Özel / Analiz Haber
Kurbana değil saldırgana acımak, kurbandan taraf değil de saldırgandan taraf hissetmek, saldırganla özdeşleşmek mümkün olabilir mi?
Follow @dusuncemektebi2
Kurbana değil saldırgana acımak, kurbandan taraf değil de saldırgandan taraf hissetmek, saldırganla özdeşleşmek mümkün olabilir mi? Düşününce tüylerimizi diken diken eden bu durumun ilk bakışta olamayacağını düşünürüz genellikle, ama eğer saldırganı mükemmelleştirilmiş insanî değerlerle donatıp kurbanı ve hayatını da bu donatının aksesuarı haline getirebilen ve tutarlı görünen bir felsefenin gücünü arkanıza alırsanız, insanların kurbanı ve mağduru unutup saldırganla kendilerini özdeş hissetmelerini sağlayabilirsiniz.
Camus, öleceÄŸimizi bildiÄŸimiz halde hayatımıza deÄŸer vermemiz ve anlamsız olan hayata anlam katma çabamızın absürd olduÄŸunu söyler. Camus’nün Yabancı romanının kahramanı Meursault ÅŸöyle söyler: “Herkes bilir ki hayat yaÅŸamaya deÄŸmez. Aslına bakarsanız insan ha otuzunda ölmüÅŸ ha yetmiÅŸinde, pek önemli deÄŸildi.” (s109) (1). Meursault hepimizin zaman zaman içine düÅŸebildiÄŸi anlamsızlık hislerinin pençesinde kıvranırken mi böyle düÅŸünmektedir yoksa nihilizme mi sürüklenmektedir? Nihilizm onun benliÄŸini sarar ve ardından kendi sınırlarını aşıp baÅŸkasının hayatıyla ilgili hükümlerini de biçimlendirmeye baÅŸlarsa, yani nihilizmini dışsallaÅŸtırıp kendinde de geriye sadece absürd kavramı kalırsa nasıl bir Meursault karşımıza dikilecektir? Camus kahramanına cinayet iÅŸleterek bu sorunun cevabını bize verir. Camus’nün filozof kahramanının sonlandırdığı hayat, kahramanın kapıldığı absürd fırtınasında önemsiz bir ayrıntı olarak kalmalı mıdır bu noktada, yoksa o da felsefesi yapılmaya deÄŸer midir? Kurbanın nihilizmi kendi iradesi ile benimsemiÅŸ olduÄŸunu bilsek sorun kalmayacaktır ama nihilizm ona zoraki giydirilmiÅŸ bir elbise gibi durmaktadır, çünkü kurban, iliklerine absürdite iÅŸlemiÅŸ bir baÅŸkasının iradesi doÄŸrultusunda öldürülmüÅŸtür, kendi seçimini yapamamıştır. Aslında asıl absürd olan kurbanın durumudur. Ama eÄŸer biz saldırganın durumunu absürd olarak nitelersek bir suçu gözardı etmemize yolaçmaz mı bu durum, daha geniÅŸ boyutuyla da toplu kıyım ve soykırımların kapısını aralamaz mı?
1957 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Albert Camus’nün Yabancı romanı bizi bu yönden derin bir çeliÅŸki içinde bırakmaktadır. Romanın kahramanı, Cezayir’li bir Fransız olan Meursault, bir Cezayir’li Arap’ı umursamadan öldürür. Kendisi de Cezayir’li bir Fransız olan Camus, romanın felsefesini neden öldürülen Arap’ın hayatı üzerine deÄŸil de öldüren Fransız’ın üstüne kurar? Babasını hiç tanımadan büyümüÅŸ olan zavallı, yardımsever, saygılı Fransız saldırganın tüm insani yanları bizi saracak derecede ustaca ve ayrıntılı olarak verilirken kurbanın Arap olduÄŸunu bilmek dışında insani hiçbir özelliÄŸi romanda yansıtılmamıştır, okur onun ölümü üzerine hiç düÅŸündürülmez, inkarcı bir bakış açısı ile kurban hemen silinir gider. Babasını romanın kahramanı gibi hiç tanıyamadan 1 yaşında iken kaybetmiÅŸ olan Camus’nün bu romanı yazdığı 1942 yılından 3 yıl sonra Fransa, 1945 yılında Cezayir’de 1,5 milyon Arap’ın ölümü ile sonuçlanacak olan Cezayir bağımsızlık hareketini bastırma savaşını baÅŸlatacaktır.
