Sosyal Medya

Modern Türkiye’nin temellerini muhacirler attı

O meşum tarih 1912. Osmanlı önce Balkanlardan tasfiye edildi. 1922’ye gelindiğinde devletin tamamı tasfiye edilecekti. Bu anlamda Balkan Harbi Osmanlı için sonun başlangıcıdır. Öte yandan 1. Dünya Savaşı’nın da provasıdır. Bir asırdan sonra acaba Balkan Harbini ne kadar idrak edebiliyoruz?



Osmanlı Devleti geleceÄŸi için bu kadar önem arz eden bu savaÅŸa hazırlıklı mıydı? Ä°ÅŸte bu noktada çarpıcı bir tablo çıkar karşımıza: 1912'nin yaz aylarında, yani savaÅŸtan birkaç ay önce bile Osmanlı Rumeli'nin birçok ÅŸehrinde okullar inÅŸa ediyor, eserleri tamir ettiriyor, yatırımlarına devam ediyordu. Zira Osmanlı idarecileri Üsküp, Manastır, Selanik dahil olmak üzere Rumeli'nin tamamını kaybedeceklerini hiç mi hiç akıllarına getirmemiÅŸlerdi.
 
Balkan Harbi'nin birbirinden acı ve ağır sonuçlarından biri de göçlerdir. O güne gelene dek en yoÄŸun göç, 1877- 78 Osmanlı-Rus Savaşı, diÄŸer deyiÅŸle '93 Harbi'nde yaÅŸanmıştı. Yarım milyondan fazla Müslüman, Ruslar ve Bulgarlar tarafından katledilmiÅŸ, yaklaşık 1 milyon 250 bin kiÅŸi yerinden yurdundan edilmiÅŸti.
Osmanlı Devleti savaÅŸtan sonra muhacirleri belli bir siyaset dahilinde Makedonya, Batı Trakya, Edirne ve Batı Anadolu'ya yerleÅŸtirdi. Böylece buralardaki Türk oranı, savaÅŸ öncesindekine göre ezici bir çoÄŸunluÄŸa ulaÅŸtı. Üstelik devletin yardımlarda bulunarak muafiyetler tanıması sayesinde göçmenler sonraki savaÅŸlarda asker ihtiyacını karşılamada önemli bir kaynak oluÅŸturacaklardı.
 
Balkan Harbi'nden sonra yaÅŸananlar da benzer niteliktedir. 1911'de Rumeli'deki Müslüman nüfusu 2 milyon 315 bindi. SavaÅŸ sonundaysa 600 bin kiÅŸi katledilmiÅŸ ya da soÄŸuk, hastalık ve açlıktan can vermiÅŸti. 1. Dünya Savaşı'nın başına kadar 300-400 bin kadar muhacir Anadolu'da iskân edilmiÅŸti.
Balkan Harbi'nden sonra baÅŸa geçen Ä°ttihat ve Terakki önderlerinin içinde yer aldığı Osmanlı hükümetleri, Türk ve Müslüman unsuru belli bölgelerde iskân etme siyasetini sürdürdü. Muhacirlerin 3'te 2'si Edirne ve Aydın vilayetlerine; diÄŸerleri Hüdavendigâr, Karesi, Sivas, Ankara, Adana, Konya, Biga ve Canik gibi Anadolu vilayet ve sancaklarına yerleÅŸtirildiler. Trakya'daki Rum ve Bulgar nüfusun bir kısmı ise stratejik sebeplerle göç etmek zorunda bırakıldı.
 
1914'te Yunanistan'ın ele geçirdiÄŸi topraklardaki Türkleri göç ettirmesi üzerine Babıâli buna tarihte ilk defa anında aynı yoÄŸunlukla karşılık verdi.
Trakya ve Batı Anadolu Rumlarını el altından ürküterek fakat herhangi bir ölüme meydan vermeden göç ettirdi. Tabii bu durum, Anadolu ve Trakya'yı kendi hinterlandı olarak gören Yunanların ideallerine hiç mi hiç uygun düÅŸmüyordu.
Sonuçta Yunanistan'ın sahip olduÄŸu Makedonya'daki Türkler ile Trakya ve Batı Anadolu'da yaÅŸayan Yunanlar arasında mübadele anlaÅŸması yapıldı. 1. Dünya Savaşı'nın çıkmasıyla anlaÅŸmanın ÅŸartları tam olarak gerçekleÅŸemese de bu, 1924 mübadelesinin bir nevi provası olacaktı.
 
