Özel / Analiz Haber
Aşiyan'ın karamsar edibi: Tevfik Fikret
Follow @dusuncemektebi2
24 Aralık 1867’de İstanbul Aksaray’da doğdu. Asıl adı Mehmed Tevfik’tir. Babası Hâriciye Kalemi’nde memurluk ve çeşitli vilâyetlerde mutasarrıflık yapan Çankırılı Hüseyin Efendi, annesi Sakız adası Rumları’ndan mühtedi Hüsrev Bey’in kızı Hatice Refîa Hanım’dır.
ÖÄŸrenimine Aksaray’da Mahmudiye Vâlide RüÅŸdiyesi’nde baÅŸlayan Mehmed Tevfik, mektebin Doksanüç Harbi’nin ardından Rumeli’den gelen muhacirlere tahsis edilmesi üzerine Mekteb-i Sultânî’ye (Galatasaray) gönderildi. Bu mektebin onun ÅŸahsiyeti üzerinde büyük etkisi vardır. Hacca giden annesi bir kolera salgınında Hicaz’da öldüÄŸünden (1879) Tevfik’in gençlik yılları büyükannesinin yanında geçti. ÖÄŸrencilik yıllarında disiplini, çalışkanlığı ve kiÅŸiliÄŸiyle hocalarının dikkatini çekerken bir yandan da mektep arkadaÅŸlarının sevgisini kazandı. Galatasaray’da devrin tanınmış hocalarından Muallim Feyzi, Recâizâde Mahmud Ekrem ve Muallim Nâci’den ders gördü. Edebiyata ve özellikle ÅŸiire karşı yeteneÄŸi bu yıllarda ortaya çıktı. Hocalarının teÅŸvikiyle yazdığı eski tarzdaki ilk ÅŸiirleri Muallim Feyzi vasıtasıyla Tercümân-ı Hakîkat’ta yayımlandı (1884-1885).
1888’de Mekteb-i Sultânî’yi birincilikle bitirdikten sonra aynı yıl Bâbıâli Hâriciye Odası’nda çalışmaya baÅŸladı. Buradaki görevinden hoÅŸlanmadığı için Sadâret Mektubî Kalemi’ne geçti; ancak verilen maaşı az bularak eski memuriyetine döndü (1889). 1890’da dayısının kızı Nâzıme Hanım’la evlendi. 1891’de Ä°smâil Safâ’nın neÅŸrettiÄŸi Mirsad dergisinin açtığı tevhîd ve sitâyiÅŸ-i hazret-i pâdiÅŸâhî yarışmalarında birinci seçildi. 1892 yılına kadar devam eden memuriyeti sırasında GedikpaÅŸa’daki Ticaret Mektebi’nde Fransızca ve hüsn-i hat dersleri de verdi. 1894’te arkadaÅŸları Hüseyin Kâzım Kadri ve Ali Ekrem’le (Bolayır) birlikte Ma‘lûmât dergisini çıkardı; burada bazı ÅŸiirleriyle tercümeleri yayımlandı. Aynı yıl Mekteb-i Sultânî’de açılan Türkçe muallimliÄŸi imtihanını kazanarak bu okula tayin edildi. Ancak hükümetin memur maaÅŸlarında kesintiye gitmesi üzerine istifa etti. Ardından hayatının sonuna kadar sürdüreceÄŸi Robert College’da Türkçe hocalığına baÅŸladı.
