Sosyal Medya

Güncel

Kâbe’yi ilk görüş ve evrenin hareketine katılış: Tavaf*



Ecyad kapısından girip Kâbe’ye doÄŸru ilerlemeye baÅŸladık. Ayakuçlarımıza bakarak yürüyoruz. Başımız yere dönük. Bir noktaya geldiÄŸimizde “Åžimdi karşınıza bakın” dedi, Asım Hoca. Başımı kaldırdım. “Allah'ım!” dedim. Kelime kendiliÄŸinden çıktı aÄŸzımdan.
 
Hıçkırıklar, gözyaÅŸları, iniltiler, dualar, tekbirler, salavatlar… Kimse kendinde deÄŸil. Herkes yanındakini unuttu. Allah'ın evi ile baÅŸ baÅŸa, karşı karşıya… Ä°ÅŸte karşımda. Yıllarca büyüklerimden dinlediÄŸim, ekranlardan izlediÄŸim, fotoÄŸraflarına ve afiÅŸlerine hayranlıkla baktığım, hakkında kitaplar okuduÄŸum, namazlarda yüzümü döndüÄŸüm Allah'ın evi, Beytullah karşımdaydı. Hz. Âdem'in inÅŸa ettiÄŸi, Hz. Ä°brahim'in oÄŸlu ile beraber imar ettiÄŸi, Peygamber Efendimizin elinin deÄŸdiÄŸi arzın merkezi karşımdaydı.
 
GözyaÅŸlarımı tutamadım. Kâbe’ye yaklaÅŸtıkça kalbimin Allah'a yaklaÅŸtığını hissettim. Burası âlemin kalbi gibiydi. Dünyanın dört bir yanından gelen Müslümanlar, onun etrafında tavaf ederken sanki evrendeki harekete uyum saÄŸlıyorlardı. Her ÅŸey dönüyordu. GüneÅŸ, ay, dünya ve diÄŸer gezegenler… Åžimdi Müslümanlar da bu ahenge uymuÅŸ, onlar da dönüyordu. Kefen gibi beyaz ihramlarıyla sanki ölümden sonra diriliÅŸi canlandırıyorlardı. Beyaz tenliler, esmerler, sarışınlar, çekik gözlüler, Araplar, Kürtler, Türkler, Afrikalılar, Asyalılar, Avrupalılar… Irk, dil, renk farklılıklarına aldırmadan, dünyanın en güzel gökkuÅŸağını andırıyorlardı. Küçük, büyük, kadın, erkek, herkes kendini Kâbe’nin etrafındaki akıntıya kaptırmış, dillerinde dualar, gözyaÅŸlarıyla Allah'a yalvarıyorlardı. Bu atmosferi görünce duygusallık bütün benliÄŸime hâkim oldu. Ellerimle Kâbe kapısının eÅŸiÄŸine tutunup aÄŸlamak istedim.
 
Efendimiz gözlerimin önüne geldi. O da bir zamanlar ÅŸu eÅŸikten Kâbe’nin içine girmiÅŸ, içindeki putları kırdırıp dışarı attırmıştı. Ellerimi eÅŸik üzerinde gezdirip onun ayaklarının bastığı yerlere ellerimle dokunmak istiyordum. Nice güzel insanlar buradan gelip geçmiÅŸler. Hz. Âdem, Hz. Ä°brahim, Hz. Ä°smail, Hz. Salih, sahâbiler, sâlihler, âlimler, ÅŸehitler… Åžimdi onların geçmiÅŸte bulunduÄŸu aynı mekânda biz de bulunacaktık. Onların dokundukları yerlere dokunacak, onların gezindiÄŸi yerlerde gezinecek, onların secde ettikleri yere secde edecektik.
 
Ey Allah'ım! Nasıl bize bu dünyada peygamberlerin, sâlihlerin, sıddıkların, ÅŸehitlerin ve nice güzel insanların bulundukları bu mekânda bulunmayı nasip ettiysen, cennette de onlarla aynı mekânda bulunmayı nasip et!
    
Sadece gözümüzü deÄŸil gönlümüzü de Kâbe’ye çevirelim
 
Siyah örtüsü yerden yarısına kadar açılmış olan Kâbe’nin siyah taÅŸları görünüyordu. Kâbe, sanki eteklerini açmış da bütün Müslümanları ilahi bir merhametle etekleri altında toplanmaya çağırıyordu. Gelenlerin, siyah duvar taÅŸlarına dokunmasına izin vererek asırlar önce buraya gelip bu taÅŸlara dokunanlarla ellerimizin ve gönüllerimizin buluÅŸmasını istiyordu. Yönümüzü ona çevirdiÄŸimiz gibi, gönlümüzü de ona çevirmemizi bekliyordu. Siyah Kâbe’nin etrafında insanlar yuvarlak su dalgalarını andırır ÅŸekilde tavaf ediyorlardı. Birazdan biz de o dalgaların arasında kaybolacaktık. Müslüman olmanın, kardeÅŸ olmanın, ümmet olmanın coÅŸkusunu yaÅŸayacaktık. Sonsuz hareket, sonsuz dönüÅŸün sembolü olan tavafa biz de katılacaktık. Fakat yuvarlak dalgaların neresinden baÅŸlayacak, harekete nereden katılacaktık?
 
