Hafta başında, Malazgirt’ten ErciÅŸ’e giderken bir trafik kazasında hayata veda eden Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Haluk Dursun’dan söz ediyorum. Vefatından bir gün önce akÅŸamüzeri aramış, Türkiye’nin önemli liselerinden seçilmiÅŸ öÄŸrencilerin katıldığı “Anadolu Tarih ve Kültür BirliÄŸi” projesinin Kars programına davet etmiÅŸti. Bu ayın sonunda Kars’ta buluÅŸacak, oradan Sarıkamış’a geçecek, gençlerle Anadolu’yu, tarihimizi, kültürümüzü konuÅŸacaktık. Telefonda projesini ve gençlerin bu projeye nasıl büyük hevesle katıldıklarını, daha önce gittikleri Çanakkale, Samsun, Erzurum, Sivas, Amasya, Mardin ve Van’da neler yaptıklarını telefonda bitmek bilmeyen heyecanıyla uzun uzun anlatmış, katkıda bulunmamı istemiÅŸti. “Hay hay,” demiÅŸtim, “Sen istersin de hayır der miyim?”
Haluk Dursun, sadece Ä°stanbul’a deÄŸil, Osmanlı kültür coÄŸrafyasının her köÅŸesine aÅŸkla baÄŸlı modern bir Evliya Çelebi’ydi. Bir zamanlar hâkim olduÄŸumuz OrtadoÄŸu, Kuzey Afrika ve Balkanlar’da gezmediÄŸi, görmediÄŸi yer yoktu. Oralarda bir turist gibi deÄŸil, içinden geldiÄŸimiz tarihi yeniden keÅŸfe çıkmış bir tarihçi ve çok yönlü bir kültür adamı olarak gezer, izlenimlerini fotoÄŸraf ve yazıyla ebedileÅŸtirirdi. Seyahat izlenimlerinin bir kısmını Nil’den Tuna’ya Osmanlı Yazıları isimli kitabında bir araya getirmiÅŸti. Haluk -ayağımızı bastığımız ve sonsuza kadar güç alacağımız Anadolu bir yana- Osmanlı coÄŸrafyasında özellikle Balkanlara ve Balkanları temsil eden Tuna’ya kara sevdalıydı. Tuna’nın iki yakasında adımlamadığı bölge kalmamış ve bu sevdasını Tuna Güzellemesi isimli bir kitapla taçlandırmıştı. Dicle, Fırat, Aras, Zapsuyu, Kızılırmak, hatta Nil, Sirderya, Amuderya... Bu nehirlerin hepsi onun nazarında birer Tuna’ydı. 1883 yılında, Dicle’nin coÅŸkun sularını seyrederken Tuna’yı hatırlayan Muallim Nâci’nin o güzel “Dicle” ÅŸiirindeki “TaÅŸkınlığın arttıkça Tuna hayalimde coÅŸmaya baÅŸlıyor ve gözümde gittikçe Tunalaşıyorsun” anlamına gelen ÅŸu nefis mısralar, bana sorarsanız, Tuna’nın Haluk’un sözlüÄŸünde ne anlama geldiÄŸini de açıklıyor:
Feyezânın tezâyüd ettikçe
Tuna cûÅŸ eyliyor hayâlimde
TunalaÅŸtın gözümde gittikçe
