Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

Said Halim Paşa, Çağının Çok İlerisinde Bir Entelektüeldi

Said Halim Paşa, Müslümân aklın ve yüreğin imkânları ile yaşadığı yerin târîhî-sosyolojik bağlamı arasında sıkı bir irtibat bulunduğunun bilinciyle kendini konuşlandırmıştı. Bunu başarabildiği içindir ki Paşa, yenilgi zamanlarında dahi emperyalizm karşısında farklı bir var oluşun mümkün olabileceğine ilişkin inancını sürdürmeyi başarabilmiştir.



BaÅŸtan baÅŸlayalım. Said Halim PaÅŸa, 1864’te henüz ve hâlâ Osmanlı toprağı olan Mısır’da, Kahire’de dünyaya geliyor. Önce belki atmosferi anlamak lazım… Nasıl bir dünyaya gözlerini açıyor PaÅŸa? Oradan Ä°stanbul ve Türkiye nasıl görünüyordu? PaÅŸa’nın özellikle ilk gençliÄŸindeki Osmanlı fotoÄŸrafı nasıldı?

Said Halim PaÅŸa’nın doÄŸduÄŸu çaÄŸda küresel iktidar merkezi artık Ä°slam ümmeti deÄŸil Avrupa’dır. Ä°slam ümmeti küresel iktidar odağı olma vasfını henüz kaybetmiÅŸti. 1872-1874 yıllarında, yani Said Halim PaÅŸa’nın çocukluk döneminde yapılan nüfus sayımında Osmanlı 40 milyonluk bir ülkedir. I. Dünya Savaşı bittiÄŸinde ise Osmanlı yaklaşık olarak 18 milyon 500 bin nüfuslu bir ülke. 40 milyondan aÅŸağı doÄŸru inen bir eÄŸri var ve Cumhuriyet kurulduÄŸunda ise 13 milyonluk bir ülke var ortada. Dolayısıyla, daha geriye gittiÄŸimiz zaman nispeten küçülmüÅŸ, güç kaybetmiÅŸ; ama ulus devlet çağıyla mukayese ettiÄŸimizde hâlâ Cumhuriyet’in nüfusunun 3 katı nüfusu olan bir devlet var ortada. Said Halim PaÅŸa doÄŸduÄŸu zamanlarda 7 milyon kilometrekarelik coÄŸrafyaya sahip bir devletten söz ediyoruz.

Yaklaşık olarak bugünkünün 10 katı büyüklükte bir devlet…

Evet ve o devletin en önemli parçalarından birisi de Mısır.  SömürgeciliÄŸi siyasetinin esası olarak benimsemiÅŸ olan Avrupalılar bugün gibi o gün de ellerinin uzanabildiÄŸi tüm dünyayı bir hayal, arzu ve tahakküm nesnesi olarak görüyorlar. Mısır da bu saldırgan tutumdan payına düÅŸeni alıyor.  1798’de yani Fransız Ä°htilali’nden tam 9 yıl sonra “özgürlük” ve “eÅŸitlik” sloganlarının muzaffer komutanı Napolyon tarafından iÅŸgal ediliyor Mısır. Çünkü Mısır’a hâkim olan güç, önündeki seddi yıkmış ve tüm dünyaya açılan bir güç olacak diye bakılıyor. Yani, Asya’yı yönetecekseniz Mısır’ı fethetmeniz gerekiyor. Mısır, dünyanın sömürgeleÅŸtirme projeksiyonundaki ilk modelleme alanıdır. Mesela Napolyon beraberinde çok sayıda bilim adamı götürüyor Mısır’a. O iÅŸgal dediÄŸimiz salt askeri bir iÅŸgal deÄŸil yani. Ve bugün hala oryantalizmin en önemli belgelerinden birisi olan 24 ciltlik bir ansiklopediyi –Description de l’Mısır adlı bir ansiklopedi- bir araya getiriyorlar. Bu eser Avrupa sömürgeciliÄŸinin kendi dışındaki dünyayı en ince ayrıntısına kadar tahlil ve tasnif etmesinin en baÅŸarılı örneklerinden birisidir.

Fransa Mısır’ı uzun süre elinde tutamıyor…

Tutamıyor, ama bu sefer 1801’de Ä°ngiltere orayı iÅŸgal ediyor, dolayısıyla Mısır bir yandan Osmanlı’ya baÄŸlı, ama bir yandan da aslında kendi kontrolümüzde olmayan bir devlet gibi. Bu yüzden bir devlette iki tane devlet baÅŸkanı olamayacağı için bizimkine padiÅŸah derler, öbürleri validir ama Mısır’ın yöneticisinin adı “hidiv”dir. Hidiv aslında padiÅŸah dememek için valilik statüsünün üstünde verilmiÅŸ bir unvandır, bir özel statüdür yani. Ortada böyle bir Mısır var. Ama Mısır Mehmet Ali PaÅŸa’yla, yani Said Halim PaÅŸa’nın dedesiyle büyük bir modernleÅŸme hamlesine giriÅŸiyor. Biz hep Türkiye modernleÅŸmesini konuÅŸuyoruz ama bizdeki ilk büyük modernleÅŸme hamleleri Mısır’dan baÅŸlıyor. Avrupa’ya talebe göndermek; oradaki tekniÄŸin ve bilimin buraya transferiyle ilgili çabalar göstermek, modern eÄŸitim kurumları açmak ve bayındırlık/imar faaliyetlerine giriÅŸmek bizden önce Mısır’da baÅŸlayan bir hamledir aslında. Ve hâlâ Mısır’da, bugün bile gitseniz, Mehmet Ali PaÅŸa büyük bir kahramandır. Hatta Sudan’a gitseniz bile böyledir. Onları yoksulluktan kurtaran, yeni dünyanın ÅŸartları içerisindeki imkânları tedarik etmekte büyük bir devrimsel sıçrama yapmış bir adam olarak algılanır. Hülasa ederek söylersek Said Halim PaÅŸa’nın doÄŸduÄŸu zaman Mısır Batı’ya oldukça açık, Batı tarafından iÅŸgaller yaÅŸamış ve fakat Osmanlı’dan büsbütün kopmamış bir yerdir.