Romanın bir sahnesinde, mahkemede savcı “hele bu adamda rastlanan türden bir kalpsizlik toplumu içine sürükleyecek bir uçurum halini alırsa” der (s97). Gerçekten de sanki romandan 3 yıl sonra romanın kahramanının kalpsizliÄŸi toplumu içine sürükleyecek bir uçurum halini almıştır ve daha 1 yıl önce iÅŸgalci Almanlar’ın istilasından kurtulmuÅŸ olan Fransızlar 1,5 milyon Cezayirli Arap’ın katledilmesine sessiz kalır, keza Camus de. Fransızlar ve Camus, romandaki gibi yoketme eylemini deÄŸil, tamamen baÅŸka ÅŸeyleri tartışırlar, katliam kurbanları romanda ölür ölmez silinip giden kurban gibi silinip gidiverirler Fransız halkının gözünde. Meursault aslında bir Arap’ı öldürmekten sanıktır ama mahkemede hakim, savcı, jüri üyeleri ve basın sanığın ahlaki yönüne ve aldırmazlığına odaklanmıştır. Savcı, “bu cinayetin kendisinde uyandırdığı dehÅŸetin, sanığın duygusuzluÄŸunun uyandırdığı dehÅŸetten daha çok olmadığını” söyler mahkemede (s98). Meursault’nun avukatının en fazla 1 yıl ağır hapisle kurtuluruz dediÄŸi dava baÅŸka bir yöne sapmıştır ve umulmadık konular yargılanmaktadır. Bir Arap’ın hayatından daha önemli olan nedir? Aslında kimse Arap’ın ölümü ile pek fazla ilgilenmemektedir, herÅŸey dönüp dolaşıp sanığın, annesinin ölümüne karşı kayıtsızlığı, annesinin ölümünden bir gün sonra hiçbirÅŸey olmamış gibi yaÅŸamını sürdürmüÅŸ olmasına gelip dayanmaktadır. Meursault’nun avukatı, “bu adamı anasını gömdü diye mi suçluyoruz anlayalım” diye isyan eder (s93). Ama savcı “anasını manen öldüren bir adam kendisini dünyaya getirenlerin canına kıyan kimse kadar insanlıktan çıkar (s98). Bugüne kadar bu güç görevimde hiçbir zaman bu derece kutsal ve amansız bir görev bilinciyle ve insana sadece korkunç ÅŸeyler esinleyen bu adamın karşısında duyduÄŸum türden bir nefretle, bu derece kendimi dengelememiÅŸ ve rahat olmamıştım” (s99) diyerek idam talebinde bulunur. Ancak savcının gayreti ve Camus’nün vicdanı, yine de sanığın kalpsizliÄŸinin yarattığı uçuruma düÅŸmekten kurtaramaz Fransızlar’ı. Hastalık artık bulaÅŸmış, Fransız toplumu da absürde kapılmış ve baÅŸka toplumların iradesi dışında onlara nihilizm ihraç etmek zorunluluÄŸu içine girmiÅŸtir. Camus bu durumu çok önceden bilinçsizce teÅŸhis edip romanlaÅŸtırmış ve yaklaÅŸan kıyımın haberini vermiÅŸtir.
Romanda Arap’ın ölümüne karşı Fransızlar’ın takındığı tavır ile Fransız kamuoyu ve Camus’nün 1,5 milyon Arap’ın öldürülmesine karşı takındıkları tavır arasında da ilginç benzerlikler vardır. Camus Cezayir olayları ile ilgili, doÄŸup büyüdüÄŸü toprakların insanlarının yanında deÄŸil, olayların faili olan Fransız devletinin yanında olmuÅŸtur. Cezayir bağımsızlık hareketini, paranoid bir bakış açısı ile, Sovyetler BirliÄŸi ve Arap MilliyetçiliÄŸi’nin demokrasinin beÅŸiÄŸi özgür Avrupa’yı güneyden kuÅŸatma projesi olarak görmüÅŸtür ve bu nedenle Cezayir’in tam bağımsızlığına karşı çıkmıştır. Ä°spanya’nın FaÅŸist yönetimden kurtulması için uÄŸraÅŸan Camus’nün Cezayir’in bağımsızlığı sözkonusu olduÄŸunda takındığı tavır çifte standartlı iç dünyasını belli etmektedir. Camus Sovyetlere karşı DoÄŸu Almanya, Polonya, Macaristan’daki tüm ayaklanmaları desteklemiÅŸtir. Romanın kahramanı gibi hem çok iyi hem de çok kötüdür.
