Sosyal Medya

Av.Muharrem Balcı'nın 1996'da ki Sudan İzlenimleri, Bugün Sudan'da Olan Olaylara Işık tutmakta



Muharrem Balcı ile Sudan Gezisi Üzerine SöyleÅŸi(*)
 
Av. Muharrem Balcı'nın 1996 Yılında GerçekleÅŸtirdiÄŸi Sudan Ä°zlenimleri, Bugünlerde Sudan'da YaÅŸanmakta Olan Olaylara Işık tutmakta, Olabilecek olayları haber vermekte..
 
Ä°ktibas dergisinin O Dönemde Sayın Muharrem Bacı ile yaptığı SöyleyiÅŸi'yi Önemine binaen tekrar yayınlıyıyoruz
 
— Muharrem Bey; Hukukçular DerneÄŸinden bir grup avukat olarak Ocak 96'da Sudan'a gittiniz. Bu gezinin amacını öÄŸrenebilir miyiz? Gerçi bu konuyla ilgili olarak çeÅŸitli dergilerde mülakatlarınız yayınlandı. Ama bizim için cevaplandırıl-ması gereken bazı soruların karşılığı yoktu söz konusu röportajlarda. O nedenle izle-nimlerinizi özel olarak sizden rica ediyoruz. Böylelikle Türkiye'deki Müslümanlar için yeterince tanınmayan Sudan ile ilgili altını çizmek istediÄŸimiz bazı konularda okuyucu-larımıza bir bakış açısı sunabilelim.
 
Öncelikle teÅŸekkür ediyorum. Ä°ktibas a ve-ya bu anlamda Sudan konusuna bir Ä°slam toprağı, Müslümanların yaÅŸadığı bir toprak olarak ilgilerinden dolayı diÄŸer organ-lara da ilgilerinden dolayı teÅŸekkür ediyorum. Biz bu çerçevede Sudan'a bir ziyarette bu-lunduk. 1989'da da Ä°ran’a bu düÅŸünceyle gitmiÅŸtim, yine bir grup arkadaÅŸla birlikte. Tabi, orayla alakalı izlenimlerimiz çok yoÄŸun bir program dâhilinde olmadığı için onları bu çer-çevede fazlaca deÄŸerlendiremedik.
 
Sudan'a, Sudan Barolar BirliÄŸi'nin (ki oradaki karşılığı Avukatlar Sendikası) davetlisi olarak gittik, Ä°stanbul’a daha önce Turabi'nin yardımcısı Ä°brahim Senusi gelmiÅŸti; onun konfe-ransından -konuÅŸmasından- esinlenerek ondan, genele açık (ki orada ÅŸöyle söylüyordu: “Ül-kenize gelin - ülkemize deÄŸil) topraklarınıza gelin, yerleÅŸin, mal-mülk sahibi olun, kardeÅŸle-rimizle beraber olun' gibi çok sıcak davetler almıştık. Ondan esinlenerek Sudan'a gitmeye karar verdik; Baro'yla avukatlarla temas kurduk, onlar bizi oraya davet ettiler ve gezimiz bir nevi resmi davet havasında gerçekleÅŸti. Gerçekten de çok iyi bir misafirperverlikle bizi karşı-ladılar. Oraya varışımızdan dönüÅŸümüze kadar bizim tahmin etmediÄŸimiz kadar yakınlıkla karşılaÅŸtık. Daha ilerde yine belki gelecek; bizim tahmin etmediÄŸimiz bir sorumlulukla da bizi böylece uÄŸurlamış oldular. Tabi biz oraya vardık, bazı ÅŸeyleri görünce de o sorumluluÄŸumuzu hissetmeye baÅŸlamıştık. O çerçevede istedik ki, resmi görevliler anlamında bakanlarıyla, vali-leriyle veya mahalli birimlerinin yöneticileriyle; bilhassa yargı gücünün ön kısmında bulunan
 
Yargıtay baÅŸkanları, yardımcıları, mahkeme reisleri, istinaf mahkemeleriyle görüÅŸelim; bura-ları görelim insan haklarını inceleyelim ve basında hepimizin okuduÄŸu Amerika’nın ve dola-yısıyla medyanın öne çıkardığı ÅŸeylerin doÄŸruluk derecelerini araÅŸtıralım, hukuk sistemini inceleyelim. Dokuz günlük bir gezide bu ülkenin veya topluluÄŸun hukuk sistemini yeteri ka-dar araÅŸtırmak mümkün deÄŸil, ancak spontane bazı bilgiler elde edilebilir; onların içerisinde bir kısmı yönlendirme de olabilir. Bu da mümkün çünkü her ülkenin insanları kendi mevcut birikimlerini öne çıkaracaklardır. Biz, gözlemlerimiz neticesinde bazı kanaatlere vardık, bu kanaatlerimizi orada da ifade ettik. Türkiye'de de mutlaka aktarmalıyız. Türkiye'deki insanlar çok az bilgi sahibi oldukları, hatta hiç bilgi sahibi olmadıkları Müslüman kardeÅŸlerinin yaÅŸa-dığı bu topluluÄŸu tanısınlar, hakkında bilgi sahibi olsunlar, çok uzak olarak gördükleri Sudan-'ın dört saatlik bir mesafede olduÄŸunu bilsinler. EÄŸitim imkânları varsa (ki var) oralara gidip görsünler; iletiÅŸim kurulsun düÅŸüncesiyle Sudan'a gittik ve gerçekten de iyi intibalarla dön-dük.
 
— Bu intibalarınızın çoÄŸunu çeÅŸitli röportajlarda deÄŸiÅŸik dergilerde okuduk. Elbette ekleyeceÄŸiniz hususlar da vardır; ancak biz konuyu daha farklı bir açı-dan ele almak istiyoruz. BilindiÄŸi gibi Sudan'da farklı etnik ve dini unsurlar var ve bun-lar toplumun huzurunu tehdit ediyor. Bu baÄŸlamda çoÄŸunluÄŸunu Müslümanların oluÅŸ-turduÄŸu Sudan toplumunda kabilecilik, bölgecilik, etnik ve dini farklılıklar sosyal yapıyı nasıl etkilemektedir? Müslüman halkı birleÅŸtiren Kur’an'i doÄŸrular mıdır, yoksa kültü-rel deÄŸerler mi?
 
Evet, Sudan 400 küsür kabileden müteÅŸekkil bir toplum. Sudan'ı deÄŸerlen-dirirken (kültür yapısını, düÅŸünce yapısını, ideolojik yapısını) bunu mutlaka görmek gere-kir. Yani dünyanın çok az yerinde belki Hindistan'da karşılaÅŸabileceÄŸimiz bir mozayik. SöylendiÄŸine göre 80'lerden önce bütün bu kabileler birbirlerine adeta düÅŸman olarak yaşıyorlar. Ayrıca dini görüÅŸleri inançları itibarıyla farklılık arzeden çok sayıda topluluk var. Bunu da bir kenara koyup bir done olarak almak lazım. Üçüncüsü, çok önemli bir unsur ola-rak, Sudan'da nüfusun %20'si Hıristiyan. Åžimdi Sudan'ı deÄŸerlendirirken mutlaka Hıristiyan unsurunu deÄŸerlendirmek lazım. Sudan'ı yani ideolojik yapısını, hukuki düzenlemeleri (Åžeriat uygulamalarını) deÄŸerlendirirken bu üç unsurdan herhangi bir tanesini aradan çektiniz mi, deÄŸerlendirmelerin ayağı yere basmayacaktır. Bu çerçevede bunların çok önemli olduÄŸunu düÅŸünüyorum. Her toplum için önemli ama Sudan'da iddia o ki, “ÅŸeriat var, uygulanıyor”.
 