DÜNYAYA DAÄ°R SORUMLULUKLARI OLDUÄžUNA Ä°NANAN BÄ°R DÜÅžÜNÜRDÜ

Aileden zengin bir adam… II. Abdülhamid tarafından kendisine önce “sivil paÅŸalık” unvanı veriliyor. Bir ara devlette görev alıyor, sonra uzaklaşıyor. Okumak ve düÅŸünmekle vakit geçiriyor. Fazlasıyla zengin bir adamın ‘hayatını yaÅŸamak’ dururken devlet ve toplum iÅŸlerine, okumak ve yazmak mesaisine çaba harcamasını nasıl anlamak gerekir?

Ben bu kuÅŸağı “suyu arayan adam” metaforu ile tanımlıyorum. Uzun zamandan beri ülkeleri iÅŸgale maruz kalmış ve kendi sorunlarını çözme kabiliyetine müdahale yapılmış bir kuÅŸaktır PaÅŸa’nın kuÅŸağı. Dahası devlet yönetimi ile içli-dışlı bir ailenin terbiyesi ile büyüyor PaÅŸa. Tabii bir yönetici adayı. Dolayısıyla ÅŸahsiyet olarak da fikri olarak da buna göre yetiÅŸtiriliyor. Üstelik de PaÅŸa Ä°slamcı bir ÅŸahsiyet. Yani dünyanın gidiÅŸatına dair sorumlulukları olduÄŸuna inanan mümin bir dava adamı. Buna bir de Osmanlı Devleti gibi önemli bir devletin çok önemli mevkilerinde görev üstlenmiÅŸ bir insan olduÄŸunu eklediÄŸimizde, gündelik konforlarla yetinebilecek küçük bir adam gibi davranmasını bekleyemeyiz elbette. Siyasetin oldukça pratik ve pragmatik bir yanı olabilir ama Ä°slamcılık iddiası olan bir siyasetçinin aynı zamanda daha vukufiyetli tahlil ve teklifler yapmasına ÅŸaşırmamamız lazım. Belki PaÅŸa’yı bu tür sorumluluklar üstlenmiÅŸ siyaset adamlarından ayıran ÅŸey onun mütefekkir olarak gösterdiÄŸi sıra dışı kabiliyetini yansıtan eserleridir. Dönemin yenilgi psikolojisinin çepere aldığı Batıcı aydınlarından farklı olarak onun sükûnetli ve kendi deÄŸerlerinden kuÅŸku duymayan özgüvenli tutumu ise hem inançlarına olan sadakati hem de meselelere vukufiyeti ile alakalı olarak anlaşılabilir.

PaÅŸa’nın bir Avrupa macerası da var. Jön Türkleri hem maddi hem de manevi olarak desteklediÄŸini biliyoruz. Jön Türkler, biraz tartışmalı bir kuÅŸak. PaÅŸa’nın Jön Türkleri desteklemekteki amacı neydi?

Bir Ä°slamcı olarak Ä°slamcıları üzen bir ÅŸey söyleyeceÄŸim; biz Cumhuriyet’in aÅŸağı yukarı 3. nesliyiz, dolayısıyla farkında olarak ya da olmayarak her ne kadar buradaki devrimlerin bizim tarihle irtibatımızda büyük yırtılmalar oluÅŸturduÄŸunu salık veren bir terbiyeyle büyüsek de Kemalist devrimlerin ÅŸekillendirdiÄŸi okullarda okuduk ve bizim zihnimizdeki Ä°ttihatçılık aslında Kemalizm’in çizdiÄŸi Ä°ttihatçılıktır. Kemalizm bize bir Ä°ttihatçılık resmi çizmiÅŸtir; bir devr-i sâbık yaratmıştır. Bu devr-i sâbıkta iki ana öteki vardır; birincisi Osmanlı sistemi/padiÅŸahlıktır.