Halûk’un Ä°stanbul sevdasını hatırlatarak söz baÅŸlamıştım. Onun sevdası “Ah nerede o eski Ä°stanbul?” yakınmalarıyla baÅŸlayanlarınkinden çok farklıydı. Eski Ä°stanbul nostaljisini reddederdi Haluk, çünkü ona göre ne kadar tahrip edilmiÅŸ olursa olsun, yaÅŸayan Ä°stanbul hâlâ benzersiz güzelliklere ve zenginliklere sahipti. Yeter ki bilinerek gezilsin... Her fırsatta Fransızların L’art de livre (yaÅŸama sanatı) ve L’art de genre (yaÅŸama üslûbu) tabirlerini ve Avrupa ÅŸehirleri hakkında yazılan kitaplara mutlaka “L’art de livre” isminin verildiÄŸini hatırlatırdı. Paris’te YaÅŸama Sanatı, Londra’da YaÅŸama Sanatı gibi. Bizde ise böyle kitaplar hep “Gezi Rehberi” gibi isimler taşır. Halbuki bir ÅŸehri sıradan bir turist gibi gezmek baÅŸka, bilerek, hissederek, tadına vararak gezmek baÅŸkadır. Ä°kincisi bir çeÅŸit sanat... Haluk bir flanör (ÅŸehir gezgini) olarak gezdiÄŸi Ä°stanbul’un farkına varılmayan inceliklerini, güzelliklerini, zenginliklerini anlattığı yazılarından oluÅŸan kitabına Ä°stanbul’da YaÅŸama Sanatı ismini vermiÅŸti. Åžu cümleler onundur:
“Bir ÅŸehri ÅŸehir yapan oradaki kendine özgü yaÅŸama imkânları, renkleri, çeÅŸitlilikleri, havasıdır. EÄŸer bütün bu bileÅŸimleri, armoniyi fark edemez, onu sindiremez, o güzellikleri idrak edemeyip oradaki yaÅŸama sanatını gerektiÄŸi gibi icra ve tatbik edemezseniz o ÅŸehirde bulunuyor, vakit geçiriyor, hatta doÄŸup ölüyor, ama o ÅŸehirde yaÅŸama sanatının farkına varamıyorsunuz demektir.”
Haluk, Paris’ten ÅŸehirde yaÅŸama sanatını öÄŸrenmiÅŸ bir flanör olarak dönen ve meÅŸhur ÅŸiirinde “YaÅŸamıştır derim en hoÅŸ ve güzel rüyada / Sen çok yıl yaÅŸayan, sende ölen, sende yatan” diyen Yahya Kemal’i çok severdi. Bir Anadolu çocuÄŸu olan Haluk, belki de Ä°stanbul sevdasını ve Tuna hasretini Yahya Kemal’i okuyarak edinmiÅŸti.
***
Åžehirde yaÅŸama sanatı üzerine düÅŸünüp yazdıkları Haluk’u “ÅŸehirlilik” meselesi üzerinde yoÄŸunlaÅŸtırmıştı. Tarihi ÅŸehirlerimizin ancak o ÅŸehirlerde yaÅŸama sanatını idrak edebilmiÅŸ, yani “ÅŸehirli” olabilmiÅŸ sakinleri tarafından korunabileceÄŸine inanırdı. Kelimenin asıl manasında ÅŸehirli olduklarını düÅŸündüÄŸü aydınları gençlere tanıtarak ÅŸehirlilik ÅŸuuru yaratmak amacıyla “BeÅŸ Åžehirli” isimli bir projeyi hayata geçirmiÅŸti. Niyeti bu projeyi yeni isimlerle devam ettirmekti. Gerçek bir “ÅŸehirli” olduÄŸuna inandığı koleksiyoner Nuri Arlasez hakkında bir kitap yazmaya beni teÅŸvik eden odur.
Bir ara Ayasofya’da ve Topkapı Sarayı Müzesi’nde baÅŸkan olarak da görev yapan Haluk’un bu müzelerde baÅŸardıkları ayrı bir yazının konusu olabilir.
Haluk, gençlere de çok emek vermiÅŸti. YetiÅŸtirdiÄŸi gençlerin onun bıraktığı büyük boÅŸluÄŸu dolduracaklarından, misyonunu devam ettireceklerinden eminim.
Çok sevdiÄŸi memleketinde, Hereke’de topraÄŸa emanet edilen aziz dostuma Allah’ta rahmet, ailesine ve dostlarına baÅŸsaÄŸlığı diliyorum. Nur içinde yatsın.
Henüz yorum yapılmamış.