Özel / Analiz Haber
Şükrü Hanioğlu: Millîlik ve yerlilik 'Asya değerleri'ne dönüşmesin
Follow @dusuncemektebi2
Siyasetimizin belirgin hususiyetlerinden biri de fazlasıyla sığ bir entelektüel zemine dayanmasıdır.
Osmanlı son döneminden bu yana kaleme alınan siyasal örgütlenme programları felsefî derinliÄŸe sahip olmamalarının yanı sıra "kavramlar"ı tanımlamadan ya da son derece muÄŸlak yorumlar çerçevesinde kullanmıştır.
Gerçek anlamda entelijensiyanın bulunmadığı, entelektüel tartışmanın "üretemeyen" ama "aktaran" literati tarafından icra edildiÄŸi bir toplumda bu ÅŸaşırtıcı deÄŸildir.
Söz konusu "entelektüel zemin yoksunluÄŸu"nun, "siyaset"in araçsallaÅŸtırdığı "kavramlar"ın tartışılması ve yorumlanmasında önemli sorunlara neden olduÄŸu açıktır. ÖrneÄŸin, siyasetimizin araçsallaÅŸtırdığı "muhafazakârlık," "sol," "sosyal demokrasi," "milliyetçilik" benzeri kavramlar son derece muÄŸlâk ve akışkan tanımlar üzerinden tartışılmaktadır. Bunun neticesinde söz konusu kavramların siyasallaÅŸtırılması slogan üretme ve "karşıtlık" ötesine gidemeyen demagojik düÅŸünsel karmaÅŸaya dönüÅŸmektedir.
Kültür ve medeniyet
Güncel siyasetimizde yoÄŸun biçimde kullanılmaya baÅŸlayan "millî" ve "yerli" kavramları da böylesi bir düÅŸünsel çerçevede tartışılmakta ve siyasallaÅŸtırılmaktadır.
Bunun neticesinde "yerellik," "yerlilik," "millîlik," "milliyetçilik," "anti-emperyalizm," "geleneÄŸi sahiplenme," "muhafazakârlık" benzeri kavramlar birbirlerinin eÅŸanlamlısı olarak kullanılmakta, bu düÅŸünsel karmaÅŸadan da "slogan" düzeyinde siyasal hedefler üretilmektedir.
Bu tür bir tartışma neticesinde gelinen noktada "millî ve yerli olmak," II. Abdülhamid döneminin de dahil edilebileceÄŸi Tanzimat sonrası modernleÅŸme siyasetlerinin karşıtı, on dokuzuncu asır Alman "kultur" kavramsallaÅŸtırması gibi demokratik deÄŸerlerle ifade olunan "medeniyet"ten ayrılan bir "özgün deÄŸerler sistemine" atıfta bulunmaya baÅŸlamıştır. Bu "özgünlük" ise kendi hususiyetlerinden ziyade aynı muÄŸlâklıktaki bir "Batı" kavramsallaÅŸtırmasının "deÄŸerleri"ne karşıtlık üzerinden ÅŸekillenmektedir.
Bu açıdan deÄŸerlendirildiÄŸinde "millîlik ve yerlilik", yirminci yüzyıl sonunun, kaba Weberyen bir "ahlâk" yaklaşımıyla da desteklenen "Asya DeÄŸerleri" benzeri bir kavramsallaÅŸtırmaya evrilebilme potansiyelini taşımaktadır.
Bunun ise ÅŸiddetle kaçınılması gereken bir geliÅŸme olacağı izahtan varestedir.
Asya deÄŸerleri
1990'lı yıllarda olaÄŸanüstü bir hızla geliÅŸen, Dünya Bankası'nın kullandığı ifade ile "kalkınma mucizeleri yaratan" DoÄŸu Asya ekonomilerinin baÅŸarıları tartışılırken, bunun arka planında "birey"in önüne "toplum"u geçiren, "rekabet" yerine "dayanışma"yı teÅŸvik eden, "sadakat" ve "itaat" benzeri davranış biçimlerini yücelten bir "deÄŸerler manzumesi" olduÄŸu tezi yaygın kabul görmüÅŸtü.
Bu yaklaşım, Weber'in giriÅŸimcilik ve sermaye birikimine engel olduÄŸunu düÅŸündüÄŸü Konfiçyüsçü deÄŸerlerin tersine bir iÅŸlev gördüÄŸünü iddia etmekle kalmıyor, onlar üzerinden açıklanan "Asya deÄŸerleri"nin, Fukuyama'nın "tarihin sonu" tezinde mündemiç, Batı merkezli "seküler liberalizm"in "sonsuza kadar sürecek tartışmasız egemenliÄŸi"ne alternatif oluÅŸturduÄŸunu da savunuyordu.
Fukuyama ve Huntington'ın "kültür" ve "uygarlıklar" temelli yaklaşımlarının revaç bulduÄŸu bir dünyada böylesi bir tahlilin ilgi uyandırması doÄŸaldı.
Malezya'da Mahazir bin Muhammed, Singapur'da Lee Kuan Yev, Japonya'da Eisuke Sakakibara benzeri siyasetçi ve iktisatçılar "hızlı kalkınma"yı "kültürel özgünlük"ten yola çıkarak açıklarken bunun yanı sıra SoÄŸuk SavaÅŸ sonrasında ABD'nin evrensel deÄŸerleri küresel egemenlik yolunda araçsallaÅŸtırmasına da karşı çıktıklarını düÅŸünüyorlardı.
