Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

Deizm Eleştirisi: Bakış Açısı, Felsefi Problemleri, İslâm Karşısındaki Konumu

Bu yazıda deizmi detaylı bir şekilde ele alacak ve sırasıyla şu başlıkları inceleyeceğiz:



►Deizm Tanımı, Teizm ve Ateizmle Ayrıldıkları Nokta
 
â–º Ölümden Sonra Hayat, Ahiret ve Tanrı Adaleti Konusunda Belirsizlik
 
►İkinci Eleştiri: Tanrının Bizden Neyi Beklediği Konusundaki Belirsizlik
 
â–º Üçüncü EleÅŸtiri: Ahlâkın Salt Akıl ile BulunabildiÄŸi Ä°ddiası
 
â–º Dördüncü EleÅŸtiri: Vahyin ve Mucizelerin Mantıksal Ä°mkânını Red
 
â–ºBeÅŸinci EleÅŸtiri: Dinsiz Toplumların Ä°leri OlduÄŸu Ä°ddiası 
 
►Altıncı Eleştiri: Deizmin İbadetler Konusundaki Tutumu
 
â–ºYedinci EleÅŸtiri: Deizmin “Tanrı Ä°nsanla UÄŸraÅŸmaz” Ä°ddiası, Günah ve Sevap Tutumu
 
â–º Sekizinci EleÅŸtiri: Deizmin Tüm Dinleri AynılaÅŸtıran Tutumu ve Ä°slâm Karşısındaki Konumu
 
≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈
 
17. yüzyılda Ä°ngiltere’de kullanılmaya baÅŸlayan deizm kavramı, köken olarak daha eskiye dayanmakla birlikte, Tanrının varlığını kabul edip, ilahi bilgiye vahiy veya diÄŸer metafizik kaynaklar yoluyla deÄŸil; yalnızca akıl yoluyla ulaşılabileceÄŸini savunan felsefenin adıdır.
 
Bu baÄŸlamda peygamberlik, mucize, ibadet, cinler, ÅŸeytanlar, sevap, günah gibi kavramları bünyesinde barındırmayıp; doÄŸrudan doÄŸruya “doÄŸal din” adında, insan aklı ile geliÅŸen bir din anlayışı ifade etmeyi amaçlar.
 
Deistler, evreni yaratan bir yaratıcının olduÄŸunu kabul eder; ayrıca böyle bir evrenin tesadüf veya kendiliÄŸinden olma ihtimalinin olmadığını onaylarlar. Bu anlamda böyle bir evrenin Yaratıcısı olmadığını savunan ateizmi anlamsız bulur, varlığın baÅŸlangıcının muhakkak sıfır noktasında, ezeli, ebedi bir ilk varlık olması gerektiÄŸini savunurlar. 
 
Deistler, Yaratıcının varlığının ispatı için ateistlerin getirdiÄŸi “fiziksel ispat” ÅŸartını da reddederler. Zira Tanrının var olduÄŸu aÅŸikar bir gerçek olup; kısıtlı duyu organlarına indirgenemez. Ayrıca evrenin bir yaratıcısı varsa muhakkak ki evrenin kendisinden daha büyük ve daha azametlidir; onu sınırlı olan evrenin içinde bulma arayışı oldukça anlamsız bir iÅŸ olacaktır. 
 
Deizmin teizmden ayrıldığı nokta, “bu kadir-i mutlak tanrı”nın insanlarla iletiÅŸime geçmiyor oluÅŸudur. Yani, onlara göre; tanrı evreni bir saat gibi kurmuÅŸ olup; kendi iÅŸlerliÄŸine bırakmıştır. Kulları ile vahiy, din, peygamberlik gibi vasıtalarla irtibat kurmuyor olup onları “kendi hallerine” bırakmıştır. Deistler bu noktaya kadar genel olarak ortak düÅŸünceye sahiptir, fakat bu noktadan sonra kendi içlerinde de ayrılırlar ki; o da Tanrının neliÄŸi, evrenden ve insandan beklentisi, iyilik ve kötülük sorunu gibi baÅŸlıklardadır. 
 
Bu yazımızda da deizmin dinleri reddetme konusundaki tavırlarına temel eleştirilerde bulunacağız.
 
BÄ°RÄ°NCÄ° ELEÅžTÄ°RÄ°: Ölümden sonra bir hayat, ahiret veya Tanrının adaleti konusunda belirsizlik 
Deistler, Tanrının ölümden sonra adaleti gerçekleÅŸtirip gerçekleÅŸtirmeyeceÄŸi konusunda farklı fikirlere sahiptirler. 
Kimi deistler, ruhun ölümsüzlüÄŸüne inanıp bir ahiretin olduÄŸuna inanırken; kimisi ruhun ölümlü olduÄŸuna, kimisi ise reenkarnasyona inanır. Örnek olarak William Wollaston, ruhların ahirette davranışlarına göre ödüllendirilip cezalandırılacağını savunur. Benjamin Franklin ise bir çeÅŸit reenkarnasyona inanır. Antony Collins, Peter Annet gibi deistler ise ruhun ölümsüzlüÄŸünü inkar eder ya da bundan ÅŸüphe içinde olduÄŸunu ifade eder. 
 