Åžimdi bu açıdan baktığımızda elbette ki o topluluÄŸu yönlendiren; sosyal hayatını düÅŸün-ce hayatını etkileyen faktörler içerisinde Kur'an'i doÄŸruların hayatın tamamını kuÅŸattığını söy-lemek mümkün deÄŸil.
 
— O anlamda deÄŸil, belirleyici midir, yoksa bir etken midir? Belirli bir kültürün belirleyiciliÄŸi mi söz konusudur, yoksa Ä°slam ÅŸeriatının uygulandığından bah-sedilen bir ülkede Kur'an merkezli bir düÅŸüncenin belirleyiciliÄŸi mi söz konusu-dur?
 
GörüÅŸtüÄŸümüz yetkililerin bize aktardığından, izlenimlerden çıkarımlarım ÅŸu; belki 4-5 sene öncesine kadar belirleyici olan kültürdür. Åžu son birkaç yıldır belirleyici-lik kültürden kayıp Kur'an'a yönelmiÅŸtir. Benim gördüÄŸüm bu. Ancak bunun yüzdesini ifa-de etmek mümkün deÄŸil. Ama bu gözle görülüyor. Nerede görülüyor? GeçmiÅŸte Åžeriat'ın 91'e kadarki uygulamasıyla (Åžeriat 83'de Numeyri döneminde ilan edildi) 91'den sonraki uygulamalar farklı. GeliÅŸme arzetmiÅŸ, deÄŸiÅŸiklik arzetmiÅŸ. Buna bir kere dikkat çekmek lazım.
 
— Burada hemen hatırlatmamız lazım: Sudan tüccarlar ve seyyahlar kanalıyla Ä°slam’la tanışmış...
 
Onların ifadesi bu.
 
— Sudan'ı biz, daha çok Mehdi hareketleriyle, tasavvufi çizgideki dü-ÅŸünce yapısıyla tanıyoruz. Yalnız diÄŸer tasavvufi çizgilere göre farklı bir boyut görüyo-ruz. O da emperyalizme karşı çok ÅŸanlı mücadelelerin var olması. Ancak bunu özellikle soruyoruz; Kur'an mı belirleyicidir diye. Çünkü tasavvuf anlayışının felsefi arka planıy-la bu sorduÄŸumuz sorunun baÄŸlantısını kurmanızı istemiÅŸtik.
 
Bu söyleyeceklerim sadece Sudan için deÄŸil, bütün Ä°slam toplulukları için geçerli olabilir. Tasavvufta her ne kadar cidal unsuru veya cihadın yoÄŸunluÄŸu ön planda deÄŸilse de (ki mevcut bilgi ve birikimlerimiz bu çerçevede) bir topluluk anlayışı, ne olursa olsun vatan, millet veya ümmet gibi deÄŸerlerle mutlaka baÄŸlılığı vardır. Dolayısıyla o in-sanların tasavvuf kökenli olması veya tasavvufun yoÄŸunluÄŸunun, bu insanları bir mücade-leden tümüyle alıkoyması mümkün deÄŸil. Bu kaçınılmaz noktadır. O insanlar için, tasavvufen de olsa mistik bir anlayışa da sahip olsa, kaçınılmaz ÅŸeydir. Kaldı ki K. Afrika'-dan Sudan'a esinlenmeler çok fazla olmuÅŸ. Fas'taki, Cezayir'deki hareketlerden etkilenmiÅŸ-ler ve son dönem Ä°hvan-ı Müslimin’i (zaten Sudan'daki hareket ihvan kökenli ama daha sonra ayrılmışlar), merkezî ihvanı aÅŸmışlar. AÅŸma iki noktada olmuÅŸ: Hem düzenle iliÅŸki noktasında aÅŸmışlar, farklılaÅŸmışlar, hem de anlayışlarının geldiÄŸi sonuç anlamında söylü-yorum, verimlilik açısından veya kazanımları açısından farklılaÅŸmalar olmuÅŸ. Dolayısıyla bu insanlar mistik de olsalar dünyadaki iletiÅŸime açık insanlar, bilhassa Sudan'daki aydın kesim. Zaten Sudan'da belirleyici olan aydın kesim, halk tabakasının bu geliÅŸmelerle uzak-tan yakından alakası yok. Sokaktaki insana sorduÄŸumuzda bu sorulara cevap veremiyor. Turabi'yi bile tanımıyor. BeÅŸir'i sorduÄŸumuzda onların nezdinde sadece komutan.
 
— Ä°letiÅŸim imkânları kısıtlı mı?
 
Åžöyle söyleyeyim; Ä°letiÅŸim imkânları belki çok kısıtlı deÄŸil. Çok geniÅŸ top-raklara yayılmış bir topluluk var, 2.700.000 km2 bir coÄŸrafya. Ama insanlar genelde Nil çevresinde yaÅŸadığı için belli yerlerde toplanmış durumdalar. Ancak ÅŸunu unutmayalım; burası yıllarca Osmanlı'nın idaresinde kalmış. Nasıl kalmış? M. Ali PaÅŸa vasıtasıyla kalmış. Mehmet Ali PaÅŸa burayı bir sömürge toplumu olarak deÄŸerlendirmiÅŸ, böyle hareket etmiÅŸ. Ben bunu böyle düÅŸünüyorum.
 
— Sudanlılarda böyle düÅŸünüyor her-halde.
 
Sudanlılar böyle düÅŸünüyor, hissettirmeye çalışıyor. Bir aydın avukat ar-kadaşımız bu konuya girecek oldu. Biz aslında rahatsız olmadık. Fakat kendi arkadaÅŸların-dan bir tanesi bizim misafirliÄŸimizden dolayı rahatsız oldu, o engelledi, nezaketen. Ama bu hava var. Haksız da deÄŸiller söyleyeyim, ikincisi daha sonra Ä°ngiliz sömürgeliÄŸini de yaÅŸa-mışlar uzun yıllar, inanır mısınız, Sudan'da eÄŸitim sanıyorum 83'e kadar Hintçe ve Ä°ngilizce yapılıyordu, Ä°ngilizceyi anladık da Hintçe ne oluyor? Yani Hintçeyle eÄŸitilmeye çalışılan, daha doÄŸrusu eÄŸitilmeye deÄŸil inekleÅŸtirilmeye çalışılan bir toplum. Bu toplumun iletiÅŸim imkânlarından ne kadar bahsedebiliriz ki, o aydınların ekseriyeti yurt dışında. Ailevî im-kânlarla doktora yapan, okuyan, bilahare de Sudan'a gelen insanlar. Bir kısmı da Sudan a gitmemiÅŸ. Dışarıdan iliÅŸki kurup etkilemeye çalışmışlar, Turabi gibi. Ha, onların iletiÅŸimi çok iyi. Mesela Turabi Batıyı çok yakın takip eden, satır satır okuyan bir adam, geçmiÅŸin-den bugüne kadar. Ama halk öyle deÄŸil tabi. Gazete çıkıyor. Sekiz tane gazete var; dört tanesi spor gazetesi, ikisi de magazin karışımı siyasi içerikli gazete. Ve sayıları son derece düÅŸmüÅŸ / düÅŸük sayı onların ifadesiyle. TV tek kanal ve devlete ait, yani yetmiÅŸ yıl öncesi Türkiye. Bu toplumun iletiÅŸim imkânlarından bahsedilemez. Ama topluluÄŸun iletiÅŸimi saÄŸ-layan bir önemli unsuru var. Åžeyhler, bunlara tarikat lideri diyebiliriz.
 