Kâbe saray deÄŸil.
 
Kâbe villa deÄŸil.
 
Kâbe ev bile deÄŸil.
 
Sadece bir oda. Siyah boÅŸ bir küp.
 
Anladım ki sadelik, yücelikmiÅŸ.
 
GösteriÅŸ ve süs gidici, sadelik kalıcıymış.
 
Kâbe, sonsuzluÄŸu iÅŸaret ediyor dinleyene.
 
Gönlünün kapılarını açanlara çok ÅŸey söylüyor:
 
“Yola çıktın ve bana geldin. Ne oldu? Yolculuk bitti mi? Hayır, devam et. Allah'a yönel. O her yerdedir. Ben bir iÅŸaret taşıyım sadece. Sen O’nu ara. Sen O’na yaklaÅŸ. Sen kalben O’na yaklaÅŸmaya çalışırsan, O sana daha çok yaklaşır. Sen O’nu ararsan O seni bulur. Her yer O’nundur. Her ÅŸey O’nun. Ben O’nun eviyim, sen O’nun kulusun. Durma! Hareket et. Durursan ezilirsin. Yola çık. Yola gir. Yürümezsen varamazsın. Hareket etmezsen bulamazsın. Dön! Beni sol tarafına al, kalbinin olduÄŸu yere. Arınmış kalpler de Allah'ın evidir. Allah'ın ayetleri oraya iner. Yedi defa dön.  Dönerken dua et, hamd et, zikret, tesbih et. Namazdaymış gibi davran.”
 
“Allah'la baÅŸ baÅŸasın. Ä°nsanlarla konuÅŸmayı bırak. Bırak akıntıya kendini. Kendinden geç. Benim yörüngemden çıkmadıkça kaybolmazsın. Kalbinin yörüngesinden çıkmadıkça kaybolmazsın. Ben yönünü bulmak isteyenler için bir iÅŸaretim. Allah'ın rızasına giden yolu iÅŸaret ederim. “Hacerü’l Esved/siyah taÅŸ” bir iÅŸaret. Harekete katılmak isteyenlere baÅŸlangıç noktasını iÅŸaret eder. Ben yön gösteririm. Ama benim bir yönüm yoktur. Küpüm. KöÅŸelerim vardır. Ä°ÅŸte Hacerü’l Esved köÅŸem burada. Buradan baÅŸla.”
  
 
Artık dinginlik var
 
Artık yorgunluk yok, sakinlik var, dinginlik var. Kardeşim Enes bile sakinleşti. Durmadan soru soran Enes, sustu. O da insan seline uyum sağladı.
 
“Hadi baÅŸlıyoruz. Ellerinizi kaldırın. Kâbe’yi selamlayın. Hacerü’l Esved'i selamlayın. Ona tarih boyunca el sürenleri selamlayın. BaÅŸlıyoruz.”
 
Bismillahi Allahu Ekber!
 
Allah'ım her ÅŸeye senin adınla baÅŸladığım gibi tavafa da senin adınla baÅŸlıyorum. Sen en büyüksün. Senin üstüne büyük tanımıyorum. Senden baÅŸka ilah tanımıyorum. Senin adını anınca seni yanımda buluyorum. Senin yardımını yanımda buluyorum. Bu yürüyüÅŸümde bana yardım et. Benimle ol. Kalbim seninle olsun.
 
Ben kulum, sen var edensin.
 
Ben eksiğim, sen eksiklerden uzaksın.
 
Ben zayıfım, sen güçlüsün.
 
Ben az bilenim, sen her ÅŸeyi bilensin.
 
Sen her ÅŸeyi gören, sen her ÅŸeyi duyansın.
 
Dualar, gözyaÅŸları…
 
Kâbe’nin dibinde, insan selinin içinde, Müslüman kardeÅŸlerimin arasında, toplu ibadet etmenin, aynı yolu yürümenin, aynı yörüngede dönmenin huÅŸuûnu yaÅŸamalıydım. Yedinci dönüÅŸü, baÅŸladığımız yerde, Hacerü’l Esved taşının karşısında tamamlayınca tavafımızı bitirmiÅŸ olduk. Hareket halindeki kalabalığın arasından geçip Kâbe’nin kapısına vardık. Ellerimizle kapının eÅŸiÄŸinden tutunup Kâbe’nin taÅŸlarını öpüp yüzümüzü sürdük. Kâbe’nin örtüsünden insanı ferahlatan güzel bir koku yayılıyordu. Kokuyu içimize çektik. Ä°çimize de sinsin, unutmayalım diye bir daha, bir daha çektik. Tavafın başından bu yana üzerimizdeki ihramı, sol omuzumuz kapatıp saÄŸ omuzumuzu açıkta bırakacak ÅŸekilde çapraz örtmüÅŸtük. SaÄŸ omuzumuz ve pazılarımız açıktı.
 