Öncelikle, böyle bir evreni var etmiÅŸ ve deistlerce  “Yüce Varlık”, “Ä°lahi Saatçi”, “Evrenin Büyük Mimarı” gibi sıfatlandırılan Tanrının, böyle bir hayatın sonunda ahireti var etmemesi, onun adaletine yaraşır olmayıp Tanrılık özelliÄŸine aykırı olacaktır. Zira hepimizin de bildiÄŸi üzere dünyada insan kaynaklı birçok kötülük, zulüm, haksızlık, katliam ve kötülükler vardır. Tanrı kavramını mantıksal bir düzleme oturtmak isteyen deistlerin, Tanrının gerçekleÅŸtireceÄŸi adaletten ÅŸüphe duymaları da inançlarındaki mantıksal bir eksikliÄŸi gösterir. 
 
Bu baÄŸlamda, bir deistin hem “yüce ve aÅŸkın” Tanrı tasavvuruna sahip olduÄŸunu söyleyip; hem de Hitler, Stalin, Mussolini gibi tarihte birçok insanı katletmiÅŸ kimseleri cezalandırmayacağını; ya da dünyada talihsiz bir ÅŸekilde sakatlık, hastalık ve kimi musibetlerle karşılaÅŸan masum insanların da ödülllendirilmeyeceÄŸini iddia etmeleri bir yana; böyle bir ÅŸeyden ÅŸüphe etmeleri dahi bu Tanrı tasavvurunu mantıksız bir konuma getirmeye yeterli olmaktadır.
 
Bu baÄŸlamda ölümden sonra hayatı inkâr eden deistleri eleÅŸtirimizde saf dışı tutuyor ve “ölümden sonra hayatı kabul eden” deistler üzerine yoÄŸunlaÅŸmayı uygun görüyoruz.  Burada hemen dikkat çekmek istediÄŸimiz nokta, “bir Tanrı ve ahireti kabul eden” deistlerin bu inançları ile semavi dinlere benzer bir inanç ortaya koymaya baÅŸladıkları olacaktır. 
 
Zira sanıldığının aksine birçok dinde ahiret hayatı yoktur, ya da varsa bile bu evrenin ya da dünyanın içinde olup mantık dışı bir özelliÄŸe sahiptir. ÖrneÄŸin Sümerlerde ölümden sonra hayat yeraltı dünyasında devam eder. Babil ve Asurlularda da “cennet” yoktur. Ä°nsanlar ölümden sonra dünyanın batı tarafında olacaklardır. Ölüler bulanık su içerler. Burası neÅŸesiz bir yerdir.  Ä°nsanların ruhlarının “dünyanın batı tarafında” olduÄŸunu söylemek de felsefi anlamda sonlu bir evren için mantıklı görülmemektedir.
 
Yine eski Mısır dinlerinde yine baÅŸka bir yeraltı dünyası inancı, ya da “dünyanın uzak bir köÅŸesinde yaÅŸayan ruhlar” ÅŸeklinde bir inanç söz konusudur. Yine eski Araplarda bir ahiret inancı söz konusu deÄŸildi. Yani bir deistin, ahiret inancını tasdik etmesi onu semavi dinlerle benzeÅŸen bir inanca sahip kılmaktadır; burası yazımızın gidiÅŸatı adına önemli bir noktadır. 
 
İKİNCİ ELEŞTİRİ: Tanrı Bizden Ne Beklemektedir Konusundaki Belirsizlik
 
Deist ve teistlerin ortak olarak karşılaÅŸtığı soru ÅŸudur: 
 
13.8 milyar yıllık bir ömür biçilen evren, yine yüz bin yılı üzeri bir geçmiÅŸ biçilen insan türünün varlığı bir tarafa, böyle bir varlık âlemini yaratan Tanrı bizden ne beklemektedir? 
 
Bu soru, ahiret inancıyla ilintili olup Tanrının var ettiÄŸi insan üzerindeki plan ve amacını sorgulamaktadır. EÄŸer bu soruya “hiçbir ÅŸey beklememektedir” ÅŸeklinde bir yanıt verirsek, karşımıza “boÅŸ yere”,  ya da “eÄŸlence için” bir evren yaratan tanrı tasavvuru ortaya çıkar ki, böyle bir tasavvurun da Tanrı için mâkul olmadığı kendiliÄŸinden ortaya çıkmaktadır. Zira evrenin büyük mimarının, yüce yaratıcının; anlamı olmayan bir iÅŸ yapmasını; bu anlamı olmayan iÅŸe de baÅŸka canlıları dahil etmesini beklemek tutarlı olmayacaktır. 
 
O halde elimizde, deist ve teistler adına tek bir yanıt kalmıştır ki, o da “Tanrının yaratımında bir beklenti, bir amacının bulunduÄŸu”dur.
 
Peki bu beklenti nedir? Birçok deist, bu soruya “ahlaklı bir hayat yaÅŸamamız” ÅŸeklinde bir yanıt verecektir. Ahlâk kavramı üzerine eleÅŸtiriye deÄŸinmeden önce, burada bir noktayı daha sorgulamamız gerekmektedir. Tanrı bizi sadece ahlâklı bir hayat yaÅŸamaktan mı sorumlu tutmaktadır, ya da burada anladığımız ahlâk kavramı sadece diÄŸer canlılara olan ahlâkla mı iliÅŸkilidir? 
 
EÄŸer ahlâk kavramını “yaratıcıya karşı ahlak” ÅŸeklinde de alırsak, burada yaratıcının bizden beklediÄŸi aynı zamanda “kendisini bulmamız” da olacaktır. Zira Tanrı bize bir akıl bahÅŸetmiÅŸ, bu akıl hayvanlardan farklı olarak “neden” diye sorgulama yeteneÄŸine de sahip olmaktadır. Ortada bir yetenek varsa, bir bedel de vardır. Bu bedel de o yeteneÄŸin gerektirdiÄŸi sonuçlara ulaÅŸmaktır. Bu anlamda düÅŸünürsek, Tanrı “kendisini akıl ile bulmamızı da bekliyor” olmalıdır. 
 