— Sudan'da tarikatların durumu nedir?
 
— Çok yaygınlar. Fakat bizim o dokuz günlük ziyaretimizde bunu fazla göz-leyemedik. Niye? Çünkü resmi davetlere, protokollere gittiÄŸimiz için halkın içerisinde sa-dece sokaklarda gezerek; çay ve yemek yerken olabildik. Fakat bilhassa cuma namazı çıkı-şında, etrafına toplanan kiÅŸilere birÅŸeyler anlatan kiÅŸilerin konumundan bu konuda birÅŸeyler sezebiliyorsunuz. Bu tip iletiÅŸimler mutlaka var, görülüyor da. Mehdi hareketi bunun en açık örneÄŸi. Åžu an yaÅŸayan Sadık el-Mehdi köken itibariyle tamamen tarikatlara dayalı. Ama zaman içerisinde bu etkilerini yitirmeye baÅŸlamış, yani bir ÅŸeyler üretemediÄŸi için. Åžu anda iktidara oynayamaması, BeÅŸir'in engellemesinden kaynak-lanmıyor, tamamen (ben öyle görüyorum) Mehdi'nin iç dinamiklerinden kaynaklanıyor. Ama aynı Mehdi'nin dedesi bir cihat hareketi baÅŸlatmış; öyle veya böyle bağımsızlığını kazanmasında gayretli olmuÅŸ birisi. Ama onunda düÅŸünce yapısı tarikatla sınırlı. Burada olayı deÄŸerlendirirken ÅŸöyle bir neticeye varabiliriz; Ä°ktidar belirlemeleri ve ül-kenin geleceÄŸi ile alâkalı söz söylemiÅŸ, iÅŸ yapma noktasında Turabi hareketinin çok büyük bir yeri var. Neden? Çünkü proje üretiyor.
 
— Åžimdi, Sudan dediÄŸimizde, özellikle 80'li yılların ortasına kadar, Ca-fer Numeyri aklımıza geliyor. Önce farklı bir anlayışa sahip, daha sonra Åžeriatı ilan ediyor. Ä°slamizasyon politikasından istediÄŸi sonucu alamadığını gören Numeyri tekrar tavır deÄŸiÅŸtirerek Müslümanlara yönelik baskılarını artırıyor ve Turabi'yi tutuklatıyor. 1989'da da General BeÅŸir yönetime el koyuyor ve sistem içi mücadele baÅŸlıyor. Bu ge-liÅŸmelerde Sudan ordusunun, hep baÅŸrolde olduÄŸunu görüyoruz. Yine bir dergiyle yap-tığınız röportajda Sudan'da doÄŸru dürüst bir ordunun olmadığını, ordunun sadece ihtilaller için hazır bulundurulduÄŸunu ifade ediyorsunuz. Yani dış düÅŸmana karşı deÄŸil, kendi halkına karşı, malum ithal deÄŸerler sisteminin koruyucusu bir ordu. Bu ordu ta-nımlaması bize, bölge insanına hiç de yabancı deÄŸil. Burada ÅŸu soruyu sormadan geç-mek mümkün deÄŸil! Bu ordunun bir generalinin Sudan'daki emperyalist kıskaca raÄŸ-men, ciddi bir örgütlü halk desteÄŸi olmadan Müslümanların lehine bir mücadelesi ger-çekten sözkonusu mu sizce? Böyle bir ÅŸeyi gözleyebildiniz mi?
 
Ordunun ÅŸu andaki ve istikbale yönelik konumuyla alakalı olarak ÅŸunları söyleyebilirim: her-ÅŸeyden önce az geliÅŸmiÅŸ bir toplumdan bahsediyoruz. Bu tür topluluk-larda (ki Türkiye de bu tür topluluklardan bir tanesiydi, geçtiÄŸimiz yıllara kadar) ordu çok etkindir. Åžu an kendimizin çok geliÅŸtiÄŸini sandığımız yerde bile her sabah bir ihtilal beklen-tisiyle yaşıyoruz. Türkiye'deki ordunun da yedi düvele karşı ülkeyi koruyacağından herhal-de bahsedemeyiz. Bu düÅŸüncede deÄŸilim ben, her ne kadar bölgenin en güçlü ordusuysak da.
 
Daha çok içe yönelik bir ordu.
 
Ä°çe yönelik bir ordudur. Bugüne kadar yapıp ettikleri bunu gösteriyor ve ordu dışa karşı bir ÅŸey yapmışsa halk yapmıştır. Ordunun silahı etkilidir. Ama halk'ın inancı ve koyduÄŸu eylem önemlidir. Åžimdi buralarda bu tip idari mekanizmalar çok topluluklarda. Yani bir kiÅŸiye baÄŸlı, birkaç tane önemli mevkideki insanın idare ettiÄŸi bir toplumdan bahsediyoruz. Böyle görüyorum. Bu bir. Ä°kincisi, bu tür ülkelerin güçlü ordu beslemesi de mümkün deÄŸil. Åžu an oradaki orduya baktığımızda çok disiplinsiz (belki BeÅŸir'den önceki dönem çok daha kötüydü), imkânları olmayan bir ordu. Bu bakımdan bu ordunun görevinin iktidarın hâkimiyetini korumak olduÄŸunu görebiliyoruz. Yine ordunun zayıf olduÄŸunu, Güney'de Sudan'ın (tabir caizse) APO'sunun tamamen hâkimiyet tesis etmesinden de anlayabiliyoruz. Ülkenin üçte birine yakın bir bölgesi olan gü-ney, rejim karşıtı adamların eline geçmiÅŸ. Onların da ifade ettikleri gibi ordu savaÅŸ için deÄŸil diktayı korumak için var. Åžimdi bundan kurtulmaya çalışıyorlar. Buna da ihtiyaçları var. Gay-retleri sonucu güneyde beÅŸ eyaletin üçünü de ele geçirmiÅŸ durumdalar.
 
— Burada birÅŸey var: Ömer el BeÅŸir yönetimi Sudan'da Ä°slam ÅŸeriatını uyguluyor diyorsunuz, yine bir baÅŸka mülakatta “Bundan dolayı da baskılar görüyor, Amerika baÅŸta olmak üzere, dünya emperyalizmi üzerine geliyor.” Merak ediyorum: Pakistan'da, S. Arabistan'da hatta Afganistan gibi bazı ülkeler de aynı iddiada bulun-malarına raÄŸmen herhangi bir uluslararası ambargoya maruz kalmıyorlar, Sudan ne-den böyle bir baskıyla karşı karşıya? Yoksa bizim bilmediÄŸimiz (Ä°ran'daki gibi) ulusla-rarası güç odaklarını rahatsız edici köklü deÄŸiÅŸimler mi gerçekleÅŸti Sudan'da?
 