Bir de ikinci bir devr-i sâbık/sanık pozisyonunda anlatılır hâlâ hepimize; Ä°ttihatçılar. Cumhuriyet kadroları temiz bir figür oluÅŸturmak ve onu giymek istiyor. Bunun için de bir ÅŸekilde yaralı bereli olan tüm figürleri ötekileÅŸtirmesi gerekiyor. Oysa Ä°ttihatçılık bir cephe hareketidir ve bu harekette gayrimüslimler de var, Sait Halim PaÅŸa da var, Akif de var, baÅŸlangıçta Åžeyhülislam Mustafa Sabri Efendi de var, Said Nursi de var, Elmalılı Hamdi Efendi de var. Yani yok yok! Daha doÄŸrusu, bu memleketin bekasını mesele etmiÅŸ hamiyet sahibi herkes orada. Amma velakin her büyük cephe hareketinin içerisinde olduÄŸu gibi yüksek idealist nitelikli insanların yanında çıkarcı, baÅŸka hesapları olan insanlar da var. Bu bugün de böyle, dün de böyleydi, evvelki gün de öyleydi. Dolayısıyla Ä°ttihatçıların içerisinde elbette ki sorunlu insanlar var, hatta yenildiÄŸimiz için bütün yenilgiyi Ä°ttihatçılara yükleyen bir okuma biçimi var yaygın olarak; onu da doÄŸru bulmuyorum. Bunu Said Halim PaÅŸa çok güzel deÄŸerlendirir; ona da deÄŸinebiliriz. Oysa bir dünya dönüÅŸümü var ve o dönüÅŸüm içerisinde aynı zamanda tarım toplumları bitmiÅŸ, endüstriyel bir devrim olmuÅŸ. Bu endüstriyel devrimin ürettiÄŸi silahlar var, ulaşım-iletiÅŸim teknolojileri var. Ve savaÅŸta patır patır yeniyor herifler sizi yani. Dünyanın gidiÅŸatı alt üst olmuÅŸ ve siz bir ÅŸekilde kendi varlığınızı sürdürme üzerine reflekslerinizi kurmuÅŸsunuz ama imkânlarınız buna yetmiyor. O imkânlar için bir ÅŸeyler seferber ediyorsunuz, bunun nasıl olacağına dair ihtilaflarınız var. O ihtilaflar içerisinde özellikle Rusya ve Japonya savaşından sonra, Japonya savaşı kazanınca sadece Osmanlı deÄŸil, Avrupa dışındaki dünyanın her yerinde devlet geleneÄŸi olan bütün ülkelerde yeni bir insan tipi inisiyatif alıyor: “Aydın”. Artık o eski devlet adamlarının bu iÅŸin içinden çıkamayacağına, bu iÅŸi kendilerinin üstlenmesi gerektiÄŸine inanan; “onlar baÅŸardı, biz de baÅŸarabiliriz ama bu sefer biz hikmet-i hükümet mantığıyla deÄŸil de doÄŸrudan rol üstlenmeliyiz” diyen insanlardı bunlar. Bakın bizde Ä°ttihatçılar, Rusya’da BolÅŸevikler, Çin’de BirleÅŸik Komünist Parti, Hindistan Ulusal Kongresi; tamamı aynı dönemde ortaya çıkmıştır ve hepsi ulusal bağımsızlık hareketleridir. Bizde devrim ne zaman oldu? 1908’de. Ä°ran’da ne zaman oldu? 1906’da. Ä°lk Komünist manifesto Rusya’da ne zaman yayınlandı? 1905’te. Çin Komünist Partisi ne zaman iktidarı devralır? 1911’de. Bakın bunların hepsi 5-6 sene içerisinde olmuÅŸ. Bu fotoÄŸraf bütünlüÄŸü içerisinde Said Halim PaÅŸa’nın Ä°ttihatçılığını ele almak lazım.

Türk tarihinin en önemli kırılma anlarından biri olan 1. Dünya Savaşı’na girdiÄŸimiz sırada baÅŸbakanlık koltuÄŸunda Said Halim PaÅŸa oturuyordu. Nasıl anlamak gerekir bunu? Savaşı, çözüm olarak mı görüyordu PaÅŸa?

PaÅŸa Divan-ı Harb-i Örfi’ye verdiÄŸi savunmada savaşın kendi tercihi olmadığını açıkça beyan ediyor. Lakin PaÅŸa Osmanlı’nın savaÅŸa girip girmeme gibi bir tercihi olmadığını, emperyalist Batı’nın paylaşım mücadelesinin en önemli ve yakın muhatabı Osmanlı olduÄŸu için, önünde-sonunda bizi savaşın bir tarafı hâline getireceklerini söylüyor. O, bu savaÅŸa katılmanın zamanını ve tarafını tercih etmek için zaman kazanmaya çalışır. Böylece hem Trablusgarp ile birinci ve ikinci Balkan SavaÅŸları esnasında iyice yıpranan orduyu ve ekonomiyi biraz olsun toparlamak hem de Avrupalı devletlerin birbirleri ile savaÅŸtıkça yıpranmalarını ve Osmanlı’yı kendi tarafına çekmeye daha fazla muhtaç hâle gelmelerini beklemek istiyordu. Lakin iki Alman gemisinin Ä°tilaf devletlerinin takibinden kaçarak Çanakkale BoÄŸazı’ndan geçip bizim himayemize alınmasıyla baÅŸlayan ve bir oldu-bitti sonucu Osmanlı’yı Rusya ile savaşın tarafı haline getiren olaylar dizisi sonrasında, PaÅŸa’nın iradesine muÄŸayir olarak Osmanlı I. Dünya Savaşı’na girmiÅŸ oldu. Hatta Said Halim PaÅŸa sadrazam olarak kendi haberi dışında geliÅŸen bu olayları gerekçe göstererek padiÅŸahın huzuruna gider ve istifasını sunar. PadiÅŸah’ın bîçare bir edayla PaÅŸa’ya hitaben; “beni muhatapsız mı bırakacaksın?” sitemi karşısında PadiÅŸah’ın hâline çok üzülür ve devlet terbiyesi gereÄŸi istifasını geri almak zorunda kalır. PaÅŸa Rusya ve diÄŸer itilaf devletleri nezdinde giriÅŸimlerde bulunup Osmanlı’nın tarafsızlığını korumaya ve hatta Rusya’ya tazminat ödemeye ikna etmek istediyse de onlar Osmanlı’ya savaÅŸ açmaya kararlı davrandılar. Böylece Osmanlı Devleti de Ä°ttifak devletlerinin yanında savaÅŸa dâhil olmuÅŸ oldu.