Günümüzde birçok deist ÅŸaşırtıcı ÅŸekilde bu noktayı atlamaktadır. Åžöyle ki, “Tanrının bizden beklediÄŸi, diÄŸer canlılara karşı ahlaklı ve erdemli bir hayat yaÅŸamak” demekte olup, ateistleri de “imtihanı geçme” gibi bir konuma sokmaktadırlar. Oysa insan sadece ahlak üzerine düÅŸünebiliyor olsaydı yalnızca ahlaktan sorumlu olurdu. Ancak insan sadece ahlak üzerine deÄŸil, ayrıca yaratıcının varlığı ve nitelikleri üzerine de düÅŸünebilmektedir. Öyleyse Tanrı, kendisi hakkında belirli tasavvurlara ulaÅŸmamızı da bekliyor olmalıdır. 
 
Bu baÄŸlamda, deistlerin ahiretin varlığı konusunda tutarsız ifadelerine ilâve olarak, karşılaÅŸtıkları diÄŸer bir sorun; Tanrının insanlardan neyi bekliyor olup olmadığını kesin çizgilerle tespit edememeleridir. 
 
Bu belirsizlikler silsilesi içinde karşımıza deistlere yöneltebileceÄŸimiz ÅŸöyle bir soru çıkmaktadır:
 
Bu nasıl bir Tanrı ki, ne bir sorgu veya adaletin gerçekleÅŸip gerçekleÅŸmeyeceÄŸi konusunda bir bilgi veriyor; ne de yarattığı belirsiz evrenin içinde, ne ile sorumlu olduÄŸumuzu bildiriyor? Ä°nsanı, kendi kaderine terk edilmiÅŸ, çaresiz ve tek başına bırakıyor. 
 
Bu sorunun pratikte bir karşılığı var mıdır? Elbette evet. Åžöyle ki, eÄŸer Tanrı kendisini de bulmamızı bekliyorsa, bu beklenti kapsamında bir deistin görevi Tanrının varlığını insanlara bildirmek, bu konuda ateistleri de “doÄŸru yol”a davet etmek olmalıdır. Zira kendileri kendilerine bahÅŸedilmiÅŸ akıl ile ilahi bir hakikate ulaÅŸmışlar ve üzerlerine bir sorumluluk almış bulunmaktadırlar. 
 
Fakat görünen bunun tam tersi niteliÄŸindedir. Deistler, din mensupları ile uÄŸraÅŸtıklarının çeyreÄŸi kadar ateistler ile meÅŸgul olmaz, hatta kimileri onları “yoldaşı” olarak addedip, din mensuplarını ise ayrım gözetmeksizin “mantık dışı” ilan etmeye kalkarlar. 
 
ÜÇÜNCÜ ELEÅžTÄ°RÄ°: Ahlâkın Salt Akıl Ä°le BulunabilirliÄŸi Ä°ddiası 
 
Bu maddeye “salt” kelimesini ekledik, zira ahlâkın akıl ile bulunulabilir yönü muhakkak ki vardır. Bir müslümanın bunu kabul etmemesi mümkün olmadığı gibi, bu konu Ä°slâm tarihi boyunca “hüsun-kubuh” baÅŸlığı altında sıkça tartışılmıştır. Birçok Ä°slâm bilgini, Allah’ın da ahlâkın da akıl ile eriÅŸilebilir yönü olduÄŸunu söylemiÅŸtir. 
 
Esasen bunu kabul etmek, dine gerek olmadığı anlamına gelmez; zira insanın bir iç bir de dış yönü vardır. Ä°ç yönü olan fıtratı, bazı gerçeklere ulaÅŸmakla birlikte dıştan gelen yönlendirmeye muhtaçtır. 
 
Yakın tarihte, antropoloji kapsamında yapılan birçok araÅŸtırma da bunu gösterir niteliktedir. Buna göre ilahi vahye muhatap kalmayan birçok ilkel kabilede; tek tanrı ve ahlaki inançlara rastlandığı gibi; pek çok akıl dışı ya da ahlak dışı olan pratikler de görülmüÅŸtür. Yani akıl, salt manada, zorunlu olarak kiÅŸiyi ahlaka götürmeyebilir. Zira aklın kendisi önemli olduÄŸu kadar; aklı kullanan kiÅŸinin birikimi, düzeyi, koÅŸulları ve ÅŸartları burada etkin bir rol oynamaktadır.
 
Ä°lk olarak herkes aynı ÅŸartta deÄŸildir. Åžöyle ki bir insan ahlâk hakkında serbest ve geniÅŸçe düÅŸünebilecek koÅŸullara sahipken, kimisi bu ÅŸartlardan yoksundur. Ä°kinci olarak, kiÅŸilerin doÄŸdukları sosyal çevreleri, ahlak algılarını ciddi manada etkileyebilir; öyle ki günümüz anlayışı ile ahlaksızlık olarak gördüÄŸümüz birçok ÅŸey gayet normal olarak addedilebilir. Bu durumda kiÅŸi, belki de sosyal çevresine uyum gösterecek ilahi maksattan uzak kalacaktır.
 
Ahlakın, akli yönü olduÄŸunun yanında dini yönlendirmeye muhtaç olduÄŸunu gösteren birkaç örnek verebiliriz. Üstelik, bu vereceÄŸimiz örnekler de tarih boyunca “düÅŸünür” olarak bildiÄŸimiz birçok kimsenin ahlaki algıları günümüz algılarımıza aykırıdır. 
 