 Biz o soruyu orada da sorduk. Adalet ve Yargıtay baÅŸkanlarıyla konuÅŸtu-ÄŸumuzda bu soruyu her ikisine de sorduk, ikisinin de verdiÄŸi cevap ortaktı. Diyorlar ki: Suud'daki ÅŸeriatın dünyaya zararı yok, emperyalistlere zararı yok. Kime zararı var? Halkına zararı var. Ama Sudan'daki ÅŸeriatın uluslararası güçlere zararı var. Çünkü bizim uygulama-larımız insanların beÄŸenisini ve takdirini kazanıyor ve Ä°slam’a yöneliyorlar”. Nereden anlı-yoruz? Ä°ÅŸte Hıristiyanlar %20 nüfusa sahip; Sudan'daki mevcut düzenle uzlaÅŸma halindeler. Adamlar ahkâm-ı ÅŸahsiyetlerinde -ki açarsak, ÅŸahıslar hukuku, miras, neseb, evlenmesi, boÅŸanması- kendi hukuklarıyla yargılanıyorlar, kamu hukuku yönünden ise Ä°slam ÅŸeriatıyla yargılanıyorlar. Mahkemelerini de gördük. Onlara kendi hâkimlerini de tayin ediyorlar, insanlar hayatlarından memnun, ikincisi, Müslümanlar da Hıristiyanlara çok güveniyorlar. Ben böyle bir olaya ilk defa orada ÅŸahit oldum. Kaldığımız otelde yedi tane personel vardı. Birisi Müslüman, altı tanesi Hıristiyan’dı. Biz ÅŸaka yollu dedik ki “Yahu bizi kime teslim ettiniz, bu Hıristiyanlara güvenebilir miyiz?” Bize ÅŸunu söylediler: “Bu ülkede herhangi bir Müslüman’a ne kadar güvenirseniz, bir Hıristiyan’a da o kadar güveneceksiniz. Hiç bir ÅŸey olmaz”. Bu kadar eminler birbirlerinden. Buradan ÅŸuna geleceÄŸim: Yani Sudan'daki ÅŸeriat uygu-lamaları bu anlamda Hıristiyanları da kuÅŸatıyor. Bu bir tehlike: Batı için tehlike. Suud ve diÄŸerlerine deÄŸil de niye Sudan üzerine gidildiÄŸi anlaşılmış oluyor böylece.
 
— BildiÄŸim kadarıyla Körfez Savaşına kadar S. Arabistan baÅŸta olmak üzere, bu anlayıştaki Sudan'a pek çok ülke yardım ediyordu. Körfez Savaşı'ndan sonra Sudan'ın Irak'tan yana tavır almasıyla birlikte; ABD'nin bölgedeki ağırlığının Çok faz-la artmasından duyduÄŸu kaygıyı ortaya koymasıyla birlikte Batı yanlısı devletlerin yeni yönetime karşı tavrı deÄŸiÅŸti. ABD ve onun kontrolündeki medya yeni yönetimi baskıcı, zorba; insan haklarına ve özgürlüklere riayet etmeyen bir idare olduÄŸu iddialarıyla he-def aldı. Hatta Sudan'ı terörist ülke olarak ilan etti ABD ve Mısır. Sizce, neden bu tepkiler daha önce yoktu?
 
— Bunu ÅŸöyle ifade edebilirim. Çok net olarak ifade edeyim. Körfez Sava-şı'ndan önceki yıllarda (yani Numeyri'nin de dâhil olduÄŸu yılları kastediyorum ve daha da öncesini) süperlerin direk Sudan toplumunu etkileme, yönlendirme ÅŸansları yoktu. Sadece devlet baÅŸkanları veya onun yardımcısı yoluyla bir miktar etki edebiliyorlardı; ama en rahat etkileme yolu Suud’lar ve Körfez Ülkeleri yoluylaydı. Niye? Çünkü bunlar Batı'nın mütte-fiki devletler ve idareler. Sudan'ın başındaki adam da öyle. Batı'nın bir adamı o zaman Numeyri. Bu yolla etkilendiler. Etkilemek için de Sudan da okullar açmışlar, gördük. Ufak-tefek fabrikalar açmışlar ve krediler saÄŸlamışlar. Sudan idaresini, batıyla biraz daha yakın-laÅŸtırıp, oradaki toplumsal yapıyı istedikleri yönde deÄŸiÅŸtirmeye yönelik gayretler vardı. Fakat ne hikmettir, BeÅŸir Körfez Savaşı'nda tavrını koydu. Fakat biz BeÅŸir'i çok yakından tanımıyoruz, kendi inisiyatifiyle mi böyle birÅŸey yaptı bilmiyoruz, ama o da muhtemeldir.
 
Ürdün kralı da tavır koymuÅŸtu...
 
— O yamuldu, ama bu adamlar yamulmadılar. ikincisi; Sudan'daki mevcut siyasi, sosyal ve hukuki düzenlemelere rengini veren; altına imzasını atan ekip Turabi ve etrafındakiler. Bunların düÅŸüncesi belki de BeÅŸir'i yönlendirdi. Çünkü BeÅŸir'in baÅŸka ÅŸansı yoktu, beraber çalışacağı baÅŸka bir ekip yok ülkede; dinamik ekip yok. Bu Turabi'nin ÅŸan-sıdır, Müslümanların da ÅŸansıdır. BeÅŸir'in de ÅŸansıdır. Åžimdi BeÅŸir böyle bir tavır koyunca bütün kredi muslukları kesildi, sizin de ifade ettiÄŸiniz gibi; tavır alındı hemen. Åžimdi çok enteresan bir gözlemimi anlatayım: Biz Cidde'den Hartum'a uçakla gelirken -ki Sudan'la Suud düÅŸman kamplar- Suud havayollarıyla geldik Hartum'a. Yemek veriliyor yolculara. Yolcuların çoÄŸu Sudanlı. Önce çocuklara yemek verdiler ve çocuklara verdikleri yemekle-rin yanına birer ikiÅŸer de oyuncak koydular, Amerikan imalatı oyuncaklar. Ayrıca torba içerisinde hediyeler de verdiler. Buradan ÅŸu anlaşılıyor ki, Suud hâlâ Sudan'daki halkı içten içe kazanmaya çalışıyor, yönetimi deÄŸil. Sudanlılar da buna ses çıkarmıyorlar. Kavgacı toplum deÄŸiller. Bu çok net görünüyor orada. Neticede hediyedir, alıyor ama burada Suud'un tavrı, yapmak istediÄŸi önemli. Bir yandan Sudan'da çalışanların bütün paralarına bankalarda el koymuÅŸ. Ä°ki milyar dolardan bahsediliyor, miktar da yanılmış olabilirim veya onlar abartmış olabilir; ama çok önemli bir paranın Suud bankalarında bloke edildiÄŸi ve ne iÅŸçilere ne de Sudan'a gönderilmediÄŸi ifade ediliyor. Bir yandan da böyle insanları kazanma yolunda gayretleri de var, Sudan'dan vazgeçmiÅŸ deÄŸiller.
 
— Yalnız olaya bir baÅŸka açıdan bakarsak; ÅŸunu görüyoruz: uluslararası emperyalizm bu-güne kadar Ä°slam adına birÅŸeyler söyleyen gruplara, devletlere deÄŸiÅŸik baskılar uyguladı, politikalar izledi. Burada dikkatimizi çeken bir ÅŸey var: Ä°ran dışın-daki ülkelere karşı çok da ısrarcı bir politika izlemediler. Libya, Suriye gibi, aslında kendilerinden çok da kopuk olmayan, sadece konjonktürel olarak zaman zaman birtakım çıkışlar yapan ülkelere de benzer politikalar, baskılar uyguladılar, zaman zaman terörist dediler, zaman zaman da yanlarına aldılar. Aynı zamanda Türkiye gibi, kıblesi-ni Batıya çevirmiÅŸ bir yönetimi bile ambargoya maruz bıraktılar, insan haklarına uy-mamakla suçladılar.
 