1896 yılı baÅŸlarında edebiyatta yenilik yapmaya hevesli gençlerle yeni bir edebî topluluk kurmayı arzu eden Recâizâde Mahmud Ekrem, öÄŸrencisi Ahmed Ä°hsan’ı (Tokgöz) yayımlamakta olduÄŸu Servet dergisini Servet-i Fünûn adıyla edebî bir dergi haline getirmeye ve ardından Tevfik Fikret’i bu derginin başına geçmeye ikna etti. Servet-i Fünûn böylece Tevfik Fikret’in yönetiminde Åžubat 1896 tarihli 256. sayısından itibaren edebiyatta ve özellikle ÅŸiirde yenilik yapmak isteyen gençlerin toplandığı bir edebiyat mahfili durumuna geldi. TopluluÄŸa katılanlardan Cenab Åžahabeddin, Hâlid Ziya (UÅŸaklıgil), Mehmed Rauf, Hüseyin Cahid (Yalçın), Hüseyin Suad, H. Nâzım (Ahmet ReÅŸit Rey), A. Nâdir (Ali Ekrem Bolayır), Ahmed Åžuayb, Ä°brâhim Cehdî (Süleyman Nazif), Süleyman Nesib, Fâik Âlî (Ozansoy) ve Ä°smâil Safâ’nın yanı sıra SâmipaÅŸazâde Sezâi ile Recâizâde Mahmud Ekrem ve Abdülhak Hâmid Servet-i Fünûncuları destekledi.
Türk edebiyatı tarihinde birinci ve ikinci Tanzimat neslinden sonra edebiyatta Batılı anlamda asıl yenilikleri gerçekleÅŸtiren Servet-i Fünûn (Edebiyât-ı Cedîde) topluluÄŸunun bütün faaliyeti büyük ölçüde Tevfik Fikret’in yönetimindeki bu dergi etrafında gerçekleÅŸti. Ancak bir süre sonra babasının görevle Hama’ya bir nevi sürgüne gönderilmesi, 1898’de Ä°smâil Safâ’nın evinde yaptıkları bir toplantı sebebiyle birkaç gün tutuklanması mizacı aşırı derecede hassas olan Tevfik Fikret’i büsbütün tedirgin etti. BaÅŸta kendisi olmak üzere istibdat idaresinden ÅŸikâyetçi olan Servet-i Fünûncular, Yeni Zelanda’ya göç ederek orada daha rahat yaÅŸama hayaline kapıldılar; fakat hayallerini fiilen gerçekleÅŸtiremeyeceklerini anlayıp bu teÅŸebbüsten vazgeçtiler. Bu defa Hüseyin Kâzım’ın Manisa civarında Sarıçam köyündeki çiftliÄŸine gitmeyi düÅŸündülerse de bu tasavvurlarını da gerçekleÅŸtiremediler. Fikret’in “Bir Mersiye” ve “YeÅŸil Yurt” adlı ÅŸiirleri hayalini kurduÄŸu bu kaçma düÅŸüncesiyle ilgilidir.
1900 yılında Ä°ngiltere’nin Güney Afrika’da Boerler’i maÄŸlûp etmesi üzerine bu galibiyeti tebrik etmek, bu vesileyle ülkede hüküm süren istibdat idaresine karşı Ä°ngiltere’nin baskı uygulamasını saÄŸlamak amacıyla hazırlanıp Ä°ngiliz sefâretine verilen bildiride Tevfik Firket’in imzasının da bulunması dolayısıyla bir süre Mâbeyin Dairesi’nde sorgulandı. TedirginliÄŸini büsbütün arttıran bu olayların arkasından bir süre toplumdan uzaklaÅŸtı ve sadece ÅŸiirle uÄŸraÅŸtı. Aynı yıl, ilk ÅŸiirleri dışında büyük ölçüde Servet-i Fünûn döneminde yazdığı ÅŸiirlerden meydana gelen Rübâb-ı Åžikeste’yi yayımladı. Eser ilgi görünce hemen ikinci baskısı yapıldı. Ancak bütün bunlar onun huzursuzluÄŸunu gidermeye yetmedi. Aynı günlerde, topluluk mensuplarından Ali Ekrem’in baÅŸta Cenab Åžahabeddin olmak üzere diÄŸer Servet-i Fünûn ÅŸairlerini ağır bir dille eleÅŸtirdiÄŸi “Åžiirimiz” adlı makalesini bazı deÄŸiÅŸikliklerle Servet-i Fünûn’da neÅŸretti ve bu davranışı büyük bir tepkiyle karşılandı. Tevfik Fikret’in makalede deÄŸiÅŸiklik yapmasına öfkelenen Ali Ekrem yazının aslını Baba Tâhir’in Musavver Ma‘lûmât dergisinde yayımlayınca topluluk içinde ilk çözülme baÅŸladı. H. Nâzım, SâmipaÅŸazâde Sezâi ve Menemenlizâde Tâhir, Ali Ekrem’i destekleyip Servet-i Fünûn’dan ayrıldılar. Bir süre sonra idarî bir mesele yüzünden Ahmed Ä°hsan’la araları açılınca Tevfik Fikret de mecmuayı terketti (1901). Hüseyin Cahid’in Fransızca’dan çevirdiÄŸi Fransız Ä°htilâli’ne dair “Edebiyat ve Hukuk” adlı yazısı yüzünden dergi hükümet tarafından kapatıldı; böylece topluluk fiilen dağılmış oldu.