Örnek olarak Aristoteles, köleliÄŸin gayet makul olduÄŸunu ifade edip hayvan evcilleÅŸtirme ile köleler arasında benzetme yapıp, iki durumu denk tutar. Yine ona göre kadınlar erkeklerle asla eÅŸit olamazlar: öyle ki kadın ve erkek arasındaki fark insan ile hayvan arasındaki fark kadar geniÅŸtir! BaÅŸka bir örnek olarak Arthur Schopenhauer’i gösterebilmek mümkündür. Ona göre kadının akli yetenekleri eksik olduÄŸundan, adalet duyguları geliÅŸmemiÅŸtir. Yine, bu ÅŸahıslar gibi filozof olarak adlandırdığımız kimselerin; akla, ahlaka aykırı birçok ifadeleri vardır. Kaldı ki bu kiÅŸiler, kendi toplumlarının düÅŸünürleri idiler; yani, zihni anlamda çaÄŸlarından çok daha ileride idiler! 
 
Yine ahlakın, yalnızca insan vicdanına bırakılmaması gerektiÄŸine, bizzat tarihin kendisi ÅŸahittir. Åžöyle ki bir Amerikalı, binlerce insanın katledilmesine yol açan atom bombasını “o olmasaydı dünya savaşı devam edecekti” ÅŸeklinde bir takım akli iddialara dayandırabilir! Yine zamanında Hitler, Yahudi ve benzeri kimselere yaptığı zulmü “ırkı sorunlulardan temizleme” gibi bir iddia ile temellendirebilir. 
 
Zaten günümüzde birçok kötülük de bu hastalıklı akıl yürütmelerden gelmektedir; bir hırsız hırsızlığını pek âlâ “o çok zengin, benim çaldığım bu miktar onu fakirleÅŸtirmez: fakat benim ihtiyacımı görür” diyerek binlerce dolarlık hırsızlıkları meÅŸrulaÅŸtırabilir. Daha da basit bir örnek olarak, dedikoduyu verebiliriz. Dedikodunun evrimsel anlamda insana fayda verdiÄŸine dair bir eser bile kaleme alınmıştır: bu baÄŸlamda bir insan pek âlâ, yaptığı dedikoduyu “kendime yapılan kötülüÄŸü baÅŸkalarına da yayıyorum ki baÅŸkaları da bu konuda dikkatli olsun” ÅŸeklinde meÅŸrulaÅŸtırma yoluna gidebilir. 
 
Ä°ÅŸte din, bu noktalarda; aklın kötülüÄŸü meÅŸrulaÅŸtırma çabalarına bir set niteliÄŸi taşır. Hırsızlığın, dedikodunun, bu gibi insan onuruna zarar veren her ÅŸeyin tamamen yasak olduÄŸu konusunda, itiraza mahal bırakmayacak ÅŸekilde sınır çizer. 
 
Kısacası akıl ve vicdan, insanın Allah’a ulaÅŸmada çok önemli iki vasıtasıdır; ancak yaÅŸam boyunca karşılaÅŸtığı psikolojik ve sosyolojik gerekçelerle bulandırılabilir, kirlenebilir, manipülasyona uÄŸrayabilir. Ä°ÅŸte bu manada, esaslı bir din algısı; bu duruma bir dur diyebilir. 
 
DÖRDÜNCÜ ELEÅžTÄ°RÄ°: Vahyin ve Mucizelerin Mantıksal Ä°mkânını Red
 
Tanrının, insanlarla irtibata kurmasının gerekliliÄŸini yukarıda gösterdik. EÄŸer bir yerde aklî gereklilik varsa, bunun imkânı da kendiliÄŸinden ortaya çıkmış olur. Zira her ÅŸeye hakim ve her ÅŸeye gücü yeten bir Tanrıdan söz ediyorsak, onun için imkânı olmayan herhangi bir ÅŸey yoktur. Bir de bu ÅŸey gereklilikle desteklenirse; Tanrı adına bu –epistemolojik- bir sorumluluk olur.
 
Vahiy de bu anlamda Allah adına bir sorumluluk niteliÄŸindedir. Allah’ı kimse hiçbir ÅŸeye zorlayamaz, ona hiç kimse bir görev yükleyemez. Ancak Allah’ın kendi taşıdığı sıfatlardan hareketle, vahyin, Allah’a ait, lütufla desteklenen bir sorumluluk olduÄŸunu görebiliriz. Zira Allah evreni var etmiÅŸ, canlıları yaratmış; insana da akıl bahÅŸetmiÅŸtir. Ayrıca insan, hayat boyu kimi nimetler ve zorluklarla; lütuf ve zulümlerle karşılaÅŸabilmektedir. Bu denli zıtlıkların olduÄŸu bir yerde, Allah’ın insanlara ışık tutması, yol göstermesi, onları iyiye ve güzele yönlendirmesi; onlara bazı kulları aracılığıyla bu hayatın anlamı olduÄŸunu bildirmesi aklen makuldür. 
 
