan'a karşı baÅŸlattığı savaşı küreselleÅŸtirerek neredeyse bütün Ä°slam dünyasını karşısına alması, ironik ve paradoksal bir biçimde Che'nin açmayı düÅŸlediÄŸi cepheleri kendi elleriyle artırmasına yol açabilir. Bu nedenle, söz konusu süreci, küreselleÅŸme ile birlikte ortaya çıkan yeni ihtiyaçların, küresel iliÅŸkilere uygun düÅŸen yeni bir uluslar arası hukuk arayışının sonucu olarak deÄŸerlendirme ya da ABD'nin enerji politikalarının sonucu olarak görme eÄŸilimleri kanımızca eksiktir.
Medeniyetlerin doÄŸuÅŸ ve yıkılışlarında savaşın çok önemli bir etmen olduÄŸunu biliyoruz (Bouthoul 1967: 3). Bu saptama, 20. yüzyılın ikinci yarısı boyunca Ä°slami hareketlerce yürütülmüÅŸ olan "kutsal savaÅŸlar" için de geçerli midir? Bir baÅŸka deyiÅŸle, 21. yüzyılın başında bulunduÄŸumuz ÅŸu dönemde, söz konusu savaÅŸların yeni bir Ä°slam medeniyetine gebe olduÄŸu söylenebilir mi? Özellikle de, batı dünyasının en gözde sistem kuramcılarının bile çöküÅŸ alametlerine dikkat edilmesi gerektiÄŸinin altını çizdiÄŸi bir dönemde. Kapitalist dünya-sistem küreselleÅŸmiÅŸ; doÄŸduÄŸu andan beri içinde barındırdığı potansiyelleri neredeyse tamamen gerçekleÅŸtirmiÅŸtir. Bu yayılma, Wallerstein'in da iÅŸaret ettiÄŸi gibi, global ölçekte karların azalması ilkesini harekete geçirebilir ve "yeryüzünün lanetlilerini" medeniyetin yeni varisleri kılabilir. Ancak, ulusların hak ve ayrıcalıklarını ve uluslararası sistemdeki kademe sıralarını savaÅŸlar belirlese bile, politik baÅŸarılarla taçlandırılmayan ve medeniyete iliÅŸkin bir yaratıcılıkla beslenemeyen zaferlerin, tarihsel kırılma noktalarına dönüÅŸmesi olanaklı görünmüyor. Bu nedenle, söz konusu tarihsel kırılmanın sadece savaÅŸlara baÄŸlı olarak gerçekleÅŸmesi beklenemez. Bunu olanaklı kılacak olan, yukarıda söz ettiÄŸimiz alternatif öncüllerin iÅŸlenmesi ve yeryüzünün lanetlilerinin daha adil ve insani bir dünya-sistem için teklif sahibi olduklarının anlaşılır kılınmasıdır.
KAYNAKÇA
BOUTHOUL, Gaston (1967) SavaÅŸ, Çev. Vedat GülÅŸen Üretürk, Ä°stanbul: UÄŸural Yayınevi.
BOUTHOUL, Gaston (1968) Siyaset Sosyolojisi, Çev. Ali Türkay Yazıcı, Ä°stanbul: Remzi Kitabevi.
CHOMSKY, Noam (2001) "Haydut Devletler" Amerikan MüdahaleciliÄŸi adlı kitabın içinde, Çev. Taylan DoÄŸan & Barış Zeren, Ä°stanbul: Aram Yayıncılık, s.11-41.
CHOMSKY, Noam (2001) 11 Eylül, Çev. Dost Körpe, Ä°stanbul: Om Yayınları.
CLAUSEWÄ°TZ, Carl Von (1999) SavaÅŸ Üzerine, Çev. H.Fahri Çeliker, Ä°stanbul: Özne Yayınları.
CORNELL, Svante E. (1997) "A Chechen State," Central Astan Survey, 16(2), pp.201-213.
FANON, Frantz (2001) Yeryüzünün Lanetlileri, Çev. L. Fevzi TopaloÄŸlu, Ä°stanbul: Avesta Yayınlan.
GALEANO, Eduardo (1986) Askın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri, Çev. Gülin Dalaman, Ä°stanbul: Alan Yayıncılık.
GALEANO, Eduardo (2001) "lyi'nin ve Kötü'nün Tiyatrosu," DüÅŸmanını Arayan SavaÅŸ, Metin Sever & Ebru Kılıç der., Ä°stanbul: Everest Yayınları, s. 173-177.
LACOSTE, Yves (1999) CoÄŸrafya SavaÅŸmak Ä°çindir, Çev. AyÅŸin Arayıcı, Ä°stanbul: Özne Yayınları.
POLOMA, Margaret M. (1993) ÇaÄŸdaÅŸ Sosyoloji Kuramları, Çev. Hayriye ErbaÅŸ, Ankara: GündoÄŸan Yayınları.
SEVER, Metin (2001) "Åžiddet ile Demokrasi Arasındaki Dünya," DüÅŸmanını Arayan SavaÅŸ, Metin Sever & Ebru Kılıç der. Ä°stanbul: Everest Yayınları, s. 1-95.
SOROKÄ°N, Pitirim A. (1928) Contemporary Sociological Theories, New York: Harper and Brothers.
TANITTIRAN, Hakan (2001) "Dünya Gündemi," Cosmopolitik, Üç Aylık Dünya Solu Dergisi, Sayı:1, ss. 10-13.
WALLERSTEÄ°N, Immanuel (1993) "Sistem-Karşıtı Hareketlerin Tarihi ve Ä°kilemleri," Büyük KargaÅŸa: Yeni Toplumsal Hareketlerin Krizi adlı kitabın içinde, S. Amin, Carrighi, A.G. Frank, I.Wallerstein (ed)., Çev. Erden Akbulut, Ä°stanbul: Alan Yayıncılık, ss. 10-54.
VVODDÄ°S, Jack (1975) Yeni Devrim Teorilerinin EleÅŸtirisi 1: Fanon ve Afrika'da Sınıflar, Çev. Turhan Taylan, Ä°stanbul: Bilim Yayınları.
Henüz yorum yapılmamış.