Romanda dikkat çeken ÅŸeylerden biri de Fransız kahramanların insani ve ruhsal derinlikleriyle ele alınırken Arap kahramanların ele alınış biçiminin oldukça yüzeysel olmasıdır. Hatta bay Salamano’nun köpeÄŸinin duygusal dünyası bile önemli bir ayrıntı haline gelir. Buna ek olarak romanın karakterleri ile ilgili önemli bir yarılma da dikkati çeker; karakterler iki gruba ayrılmış gibidir: Fransız, isimleri olan, ayrıcalıklı, duygusal ve felsefi derinliÄŸi olan, ÅŸiddet uygulayan birinci grup ile Arap, isimsiz, ÅŸiddete maruz kalan, yaÅŸama hakkı bile tartışmalı, duygusal ve felsefi derinliÄŸi olmayan ikinci grup. Bay Salamano köpeÄŸini sürekli döver, komÅŸu Raymond Sintés bir Arap kadını kullanır, döver, Meursault Raymond’un lehine tanıklık yapar ve polis Arap kadına uygulanan ÅŸiddet karşısında saldırgan Fransız’a sadece uyarı cezası verir, Raymond ve arkadaşı Masson Arap kadının erkek kardeÅŸi ve arkadaşını bir güzel döverler, en sonunda da Meursault Arap kadının kardeÅŸini dört kurÅŸun sıkarak öldürüverir. Araplar’a yönelik ÅŸiddetin ve öldürme eyleminin hiçbir vicdani muhasebesine rastlanmaz romanda, çünkü bütün saldırganlar absürd kılıfının arkasına saklanmıştır. Asıl absürd olan kendi vatanında yaÅŸayan yerli halkın iÅŸgalci baÅŸka bir halk tarafından baskıya ve zulme maruz kalması deÄŸil midir? Camus yaklaÅŸmakta olan felaketin farkına vardığı zaman zulmedenlerin absürd kılıfına sığınacaklarını farketmiÅŸ ya da daha acı olanı onlara absürd akımından bir kılıf hazırlamıştır. Bu kılıf tamamen felsefi bir motiftir, ama aynı zamanda haçlı seferleri ve cihad eylemindeki dinsel motifler gibidir de, yani öldürmeyi haklı gösterir bir yerde, yoketme hakkı tanır, öldürme ve yoketmenin yarattığı acıları gizler, kurbanların durumundan daha önemli hale getirilir saldırganın sorunları. Absürd felsefesinin de dinsel saldırganlıktaki gibi saldırıyı ve saldırganı kutsadığını, yücelttiÄŸini görüyoruz dikkatle düÅŸününce, çünkü romanı okurken maÄŸdurların çektiÄŸi acılara zerre kadar odaklanmadan varsa yoksa saldırganın hayatı, çıkmazları, acıları öne çıkıyor okuyan için, bir yerde saldırgana acıyacak hale bile geliyorsunuz kanı dökülenleri unutup.