Tevfik Fikret 1905 yılında kısa aralıklarla babasını ve kız kardeÅŸini kaybetti. Görünürde bir sebep yokken babasının Anadolu’ya sürgün edilmesi ve orada ölmesi, MüftüoÄŸlu Ahmed Hikmet’in kardeÅŸi Refik Bey’le evli olan kız kardeÅŸinin acıklı ölümü Tevfik Fikret’in ıstıraplarının daha da artmasına yol açtı. Aynı yıl Aksaray’daki konaklarını satıp Rumelihisarı’nda Robert College yakınlarında planlarını kendisinin çizdiÄŸi ve ÂÅŸiyan adını verdiÄŸi evi inÅŸa ettirerek burada bir nevi inzivaya çekildi. 23 AÄŸustos 1908’de Tanin’de yayımlanan bir yazısında heyecanlı bir dille anlattığı Robert College’da edindiÄŸi yeni çevre Fikret için bir sığınak olmuÅŸtu. Özellikle ÂÅŸiyan’a yerleÅŸtikten sonra gerek istibdat rejimine gerekse içinde yaÅŸadığı çevreye karşı giderek artan bir kin ve nefret duymaya baÅŸladı. Ülkede yaÅŸanan siyasal ve sosyal olayları uzaktan takip ettiÄŸi bu günlerde II. MeÅŸrutiyet’in ilânına kadar elden ele dolaÅŸan “Sis” (1902), “Sabah Olursa” (1905), “Târîh-i Kadîm” (1905), “Mâzî-Âtî” ile (1906) II. Abdülhamid’e bombalı suikast hazırlayan Ermeni komitacılarını alkışladığı “Bir Lahza-i Teahhur” (1906) gibi manzumelerini yazdı. Bunlar arasında özellikle II. Abdülhamid dönemi Ä°stanbul’una lânetler yaÄŸdıran üslûbuyla “Sis” edebî çevrelerde geniÅŸ yankılar uyandırdı. “Sabah Olursa”da oÄŸlu Halûk’un ÅŸahsında gelecek nesillerin kurtuluÅŸu ümidini besler. “Mâzî-Âti”de aynı fikir geliÅŸtirilirken doÄŸrudan doÄŸruya geçmiÅŸle geleceÄŸin mukayesesi yapılır. Bu yılların en çok yankı uyandıran ve tenkit edilen baÅŸka bir ÅŸiiri de “Bir Lahza-i Teahhur”dur. 21 Temmuz 1905 günü cuma namazının ardından Ermeni komitacılarının II. Abdülhamid’e karşı giriÅŸtiÄŸi suikastın baÅŸarısızlıkla sonuçlanması üzerine bu ÅŸiiri yazan Fikret’in burada hain emeller peÅŸindeki Ermeniler’i alkışlaması hem o yıllarda hem bu ÅŸiirin yayımlandığı II. MeÅŸrutiyet sonrasında çok eleÅŸtirilmiÅŸtir.