Ä°ran örneÄŸi iyi bir örnek. Yalnız Ä°ran farklı bir yer. Ä°ran, OrtadoÄŸu'nun Türkiye'den sonra en güçlü, en büyük devleti. Ä°kincisi, Ä°ran’daki devrim bir halk devrimi. Her ne kadar önünde din adamları, mollalar olduysa da, bir nevi halk devrimi. Yani Ameri-ka'nın bence kestiremediÄŸi, hazırlıksız yakalandığı önemli bir devrim. Ä°ran'da önemli bir idari deÄŸiÅŸiklik, sosyolojik deÄŸiÅŸiklik, kültürel deÄŸiÅŸiklik; dolayısıyla da siyasi bir deÄŸiÅŸik-lik oldu. Elbette ki ABD'nin Ä°ran’a karşı uygulayacağı politika, çok aÅŸamalı ve kuÅŸatıcı olmalıydı ve de öyle oluyor. Sudan öyle deÄŸil. Sudan güçsüz bir ülke. Dedik ya ordusu yok; çok geniÅŸ topraklara yayılmış, serpilmiÅŸ insanlardan meydana gelen 26 milyonluk bir ülke, Ä°ran 60 milyon nüfusa sahip. Kaldı ki nüfusun üçte biri güneyde yaşıyor ve problemli, kaşındığında da kanatılarak çok büyük problemler yaratılabilecek, ortaya çıkarılabilecek bir ülke. Ufak fiskelerle dize getirilebilecek bir ülke.
 
Ä°kincisi Sudan batı ülkeleriyle iyi iliÅŸkilere sahip. UzakdoÄŸu ülkeleriyle de iyi iliÅŸkilere sahip. En geniÅŸ iliÅŸki ağı Fransa ile. Fransa Avrupa'da önemli bir ülke. Belli oranda Almanya ile Ä°talya ile Ä°spanya ile önemli iliÅŸkileri var, ticari anlamda. Çin'le çok geliÅŸmiÅŸ iliÅŸkileri var. Çinliler orada fabrika kuruyorlar, pamuk ve çırçır fabrikaları kuruyorlar. Bunlar önemli unsur-lar. Dolayısıyla Amerika ambargo kararını BM'e bir türlü aldıramıyor farkındaysanız. Niye aldıramıyor? Öncelikle bu ülkelerin Sudan üzerinde bir takım menfaatleri var.
 
İkincisi: Amerika'nın, bu anlamdaki tavrını yadırgıyorlar. Yani, Sudan nedir?
 
Bir cimcik ülkedir. Yani “nedir bu yaygara” anlamında. Tabi Amerika'nın da buradaki hesabı, çok köklü olmasa da bir Ä°slami potansiyelin çevre ülkelere yayılabileceÄŸi, iktidarlara tesir edeceÄŸidir. Bundan endiÅŸe duyuyorlar. ABD, hiçbir yerde bu anlamda Ä°slami bir geliÅŸ-menin olmasını istemeyecektir. Gücünün çok az bir kısmını da Sudan için harcamaktadır.
 
— Fakat Ömer el BeÅŸir'le yapılan bir mülakatta BeÅŸir aynen ÅŸöyle diyor: “Ä°srail ve Mısır bizden razı olsa ABD de doÄŸal olarak razı olacak.” Öyleyse ABD'nin Sudan'a karşı olumsuz tavrı, Arap ülkeleriyle Ä°srail arasında gerçekleÅŸtirilmeye çalışı-lan barış sürecine bu ülkelerin de katkıda bulunmasına en azından karşı olmasının en-gellenmesine yöneliktir diyebilir miyiz?
 
Åžöyle söyleyeyim. Mısır biliyorsunuz siyasi yapısı itibarı ile laisizmi ÅŸaha kaldırmış bir idari yapıya sahip. Sudan'daki Ä°slami geliÅŸmeden son derece rahatsız olmakta. Mısır sadece oradan rahatsız olmuyor. DiÄŸer çevre ülkelerdeki Ä°slami geliÅŸmelerden de rahatsız oluyor. Ama Ä°ran’dan çok fazla rahatsız olmuyor. Niye rahatsız olmuyor? Ä°ran'da bir Åžia toplumu var. Mısır'da da çok kökleÅŸmiÅŸ Sünni geleneÄŸi var. Ama biliyorsunuz, geçmiÅŸte Sudan'la Mısır tek devletti, tek ülkeydi. Daha sonra emperyalistler bu sınırları ayırdılar. Ayırdılar ama halklar arasındaki bu iliÅŸkileri bitiremediler. Mısır'ın korkusu bura-da. Hemen altında Sudan'da bir Ä°slami geliÅŸme yaÅŸanıyor, potansiyeli artıyor, anlayışlar farklılaşıyor. Kaldı ki o anlayış Mısır Ä°hvan hareketinin de üzerine çıkmış. Yani daha olum-lu bizce. Ama Mısır yönetimi açısından bakıldığında çok olumsuz. Yani Mısır'daki ihvan'ı etkileyecek bir hareket sözkonusu. Elbette ki Mısır buradan çok etkileniyor ve belki gücü yeter yetmez ayrı, ama Amerika'yı da yedeÄŸine alıyor. Bu, Amerika'nın da hesabına geli-yor. Amerika da OrtadoÄŸu'da böyle bir geliÅŸmenin varlığından rahat-sızdır. Türkiye'de-kinden nasıl rahatsızsa Sudan'dakinden de rahatsız olur. Ama belki Sudan üzerinde oyna-yacağı oyunları biraz daha kolay oynayabilir. Niye? Güç itibarı ile etrafı tamamen Hıristi-yan ülkelerle çevrili Mısır, Hıristiyan olmasa da bir Hıristiyan ülkeden çok daha ateist ya-pıya sahip bir yönetimle idare ediliyor. Dolayısıyla olaya Sudan'ın gücüyle alakalı baktı-ğımızda, Mısır: “benim suyumu bulandırıyorsun?” bahaneleriyle Sudan'ı ezmeye çalışıyor. Nasıl eziyor? Bütün dünya gözünde küçük düÅŸürerek, terörist ilan ettirerek veya “Nil üze-rinde baraj yapıyorsun! Bana su vermiyorsun, gasıpsın” gibi ithamlarda bulunarak bu tip bahanelerle (maden çıkarılan, Almanların iÅŸlettiÄŸi) bir de adalarını iÅŸgal ettiler. Mısır iÅŸgal etti. Sudan buna ses çıkaramadı, müdahale edemedi.
 
— Sudan'daki son deÄŸiÅŸimleri daha iyi anlayabilmek için ÅŸu anda yöne-timde etkili bir isim olan Turabi'ye gelmeden evvel “General BeÅŸir kimdi?”' sorusunu sormamız lazım ki; Turabi'nin buradaki pozisyonunu iyi görelim.
 
Bir tespitte bulunmak istiyorum. Biz BeÅŸir i yeteri kadar tanımıyoruz. Ben de çok tanımıyorum ama BeÅŸir, asker kökenli birisi deÄŸil. BeÅŸir, sivilden orduya geçmiÅŸ, orduda kalmış ve albay olmuÅŸ birisi. Yani asker ocağından yetiÅŸerek gelmemiÅŸ. Sonradan asker olmuÅŸ. Bizdeki yedek subaylık gibi. Neticede albay ve daha sonra general olmuÅŸ.
 
— Soruyu bugünkü Ömer el BeÅŸir yöne-timindeki Sudan'daki son deÄŸi-ÅŸiklikleri anlamak babından sormuÅŸtuk. Åžimdi Turabi'ye bakıyoruz. Turabi geçmiÅŸteki Sudan yönetimiyle yani Cafer el-Numeyri yönetimiyle zaman zaman görüÅŸmeleri olsa da 1989 öncesinde üniversitede hukuk fakültesi dekanlığı yapmış. BaÅŸkanlık görevinde bulunmuÅŸ. Cafer el-Numeyri döneminde yürürlüÄŸe konulan Ä°slamizasyon politikasının bir parçası olmaktan kaçınmamış bir insan. Åžimdi Turabi'nin daha farklı özellikleri de var, düÅŸünce adamı olması itibarı ile dünyadaki Ä°slami geliÅŸmelere iliÅŸkin. Ancak siz böyle bir geçmiÅŸi olan Turabi'nin bugün etkilediÄŸi Ömer el-BeÅŸir yönetiminin, Cafer el-Numeyri'nin ÅŸeriat yönetimiyle nitelik olarak benzeÅŸtiÄŸi gözlemlenebiliyor mu?
 