Ä°stanbul iÅŸgal edildikten sonra Said Halim PaÅŸa, 1919’da Ä°ngilizler tarafından tutuklanıyor ve Malta’ya sürgün ediliyor. 1921 de serbest kaldıktan sonra Ä°stanbul’a dönmek istiyor fakat buna izin verilmiyor. Neden Ä°stanbul’a dönüÅŸüne izin verilmiyor? Onu tehlikeli yapan ÅŸey neydi? 

 Said Halim PaÅŸa, Ä°slam ümmetinin son büyük kurumsal tecrübesi olan Osmanlı’nın dağılma sürecinde, en zorlu zamanlarında yönetimde bulunmuÅŸ bir devlet adamı ve Ä°slamcılığın en önde gelen mütefekkiri. Birinci Dünya Savaşı’na girme kararının altında onun imzası var. O aynı zamanda Türk siyasetine yön vermiÅŸ olan Ä°ttihat Terakki’de üç dönem genel sekreterlik yapmıştır. Ä°stanbul iÅŸgale uÄŸradığında, Ä°ngilizlere göre hemen gözaltına alınması gereken tehlikeliler listesinde baÅŸta yer alan bir isim. Ä°stanbul iÅŸgal edilir edilmez de tutuklanıp Malta’ya sürgün ediliyor. Daha sonra Anadolu’da baÅŸlayan milli mücadelenin önderleriyle Ä°ngilizler arasında yapılan pazarlıklar neticesinde Malta sürgünlerinin bir kısmı kurtuluyor, diÄŸer bir kısmı da zaten baÅŸka yöntemlerle oradan kaçmayı baÅŸarmışlardı. Malta sürgününden dönemeyen birisi var; o da Said Halim PaÅŸa. Üstelik PaÅŸa Anadolu’daki istiklal mücadelesini doÄŸrudan destekleyen bir ÅŸahsiyettir. Hatta Anadolu’da devam eden mücadelenin finans ihtiyacını karşılamak için Ä°talya’da giriÅŸimlerde bulunduÄŸunu ve bir anlaÅŸmaya vardığını biliyoruz. Onun ÅŸehid edilmesi ile bu olayın doÄŸrudan irtibatı olduÄŸunu iddia eden araÅŸtırmalardan haberimiz var. O hâlde Said Halim PaÅŸa’nın ülkesine dönmesine neden izin verilmemiÅŸtir? Üstelik Mısır’a da gitmesine izin verilmemiÅŸtir. Kim vermiyor bu izni? Ä°ngilizler. Oysa Said Halim PaÅŸa yargılanmaktan kaçmamış, bizzat yargılanmak üzere kendisi baÅŸvurduÄŸu hâlde ülkesine dönmesine izin verilmemiÅŸtir. Benim kanaatim ÅŸudur: Onun bu ülkeye sokulmaması sadece buradaki üç beÅŸ siyasi aktörün kararı ile oluÅŸmuÅŸ deÄŸildir. Onun buraya gelmesinin engellenmesi, onun düÅŸünce yapısının burada güç ve iktidar olmasının problem olarak algılandığını göstermektedir. Dolayısıyla onu tanımak, bu ülkede “ne”yin iktidar olmasının emperyalistler tarafından sorun olarak algılandığını tespit etme imkânı vermektedir bize. Bu aynı zamanda emperyalistlerin sorun olarak gördüÄŸü bir ÅŸeyin, “buranın çıkış yolunun ne olduÄŸu” sorusuna iliÅŸkin bir iÅŸareti olarak da deÄŸerlendirilmelidir. Onu tanımak, bu ülkenin sorunlarının neler olduÄŸuna, çözümlerin nerelerde aranması gerektiÄŸine dair ipuçları barındıran bir imkândır.

Said Halim PaÅŸa’nın düÅŸünceleri içinde sıra dışı bulduÄŸumuz, çağının ilerisinde olduÄŸunu gördüÄŸümüz yaklaşımlar da söz konusu. Sizin dikkatinizi en çok çeken baÅŸlık ne oldu?

