Geçmiş, geleceğe ilişkin bir niyeti, gelecek ise geçmişine ilişkin hissî ve fikrî bir ünsiyeti olan milletler için anlamlıdır. Her milletin doğal yeri tarihidir. Bir milletin doğal yerini bulması, o milletin özünün gürleşmesini, özgürleşmesini sağlar. Bu nedenle her millet eğitim ve terbiye sistemini, doğal yerini verecek bir biçimde örgütlemelidir. Bir milletin geçmişi, yani tarihi üzerinde en hafif tabirle operasyon yapabilmek için göz önünde bulundurulması gereken ilk ilke, o milletin tarihinin yok sayılması, bu mümkün değil ise değersizleştirilmesidir. Köklerini tarihte bulan arzuları, tutkuları, istekleri, beklentileri ve ümitleri ketlenen, engellenen milletler kendi devletlerine karşı yabancılaşırlar. Bu karşılıklı yabancılaşma ise milleti sürekli bir iç-savaş halinde tutar; sonucundan da yabancılar beslenir.
Türkiye’de tarihimiz mahsus olmadığından makûl değildir; makûl olmadığından da bilgisi yoktur; ya mitolojik bir söylentidir ya psikolojik bir avuntudur ya da akademik bir gevezeliktir; ama her halükârda idrâk değildir; eğitimin (terbiye), öğretimin (talim) ve erdemimizin (edeb) içine yedirilmiş, eritilmiş bir hâlde olmadığından da davranış hâline gelmemiştir. Bu nedenledir ki; idrâk ve davranış hâline gelmediğinden Türkler kendi tarihi içinde değil başkalarının tarihleri içinde yaşamaktadırlar.
Kendi hakkında bir idrâki olmayan kişi, ne kendine ne de tarihine saygı duyar; başka milletlerin kültür ve tarihinde yanaşma, sığıntı olarak kalır. Tarih bir gelecek idrâkidir; bir milletin gelecek idrâkine aktarılan geçmişi o milletin tarihi olur. Bu nedenledir ki, Türkiye’de siyasal harekete dönüştürülen sosyolojik aidiyetler, ciddi bir kültürel/tarihî bakış açısına (perspektif), gelecek idrâkine sahip ol(a)madıklarından politik alanda kısa süreli başarılı olsalar da, milletin önünü açan bir ufuk sunamamaktadır; milletin tarihi de siyasi çıkar öbekleri arasında simgesel şiddetin bir aracı hâline gelmektedir.
Türkiye’de bir bireyin ne olduğu, örnek olarak bu topraklarda bulunan herhangi bir tarihi esere gösterdiği hassâsiyetin nesnesine, o nesnenin tarihine, sembolik içeriğine bakılarak tespit edilebilir. Ya Türkiye’de tek bir millet yok ya da Türkler bir geçmişe sahip olmakla birlikte bir tarihe sahip değiller. Çünkü lisanî, dinî, tarihî, siyasî, hatta istikbale ilişkin hemen hemen her konuda vicdanî hassâsiyetleri ile idrâkî mensubiyetlerinin işaret ettiği ortak bir aidiyetleri mevcut değil.
Mekanik-deneysel-matematiksel yeni doğa felsefesinin Evren’i anlamdan, büyüden ve ara-varlıklardan arındırma sürecinin, birey, toplum ve siyaset düzlemindeki karşılığı tarihsizleştirmedir. Tariksizleştirme, anlamsızlaştırmadır. Bir milletin canı, nefsi ve ruhu tarihi olduğuna göre, bir milleti anlamsızlaştırmak da o milletin tarihteki eylemini, eylemlerini anlam-değerden arındırmak demektir. 1876’da Rus Generali Michail Grigor Cernayev’in “Demek ki, yalnızca Türkleri değil, onların tarihini de yenmek lazım.” derken kasttettiği buydu. Yarım yamalak tasavvur ve idrâk, o milletin tarihte yol alışını sorunlu, tehlikeli bir hâle getirir; giderek bizâtihi o milleti yarım yamalak kılar.
Tarih, insanın irâde-i akliyesine dayanan eylemlerinin tecessüm ettiği küllî bir zemindir. Bu nedenle tarihî bir olgu, cisimleşen bu irâdenin duyu, duygu ve düşünce cihetinden tüm yönleriyle idrâk edilmesini talep eder. Üç boyutlu bir olguyu, herhangi bir boyutunu ihmal ederek kavramaya çalışmak, idrâk değil tatmin verir. Böyle bir tarih tasavvuru, bilgi değil mit yaratır; ortaya da ilm-i tarih değil mitoloji çıkar. Bilmekten korkanlar belirsizliğe sığınırlar; tarihten korkanlar da mite… Hâlbuki bir milletin geleceği korkuya, dolayısıyla da mite dayalı inşa edilemez.
Bir milletin hikâyelerini, masallarını ve destanlarını taşıyan o milletin dili ve dinidir. Dilinin ve dininin tecessüm ettiği, millete mâl olduğu yer o milletin tarihidir.Bir milleti bir kere değil, sürekli yenme hazzını tatmak için o milleti tarihine lanet etmeye alıştırmak yeterlidir.
(İhsan Fazlıoğlu, Akıllı Türk Makul Tarih, Papersense Yayınları, İstanbul, 2014)
Henüz yorum yapılmamış.