Evet ÅŸöyle söyleyeyim. Önce soruya ÅŸuradan baÅŸlayayım. Tabi sizin veya dışarıdan bakan birçok insanın “Ä°slamizasyon politikası” diye baktığı olaya Turabi böyle bakmıyor.
 
— Turabi'nin o konudaki yaklaşımı çok farklı.
 
Niye öyle! Åžimdi, oradan BeÅŸir'e geçmek için mutlaka o süreci kısaca de-ÄŸerlendirmek gerekir. Turabi, ülke ÅŸartlarını (biraz evvel söyledim ya, iÅŸte 400 küsür kabi-le, Hıristiyan unsuru, tarikatlar), unsurlarını iyi deÄŸerlendirmiÅŸ birisi. Ve bu ÅŸartlarda yapı-lacak en iyi ÅŸeyin (iktidarla uzlaÅŸmak olarak deÄŸerlendirilse bile) iktidarda görev alıp dene-yim kazanmak; iktidardaki birtakım insanları etkilemek, bu arada politikalar oluÅŸturarak “olmazsa olmaz” bir konum kazanmaktı. Åžahsıyla alakalı deÄŸil. Ve Turabi (Abdullah el Efendi'nin kitabın-dan da biliyoruz ki) bu kararı, teÅŸkilatında aldığında, üst yönetim genç-lerle ters düÅŸmüÅŸtü; yani Hartum Üniversitesi gençliÄŸi ile. Ve gençlik kesimi üniversiteye kapanarak radikal anlayış ve tavrını sürdürdü. Ve bunu, uzlaÅŸmacılık olarak deÄŸerlendirdi. Fakat Turabi'ye o görevi veren yönetim, gençleri dışlamamaya çalıştı, kazanmaya çalıştı. Neticede o gençliÄŸin bir kısmı yanlış da olsa uygulanan ÅŸeyin neticede kendilerini örgüt ve anlayış olarak bir yere getirdiÄŸini gördüler. Ve bütünleÅŸtiler. Neticede bu iki akımın (aynı yapı içindeki iki ayrı akımın) bir araya geldiÄŸi gözlendi. O açıdan Turabi, Ä°slamizasyondan ziyade bu ülkede iÅŸ yapma anlamında, belirleyicilik anlamında ve insanların düÅŸüncelerini yönlendirme anlamında Müslümanları “olmazsa olmaz” bir ekip konumuna getirmek için, bana göre bu tip ÅŸeylere katılmak zorunda kaldı. Bu bir fedakârlıktı. Kendi de öyle deÄŸer-lendiriyor. Biz dışarıdan baktığımızda o ÅŸartları iyi deÄŸerlendiremediÄŸimizden veya daha farklı unsurları ön plana çıkardığımızdan, böyle görmeliyiz. Ama ben oradaki insanların o anlamdaki düÅŸüncesine saygı gösteriyorum.
 
— Yalnız Ä°slamizasyon politikasının içinde yer almanın, geçiÅŸ dönemle-rinde faydasına inananlar olduÄŸu gibi, bunun Müslümanların sistem tarafından asimile edilmesinin en etkili yolu olduÄŸuna inanan ve buna ÅŸiddetle karşı çıkan Müslümanların da varlığı biliniyor...
 
Müsaadenle ben bir ÅŸerh koymak istiyorum burada. Sudan'da yapılan, Numeyri'nin bu ekibi yedeÄŸine alması, görev vermesi, ona fırsat tanıması ve istediÄŸinde de ezebilecek konumunda muhafaza etmesi olayını, ben Ä°slamizasyon politikası olarak deÄŸer-lendirmiyorum. Åžunun için deÄŸerlendiremiyorum: O ülkedeki insanların %80'i Müslüman. O ülkede bütün herÅŸey denenmiÅŸ. Mehdisi denemiÅŸ. Komutanlar Numeyri'nin yanında önemli görevlerde bulunmuÅŸlar, liberaller denenmiÅŸ. Yani Ä°slamcıların dışında bütün ekip-ler denenmiÅŸ ve ülkeye hiçbir yarar saÄŸlamamışlar. Numeyri her ne kadar Batı kafalı da olsa, Batının adamı da olsa neticede o ülkenin insanı ve o ülkede iyi veya kötü kendi iktida-rı devam ettirmek açısından belli bir standardı korumak zorunda. Bütün despotlar da bunu gözetirler, ülkeyi satan insanlar da bir yerde bunu gözetirler. En azından bu düÅŸüncelerle Müslümanları yanına almak zorundaydı. Çünkü halkla irtibatını kurabilecek baÅŸka bir kim-se yoktu. Bir de mevcut geliÅŸmeyi baÅŸka türlü yönlendiremezdi. Ha, o bir yerde Ä°slamizasyon olarak düÅŸündü, ama iÅŸ yapabileceÄŸi baÅŸka bir ekip yoktu. Ama tehlikeli görmediÄŸi anda hapsetti. Neticede zararını gördü ve tekrar yanına almak zorunda kaldı. Ebetteki Turabi ve ekibi bunu gördü. Bütün bunlara katlandı. Bütün bunları daha önce çi-zilmiÅŸ bir strateji gereÄŸi yaptılar. Ben bunu Ä°slamizasyon olarak deÄŸerlendirmiyorum.
 
— Aynı tartışmalar farklı versiyonlarıyla Türkiye'de de yapılmaktadır malumunuz. Kullanılan argümanlar da tıpkı ÅŸu anda sizin Sudan için öne sürdüÄŸümüz argümanlara benziyor. Hatta birçok kiÅŸinin modernist ve pragmatist / uzlaÅŸmacı oldu-ÄŸunu iddia ettiÄŸi Turabi daha ileri gidiyor ve bir ara geçiÅŸ döneminden söz ediyor. Ayrı-ca Turabi Ä°ran türü devrimleri, sonuçlarıyla birlikte reddediyor ve tam demokratikleÅŸ-menin gereÄŸini deklare ediyor. Keza gerçekçi davranmak adına Cafer Numeyri'nin açık Ä°slamizasyon politikalarına katkıda bulunuyor, bunda yarar umuyor. Yani, Cafer Numeyri'yi desteklediÄŸi, sevdiÄŸi için deÄŸil, bundan yarar umuyor, düÅŸünce biçimini, yaklaşımını ortaya koymak açısından söylüyorum; bir suçlama olarak söylemi-yorum. Tıpkı Türkiye'de olduÄŸu gibi; LaikliÄŸin daha ılımlı bir türü olan laiklik anlayışında bu geçiÅŸ döneminde kabul ettiÄŸini görüyoruz. Åžimdi bu süreci, Nebevi metod baÄŸlamında deÄŸerlendirildiÄŸinde, Müslümanları götüreceÄŸi nokta itibarıyla gözardı etmemeli, tar-tışmalıyız diye düÅŸünüyorum.
 
Åžimdi burada, bir adamın düÅŸüncelerini sorgulamaktan bütün dünyada bu çerçevede verdiÄŸiniz demokratikleÅŸme, uzlaÅŸma, ara rejim, laiklik, geçiÅŸ dönemi sekülarizm gibi konularla ilgili birçok düÅŸünceyi yargılamak noktasında bir soru soruyor-sunuz.
 