24 Temmuz 1908’de II. MeÅŸrutiyet’in ilânı üzerine büyük bir sevinçle inzivadan çıkan Fikret “Millet Åžarkısı” adlı manzumeyi kaleme aldı. Daha önce dargın olduÄŸu bir kısım arkadaÅŸlarıyla barıştı ve yeni bir fikir hamlesine giriÅŸti. Eski arkadaÅŸları Hüseyin Cahid ve Hüseyin Kâzım’la birlikte adını kendisinin koyduÄŸu Tanin gazetesini yayımlamaya baÅŸladı. Kısa zamanda devlet yönetimini ele geçiren Ä°ttihat ve Terakkî Cemiyeti, Tevfik Fikret’i Maarif nâzırı yapmak istediyse de o bunu kabul etmedi. Bir kısım öÄŸrencileri ve yakın çevresinin ısrarı ile Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi’ne müdür oldu (28 Aralık 1908). Aynı zamanda Dârülfünun ve Dârülmuallimîn’de ders verdi. Mekteb-i Sultânî’de o döneme göre modern eÄŸitim sistemi için disipline dayalı yeni bir düzen kurdu. Yaptığı yenilikler dolayısıyla hakkında çıkan dedikoduların artması yüzünden dört ay sonra müdürlükten istifa etti ve Robert College’daki hocalığına döndü. Bu münasebetle Hüseyin Cahid’e yazdığı mektupta geçen, “Bugün sa‘y ü irfânım tebdîl-i tâbiiyyet etti” ifadesi ve bir süredir genel anlamda din karşısında olumsuz bir tavır takınması devrin muhafazakâr çevreleri tarafından aleyhinde bir kampanyanın baÅŸlatılmasına yol açtı. Tanin’in Ä°ttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin yayın organı haline gelmesi üzerine 1910’da gazete ile bütün iliÅŸkisini kesti; aynı yıl Dârülfünun ve Dârülmuallimîn’deki görevlerini de bıraktı. 1912’de Meclis-i Meb‘ûsan kapatılınca “Doksan BeÅŸe DoÄŸru” ve Ä°ttihatçılar aleyhine “Hân-ı YaÄŸmâ” gibi manzumelerini kaleme aldı.
Mühendislik tahsili yapmak üzere 1909’da Ä°skoçya’ya gönderdiÄŸi oÄŸlu Halûk için yazdığı ÅŸiirleri Halûk’un Defteri adıyla yayımladı (1911). Aleyhinde bir kampanya yürüten bazı çevrelere karşı kendisini müdafaa eden eski arkadaÅŸlarına hitaben Rübâb’ın Cevabı’nı neÅŸretti (1911). Hece vezniyle ve sade bir dille çocuklar için kaleme aldığı manzumelerden meydana gelen Åžermin ise (1914) Fikret’in öteden beri özlemini duyduÄŸu yeni insan tipiyle yakından ilgilidir. Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na girmesine ÅŸiddetle karşı çıkan Tevfik Fikret, cihâd-ı mukaddes ilân edilerek girilen bu savaÅŸ dolayısıyla ve ironik bir üslûpla “Fetâvâ-yı Åžerîfeden Sonra Sancak-ı Åžerîf Huzurunda” adlı manzumesini yazdı. Ä°ttihâd-ı Ä°slâm taraftarı Mehmed Âkif’in [Ersoy], 1914’te yayımladığı Süleymaniye Kürsüsü’nde, edebiyat çevrelerinde elden ele dolaÅŸan “Târîh-i Kadîm” manzumesi dolayısıyla Tevfik Fikret için, tahkir edici diÄŸer sözlerle birlikte “zangoç” tabirini kullanması üzerine Fikret, kendisinin dinsizliÄŸini ve genel anlamda bütün semavî dinlerin karşısında olduÄŸunu açıkça ilân ettiÄŸi “Târîh-i Kadîm’e Zeyl”i kaleme aldı. Uzun süredir ÅŸeker hastalığına müptelâ olduÄŸu anlaşılan Fikret, hastalığı zamanında teÅŸhis ve tedavi edilmediÄŸinden 1915 yılı baÅŸlarında âniden yataÄŸa düÅŸtü ve 18-19 AÄŸustos gecesi öldü. Cenazesi aile mezarlığının bulunduÄŸu Eyüpsultan’a gömüldü. Vasiyeti gereÄŸi mezarı daha sonra Ä°stanbul Belediyesi tarafından Edebiyât-ı Cedîde Müzesi haline getirilen (1945) Rumelihisarı’ndaki ÂÅŸiyan’ın bahçesine nakledildi (1962).