GördüÄŸü ilgiye karşılık "Asya deÄŸerleri" kavramsallaÅŸtırmasının anlamlı bir tahlil aracı sunmadığı ve popüler bir slogan olmanın ötesine geçemeyeceÄŸi ortadaydı. Amartya Sen'in derinlikli bir analizle vurguladığı gibi ekonomik geliÅŸmeyi böylesi indirgemeci ve muÄŸlâk bir kavramsallaÅŸtırma üzerinden açıklayabilmek mümkün deÄŸildi.
Nitekim bu mekanik sebep-netice iliÅŸkisi 1997 Asya Finans Krizi sonrasında bir kenara bırakılmış, unutulmaya yüz tutmuÅŸtur.
"Asya DeÄŸerleri"nin "kalkınma" alanındaki açıklayıcılığının bir kenara bırakılmasına karşılık "Batı hegemonyasındaki bir dünyanın oluÅŸumu önündeki engel ve ona alternatif" olarak siyasallaÅŸtırılması sürdürülmüÅŸtür.
Bu ise "demokrasi karşıtı" siyaset arayışlarının düÅŸünsel zeminini oluÅŸturmuÅŸtur.
Tayvan eski cumhurbaÅŸkanı Lee Teng-hui "Asya deÄŸerleri"nin, son tahlilde, otokratik siyaset aracı olarak kullanıldığını vurgularken önemli bir noktaya parmak basmıştır.
Nasıl siyasallaştırılmalı?
Türkiye'de deÄŸiÅŸik anlamlar yüklenen, tanımları muÄŸlâk "millî" ve "yerli" kavramsallaÅŸtırmalarının "Asya deÄŸerleri"ne benzer ve demokrasi karşıtı bir siyasal yaklaşıma evrilmesi önemli sorunları beraberinde getirebilir.
Bu kavramsallaÅŸtırmalar, "Batı"nın coÄŸrafyasına müdahalesinden endiÅŸe duyan, onun deÄŸiÅŸik mehâfilinde revaç bulan Ä°slâmofobik "medenîleÅŸtirme misyonu"nu deÄŸerlerine yönelik saldırı olarak gören bir toplumda, "üniversel deÄŸerler"in "emperyalizm hizmetinde söylemler" olarak deÄŸerlendirilebilmesine yol açabilmektedir.
Bu endiÅŸelerin bütünüyle yersiz olduÄŸunu söyleyebilmek mümkün deÄŸildir. "Diyalog," "insan hakları" ve "özgürlük" söylemini deÄŸiÅŸik kapıları açan maymuncuk olarak kullanan kapalı ve güdümlü bir yapının kanlı "devir-teslim" giriÅŸiminin doÄŸurduÄŸu tepkiler de bu kuÅŸkuları tahkim etmiÅŸtir.
Buna karşılık "insan hakları," "özgürlükler" ve "çoÄŸulculuk"u küresel güçlerin araçsallaÅŸtırdığı "yabancı söylemler"e indirgemek, "özgün deÄŸerlerimiz"in bu alanlarda daha anlamlı alternatifler sunduÄŸunu varsaymak bizi uzun süreli çabalarımıza raÄŸmen baÅŸaramadığımız "liberal demokrasi eÅŸiÄŸini geçme" hedefinden uzaklaÅŸtıracaktır.
Bu çerçevede yaklaşıldığında "millî" ve "yerli" kavramlarının böylesi yorumlara tabi tutulmasının "Asya deÄŸerleri" benzeri bir iÅŸlev göreceÄŸini belirtmek yanlış olmaz. Dolayısıyla bu kavramların muÄŸlâklığı giderilirken onların "üniversel deÄŸerler"e seçenek oluÅŸturmadıklarının vurgulanması anlamlıdır. Bu yapılırken "üniversel" olanlara ancak "millî ve yerli" deÄŸerlerin törpülenmesiyle ulaşılabileceÄŸi tezinin de anlamsız olduÄŸu dile getirilmeli, bunlar arasında "çatışma" deÄŸil "uyum" ve "baÄŸdaÅŸtırma" temelli bir iliÅŸki geliÅŸtirilmelidir.
ZikrettiÄŸimiz gibi "Asya deÄŸerleri" deÄŸiÅŸik toplumlarda "demokrasi"yi sorgulayan ve otoriter eÄŸilimlere zemin hazırlayan yaklaşımların düÅŸünsel arka planını inÅŸa amacıyla iÅŸlevselleÅŸtirilmiÅŸtir.
"Millî ve yerli" kavramlarının benzer biçimde siyasallaÅŸtırılmasının önüne geçmek uzun vâdeli "demokratikleÅŸme" hedeflerimiz açısından zorunludur.
Bunun yapılabilmesi her ÅŸeyden önce "millî ve yerli"nin slogan düzeyinin ötesine geçen tanımlar üzerinden kavramsallaÅŸtırılmasına baÄŸlıdır. Siyasetin "mega söylemler" etrafında yapıldığı ama onların içinin "hamaset" ile doldurulduÄŸu bir toplumda bunun gerçekleÅŸtirilmesinin zorluÄŸu ortadadır. Buna karşılık bunun yapılmamasının, "düÅŸünsel karmaÅŸa yaratma" ötesine giden neticeler doÄŸuracağını unutmamak gerekir.
Sabah ArÅŸiv
Sedat Akyüz
Ağustos 07, 2019 Çarşamba 21:47
Hususiyet kelimesinin en ziyade siyasetimizin zaafları beyana kısaları gibi kelimeler meramı daha iyi ifade eder diye düşünüyorum Zira hususiyet daha çok olumluluk ifade eder daha yazıyı okumadan dikkatimi çeken bu oldu