— BaÄŸlantı kurmak, deÄŸerlendirmek için. Yoksa yargılamak ayrı bir olay. Yargılamak için çok iyi bilmek lazım.
 
Birincisi ÅŸunu söyleyeyim. Turabi'nin (ben de içinde dahil olmak üzere) çok iyi anlaşılmış olduÄŸunu sanmıyorum. Bu, Turabi ile alakalı bilgi eksikliÄŸimizden kay-naklanıyor. Åžimdi, Turabi'nin demokratikleÅŸmeyle alakalı (bizim kendisiyle bir saat on beÅŸ dakika-lık bir görüÅŸmemiz oldu) söylediÄŸi bir ÅŸey var. “Biz bir Ä°slami Åžura Meclisi kurmayı düÅŸünü-yoruz. Ancak bu Ä°slami Åžura Meclisi'ndeki iÅŸleyiÅŸ tarzı ne olacak? Bu noktada sonuca varmış deÄŸiliz. Ebetteki iÅŸleyiÅŸ ve görünüm itibariyle bir demokratik yapı olması gerekliliÄŸi görünü-yor önümüz-de. Ama biz bunu bir Åžura Meclisi haline nasıl getiririz bunun çalışmalarını ya-pıyoruz” diyor. Åžimdi bunu söyleyen insana demokrasi aşığı (siz öyle diyorsunuz demiyorum) ifadesini fazla buluyorum. Çünkü bizzat yüz yüze konuÅŸtuÄŸumuzda bize söylediÄŸi cüm-le biraz evvel ifade ettiÄŸi tarzdaydı. UzlaÅŸma gerekliliÄŸini Turabi'nin ÅŸu dönemle alakalı ko-numu olarak görmüyorum. Bundan önceki, en azından 89 deÄŸil, 91 öncesi konumuyla alakalı uzlaÅŸma isteÄŸi görünüyor. Bunu kabul ediyorum. Ama 91'den sonra adam artık mührünü basmış. Öyle basmış ki ne BeÅŸir'in ne bir baÅŸkasının o toplumda Turabi'siz iÅŸ yapması müm-kün deÄŸil. Kültürlü bir adam. BeÅŸ lisanı ana dili gibi konuÅŸuyor. Bütün dünyayı çok iyi tanı-yor. Kendi ülkesini ve halkını tanıyan bir adam. Ä°slam hukukunu ülkede ve dünya çapında çok iyi bilen bir adam. Åžimdi bu adamı, ÅŸu mührünü vurduktan sonraki dönem zarfında uz-laÅŸma içersinde olmakla suçlamak mümkün deÄŸil.
 
— Yalnız burada bir ÅŸeyin altını çizmek lazım. Biz bura-da Turabi'nin demokrasiye felsefi arka planıyla birlikte, laisizme iman ettiÄŸini, dünya görüÅŸü olarak kabul ettiÄŸini söylemedik. Burada Ä°slamizasyon politikasıyla Müslümanları dünyadaki genel geçer sisteme entegre etmek isteyen bir emperyalist gücün bu politikasına karşı koymanın yolu olarak, onlarla uzlaÅŸarak bu sürece girip bir ara dönemden geçmek su-retiyle bunlara karşı konulabileceÄŸini yöntem olarak düÅŸünmek Müslümanlara neler kaybettirir meselesinin altını çizmek istedik, yoksa birilerini yargılamak deÄŸil.
 
Åžimdi, yalnız biz olayı deÄŸerlendirirken (hepimiz insanız) biraz da kendi ÅŸartlarımızdan ve kendi cephemizden kendi gözlüÄŸümüzle bakarak deÄŸerlendiriyoruz. Bu, insan olmanın bir keyfiyetidir. Bunu bir kere görmemiz lazım. Burada deÄŸerlendirme yap-tığımızda Türkiye'deki Ä°slamizasyon politikalarına alet olanlarla oradaki insanları aynı ke-fede deÄŸerlendirmemek lazım. Bir kere ÅŸunu söyleyeyim: Türkiye'de Ä°slami hareket adına büyük kitlelerin oylarını alarak neticeye varmaya çalışan, ele geçirmeye çalışan insanların; gerek hazırlıkları, donanımları ve felsefi birikimleri veya geçmiÅŸten beraber getirip sunduk-ları çözüm önerileriyle Turabi ve ekibinin getirdikleri arasında çok büyük farklar var.
 
— Ä°lkesel benzerlikler var ama...
 
Ä°lkesel benzerlik olabilir. Bence ÅŸuradan kaynaklanıyor. Bizim temel ola-rak gördüÄŸümüz konuları, onlar öyle sanıyorum ki metodik olarak görüyorlar. Metod baÄŸ-lamında bakıyorlar. Öyle de olur, böyle de olur diyorlar. Benim gördüÄŸüm bu, yani onlar, senin Ä°slamizasyon dediÄŸine “kendi ÅŸartları açısından bir gereklilik” diyor büyük bir ihti-malle. Ben öyle görüyorum. Bu geçiÅŸ sürecinde olayı en az zayiatla atlatmak mantığından deÄŸil, mevcudu en iyi ÅŸekilde deÄŸerlendirip ileriye götürmek anlamında kullanıyor.
 
Åžimdi, Türkiye'de yapılan böyle deÄŸil. Türkiye'de bunun bir hazırlığı yapılmamış, tepe-den inme kuruluÅŸlarla insanları bir yerlere götürmeye çalışıyoruz. Orada öyle deÄŸil ama.Orada temelden alınmış; eÄŸitimi, saÄŸlaması yapılmış, karşılaÅŸtırılması yapılmış bir dü-ÅŸünce mekanizmasının hayat haline getiriliÅŸini görüyoruz. Burada bu yok. Öyle olmayınca da, neler oluyor? Bakışta farklılıklar bizi ayrı ayrı konumlarda bırakıyor. Onlar ise Türkiye'deki Ä°slami hareke-ti deÄŸerlendirirken bizim bu yargılarımıza çok fazla kıymet vermiyorlar. Daha kuÅŸatıcı yargılar, ifadeler kullanıyorlar,
 
— Farklı bir terminoloji mi kullanıyoruz onlarla.
 
Evet, farklı terminoloji kullanıyoruz. Bizim söylemlerimiz, bizim gibi düÅŸü-nen Müslümanları kuÅŸatıyor.
 
— Zaten Turabi buna yatkın, kendisi bu geçiÅŸ döneminde ilahi söylem-den çok beÅŸeri söylemler kullanılması gerekir diyor.
 
Åžimdi ben böyle bir ifadeyi okumadım. Åžahit de olmadım. Nereden aldığı-nızı da bilmiyorum. Tercüme hatasıdır demeyeceÄŸim. Ama yanlış anlaşılmalar olabilir, ihtimaldir. Ancak Turabi'nin eserlerinden bildiÄŸimiz kadarıyla hiçbir zaman ilahi termino-lojinin dışına çıkıp da olayı sadece beÅŸeri terminolojiye baÄŸlayacak bir insan deÄŸildir. Kaldı ki bu konuda tek yetkili Turabi deÄŸil. Bir ekip içersinde görevlendirilmiÅŸ bir ÅŸahıstır. Yoksa o ekibi Turabi kendisi oluÅŸturmadı. Bir kaynaktan öne çıkarılmış bir damladır, baÅŸka bir ÅŸey deÄŸil. O açıdan etrafındaki insanların onunla ters düÅŸecek (bu anlamda) ifadeler kulla-nabileceÄŸine de pek ihtimal vermiyorum. Bu mümkün deÄŸil.
 