Ateist bir filozofun felsefesi nasıl dinsel bir felsefeye bu kadar yakın olabilir? Saldırganın yüceltilmesi zorunluluÄŸu mu? Sömüren kendisini haklı hissedebilmek için kendine güç verecek bir zemin yaratmak zorundadır, yoksa uygulamak zorunda kalacağı ÅŸiddeti kendisinin ve baÅŸkalarının gözünde mazur gösteremez, vicdanı ile baÅŸa çıkamaz. Bunun için sömüren, kendisini yüceleÅŸtirecek kavramlar yaratmaya çalışır; o iyi, zeki, geliÅŸmiÅŸ, medeni, duyguları olan ve bütün bunlar nedeniyle yaÅŸamayı hakedendir, tıpkı Yüzüklerin Efendisi eserindeki Elf’ler, Hobbit’ler gibi. Sömürülen ise ikinci sınıf, geri, düÅŸünsel ve duygusal derinliÄŸi olmayan ve bunların sonucunda da yaÅŸama hakkı olmayandır, tıpkı Yüzüklerin Efendisi eserindeki Org’lar gibi. Sömürmeye niyetli olanlar inanç zeminlerini bu biçimde kurunca sömürmeleri kolaylaşır. Ä°ÅŸte bu yüzden, yani bir filozofun felsefesi bir inanca dönüÅŸtüÄŸü için dinsel bir motife benzemeye baÅŸlar. Romanın kahramanı gibi çeliÅŸkileri içinizde büyütmeye baÅŸlarsınız, Meursault gibi Fransızlar ya da diÄŸer sömürgeciler de iyiyi ve kötüyü birarada barındırmaktadırlar. Kendi ülkesi içinde ve kendisi gibi olanlar için sonsuz özgürlük, adalet, hoÅŸgörü sunan bir millet baÅŸkasına karşı acımasız bir yokediciye dönüÅŸür. Meursault iyi bir evlat, komÅŸu, sevgili, memur, dost iken aynı zamanda katildir de.
Absürd, maÄŸdurun hayatını deÄŸil de saldırganın hayatını okumak amacıyla kullanılmaya baÅŸlanınca tetikçinin desteÄŸi haline gelir. Hayat anlamsızdır, saçmadır inancı olan bir tetikçi için kendi ölümü kadar sömürülecek, ikinci sınıf olanların ölümünü benimsemek de kolaylaşır, otuzumda ölsem ne olur yaÅŸasam ne olur, yaÅŸasalar ne olur yaÅŸamasalar ne olura dönüÅŸür. Bu noktada makine gibi adam öldürebilecek bir tetikçiyi yaratmış olursunuz. Ä°nsanı her türlü deÄŸerinden sıyırıp bir tetikçi, bir terörist haline getiren bu süreç Fight Club (DöÄŸüÅŸ Klübü) filminde de çok güzel iÅŸlenmiÅŸtir. BaÅŸkalarına rahatlıkla eziyet edebilmenin yolu kendi hayatını önemsememekten geçer. Bourne Identity adlı filmde ise özenerek yetiÅŸtirilmiÅŸ bir tetikçinin (Jason Bourne) insani deÄŸerlerden sıyrılamamasının iÅŸini nasıl aksattığı çok güzel anlatılmaktadır, kendisini ve baÅŸkalarını hala sevebiliyor olması öldürürken tutukluk yapmasına neden olur.
Camus, Yabancı adlı romanında içinde yetiÅŸtiÄŸi toplumu iyi analiz etmiÅŸ ve toplumun yapısının bir felaketi hazırladığını görmüÅŸtür ama bunu açıklıkla belirtmektense güçlünün safına geçip Nobel Edebiyat Ödülü’ne doÄŸru yürümüÅŸtür. Bir komünist, Cezayir’li bir Fransız, kendi deyimi ile bir “kara ayak” olmaktan kurtulup birleÅŸik, özgür, üstün ve kaçınılmaz olarak emperyalist Avrupa idealinin peÅŸinde koÅŸmaya baÅŸlamıştır, sanki Yabancı romanında Camus Meursalt’ya Arap’la birlikte içindeki “kara ayağı” da öldürtür. ÇaÄŸdaşı olan ve onaylamadıkları halde isimleri birlikte anılan Jean Paul Sartre ise siyasi duruÅŸuna ve eserlerine zarar vereceÄŸinden kaygılandığını belirterek Nobel Edebiyat Ödülü’nü reddetmiÅŸtir. Sartre’a göre bu ödülü tercih etmek aynı zamanda siyasi ve felsefi bir tercihtir ve bu tercih insanı Sartre’ın hoÅŸlanmadığı bir yönde dönüÅŸtürür. Camus, Sartre’ın endiÅŸe duyarak kaçındığı bu tercihi ve sonrasında da dönüÅŸümü yapmış olmalıdır. Kimbilir belki de Nobel’i tercih etmenin bir düÅŸünürü ne hale getirdiÄŸini yakınındaki Camus’de gözleyen Sartre, bundan gereken dersi çıkartmış ve reddini bu derse dayandırmıştır.
Dr. Mutluhan Ä°zmir, Bilim ve Ütopya Dergisi
Henüz yorum yapılmamış.