Vahiy süreci, içeriÄŸi itibari ile metafizik öÄŸeler barındırmakla birlikte, doÄŸal olarak tam anlaşılabilmiÅŸ deÄŸildir. Ancak Allah Resulünün bazı manevi hallere girdiÄŸi, terlediÄŸi, ardından kısa bir süre içinde birçok ayeti dillendirdiÄŸi mâlum olup, bunu “epilepsi, halisünasyon” gibi hastalık kavramları ile özdeÅŸleÅŸtirmeye kalkan bazı tutarsız iddialara yanıt niteliÄŸindedir.  Zira, tarih boyunca, hiçbir “hasta”, halisünasyonları doÄŸrultusunda,  23 yıl boyunca birbiriyle tamamen ölçüÅŸen mesajlar almamış, bu mesajlarla dönemin köklü din mensupları ile münazaralara girmemiÅŸ, aldığı ahlaki öÄŸretilerle toplumu ıslah etmemiÅŸ, birbirlerinin kanını akıtan kabileleri bunca kısa süre içerisinde birbirine kardeÅŸ kılmamış, bu kısa süre içerisinde koca bir yarımadayı kendisine baÄŸlamamıştır. 
 
Nitekim sadece veda hutbesinde 120 bin kiÅŸinin hazır bulunduÄŸu nakledilir ki, o hutbe esnasında tüm müslümanlar orada deÄŸildi. 
 
Kimi Ä°slam filozofları, vahyi faal akıl ile ittisal olarak açıklamıştır, buna göre ahlaki yönden tezkiye olan Peygamberler; manevi temizlenmeleri sonucu; hakikatin kapısı olan ve dini literatürde Cebrail olarak anılan faal akıl ile iletiÅŸime geçmiÅŸ ve ilahi hakikatler zihinlerine akmaya baÅŸlamıştır. Bunların hepsi çeÅŸitli felsefi  yaklaşımlardır; bizim yakalamamız gereken nokta, biraz önce de iÅŸaret ettiÄŸimiz gibi vahyin mümkün ve Yaratıcı adına makul olmasıdır. 
 
Yine mucizelerde de benzer durum söz konusudur. Tanrının, tarihin kimi dönemlerinde, mucizeleri gerçekleÅŸtirmesi akla aykırı deÄŸildir. Hele hele Tanrı’nın var olduÄŸunu ve her ÅŸeye kâdir olduÄŸunu tasdik eden biri için, asla aykırı deÄŸildir.  Deizmin, mucizeler konusundaki keskin tavrı, kendi içinde tutarlı olmamaktadır. Zira kadir-i mutlak bir varlığı kabul edip, onu belirli yönlerden kısıtlamanın anlamı yoktur. Konuyu anlamak için ÅŸöyle küçük bir mantıksal dizilimde bulunalım:
 
A ) Evrendeki fizik kurallarının koyucusu Allah’tır.
B ) Kanunları koyanın kanunları deÄŸiÅŸtirmeye gücü yeter.
Sonuç: Allah fizik kurallarına hükmedebilir, müdahale edebilir, deÄŸiÅŸtirebilir. 
 
Nitekim, modern fiziksel bulgular; evrenin determinist yapısının sorgulanmaya baÅŸlamasına sebep olmuÅŸtur. Özellikle kuantum fiziÄŸindeki ilerlemeler, maddede daha küçük parçaların gözlemlenebilmesi, mikro boyutta iÅŸlerin sandığımız gibi belirli kurallara göre gitmediÄŸini; küçük parçaların gözlemleyene göre farklı hareket özelliÄŸi gösterdiÄŸini ortaya çıkarmaktadır. Bu anlamda, evrendeki “topu havaya atarsak top yere düÅŸer” gibi birçok sabit, determinist yapının ötesinde; dış müdahaleye açık, kuantum boÅŸlukları yer almaktadır. 
 
Basit bir örnek ifade etmek gerekirse, denizdeki su moleküllerinin aynı anda saÄŸa ve sola ayrılması; denizin ikiye ayrılma sebebidir. Tanrının ise evrendeki tüm parçacıklarla iliÅŸkisi olması beklenir. 
 
Esasen bu tartışma, denizin ikiye yarılması gibi büyük ve çarpıcı olaylardan öte; Tanrının iradesi ile evrene müdahale ediyor olup olmamasına dayanır. Tanrı iradesi ile evrene müdahale edebilir mi? Evet, zira o tanrı ise buna gücü yetmesi gerekir. Deistlerin de bu konuda aksi bir görüÅŸ beyan etmesi mümkün deÄŸildir. Esas soru ise buradan sonra gelir: Peki tanrı evrene müdahale ediyor mu? Bu noktada teistler evet, deistler hayır yanıtı verir. Ancak deistlerinki de – teistler adına iddia ettikleri gibi- tamamen çıkarımdır, gözlem ve ispatla desteklenemez. 
 
Ä°ki görüÅŸün birleÅŸtiÄŸi nokta ise, Tanrının her ÅŸeye müdahale etmiyor oluÅŸudur. Teistler, dünyanın bir imtihan alanı olduÄŸundan hareketle, Tanrının insanları hür bırakmış olduÄŸunu ve belirli fizik kurallarına teslim etmiÅŸ olduÄŸunu kabul ederler; aksi takdirde ortada bir imtihandan söz edilmeyecek olduÄŸunu ifade ederler.  Fakat teistler, bir fark ile, Tanrının “kimi durumlara” müdahale ettiÄŸini ifade ederler. Bunlar da vahiy, kimi duaların kabul olması, kimi bireysel mucizelerin gerçekleÅŸmesidir. Ancak bunların özelliÄŸi, dünyanın imtihan alanı karakteristiÄŸinin kaybolmaması adına, her zaman gerçekleÅŸmezler.  
 