Dönemin yeni düzen arayışları sürecinde onun yenilenmeye, geleneÄŸe ve Batı’ya bakışındaki itidal bugün dahi ihtiyaç duyduÄŸumuz bir yaklaşımı örneklemektedir. Elbette her insân gibi O’nun da çözümlemelerinde sınırlılıklar görülebilir. Ancak vurgulayarak ifade etmeliyiz ki, O Müslümân aklın ve yüreÄŸin imkânları ile yaÅŸadığı yerin târîhî-sosyolojik baÄŸlamı arasında sıkı bir irtibat bulunduÄŸunun bilinciyle kendini konuÅŸlandırmıştı. Bunu baÅŸarabildiÄŸi içindir ki PaÅŸa, yenilgi zamanlarında dahi emperyalizm karşısında farklı bir var oluÅŸun mümkün olabileceÄŸine iliÅŸkin inancını sürdürmeyi baÅŸarabilmiÅŸtir. PaÅŸa’nın genel tutumundaki bu itidali dikkate ÅŸayan görmemiz gerekir. Zira gerçekten zor bir zamanda yaÅŸamış insanların itidalli olmaları kolay deÄŸildir. Üstelik maÄŸlup bir medeniyetin önemli bir aktörü olarak kendi deÄŸerlerinden kuÅŸkuya düÅŸmeye yol açmadan kendi zaaflarını tespit edebilecek kadar da eleÅŸtirel bir tutum geliÅŸtirmek her babayiÄŸidin harcı deÄŸildir. O bunu baÅŸarmış bir siyaset yapıcı ve mütefekkirdir.

Beni daha da ÅŸaşırtan asıl ÅŸey Said Halim PaÅŸa’nın bilimsel bilgi hakkındaki netliÄŸidir. PaÅŸa bilimin kutsandığı bir zamanda yapılan “bilim” genellemesine pirim vermez; ona göre tabiat ilimleri ile insani ve tarihi-toplumsal varlık alanına iliÅŸkin ilimler farklıdır. Tabiat ilimleri insanlığın ortak mirasıdır lakin insan ve toplum bilimleri öyle deÄŸildir. Bu bilimler deÄŸer yüklüdür ve farklı tecrübelerin eseridirler. Bu sebeple Batılı sosyal bilimler Batılı insanın tarihi-toplumsal tecrübesinin ürünüdürler ve evrensellik iddiaları kabul edilemez. Ä°nsan davranışlarının ve iliÅŸkilerinin alanı olan bu alan bizde Fıkh’ın konusudur. Ona göre bizim sorunlarımız ancak Fıkh-ı Åžerif ile doÄŸru kavranabilir. Bu bahis uzun bir bahistir; lakin meseleyi bu netlikte ele alan baÅŸka bir ÅŸahıs ben bilmiyorum. Onun bu netlikte dile getirdiÄŸi meseleyi biz yaklaşık yüzyıl sonra yeni yeni anlamaya baÅŸlamış bulunuyoruz. Tam olarak anladığımız da söylenemez. Sadece bu örnek bile onun vukufiyetini gösteren tek başına yeterli bir örnektir.

PaÅŸa’nın düÅŸünce dünyasını özetlemek istesek, nasıl ifade etmek gerekir? Neydi PaÅŸa’nın temel endiÅŸesi? Temel teklifi?

Elbette hiçbir ÅŸey tam olarak hülasa edilemez lakin Said Halim PaÅŸa’nın düÅŸüncelerinin bir kısmını hatırlatabiliriz. PaÅŸa Müslümânların en az yükseliÅŸ devirlerinde olduÄŸu kadar dinlerine baÄŸlı bulundukları hâlde yenilgi üstüne yenilgi yaÅŸadıklarını belirterek sorunu Müslümanların Ä°slami görevlerini gereÄŸince yerine getirmemesine baÄŸlar.  PaÅŸa’nın bahsettiÄŸi bu görev, onun Ä°slamlaÅŸma tarifinde açıkça dile getirilmiÅŸtir. Ona göre Ä°slamlaÅŸma üç veçhesi bulunan bir hayat tarzıdır.  Birinci veçhesi temelinde i‘tikâdiyâta, bu itikadiyâttan doÄŸan bir ahlâkiyâta, bu ahlâkiyâttan doÄŸan bir ictimaiyâta ve nihayet bu içtimaiyattan doÄŸan bir siyâsiyâta sahip olmasıdır. Ä°slamlaÅŸma siyasetinin ikinci veçhesi onun kendini her zemin ve zamanda yeniden inÅŸa etmesine imkân sunan bir iç dirilik oluÅŸturmaktadır. Bu iç dirilik, bahsi geçen ve birbirine temel oluÅŸturan Ä°slamî esasları “zamanın ve muhitin ihtiyaçlarına en muvâfık bir suretde tefsîr etme”yi gerekli kılmaktadır. Üçüncü veçhe ise Ä°slamlaÅŸmayı salt bir söylem olmaktan çıkaran ve onu bütünlüklü bir hayat haline getiren temel bir sorumluluÄŸu muhataplarına yüklemektedir. Bu sorumluluk, Ä°slamlaÅŸmayı kabul eden ÅŸahsın, yukarıda dile getirilen iki veçhenin gereÄŸi olarak varılan sonuçlara “muvâfık davranışlar”la hayatını ÅŸekillendirmesini teklif eder.