Emperyalistlere muhacir kalkanı
Gerek boÅŸalan gayrimüslim köylerine, gerekse yeni kurulan muhacir köyleri ile diÄŸer yerleÅŸik Müslümanların yanına iskân edilen Türk ve Müslüman nüfus, Anadolu'nun Türk oranını artırmış ve Ä°stiklal Harbi'ne giden süreçte millî bir Türk devletinin temellerinin atılmasına katkıda bulunmuÅŸtu. Böylece savaÅŸlarla azalan Anadolu nüfusu artmış oluyordu. Osmanlı idarecileri ve millî Türk devletinin mimarları, 1897'den 1923'e kadar Avrupalı emperyalistlerin saldırılarına karşı koyacak gücü muhacirlerden saÄŸladılar. Sonuçta göç, modern Türkiye'nin inÅŸasında en önemli faktörlerden biri oldu.
 
Balkan Harbi öncesinde devlet, karşılaÅŸtığı göç problemlerini Dahiliye Nezareti'ne (Ä°çiÅŸleri Bakanlığı) baÄŸlı Muhacirîn Ä°daresi eliyle yürütmekteydi. Ä°htiyacı karşılayamaması üzerine 1913 sonlarında teÅŸkilat yapısı deÄŸiÅŸtirilip ilave müdüriyetler ve imkânlarla AÅŸiretler ve Göçmenler Genel MüdürlüÄŸü kuruldu. Buna göre her vilayette bir iskân memuru ya da müdür ve memurları bulunacaktı; ayrıca vilayetler, bünyelerinde Göçmenleri Ä°skân Komisyonu kurmakla mükelleftiler.
Kısacası, merkez ve taÅŸra teÅŸkilatıyla valiler, kaymakamlar dahil olmak üzere doktorundan mühendisine yüksek dereceli her memur muhacirlerin iskânı meselesinde fahri olarak görev almıştı.
 
Ayrıca 13 Mayıs 1913 tarihli padiÅŸah iradesi ile çıkarılan talimatnameyle devlet göç iÅŸlerini daha düzenli biçimde yürütmek istemiÅŸti.
Bu komisyonlar önce geçici olarak iskân ettikleri muhacirleri daimi iskân yerlerine sevk etmiÅŸ; arazi, ev, hayvan, tohumluk, zahire gibi ihtiyaçları üzerlerine zimmetleyerek karşılamışlardı.
Devlet, her ÅŸeyini kaybetmiÅŸ olarak gelen muhacir kitlesini 2 yıl vergiden, 6 yıl da askerlikten muaf tuttu. Ayrıca Göçmenlere Arazi ve Emlak Dağıtılmasına Dair Talimatname ile arazi ve emlakin nasıl dağıtılacağı belirlendi. Keza gayrimüslimlerden kalan ve özel bilgi gerektiren baÄŸ, zeytinlik, portakallık, limonluk gibi arazilerde nasıl tarım yapılacağı bu talimatname maddelerinde belirlenmiÅŸti.
 
Gayrimüslim nüfusun gidiÅŸiyle iktisadî alanda beliren boÅŸluÄŸun bu ÅŸekilde kapatılacağına inanılıyordu. Ancak istenilen baÅŸarıya ulaşılamadığı ve kalıcı iskân meselesinde zorluklar çekildiÄŸi görülecekti.
Devletin kadastro meselesini halledememesi sebebiyle muhacirlere verilen topraklara fuzuli müdahaleler ile yerleÅŸik halkın birtakım talepleri neticesinde iskân politikasından bir türlü arzulanan sonuç alınamıyordu. Devlete ait çiftliklere iskân edilen muhacirlerinse aynı sıkıntıları yaÅŸamadığı dikkat çekiyordu.
 
Devletin göç ikilemi
Nitekim yerleÅŸik halk ile muhacirler arasında huzursuzluklar baÅŸ göstermekte gecikmeyecekti. Bunlar yine devlet eliyle halledilmeye çalışılıyordu. Özellikle gayrimüslim nüfusun oturduÄŸu topraklara yapılan iskân, ÅŸikâyetlere sebep oluyordu.
Memurların yaptıkları hatalar dışında, genelde gayrimüslimlerin muhacirler hakkındaki ÅŸikâyetlerini abartarak sunmaları devletin gözünden kaçmıyordu. Yine de gayrimüslim tebanın hukukuna bir zarar gelmiÅŸse bu yanlışı düzeltmeye azami gayret sarf ediliyordu.
Muhacirlere yapılan yardımlar ve verilen muafiyetlerin kıskanılması, yerleÅŸik Müslüman nüfusta haklı veya haksız ÅŸikâyet seslerinin yükselmesine yol açmıştı. Muhacirler bulundukları yerin örf ve adetlerine uyum gösterene kadar yerli halkla aralarındaki iliÅŸkiler iniÅŸli çıkışlı bir seyir izleyecekti. Bu dönemde gerek maddî yetersizlikler, gerekse devlet yapısındaki bozulmalar ve mahallî memurların beceriksizlikleri, problemlerin ana sebeplerindendi.
Göç meselesinde devlet bir ikilem yaÅŸamaktaydı. Göçü kabul etse bu, Rumeli'deki Türk ve Müslüman varlığının sona ermesi anlamınaa gelecekti. Kabul etmese bu kez de mezalime uÄŸrayan Rumeli Müslümanları yok olacaklardı. Sonuçta askerî ve ekonomik açıdan güçsüz olan Osmanlı Devleti dindaÅŸ ve ırkdaÅŸlarını yerinde tutamadı ve Rumeli büyük oranda boÅŸalmış oldu.
Osmanlı Devleti kaybettiÄŸi topraklarda (Batı Trakya Türk Devleti'nin kuruluÅŸundaki silahlı direniÅŸ örgütü gibi istisnalar dışında) yeraltı örgütleri oluÅŸturamadığından, gayrimüslimlerin tepkilerinin katliama varacağını hesaplayamayan Müslüman halkın da kendilerini koruyacak tedbirleri almaması neticesinde malum manzara ortaya çıktı.
 
