Sosyal Medya

Yavuz Bahadıroğlu: Hilafeti kaldırma kararından sonra muhtelif ülkelerden tam dokuz 'çakma halife' ortaya çıktı

Önceki yazılarımızda hilafetin kaldırılma sürecini konuştuk. Bugün hayata yansımalarını konuşalım ve bu arada “hilafet kaldırılmasaydı ne olurdu?” sorusuna da cevap arayalım.



Hilafetin kaldırılışının ardından siyasi muhalefet başladı. Mustafa Kemal Paşa’nın yakın arkadaşlarından Dr. Rıza Nur üslubunu sertleştirdi: “Halifeliğin ilgası cinayet olmuştur... Halifeliğin ilgası çılgınlıktır” demeye başladı. 
 
Onun yanı sıra, geçmişte Mustafa Kemal Paşa ile kader arkadaşlığı yapan Rauf (Orbay) Bey, Refet (Bele) Bey ve Kazım Karabekir Paşa gibi isimler yollarını ayırdılar: Halk Partisi’nden ayrılarak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurdular. Bu hareketin en belirgin özelliği “gelenek ve inançlara saygılı” olarak kamuoyu önüne çıkmasıydı...
 
Fakat İsmet Paşa muhalefete alışık değildi. Kimliği hâlâ tartışılan “isyanlar” bahanesiyle, Türkiye’yi yıllar boyu inim inim inleten “Takrir-i Sukun” (4 Mart 1925) dönemini açacaktı. Bu kanuna dayanarak ve “irtica”yı bahane ederek Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kapattıracak, (17 Kasım 1924’de kurulan bu parti 3 Haziran 1925’te kapatıldı) yeniden İstiklal Mahkemeleri’ni kuracak, memleketi demir yumrukla idare etmeye başlayacaktı. Artık neredeyse yaşamak bile yasaktı!
 
Hilafetin kaldırılması, “Halifeyi kurtaracağız” diye savaşan Anadolu’da buruklukla karşılanmıştı. Yer yer tepkiler oluştu. Bu tepkiye karşı baskı da çok şiddetli oldu. Hemen her muhalif hareket ölümle bastırıldı. 
 
Halk hükümetten ürkmüştü. Bu ürküntü, “yönetilen kitle”yi “yöneten”lerinden (bir başka deyişle devlet milletten) büyük ölçüde kopardı. O kopuklukta ezan Türkçeleşti, din eğitimi veren kurumlarla tekke ve zaviyeler, hatta türbeler kapandı, bazı camiler satıldı, kimisi depo hatta parti merkezi olarak kullanılmaya başlandı. 
 
Bütün bunlar halkın kendi devletini sahiplenmesini güçleştirdi. Daha doğrusu dini ile devleti arasında tercihe zorlandığını hissetti ve yüreği yarıldı. Bu durum ise en azından kalkınmamızı sekteye uğrattı. Patinajlarla çok vakit kaybettik (Kalkınma hamlelerinin Demokrat Parti döneminde hızlanmasını, kısmi din özgürlüğünün hayata geçmesiyle ilişkilendiren pek çok sosyolog ve tarihçi var).
 
Hilafetin kaldırılması devletin hem dünya Müslümanları, hem de kendi milleti üzerindeki kontrol mekanizmalarını da sekteye uğrattı. İslam dünyasında, duygusal, moral ve siyasal açıdan müthiş bir başıboşluk dönemi açıldı. Bunu fırsat bilenÜrdün Haşimi Krallığı Türkiye’den “Mukaddes Emanetlerin” iadesini istedi. 
 
Diğer Araplar kendi hilafetlerini ilan etme peşine düştüler. Hilafetin kaldırılışından bir gün sonra 5 Mart 1924’te, İngiliz siyasetine de uygun olarak, Hicaz Kralı Hüseyin, halifeliğini top atışlarıyla ilan etti. İngilizler Türklerin hilafetini destekleyen Hint Müslümanlarına karşı halifeliğin Arap soyundan olması gerektiği tezini savunmaya başladılar. 
 
Bu arada Şam’da Hüseyin’in, Fas’ta Fas Sultanı’nın, Trablus’ta İtalyan Kralı’nın adı “Halife” unvanıyla birlikte anılmaya başlandı.Muhtelif ülkelerden tam dokuz “çakma halife” ortaya çıktı. İngiltere, Fransa ve İtalya, kaldırılan hilafet müessesesini kendi çıkarları yönünde kullanmak istediler.
 
Çoğu kez sembolik kalmakla birlikte, “halife”nin hem millet, hem de dünya üzerinde bir itibarı ve etkisi vardı. Hilafetin kaldırılmasıyla o etki kırıldı. O etki kırılınca, bundan en çok, İslam’ı ve onun temsilcisi saydıkları halifeyi kendi istiklallerine dayanak yapan Hint Müslümanları etkilendi. 
 
Çünkü Hindistan gibi, Müslümanların azınlıkta olduğu kıtalarda (o tarihte Pakistan henüz yoktur)  self-determinasyonun mutlaka dinî tabana dayanması gerekiyordu. Başka bir deyişle Uzakdoğu Müslümanları, bağımsızlığı dini temelde arıyorlardı. Zira Hindistan Müslümanları için İngiliz idaresinden çıkmak -Hindular karşısında- kurtuluş olmayabilirdi. İslam ve sonuçta hilafet Hind Müslümanlarının ayrı bir millet olarak kabul edilmelerini sağlıyordu. İşte bu nedenle, Müslüman Türkiye’nin, hilafet müessesesi vasıtasıyla, bölge Müslümanları üzerindeki hakimiyetini sürdürmesini arzuluyorlardı. 
 
Hilafet kaldırılınca Hint Müslümanları, İngiltere ve Hindular karşısında çok zor durumda kaldılar. O kadar ki, Hindu lider Pandit Jawahir Lal Nehru, Türklerin “din” yerine “milliyetçilik”i esas alıp laikleştiklerini, Hindistan Müslümanlarının da buna benzer bir “inkılap” yapmalarını, laikleşerek Hind milliyetçi hareketine katılmalarını ve bağımsızlık istemekten vazgeçmelerini savunmaya başlamıştı. 
 
Bu sebeple Hilafet Komitesi adına, Hintli Müslüman önderlerden Şevket Ali, Ankara’ya telgraf çekerek hilafetin kaldırılışı kararının yeniden gözden geçirilmesini rica etti. Fakat Cinnah,(Pakistan’ın kurucu önderi) İngiltere’nin, İslam milletleri arasında çıkabilecek anlaşmazlıkları kullanabileceğini göz önüne alarak yeni Türkiye’yi desteklediklerini, önemli olanın halkın Müslümanlığı olduğunu dünyaya açıkladı.  
 
Yeni Akit

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.