Bu noktada, deistlerin ÅŸöyle bir sorusu olabilir: 
 
Madem mucizeler bazen gerçekleÅŸiyor, neden her zaman gerçekleÅŸmiyor da problemler kalkmıyor?
 
Biz de deistlere ÅŸöyle bir soru sorabiliriz: 
 
Madem Tanrının mucizeleri gerçekleÅŸtirme gücü var, neden her zaman gerçekleÅŸtirmediÄŸi gibi, bazen de gerçekleÅŸtirmiyor? 
 
Yukarıda da iÅŸaret ettiÄŸimiz gibi, bunların hepsi, dünya hayatının imtihan alanı olmasından, evrenin de belirli fizik kurallarına göre iÅŸlemesinden ileri gelir. Aslolan, teistler için de, ana fizik kurallarının bozulmamasıdır. Fakat dediÄŸimiz gibi her ÅŸeye gücü yeten bir Tanrı için; bu fizik kurallarının kimi zaman “alışılmışın dışında” iÅŸlemesi de mümkündür, akla aykırı olarak addedilemezler. 
 
BEŞİNCİ ELEŞTİRİ: Dinsiz Toplumların İleri Olduğu İddiası
 
Dini inanç oranlarının düÅŸük olduÄŸu bazı ülkelerde toplumsal refah seviyesinin ileri derecede olması, dini inanç oranının düÅŸük olduÄŸu her yerde bunun böyle olduÄŸu anlamına gelmez. ÖrneÄŸin dünyadaki ateistlerin büyük kısmı Çin’de yaÅŸar. Çin ise, temel hak ve özgürlüklerin ciddi düzeyde tartışıldığı, sosyal medya kullanımının devlet tarafından yasaklandığı bir ülke olma özelliÄŸi taşır. Yine Kuzey Kore’nin %70’e yakını dinsizdir, ancak mâlum olduÄŸu üzere katı bir diktatörlük, fikir kısıtlaması söz konusudur. 
 
Rusya’da da insan hakları konusunda ciddi sorunlardan söz edilir. Ayrıca bu durum sadece hukuki anlamda ilerlemeyle de sınırlandırılmaz. ÖrneÄŸin Orta DoÄŸu’da Dubai, Ä°ngiltere’nin baÅŸkenti Londra’dan ileri bir ÅŸehirleÅŸme özelliÄŸine sahiptir. Yani toplum ve ÅŸehirlerin ilerleyiÅŸ ve gerileyiÅŸi, sadece din ile açıklanamayacak kadar karmaşık sosyal, siyasi ve tarihi arka plana sahiptir. 
 
Bunun arkasında ekonomik güç önemli bir âmildir; ÅŸöyle ki Yahudiler de klasik semavi din mensubu olma karakteristiÄŸi taşımalarına raÄŸmen paraya ve piyasaya hakimiyetleri sebebiyle ileri bir toplum olarak addedilmektedir. 
 
BildiÄŸimiz üzere, ne Kur’an-ı Kerim’de ne Hz. Peygamberin uygulamalarında; Kilise Hristiyanlığının aksine bilimi, geliÅŸmeyi, teknolojiyi ve aklı kötüleyen herhangi bir ifade bulunmamaktadır. Bilakis yoÄŸun bir ÅŸekilde, hem bireysel anlamda hem de toplumsal anlamda geliÅŸimi teÅŸvik eden; tefrika ve hırslar yerine birliÄŸe yönlendiren sayısız ifadeler vardır. Bunlarda bir uygulama sorunu var ise, sorun bireylerde olup;  faturanın tüm bir dine kesilmesi bu anlamda bir haksızlık olacaktır. 
 
ALTINCI ELEÅžTÄ°RÄ°: Deizmin Ä°badetler, Sevap ve Günah Algısı 
 
DoÄŸal din anlayışı kapsamında, yaratıcının evren ile aktif bir iliÅŸki içinde olduÄŸu fikrini reddeden deizm, bu manada dua, namaz vb gibi ibadet ritüellerini de kabul etmemekte, bunları akla aykırı bulduÄŸunu ifade etmektedir. 
 
Oysa dua, ibadet, zikir gibi dinsel ritüellerin ruh saÄŸlığına çok iyi geldiÄŸi sayısız araÅŸtırma ile ortaya koyulmuÅŸtur. Yaratıcı ile iletiÅŸime geçmeyi, onun kendisini dinlediÄŸi, problemlerini bildiÄŸi ve duygularını en derinden paylaÅŸtığını hissederek ibadet eden insanların ruh saÄŸlığında ciddi iyileÅŸmeler gözlemlenmiÅŸtir. 
 
Örnek olarak hakemli çalışmaların yayımlandığı pubmed’de yayımlanan bir araÅŸtırmaya göre, depresyon ve anksiyete ile mücadele eden 44 kadın üzerinde düzenli dua uygulamaları doÄŸrultusunda bir araÅŸtırma yapılmış, bir yıl sonra bahsedilen ibadet ritüellerini uygulayan kadınların bir yıl sonra depresyon ve anksiyete konusunda çok ciddi oranda problemleri atlattığı gözlemlenmiÅŸtir:
 
Yine Baylor Universitesinde yapılan diÄŸer araÅŸtırmaya göre, merhametli ve sevgi dolu bir Yaratıcı tasavvuruna sahip kimselerin yaptıkları ibadet ritüellerinin, onların endiÅŸe, sosyal anksiyete, obsesif kompulsif bozukluk gibi sorunlarla karşılaÅŸma oranını azalttığını ortaya koyulmuÅŸtur.
 