Said Halim PaÅŸa, Ä°slam ahlâkının temelini oluÅŸturan Allah’a imanın insâna hakikati araÅŸtırma görevini yüklediÄŸini, bunun için ise bazı imkânların ve vasıfların bulunması gerektiÄŸini ifade eder. Bu vasıflar ise hürriyet, eÅŸitlik ve yardımlaÅŸma-dayanışmadır. Ona göre hürriyet Müslümanlara kabul ettikleri dîn tarafından yüklenmiÅŸ bir görevdir. Ä°nsanların kullanıp kullanmamakta serbest olduÄŸu veya kanun koyucunun, yani devletin istediÄŸi zaman vereceÄŸi, istediÄŸi zaman kısıtlayabileceÄŸi bir siyasi hak deÄŸildir. Herkesin hür olmasının aynı zamanda herkesin eÅŸit olması anlamına geldiÄŸini ifade eden PaÅŸa, hürriyet ve eÅŸitliÄŸin sevgiyi ve yardımlaÅŸmayı da beraberinde getireceÄŸini vurgulamaktadır. Ona göre Ä°slam medeniyetinin istinatgâhı da bu ilkelerle vücut bulmuÅŸ olan “Ä°slam ÅŸahsiyeti”dir.

Günümüzde güncel politik çerçeveye hapsedilmiÅŸ bir tutum olarak anlaşılan Ä°slamlaÅŸma, Said Halim PaÅŸa’nın tasavvurunda tevhid ekseninde ÅŸekillenmiÅŸ bütünlüklü bir hayatı ifade etmektedir.

PaÅŸa’nın Osmanlı’yı içinde bulunduÄŸu çöküÅŸten kurtarmak üzerine ortaya koyduÄŸu asıl reçete neydi? Onu kısaca nasıl ifade edebiliriz?

Tarıma dayalı bir dünya, bir iliÅŸki, bir iletiÅŸim tarzı ve ona göre örgütlenmiÅŸ bir devlet, sosyoloji vardı ancak bu deÄŸiÅŸti. Ve buna karşı kayıtsız davranmak gibi bir lüksümüz yok. “Onlar yapsın, biz yapmayacağız” diyemiyorsunuz, geliyorlar ve iÅŸgale maruz bırakıyorlar sizi. Kaynaklarınızı yaÄŸmalıyorlar, insanlarınızı öldürüyorlar ve siz kendiniz olarak -“kendi” dediÄŸiniz artık neyse- kalamıyorsunuz. Bu net. O zaman çok açık bir ÅŸey var: Bir deÄŸiÅŸim olacak. Bir deÄŸiÅŸme var; olacak. DeÄŸiÅŸmenin zaruretine dair hiçbir ihtilaf yok. Bakın, Elmalılı Hamdi Efendi’nin SebilürreÅŸad dergisinin baÅŸ sayfasındaki büyük makale baÅŸlığı ÅŸöyledir: “Teceddüdün Åžer’an Lüzumu ve Åžeraiti”. Yani bir kere teceddüd ÅŸer’an ve ÅŸartlar gereÄŸi olacak. Bunu tartışmayı bırakıp bunun ÅŸartlarını konuÅŸalım baÄŸlamında mesele ele alınıyor. Åžinasi’yle Said Halim PaÅŸa’yı ayıran ÅŸey burada iÅŸte. Her iki kesim de bir deÄŸiÅŸim olması gerektiÄŸine inanıyor ama bu deÄŸiÅŸim nasıl olacak? Batıcılar, Abdullah Cevdet gibi kiÅŸiler, çok açık ve net bir ÅŸekilde ÅŸunu söylüyorlar: Kendimizi kandırmayalım; bunun faturası bazen istemediÄŸimiz sonuçlar da doÄŸurabilir, Batı’da ne varsa onu buraya alacağız, transfer edeceÄŸiz baÅŸka da çözüm yok. Avrupa bizim hocamızdır, bize düÅŸen onun ÅŸükür-gîzâr bir ÅŸâkirdi olmaktır. Peki, Ä°slamcılar ne diyor? Onlar diyor ki: deÄŸiÅŸme ÅŸart, ancak… Babanzâde Ahmet Naim Efendi’nin o felsefe çevirisinin, Ä°lmün’n-nefs’in giriÅŸinde yazdıkları aslında Batılı kavramlar bizim dilimize nasıl çevrilir baÄŸlamında yazılıyor ama ben diÄŸer metinlerle birleÅŸtirdiÄŸimde “bir medeniyet baÅŸka bir medeniyetle nasıl iliÅŸki kurmalı?” sorusuna verilmiÅŸ temel bir teklif olduÄŸunu düÅŸünüyorum. Der ki Babanzade, “müstaÄŸni kalamayacağız (ÅŸey) evvelemirde vaz’-ı cedîdden ziyade keÅŸf-i kadîmdir”. Yani yeni bir ÅŸey söylemeden önce kadim olanı bir keÅŸfetmemiz lazım. Ancak bunu yaparsak sabitelerimizi, muhkematımızı esas alan bir çözüm projeksiyonu geliÅŸtirebiliriz. Böylece hem bizi biz yapan ÅŸeyleri muhafaza etmiÅŸ hem de yeni geliÅŸmeler karşısında kendimizi yenilemiÅŸ oluruz.

Said Halim PaÅŸa, çok önemli bir düÅŸünür olmasına karşın yeterince bilinmiyor ve tanınmıyor doÄŸrusu. Bunu nasıl açıklamak gerekir? Yahut ÅŸöyle de sorabiliriz bunu; Said Halim PaÅŸa Türk düÅŸüncesi ve tarihi açısında niçin önemli bir isimdir?