Sancılı bir süreç
Rumeli muhacirlerinin Anadolu'daki Müslüman nüfus oranını artırması Cumhuriyet döneminde inÅŸasına çalışılan ulus oluÅŸumunu kolaylaÅŸtırmıştı. Anadolu'yu terk eden/ettirilen gayrimüslimlerin toprakları, iskân edilen muhacirlere dağıtılarak yeni rejim kendisine siyasal destek ve kadrolar saÄŸlamış, millî temelde bir Cumhuriyet'in kurulabilmesi için nesnel ve öznel koÅŸullar yaratılmıştı. Muhacirler Cumhuriyet döneminde yürütülen çaÄŸdaÅŸlaÅŸma hamlelerine en iyi uyum saÄŸlayan unsurlar olarak devletin ulaÅŸmak istediÄŸi amaca hizmet etmiÅŸlerdir.
Ayrıca yerleÅŸtirildikleri bölgelerde toplu olarak kalabilmiÅŸlerse kültürlerini devam ettirdikleri; serpiÅŸtirme usûlünde iskân edilmiÅŸlerse yerli halkla karıştıkları gözlenmektedir. Üstelik zaman geçtikçe göçmenlik, bir kültürel kimlik olarak ortadan kalkabilmektedir. Mesela 1878 göçmenleri, 1924 mübadele göçmenlerini deÄŸerlendirirken, kendilerini yerli, gelenleriyse muhacir olarak görmekteydiler.
Ä°lginç bir baÅŸka tespiti de atlamayalım: Åžehirlerde yaÅŸayan göçmenlerin örf, adet ve cemaat bilinçleri en çok üçüncü nesilde kaybolmakta, sadece göçmen olduklarını söyleyebilmekte, dedelerinin hangi ÅŸehir ve köyden geldiklerini çoÄŸunlukla unutmaktadırlar.
Göçmenlerle ilgili birimlerdeki disiplinsizlik, boÅŸvermiÅŸlik, bilgisizlik ve memur-amir kadrolarının sık deÄŸiÅŸtirilmesi, istikrarsızlık doÄŸurmaktadır. Oysa Yunanistan'da tam aksi bir durum söz konusudur. Batı Trakya'da Türklerle ilgilenen okul müfettiÅŸleri gibi devlet görevlilerinin 35-40 yıldır aynı kiÅŸiler olduÄŸunu söylememiz yeterli olacaktır.
 
Peki ya bugün?
Devlet öncelikle ilmî çalışmalar ışığında göçü durdurarak soydaÅŸ ve dindaÅŸlarımızın bulundukları ülkelerde rahat etmelerini saÄŸlayacak kapsamlı politikalar geliÅŸtirmelidir. Balkanlardaki Türk ve Müslüman unsurları himaye edici politikalar uygular ve onların ekonomik, kültürel, siyasî örgütlenme gibi hususlarda geliÅŸmesini saÄŸlayabilirsek göç kısmen azalacaktır.
Bu veriler ışığında Balkan Harbi'nin sonuçlarına dönersek, diyebiliriz ki, Osmanlı'nın tasfiyesi Balkanlara asla barış getirmemiÅŸtir. 1. ve 2. Dünya SavaÅŸları, 1992-95 Bosna katliamı, 1999'da Kosova'nın Sırplarca iÅŸgali, 2001 Makedonya Ä°ç Savaşı gibi geliÅŸmeler hepimizin hafızalarına kazınan üzücü hatıralardır.
Bugün Balkan göçü bitmemiÅŸse de azalmıştır. Ancak soydaÅŸ ve akraba dindaÅŸlarımızın tüm sıkıntılara raÄŸmen göç etmeyerek direnmeleri bir manada içlerinde yaÅŸadıkları devletlere verilen bir mesajdır. KardeÅŸlerimizin bu fedakârlık ve direniÅŸleri her türlü takdiri hak ediyor.
Son söz: Kalanlara selam olsun!
 
GZT

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.