“Prayer, Attachment to God, and Symptoms of Anxiety-Related Disorders among U.S. Adults”(“Dua, Allah'a BaÄŸlanma ve ABD'li YetiÅŸkinleri Arasında Kaygıyla Ä°lgili Rahatsızlık Belirtileri”) baÅŸlıklı bu araÅŸtırma kapsamına 1,714 gönüllü katılmış, araÅŸtırmacı Matt Bradshaw özet olarak ÅŸunları söylemiÅŸtir: Birçok insan için, Tanrı güç ve güven kaynağı niteliÄŸindedir. Ä°badetler doÄŸrultusunda, insanlar Tanrı ile yakın bir iliÅŸki içine girer ve bu güvenli baÄŸlanma hissini oluÅŸturur. Dolayısıyla ibadetler kiÅŸiye manevi bir rahatlama sunarak anksiyete adına daha az semptomların ortaya çıkmasına yol açar. 
 
Yine Columbia Üniversitesinde yürütülen baÅŸka bir araÅŸtırmaya göre, düzenli meditasyon ve benzeri manevi ritüellere katılan kimselerin beyin kortekslerinin bir kısmında kalınlaÅŸma gözlemlenmiÅŸ; bunun da ibadet ve dua ritüellerine katılan insanların daha az depresyona girme sebebi olabileceÄŸi üzerinde durulmuÅŸtur:
 
 
Kısacası, deistlerin “mantık dışı” olarak bulduÄŸu birçok ritüelin; yaratıcı ile iliÅŸki kapsamında, insan ruh saÄŸlığına iyi gelmesi bize bir ÅŸeyleri gösteriyor olsa gerektir. Zira bizler de deistlerle bir yaratıcıya inanır, bir yaratıcının bizi yarattığını kabul ederiz. Bu yaratıcının da dizayn ettiÄŸi insanın; ibadetler doÄŸrultusunda bu denli rahatlık ve mutluluk hissine kavuÅŸması elbette yaratıcı ile iliÅŸki kurmanın mümkün olabileceÄŸini gösteriyor olsa gerektir.
 
KiÅŸi dua esnasında sakinleÅŸir, “savaÅŸ ya da kaç” iÅŸlevi gören kortizol hormonu düÅŸer, kalp atışı yavaÅŸlar ve nefes alış veriÅŸi daha düzenli hale gelir. Zira bu aÅŸamada kiÅŸi aÅŸkın varlık olanla manevi bir iliÅŸki içine girdiÄŸini düÅŸünür.
 
Bu araÅŸtırmaların ötesinde, deist bakış açısı ile; yaratıcı ile çeÅŸitli ritüeller kapsamında iliÅŸki içine girmenin mantık dışı olduÄŸu iddia edilemez. Zira evreni var eden yaratıcının, kendi yarattığı varlıklarla sürekli ve aktif bir iliÅŸki içinde olmaya gücünün yetmesi akla aykırı omayıp, aksi mantıksız niteliktedir. 
 
YEDÄ°NCÄ° ELEÅžTÄ°RÄ°: Deizmin Tanrının Ä°nsandan Beklentisi, Günah ve Sevap Tutumu
 
Bir kısım deistlerde “Tanrı insanla uÄŸraÅŸmayacak kadar büyüktür” gibi bir iddia söz konusudur. Bu iddianın altı ise “Tanrı insanların davranışlarıyla, cinsel tutumları ile uÄŸraÅŸmaz” gibi bir görüÅŸ ile doldurulup Tanrının emir-yasak kapsamında insanlara herhangi bir dayatmada bulunmayacağına benzer ifadelerde bulunulur. 
 
Oysa, büyüklük bir ÅŸeyi “umursamamak”la ölçülemez. Bilakis umursamama tutumu, çoÄŸu kez bir acziyetten gelir. Bir insan bir ÅŸeyi umursamama iÅŸini, onunla mücadele etmekten veya o durumu deÄŸiÅŸtirmekten umudu kestiÄŸinde yapmaya baÅŸlar.  Onu göz önünde bulundurmamaya, zihninde onu bir sorun haline getirmemeye çalışarak kendince zihinsel bir pozisyon almış olur. 
 
Yukarıda bahsettiÄŸimiz gibi, evreni yoktan var eden bir yaratıcının, yarattığını “umursamaması”, onun tanrılığı noktasında bir sorun haline gelir. Yarattıklarını umursamayacak, onlara doÄŸru yolu göstermeyecek, onları yaptıkları noktasında hesaba çekmeyecek bir yaratıcının evreni yaratma amacı ve gerekliliÄŸi sorgulanmaya baÅŸlanır.
 
Yukarıdaki durumun aynısı, dinlerdeki sevap-günah algısı için de geçerlidir. Yaratıcının insanların doÄŸru veya yanlış kapsamında bir sınava tabii tutması, adalet gereÄŸi davranışlarını detaylı bir ÅŸekilde deÄŸerlendirmesi akıl dışı addedilemez. Buna dinsel kavramda “sevaplar ve günahlar” adı verilmiÅŸtir.  Buna göre iyilik yapanlar mükafatlarını alacaklarken, diÄŸer varlıklara kötülük yapanlar, yaratılışlarının gereÄŸini yapmayanlar da cezalandırılırlar. 
 