BildiÄŸiniz gibi Said Halim PaÅŸa Müslümanların karşı karşıya bulunduÄŸu meydan okumanın yol açtığı sorunları “buhran” olarak tanımladı.  Buhranlarımız o günlerden bugüne deÄŸin bitmiÅŸ deÄŸil. Tabii ki her dönemin kendine ait birtakım ÅŸartları vardır. Bunu genel olarak söylemek gerekirse, bizim 19. yüzyılda çözülmemize sebep olan sorunlarla bizim bugün hâlihazırda mevcut küresel kuÅŸatmanın çeperinden kurtulamamış olmamıza yol açan sorunlar arasında ciddi bir irtibat, dahası süreklilik var. Biz 19. yüzyılda dünyayı yeniden ÅŸekillendirmeye çalışan Batılı aktörler tarafından bir iktidar odağı olmaktan çıkarılmak istendik. Bu ülkenin coÄŸrafyasının paylaşılması isteniyordu lakin bu coÄŸrafyada iktidar olan din anlayışı, hayat tarzı, siyasi düzen, kurumsal tecrübe dünyayı bir sömürge arazisi hâline dönüÅŸtüren Batılılar için bir problem oluÅŸturuyordu. Dolayısıyla Müslümanların bu imkândan mahrum bırakılması gerekiyordu. Bu sebeple Batı burayı öncelikle Müslümanlıkla problemli bir yer hâline getirmek istedi. Meseleye bu cepheden bakarsak, aÅŸağı yukarı, bu ülkedeki siyasi ve fikri çekiÅŸmelerin hâlâ doÄŸrudan Ä°slâm’ın bir iktidar mayası olmasını isteyenlerle istemeyenler arasında sürmesi daha rahat anlaşılabilir. Tam da bu yüzden modernist paradigma bizi hafızasızlaÅŸtırmayı, tarihsizleÅŸtirmeyi denedi. Çünkü bir toplumu tarihsizleÅŸtirdiÄŸinizde, o toplumun fikir kodlarını, sosyolojik zeminini yok etmiÅŸ olursunuz. Tabi ki bunların hepsini bir bütün olarak yok etmek o kadar kolay deÄŸildir. Ama diyelim ki ben bir meseleyi alıp inceleyeceÄŸim, bunu anlamlandırmam gerekiyor. Hangi deÄŸerler ve hangi usul üzerinden bu meseleyi ele alıp anlamlandıracağım? EÄŸer ben bir mirası devralmış deÄŸilsem, bir mirastan mahrum bırakılmışsam, ben tabii olarak zamanın egemen kültürü neyse o dil üzerinden düÅŸünmeye baÅŸlayacağım.

Bugünün egemen kültürü ise seküler Batı kültürü…

Hâliyle Batılı kültür üzerinden meselelere bakmaya baÅŸladığım zaman, sorunu onlar gibi anlamlandırmayı, çözümü de Batılıların ürettikleri çözümler üzerinden aramayı düÅŸüneceÄŸim. Oysa buranın sorunu, hatta dünyanın sorunu zaten bizatihi Batı’nın kendisidir. Bugün Batılı deÄŸerlerin ve usullerin küresel bir kültüre dönüÅŸmesi, insanlığın bugüne kadarki tüm tecrübelerini deÄŸersizleÅŸtiren bir sonuç doÄŸurmuÅŸtur. Bugün biz bin dört yüz küsur yıllık Ä°slâm tecrübesinden faydalanma imkânlarından mahrum kalmaya zorlanan bir zihinle yaşıyoruz. DüÅŸünün ki Gazzali’yi tanımayan, Ä°bn Haldun’un tecrübesinden faydalanamayan bir zihnin öncülük ettiÄŸi entelektüel ve akademik bir dünyaya çocuklarımızı teslim ediyoruz hâlâ. Ä°slâm düÅŸüncesindeki tüm farklı ekollerin müktesebatından mahrum olarak düÅŸünen bir zihnin Müslümanca düÅŸünmesi ne kadar mümkün olabilir? Yöneteminiz eÄŸer Ä°slâm tecrübesinden beslenmiyorsa, bu ülkenin sorunlarını da doÄŸru anlamlandıramayacaksınız tabii olarak. Ben 1921’de ÅŸehit edilen Said Halim PaÅŸa’yı tanımayan bir kuÅŸağın, Mehmet Âkif’i üç beÅŸ ÅŸiiri dışında tanımayan bir kuÅŸağın, Filibeli Ahmet Hilmi’yi tanımayan bir kuÅŸağın, Babanzade Ahmed Naim Bey’i tanımayan bir kuÅŸağın, Elmalılı Hamdi Efendi’yi tanımayan bir kuÅŸağın, bütün samimiyetine raÄŸmen, bizi sahil-i selamete götüremeyeceÄŸini düÅŸünüyorum. Çünkü bu öncüleri tanımıyorsanız o zaman hâkim kültür ne ise oradan zihninize akıtılan düÅŸünceler üzerinden kendi zihninizi kuracaksınız kaçınılmaz olarak. Dolayısıyla bu aydınları, bu kültürün önderlerini, bu kültürü temsil eden yüksek ÅŸahsiyetleri tanımadan bu günkü süreci doÄŸru anlamlandırmak mümkün olmayacaktır. Said Halim PaÅŸa ve yol arkadaÅŸlarının önemi tam da bu noktadan hareketle deÄŸerlendirildiÄŸinde yerli yerince anlaşılabilir.