Küçük yaÅŸtan beri ÅŸiirle ve resimle uÄŸraÅŸan Tevfik Fikret’in ilk ÅŸiir denemeleri divan edebiyatı tarzındadır. Gençlik yıllarında, eski ÅŸiir anlayışını sürdürmeye çalışan Muallim Nâci ve Muallim Feyzi’den etkilenmiÅŸ, bu etki Recâizâde Mahmud Ekrem ve Abdülhak Hâmid’i tanıdıktan sonra onların tarafına doÄŸru yön deÄŸiÅŸtirmiÅŸtir. Fikret’in daha çok Mirsad, Ma‘lûmât, Maârif ve Mekteb dergilerinde çıkan bu döneme ait ÅŸiirlerinde bir yenilik görülmez. Daha ziyade romantik aÅŸk ve tabiat konularını iÅŸlediÄŸi bu ÅŸiirlerden bir kısmını Rübâb-ı Åžikeste’nin “Eski Åžeyler” bölümüne dahil etmiÅŸtir. Tevfik Fikret bu taklit döneminin ardından kendi ÅŸahsiyetini bulma yolunda bazı denemelere giriÅŸmiÅŸ, tesadüfen bir antolojide ÅŸiirlerini okuduÄŸu Charles Baudelaire, Sully Prudhomme ve özellikle François Coppée’yi tanıdıktan sonra asıl çizgisini belirlemiÅŸtir. Servet-i Fünûn’un başına geçtiÄŸi 1896 yılından itibaren topluluÄŸun dağılışına kadar geçen beÅŸ yıl içinde daha çok sanat için sanat anlayışı doÄŸrultusunda ferdi ön plana çıkaran ÅŸiirler yazmıştır. Bu tarihe kadar hayata ve insanlara iyimser bir gözle bakan, Allah’a inanan, dinî görevlerini yerine getiren, “Tevhid” ve “Sabah Ezanında” gibi ÅŸiirler yazan Fikret, devrin karamsar havasının da etkisiyle mizacında meydana gelen birtakım deÄŸiÅŸikliklerle giderek kötümser olmaya, hayattan ve çevresinden ÅŸikâyet etmeye, dine karşı kayıtsız, hatta düÅŸmanca bir tavır almaya baÅŸlamış, özellikle aile hayatındaki mutsuzluk zamanla bütün yaÅŸayışını karartmıştır. Hayata bakışındaki bu köklü deÄŸiÅŸikliÄŸi bazı edebiyat tarihçileri kısmen irsiyet, kısmen ÅŸeker hastalığından kaynaklanan ıstırap ve istibdat rejimine karşı duyduÄŸu kin ve nefretle açıklamaya çalışmıştır.
Mehmet Kaplan Rübâb-ı Åžikeste’deki ÅŸiirleri Fikret’in kendi benini ve duyuÅŸ tarzını anlattığı ÅŸiirler, sanatla ilgili ÅŸiirler, kötümserlik duygusunun hâkim olduÄŸu ÅŸiirler, hayal ÅŸiirleri, aÅŸk ÅŸiirleri, tabiat ÅŸiirleri, oÄŸlu Halûk için yazdığı ÅŸiirler, portreler, merhamet ve ÅŸefkat ÅŸiirleri, vatanî ve dinî konulu ÅŸiirler olmak üzere bazı temalar etrafında toplamıştır. Tevfik Fikret’in bu döneme ait “Verin Zavallılara”, “Ramazan Sadakası”, “Hasta Çocuk”, “Balıkçılar” ve “SarhoÅŸ” gibi manzumelerinde insanî temaları iÅŸlediÄŸi dikkati çeker. Giderek kötümser bir ruh hali içine girdiÄŸi dönemde bu psikolojiyle yazdığı en dikkate deÄŸer ÅŸiiri “Gayyâ-yı Vücûd”dur. Burada hayatı böceklerle, solucanlarla, yılanlarla dolu bir bataklığa benzetir; insanı da bu bataklıktan kurtulmak istedikçe kendisini bir girdap gibi çeken hayatı yaÅŸamak zorunda kalan zavallı ve bedbaht bir varlık olarak niteler. “Perde-i Tesellî” adlı manzumesinde de bu temayı iÅŸleyen ÅŸair dünyayı göremediÄŸi için kör bir dilenciye hayranlığını ifade eder. Rübâb-ı Åžikeste’nin “Âveng-i Tesâvîr” bölümünde, etkisinde kaldığı Baudelaire’in “Les phares” adlı ÅŸiirinde yaptığı gibi Fikret de sevdiÄŸi bazı ÅŸairlerin (Fuzûlî, Cenab, Nef‘î, Üstad Ekrem, Nedîm, Hâmid) portrelerini çizer.