SaÄŸ omuzun ve pazıların açıkta bırakılması bir güç gösterisiydi. Kâbe’ye yakın duran sol yanımız, yani kalbimiz merhameti temsil ederken. SaÄŸ yanımız, yani pazımız gücü temsil ediyordu. Peygamber Efendimiz de böyle yapmış. Asım Hoca dedi ki:
 
“Resûlullah Efendimiz Medine'ye hicret edince; Mekkeli müÅŸrikler onun ardından yalan, iftira, dedikodu üretmeye devam ettiler. ‘Medine'de yiyecek ekmek bulamıyorlarmış, kıtlık varmış, açlıktan ölüyorlarmış, zayıf düÅŸmüÅŸler’ diyorlarmış.  Resûlullah, gelip Mekke'yi fethedince, önce Kâbe’nin içindeki putları kırdırıp Kâbe’nin içini temizletmiÅŸ. Kâbe’yi putların iÅŸgalinden kurtarmış. Ataları Hz. Âdem, Ä°brahim, Ä°smail ve Hacer’den kalan emaneti geri almış, sonra tavaf etmiÅŸ. Tavaf ederken müÅŸriklerin uydurdukları dedikoduların yalan olduÄŸunu, açlık ve kıtlık çekmediklerini ispat etmek için, Müslümanların saÄŸ omuzlarını ve pazılarını açmalarını istemiÅŸ. O Rahmet Peygamberi idi. Fakat onun rahmet dilinden anlamayanlara gösterecek güçlü bir pazısı da vardı. MüÅŸrikler savaÅŸ meydanlarından hatırlarlar ve tanırlardı bu pazıları.
      
Ümmetin bir parçası olmak…
 
Tavaf namazı için hareket alanının dışına çıkmamız gerekiyordu. Hareket halindeki insan dalgasının dışına çıkmak kolay deÄŸildi. Ä°ster istemez bazen elimiz, ayağımız veya omuzumuz diÄŸer insanlara çarpıyordu. BaÅŸka yerlerde olsa bu durum kimi insanlar için tartışma ya da kavga sebebidir. Fakat ben sabrın ve anlayışın bu kadar ön plana çıktığı, bütün insanları kuÅŸattığı böyle bir ortam görmedim. Birbirine çarpan insanlar, tebessüm ederek ve bir selam iÅŸaretiyle tavaflarına devam ediyorlardı. Tavaftaki küçük çocuklar ilgi odağı oluyordu. Ellerine küçük ikramlar tutuÅŸturuluyor, baÅŸları okÅŸanıyor, yanakları sıkılıyordu. Yürümekte zorlananlara yardım ediliyor, sıcaktan terleyenlere mendil ve su uzatılıyordu. Merhamet ve yardımseverlik duygusunu iliklerinize kadar hissediyordunuz.
 
Ümmetin bir parçası olmak, kardeÅŸlik denizinde kaybolmak, yan yana, omuz omuza olmak, müthiÅŸ bir duyguydu. Åžehrin genelinde durum farklı olsa da Mescid-i Haram’ın temizliÄŸine çok özen gösteriliyordu. Kadın ve erkek yüzlerce temizlik görevlisi, sürekli hareket halinde, nerede bir çöp veya bir kir görseler hemen müdahale ediyorlardı. Küçük, motorlu temizlik araçları sürekli devriye geziyordu. Kameralarla her yer izleniyor ve olumsuzluklar hemen gideriliyordu. Temizlik görevlilerinin çoÄŸu BangladeÅŸ ve Pakistan’dan gelmiÅŸ, fakir ama sabırlı, güler yüzlü iÅŸçilerdi.
 
Bunların masum bakışları ve iÅŸlerini severek yapmaları, Türkiye'den gelen hacıların dikkatini çekiyor ve onları çok etkiliyordu. Hacılar ellerini ceplerine atıp bol bol sadaka veriyorlardı.
 
Tavaf namazı kılmak için Kâbe yakınlarında boÅŸ bir yer bulmak çok zordu. Safa tepesine doÄŸru ilerledim. Osmanlı revaklarına yakın bir yerde, yüzümü Kâbe’ye doÄŸru dönüp namaz kıldım. Uzun uzun Kâbe’yi izledim. Tavaf eden Müslümanlara baktım. Derin hülyalara daldım… (Devam edecek-Ä°nÅŸaallah)
 
*Yol: Sen O’nu ararsan O seni bulur, Kitaparası yayınları
Kaynak: Ä°smail DemirbaÅŸ, (www.dunyabizim.com)
 
 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.