Tarihi tecrübe ile irtibatı kesilmiÅŸ ve hafızasızlaÅŸtırılmak istenilen bir ülkenin çocuklarının birçok isim yanında Said Halim PaÅŸa’yı da tanımamasına ÅŸaşırmamak lazım. Buna bir de Said Halim PaÅŸa’nın buhranlarımızı kolaycı ve tepeden inmeci yöntemler yerine sırasıyla itikadiyat, ahlakiyat, içtimaiyat ve siyasiyat çerçevesi içerisinde ıslah etmeyi teklif etmesinin doÄŸurduÄŸu zorluÄŸu eklememiz gerekir. Bu teklif ilmi ve ahlaki temelde uzun vadeli ve sabırlı bir emek ortaya koymayı öngörmektedir. Günümüz insanının aceleci yöntemlere daha fazla raÄŸbet gösterdiÄŸini düÅŸündüÄŸümüzde PaÅŸa’nın teklifi kullanışsız bulunacaktır. Ne var ki, sahici bir çıkış yolu bulmanın yolu PaÅŸa’nın teklifini ciddiye almaktan geçmektedir.

“Ä°KÄ° KANATLI BÄ°LGE”YDÄ°

Yayımladığı 8 kitabının yani sıra hatıraları, mektupları ve mahkeme heyetlerine verdiÄŸi yazılı cevaplar var. PaÅŸa, önemli bir devlet adamı olmasının yanı sıra önemli bir düÅŸünce adamı da. Aileden zengin biri. Devlette çok çeÅŸitli ve önemli görevler alıyor. Bize Said Halim PaÅŸa’nın kim olduÄŸundan biraz bahsedebilir misiniz?

Ä°lk çocukluÄŸuna ve aile kökenine bazı atıflar yaparak baÅŸlayabiliriz. Said Halim PaÅŸa, Mısır Hidivi Mehmet Ali PaÅŸa’nın torunu. 1864 yılında Mısır’da doÄŸuyor. Malum olduÄŸu üzere Mısır, Osmanlı’ya baÄŸlı memleketler içerisinde özel hukuku olan bir yer. EÄŸer oradaki rutin, hiyerarÅŸik düzen devam ediyor olsaydı Said Halim PaÅŸa’nın babası hidiv olacaktı. Fakat orada süreci rutin dışı bir ÅŸekilde iÅŸleterek amcasını hidiv yaptılar ve Said Halim PaÅŸa henüz altı yaşındayken ailesi Ä°stanbul’a taşındı. Altı yaşından itibaren Ä°stanbul’da büyüyen bir ÅŸahsiyetten bahsediyoruz. Zengin, görgülü ve devlet adamlığı geleneÄŸi olan bir aileden geliyor. Babası ÅŸûra-yı devlet âzâsı, yani bugünkü anlamıyla Danıştay üyesi. Çok özel eÄŸitimler alıyor. O günlerde güçlü bir özel eÄŸitim geleneÄŸi var. Mesela Fıkhı çok iyi bilen bir âlimden fıkıh okunuyor, Arapçayı çok iyi bilen bir âlimden Arapça öÄŸreniliyor, Mesnevi’yi çok iyi bilen birinden Mesnevi okunuyor… Prens Said Halim de özel hocalarla eÄŸitiliyor. Sonra Avrupa’ya gönderiliyor ve beÅŸ yıl siyaset bilimi eÄŸitimi alıyor. Bunu ÅŸunun için vurguladım, bir yanıyla Ä°slâm tarihi tecrübesini yakinen teneffüs ettiÄŸi bir aile geleneÄŸi ve özel eÄŸitim almış birisinden bahsediyoruz; öbür taraftan Batı’yı ise, doÄŸrudan doÄŸruya tecrübe etmiÅŸ ve orada siyaset bilimi okumuÅŸ, sosyal bilim formasyonunu çok iyi almış, orayı yakından görmüÅŸ, gözlemlemiÅŸ bir adamdan bahsediyoruz. Eski deyimle söylersek “zü’l-cenâheyn”; yani hem burayı bilen hem de orayı bilen iki kanatlı bilge bir ÅŸahsiyet. Said Halim PaÅŸa Avrupa’daki eÄŸitimini tamamlayarak ülkesine döner dönmez Sultan II. Abdülhamid tarafından kendisine sivil paÅŸalık unvanı veriliyor, o da ÅŸûra-yı devlet âzâsı oluyor. Sonraki süreçlerde de farklı görevler alıyor ve en son 1913’te sadrazam oluyor. DışiÅŸleri bakanlığı, ÅŸûra-yı devlet âzâlığı, bugünkü DaruÅŸÅŸafaka Lisesi’nin ilk kuruluÅŸ sürecindeki heyeti kuran ekibin başında olan bir adam. Kısacası çok farklı kurumsal tecrübeleri biriktirmiÅŸ ve devlet yöneticiliÄŸi yapmış, sürecin nasıl iÅŸlediÄŸine doÄŸrudan doÄŸruya müdahil olmuÅŸ bir ÅŸahsiyetten bahsediyoruz.

CÄ°NS DERGÄ°SÄ°

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.