Bu konuda ayette ÅŸöyle geçer: 
 
“Ey oÄŸlum! Yaptığın iÅŸ bir hardal tanesi ağırlığında olsa da, ister bir kaya parçasından ya da göklerde veya yerin derinliklerinde de bulunsa da, Allah onu karşına getirir. Åžüphesiz Allah, latif olandır, (her ÅŸeyden) haberdardır.” (Lokman / 16)
 
“Biz ise, kıyamet gününe ait duyarlı teraziler koyarız da artık, hiçbir nefis hiçbir ÅŸeyle haksızlığa uÄŸramaz. Bir hardal tanesi bile olsa ona  getiririz. Hesap görücüler olarak biz yeteriz.” (Enbiya / 47)
 
“Kim zerre miktarı hayır yapmışsa karşılığını görür. Kim de zerre miktarı ÅŸer iÅŸlemiÅŸse karşılığını görür.” (Zilzal 7/8)
 
Zaten her ÅŸeye gücü yeten bir yaratıcıya yaraÅŸan da bu’dur! Ä°nce hesabı yürütebilmeli, kullarının içlerine ve dışlarına ilmi ile hâkim olabilmeli ki; o bir yaratıcı sıfatına sahip olsun. 
 
SEKÄ°ZÄ°NCÄ° ELEÅžTÄ°RÄ°: Deizmin Tüm Dinleri AynılaÅŸtıran Tutumu
 
Deistlerin “yüzlerce din var, hepsi aynı” ya da “hangisi doÄŸru bilinemez” ÅŸeklindeki tutumları hatalıdır. 
Zira Ä°slâm, sunduÄŸu Ä°lah tasavvuru ile, açık ara yeryüzünde var olan dinler arasından en makulü olma özelliÄŸi taşımaktadır. 
 
Örnek olarak Ä°slâm’da Yaratıcı birdir, dolayısıyla daha bu noktada yüzlerce dinden ayrılır.
 
 Evrenin içinde deÄŸil evreni aÅŸkın bir varlıktır. Nitekim bu tasavvur da doÄŸrudur. Zira binlerce yıldır materyalist ve budistlerin inançları aksine evren ezeli deÄŸildir, yani sonradan var olmuÅŸtur. Sonradan var olan bir maddesel bütünlüÄŸü tanrıyla özdeÅŸleÅŸtirmek büyük bir hata olacaktı. 
 
– Ezeli ve ebedidir. Bir varlık zamanın kendisinden önce varsa ezeli ve ebedi olabilir. Evrende bulunan maddenin ise, zamanın varlığından sonra oluÅŸtuÄŸunun ispatlanması üzerine oluÅŸtuÄŸunu kabul edersek güneÅŸ, ay veya herhangi evrene ait bir kavramın kutsal ve ilah sayılması da mantıksız olacaktı. 
 
– Yemeye, içmeye, çoÄŸalmaya ihtiyaç duymaz. Pagan dinlerinin aksine kendisinde bir muhtaçlık yoktur. Evreni de bir ihtiyaç gereÄŸi deÄŸil; “her ÅŸeyi yaratma gücü” varken, ebedi huzuru kazanmayı hak edebilecek potansiyelde varlıklar yaratması erdeminden ötürüdür. 
 
– GeçmiÅŸi de, geleceÄŸi de aynı anda bilebilir. Uzak doÄŸu dinlerindeki gibi karma kaderine mahkum deÄŸildir. Zamanı var eden varlığın geçmiÅŸi ve geleceÄŸi aynı anda görebilmesi de felsefi anlamda mümkündür. 
 
– ÇocuÄŸu veya akrabalık bağı yoktur. Günümüz Hristiyanlığındaki gibi, herhangi bir varlıkla birlikte ezeli deÄŸildir. Tek başına ezelidir. 
 
Birçok batılı felsefecinin dahi itiraf ettiÄŸi üzere, Ä°slam’ın tanrı tasavvuru felsefi olarak en yalın, en gerçekçi ve soyutluktan uzak bir tasavvurdur. Bu gerçeÄŸi görebilmek için müslüman olmaya da gerek yoktur, zira bu aÅŸikar ve net bir gerçektir.
 
Deistlerin Ä°slâm dini içinde eleÅŸtirdikleri noktalar, 15-20 argümanı geçmez. Bunların da birçoÄŸunun izâhı söz konusu olup, bir kısmı da zamanla gerek dinin anlaşılması gerek de biz müslümanların hataları neticesinde yanlış anlamlara çekilebilmiÅŸlerdir. Kısacası Ä°slâm’a karşı deist yaklaşım, bir ifadeyle “pireye kızıp yorganı yakmak” ifadesi ile anlatılabilir. 
 
Sonuç olarak deizm, Tanrı tasavvuru konusunda tutarsız yaklaşımlara sahiptir. Zira deizme göre evreni aÅŸan, ulu ve yüce olan varlığın, insanları imtihan ediyor olup olmaması dahi belli deÄŸildir. 
 
Ä°nsanları bu dünyaya terk eden, akıbetleri konusunda kendilerini bilgilendirmeyen, dualara yanıt vermeyen, dünyadaki hiçbir noktaya herhangi bir müdahalede bulunmayan bir tasavvurun, “emekliye çekilmiÅŸ bir tanrı” algısı üreteceÄŸi aÅŸikardır. Emekliye çekilmek de baÅŸlı başına, yorulma gibi bazı aciz sıfatları akla getirmektedir ki, Ä°slam’da var olan “yaratıcıyı tüm beÅŸeri özelliklerden tenzih” yaklaşımı karşısında sınıfta kalmaktadır. 
 
Deistler için tek dönüÅŸ kuÅŸkusuz ki akılla, mantıkla, vicdan ve hikmetle anlaşılacak ''Ä°slâm dini''dir. 
 
Kaynak: www.dusunenmusluman.com

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.