1897 Türk-Yunan savaşı dolayısıyla devrin birçok ÅŸairi gibi Tevfik Fikret de bu konuda birkaç ÅŸiir kaleme almıştır. Yine François Coppée ve Sully Prudhomme etkisi görülen bu ÅŸiirlerin en tanınmışları “Asker Geçerken”, “Ken‘an”, “Hasan’ın Gazâsı” ve “Kılıç”tır. Dinî muhtevalı ÅŸiirleri arasında en çok bilineni olan gençlik dönemine ait “Sabah Ezanında” ezan sesinin tabiattaki yansıması üzerinde durur. Tevfik Fikret, Servet-i Fünûn dönemine ait ÅŸiirlerinde daha çok Fransız parnas ÅŸairi F. Coppée’nin etkisinde kalmış, duyuÅŸ tarzı bakımından romantik olmakla beraber örnek aldığı parnasyenler gibi ÅŸekil mükemmelliÄŸine aşırı derecede önem vermiÅŸtir. 1900 yılından itibaren daha çok siyasal ve sosyal içerikli manzumeler yazmış, “Târîh-i Kadîm” dışında bunları Rübâb-ı Åžikeste’nin 1908’den sonra yapılan baskısına dahil etmiÅŸtir. Bu dönemin ÅŸiirleri arasında en çok dikkat çeken “Sis”tir. Ä°stibdadın bütün ağırlığıyla hissedildiÄŸi 1902 yılının bir Åžubat günü BoÄŸaz’a sis çöker ve akÅŸama kadar devam eder. Uzun zamandır evi hafiyelerin gözetimi altında bulunan Fikret, BoÄŸaz’daki sis ile yaÅŸanan hayattaki boÄŸucu havayı ÅŸiirinde birleÅŸtirir. Burada nefret ettiÄŸi II. Abdülhamid devri Ä°stanbul’una lânetler yaÄŸdırırken bir yandan da toplumun ahlâkî zaaflarını teker teker sayar. 1908’den sonra yazdığı “Rücû”da ise “Sis”te söylediklerinin bir kısmından vazgeçmiÅŸ görünür; orduyu ve vatanın seçkin evlâtlarını bir tür kurtarıcı olarak yüceltir.