--Zaten bizim de amacımız Sudan'daki bu ekibin yöntemsel olarak ter-cihlerini okuyucunun dikkatine sunup, onun bu konuda deÄŸerlendirme yapmasını saÄŸ-lamaktır. Burada bana ilginç gelen “Åžura'ya dayalı demokrasi” tabiri çerçevesinde bir soru sormak istiyorum:
 
BildiÄŸim kadarıyla Sudan'da çok partili demokratik yapı, yakın zamana kadar iÅŸ-letilmeye çalışılıyordu. Ancak yeni yönetim partiye pek iyi gözle bakmamakta.
 
89'a kadar.
 
— Ve “biz Åžuraya dayanan bir demokrasi anlayışına sahibiz” demekte-dir. Nedir ÅŸuraya dayalı demokrasi? Böyle bir arabesk yönetim anlayışı hangi anlamda deÄŸerlendirilebilir veya hangi anlam ifade edebilir, Åžuraya dayalı demokrasi?
 
— Åžimdi kavramlar üzerinde durmaktan ziyade, neticeleri üzerinde durmanın daha faydalı olacağını düÅŸünüyorum. Ä°nsanların düÅŸüncelerini ve amellerini sözler, her zaman ifade etmekten kifayetli olmazlar. Olayın, daha çok erken safhasındayız. Yeni bir siyasal yapı oluÅŸturdular ki bunu ilk defa uyguluyorlar. Seçimler yapıldı. Bu safhadan sonra oradaki par-lamentonun (buna demokratik parlamento deyin, Åžura meclisi deyin veya ne derseniz deyin veya onlar ne isim verirse versinler) bundan sonra yapacaklarıdır önemli olan. Ama adamın, geleceÄŸe yönelik düÅŸündüÄŸünü ifade etmekte zorlandığını biraz evvel söyledim. Diyor ki “biz siyasal bir yapı oturtmaya çalışıyoruz. Bu, görüntü itibariyle, dışarıdan algılanış itibariyle, demokratik bir yapıdır. Bu kaçınılmaz” diyor. Adı parlamento veya parlamento demeyelim, adı meclis. Ama biz burada Åžurayı esas almaya çalışacağız, düÅŸüncemiz bu. Bunu nasıl yapa-cağımızı ise...
 
— Henüz bilmiyoruz.
 
“Bilmiyoruz” demiyor, “bunu yapmadan söylemek mümkün deÄŸil” diyor. Yani “bu bir aÅŸamadır. Bunu gerçekleÅŸtirmek kelimelerle ifade edilemez, çok zordur” di-yor. Niye? Toplumun bütün kesimlerinden insanlar seçime girmiÅŸler, kazanmışlar, millet-vekili olmuÅŸlar. Söz hakkı sahibi olmuÅŸlar. Bunların tek bir imamı yok. Her biri kendine göre müçtehit, düÅŸünce sahibi. Hiç biri de General BeÅŸir'in inisiyatifindeki adamlar deÄŸil veya çok azı olabilir. Böyle bir yapıda demokratik bir iÅŸleyiÅŸi bizim anladığımız anlamda (Kur'anî anlamda) istiÅŸari bir mekanizmaya dönüÅŸtürmek mümkün mü deÄŸil mi? Adam diyor ki “bunu mümkün kılmaya çalışacağız”.
 
Ben bu gayretin ve yaklaşımın önemli olduÄŸunu düÅŸünüyorum ve ilerde, gelecekleri noktalardan (bunları hep beraber gözlemleyeceÄŸiz) sonra yargılarımızı koyabiliriz diye düÅŸünüyorum. Aksi halde dünyada örneÄŸi yaÅŸanmamış ama birileri tarafından dillendirme ye çalışılan sözleri, baÅŸtan, fiiliyata dönmeden veya neticesine ulaÅŸmadan (olumlu veya olumsuz) mahkûm etmek anlamında, olmazlığını ifade etmek yanlış. Çünkü bu pratiÄŸi biz yaÅŸamadık.
 
Kaldı ki bizim yaÅŸadığımız pratik hep muhalefet pratiÄŸidir. Biz, Müslümanlar olarak ik-tidar pratiÄŸi yaÅŸamadık. YaÅŸamadığımız bir iktidar pratiÄŸi ile ilgili çok afakî ÅŸeyler söylemek biraz haksızlık olur diye düÅŸünüyorum.
 
— Peki, ilkelerimiz yok mu bizim? Yani ilkesel baÄŸlamda söyleyecekle-rimiz yok mu?
 
Ä°lkesel baÄŸlamda söyleyeceklerimizi aşı-yor söyledikleriniz. • Ben bunu kastediyorum. Burada biraz daha temkinli olmamız ve ÅŸunu unutmamamız lazım. Mü'minlerin iÅŸ yapan diÄŸer mü'min kardeÅŸlerine hayır dua ile bakmaları halinde, onların daha iyi netice-ler alacağını düÅŸünüyorum.
 
— Yalnız, Allah-ü Teâlâ mü'minlerin kar-deÅŸ olduÄŸunu, hayırda birbir-lerine yardımcı olacaklarını, ÅŸerde de birbirlerini engelleyeceklerini ifade ediyor. Bu anlamda biz de dileriz ki Sudan'daki Müslümanlar bizi de yanıltan güzel örnekler orta-ya koysunlar.
 
Ä°lkesel baÄŸlamda olaya yaklaşıp, olayı deÄŸerlendirmeye çalıştığımızda (sizin gibi bizzat gidip gören kardeÅŸimiz vasıtasıyla da) bunun, bu boyutlarıyla da konuÅŸulup tartı-şılması gerektiÄŸini söylemek istiyoruz.
 
Bizim arkadaÅŸlardan birinin Sudan'daki bir izlenimini aktarayım bu çerçe-vede. Dışarıdan gelen heyetlerle istiÅŸareye son derece açıklar. Zaten Turabi'nin Sudan'da Uluslararası bir güce ve iletiÅŸim imkânına sahip. Dışarıdan gelen heyetler Turabi'yle her konuyu rahatlıkla görüÅŸebiliyorlar. Son derece istiÅŸareye açık.
 
Adalet Bakanı 33 yıllık hukukçu. Bizim gibi 10 ve 15 senelik hukukçu arkadaÅŸlarımız da vardı. Onlara “anayasa mahkemesi uygulaması Türkiye'de nasıl? Az çok biliyorum. Ancak bizim ülkemiz için ne gibi sonuçlar doÄŸurur? Bu konuda yardımcı olur musunuz?” dediÄŸine ÅŸahit oldum. Bir adalet bakanının bir baÅŸka ülkeden gelen hukukçulara (kaldı ki çok da isim yapmamış insanlara) bu konuyu danışması dahi, o insanların iyi niyetini ve gayretini gösterir. Burada bize düÅŸen (eleÅŸtiri yapabiliriz) onlara yardımcı olmaktır.
 
Kendilerine (Turabi de dâhil) ulaÅŸma imkânı kolay.
 
Merasime ihtiyaç duymuyorlar.
 
Tüm bunlar, bu insanların duaya ve desteÄŸe ihtiyaçları olduklarını gösteriyor.
 
— Dileriz, biz de gidip görüÅŸme imkânı buluruz. Evet, verdiÄŸiniz bilgiler için size çok teÅŸekkür ediyoruz.
 
(*) Ä°KTÄ°BAS DERGÄ°SÄ°’nin 1996 - Mayıs, 209. Sayısında yayınlanmıştır

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.