Tevfik Fikret’in yaÅŸanılan hayatın sürekli deÄŸiÅŸimden ibaret olduÄŸunu dile getirdiÄŸi “Mâzî-Âtî”; istibdat rejiminin ardından Ä°ttihatçılar’la gelen hürriyet havasının kısa bir süre sonra zorbalığa dönüÅŸtüÄŸü, kanun, hürriyet, adalet gibi kavramların ayaklar altına alındığı II. MeÅŸrutiyet döneminin ağır bir hicvi olan “Hân-ı YaÄŸmâ” ile “Târîh-i Kadîm” bu dönemin en dikkate deÄŸer örnekleridir. Fikret taraftarlarınca taassuba karşı müsbet ilim ve müsbet düÅŸüncenin müdafaası gibi takdim edilmeye çalışılan “Târîh-i Kadîm”de tarihi baÅŸtan baÅŸa kanlı sahnelerden ve savaÅŸlardan ibaret gören Tevfik Fikret burada açıkça dine ve Tanrı’ya karşı isyankâr bir tavır sergilemiÅŸtir. Kendisi gelenekten ve içinde yaÅŸadığı toplumun deÄŸer hükümlerinden tamamen uzaklaÅŸmış, mâziyi korkunç tablolardan ibaret görmüÅŸ, kahramanlığı da küçümsemiÅŸtir. Fikret mutlak anlamda barış ve adaletin hüküm sürdüÄŸü bir dünya özler, kul ile Tanrı’yı ayıran bir dini kabul etmez. Hatta Allah’ın kendisine yaklaşılmaz olduÄŸunu, yeryüzünden yükselen feryat ve ÅŸikâyetlerin cevapsız kaldığını söyleyecek kadar ileri gider. Mehmet Ali Ayni bu düÅŸüncelere karşı Reybîlik, Bedbinlik, Lâilâhîlik Nedir adıyla bir eser kaleme alır. Mehmed Âkif’e cevap olarak yazdığı “Târîh-i Kadîm’e Zeyl”de ise dinî inançları tamamen reddeden Fikret, tarih ve din düÅŸmanlığını açıkça dile getirerek kendisinin panteizm diye adlandırılabilecek bir nevi tabiat dinine inandığını söyler.
Fikret’in hayatında, mizacının deÄŸiÅŸmesinde ve hayata baÄŸlanmasında oÄŸlu Halûk’un önemli rolü vardır. 1895 yılında doÄŸan Halûk, Fikret’in kısa bir süre de olsa hayata bakışını deÄŸiÅŸtirir ve özellikle II. MeÅŸrutiyet’ten sonra yazacağı ÅŸiirlerde görülen geleceÄŸe ümitle bakma düÅŸüncesini uyandırır. Fikret Rübâb-ı Åžikeste’de Halûk için beÅŸ ÅŸiire yer vermiÅŸtir. Çocuk sevgisi, ıstırap ve merhamet duygularının iÅŸlendiÄŸi “Halûk’un Bayramı”nda bayram dolayısıyla yeni elbiselerini giymiÅŸ, sevinç ve mutluluk içindeki oÄŸlu ile sefalet içindeki fakir bir çocuÄŸu mukayese eder ve oÄŸluna üstündeki elbiseleri çıkarıp fakir çocuÄŸa vermesini söyler. Halûk’u Ä°skoçya’ya gönderdikten sonra onun için yazdığı manzumelerin bir kısmını bir araya getirdiÄŸi Halûk’un Defteri’nde oÄŸlunu ülkede inkılâp yapacak gençliÄŸin sembolü olarak görür ve burada ülkenin geleceÄŸi üzerinde düÅŸünür. Halûk gittiÄŸi ülkede ilim ve fen tahsil edecek, öÄŸrendiklerini memleketine getirecektir. Kitaptaki en çok tartışılan ÅŸiirlerden biri olan “Halûk’un Âmentüsü”nde, Âmentü’deki iman esaslarının yerini tamamen dünyevî inançlar almıştır. Burada idealleÅŸtirilen kiÅŸi akla ve bilgiye, geliÅŸmeye, hakkın kuvvete üstün geleceÄŸine, insanlar arasında kardeÅŸliÄŸe ve dünya birliÄŸi idealine inanan yeni bir insan tipidir. Hayatının son yıllarında yazdığı Åžermin ise onun doÄŸrudan doÄŸruya özlemini çektiÄŸi yeni insan tipiyle ilgilidir. Bu kitaptaki ÅŸiirler yeni Türkiye için Amerikan terbiyesine göre yetiÅŸtirilmesini arzuladığı, pratik hayatta baÅŸarılı olabilecek insan tipinin idealize edilmesinden ibaret görünmektedir. Bu insan tipinin yeni bir eÄŸitim metoduyla yetiÅŸtirilebileceÄŸini düÅŸünen Fikret, arkadaşı Sâtı Bey’le birlikte Yeni Mektep adıyla bir okul kurmak istemiÅŸ, bunu gerçekleÅŸtiremeyince burada ileri sürdüÄŸü bazı düÅŸünceleri Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi müdürlüÄŸü sırasında uygulamaya çalışmıştır.
Tevfik Fikret’in Türk ÅŸiirine getirmiÅŸ olduÄŸu yeniliklerden biri ÅŸiirin yapısıyla ilgilidir. Åžiirde beyit hâkimiyeti yerine daha önce Abdülhak Hâmid’in denediÄŸi, anlamın ÅŸiirin bütününe yayılması anlayışı Fikret tarafından büyük ölçüde uygulanmıştır. Özellikle onun anlatıma dayalı manzumelerinde artık cümle ve dolayısıyla anlam bütünlüÄŸü tam bir serbestlik kazanır. Fikret, ayrıca baÅŸta “sone” olmak üzere Fransız nazım ÅŸekilleriyle birlikte eski ÅŸiirin müstezadlarını hatırlatan serbest müstezad örneklerini denemiÅŸtir.
Tevfik Fikret, edebiyat çevresine ilk adımlarını attığı tarihten itibaren edebî yazılarıyla dikkat çekmiÅŸtir. 1891 yılından baÅŸlayarak Mirsad, Ma‘lûmât ve Maârif dergilerinde yayımlanan bu tür yazılarını Tarîk gazetesinde “Hafta-i Edebî” baÅŸlıklı yazıları ile Servet-i Fünûn’daki “Musâhabe-i Edebiyye”leri takip eder. Bunlarda daha çok ÅŸiir dili, vezinler, nazîrecilik, Türk edebiyatında nesir meselesi ve roman okuyucusu gibi konuları ele almıştır. Bütün çalışmalarında titiz bir sanatkâr karakteri gösteren Tevfik Fikret, Halûk’un Defteri’ni kendi el yazısıyla bastırdığı gibi ÅŸiirleri arasına da birtakım desenler çizmiÅŸtir. Ayrıca portre, natürmort ve peyzaj tablolarıyla oldukça baÅŸarılı bir yaÄŸlı boya ressamıdır.
Eserleri. Rübâb-ı Åžikeste (Ä°stanbul 1316, 4. bs., 1327), Târîh-i Kadîm (Ä°stanbul 1321), Halûk’un Defteri (1327), Rübâb’ın Cevabı (1327), Åžermin (1330). Yeni harflerle de çeÅŸitli baskıları yapılan Rübâb-ı Åžikeste’nin ÅŸairin kitaplarına dahil etmediÄŸi diÄŸer ÅŸiirleriyle birlikte Tevfik Fikret’in Bütün Åžiirleri (haz. Âsım Bezirci, Ä°stanbul 1984) ve Tevfik Fikret-Bütün Åžiirleri (haz. Ä°smail Parlatır-Nurullah Çetin, Ankara 2001) adıyla iki baskısı yapılmış, dergilerde kalan dil ve edebiyatla ilgili makaleleri Dil ve Edebiyat Yazıları’nda bir araya getirilmiÅŸtir (haz. Ä°smail Parlatır, Ankara 1987). Tevfik Fikret’in Ä°stanbul Belediyesi ArÅŸivi’nde bulunan evrakının bir kısmı Mektuplarla Tevfik Fikret ve Çevresi (haz. M. Fatih Andı-Yılmaz TaÅŸçıoÄŸlu-Hüseyin Yorulmaz, Ä°stanbul 1999), Kartpostallarla Tevfik Fikret ve Çevresi (haz. M. Fatih Andı-Yılmaz TaÅŸçıoÄŸlu-Hüseyin Yorulmaz, Ä°stanbul 1999) adıyla neÅŸredilmiÅŸtir. ÂÅŸiyan Müzesi’ndeki yaÄŸlı boya, sulu boya ve karakalem resimleri Çizgiler ve Renkler Arasında Tevfik Fikret ismiyle albüm halinde basılmıştır (Ä°stanbul 2005).
Henüz yorum yapılmamış.