Özel / Analiz Haber
Alev Alatlı: Türk insanının da “kul” olmaktan geçip, “insan” olmaya karar vermişliğinin en kesin kanıtıdır aleni eşcinselliğin böylesine tescili!
Yazının başlığı belki de, “Gözün aydın!” olmalıydı! Düştün, kalktın, yaralandın, debelendin, hırpalandın, miden bulandı, başın döndü, için acıdı, için katıldı ama iki yüz yıllık modernleşme serencamının son durağına da eriştin Türkiye!
Ülkemizin ilk “Gay-Lesbiyen Öğrenci Kulübü”nü kurmayı başardın, “insan hak ve tercihlerine saygılı” bir toplum olduğunu tartışılmaz bir biçimde kanıtladın! Üstelik, askeri ya da sivil bir darbe ya da YÖK dayatması olmaksızın, ülkenin en zengin beşinci(1) yükseköğretim kurumu olan “Bilgi Üniversitesi”nde, üstelik 8.887 öğrenci velisinden sadece 10-15 kadarının tepki gösterdiği, mükemmel bir mutabakat ortamında!
Yardımcı Doçent Dr. Halit Kakınç, ki, kendileri Öğrenci Dekanı’dırlar, “Onları /yani, erkek ve dişi eşcinselleri/ yoksaymamız ve kulübünün kurulmasına izin vermememiz, insan hakları ihlâli olurdu,” demişler,(2) “Türk toplum yapısına ters düştüğü için 10-15 veli tepki gösterdi /ama/ biz, liberal bir bakış açısıyla kulübün açılmasına izin verdik… İyi bir yaklaşımda bulunduğumuzu düşünüyoruz. /çünkü/ İnsan hak ve tercihlerine saygılı bir üniversiteyiz.” Ne güzel! Kakınç’ın demeci, eşi türbanlı bir başbakanın Çankaya’yı işaret ettiği bugünlerde, hele de İslamfobiklere, ilâç gibi gelmiş olmalı! Nasıl gelmesin ki!? Modern dünyanın geri kalanı gibi, Türk insanının da “kul” olmaktan geçip, “insan” olmaya karar vermişliğinin en kesin kanıtıdır aleni eşcinselliğin böylesine tescili!
Öyle ya, “kul” olarak kalsaydık, “Allah tarafından yaratılmış” olduğumuz gerekçesiyle O’nun emirlerine teslim olmak zorunda kalacaktık! O’nun emirleri de açık! Daha Tevrat’ta defalarca söylemiş: “Bir erkek bir erkekle kadınla yattığı gibi yatarsa, her ikisi de iğrenç bir şey yapmış olurlar; idam edilecekler – kanlarının günahı kendi üstlerine olacaktır.”(3) İncil’de de defalarca söylemiş: “İsrail kızlarından /hiçbirisi/ fahişe olmayacak, İsrail oğullarından /hiçbirisi/ eşcinsel olmayacak.”(4). Kur’an’da, “Göz göre göre hâlâ o hayâsızlığı yapacak mısınız? /Bu ilâhi ikazdan sonra hâlâ/ siz, ille de kadınları bırakıp, şehvetle erkeklere yaklaşacak mısınız? Doğrusu siz, beyinsizlikte devam edegelen bir kavimsiniz”(5) buyurmuş. Cezası Kur’an’da muğlak ama hadislerde(6) açıklanmış.
İnsan fıtratına yapılan haksızlık…
Öte yandan, Yahudiliğin kalesi İsrail’de, gay-lesbiyen öğrenci kulüpleri şöyle dursun, “ABD’den farklı olarak, İsrail ordusu aleni gay yurttaşlarını” askerliğe “kabul” etmektedir. İsrail devletinin eşcinsel evliliklere de itirazı yoktur, ancak “İsrail’de sadece geleneksel(7) evliliklere resmi belge verildiğinden, İsrail’de yaşamak isteyen ama geleneksel evlilik istemeyen veya eşcinsel olan çiftler, ülke dışında evlenirler ve İsrail hükümeti evliliklerini yasal sayar. Nitekim, pek çok eşcinsel çift yakındaki bir ülkede, Kıbrıs’ta /Güney!/ evlenip geri dönmektedirler.”(8)
Öte yandan, “eşcinsel evliliği bir papaz kutsayabilir ama Tanrı kutsamayacaktır” diyen(9) Katoliklerin ABD’deki 200’den fazla üniversite ve kolejinde düzinelerce gay, lesbian veya çift-tercihli öğrenci kulübü faaliyet göstermektedir. Bunlardan Catholic University, Boston College, Georgetown, DePaul University, Loyola University, and St. Thomas University, yönetmeliklerini “cinsel tercihin ayırımcılık nedeni olamayacağı” şeklinde değiştirmişlerdir. İslam ülkelerine gelince: eşcinselliğin tümünde yasak, hatta bazılarında idamla cezalandırılan bir suç olmasına karşın, amacını “Lesbiyen, gay, gay/lesbiyen, travesti Müslümanların kimliklerini İslam’la uzlaştırmak; sosyal adalet, barış ve hoşgörükavramlarını yüceltmek; herkesi önyargı, adaletsizlik ve ayırımcılıktan uzak bir dünyaya yakınlaştırmak” olarak açıklayan, uluslararası “Al-Fatiha” örgütü 1997’de kurulmuş olup, halen altı ülkede düzinelerce şubesi vardır. Nasıl oluyor da oluyor, bütün bunlar?
Bugünden yarına olmadıkları muhakkak. Dönüşümü anlamak için beş yüz yıl kadar geri gitmek, “Aydınlanma Çağı” ile birlikte “kul” kavramının nasıl bir değişime uğradığına bakmak lâzım. Malûm olduğu üzere, “Aydınlanma,” Aristo’yu kaynak edinen ve Kopernik, Kepler, Galile ve Newton’la devam eden bir dizi buluş ya da keşif sonucunda, kitaplı dinlerin, yani Yahudiliğin, Hıristiyanlığın ve Müslümanlığın, “Dünya ve Kâinat’a dair açıklamalarını” reddeden, yerine yeni açıklamalar getiren sürecin adıdır. Bu süreçte, Hıristiyan dogma ve gelenekleri sorgulanmaya başlanır. Zaman içinde gözlem ve deneye dayalı “bilimsel” düşüncenin çıkarsamaları, kutsal kitaplarda vaaz edilen doğruların yerini alır.
“İnsan”a, daha doğrusu, “insanın fıtratına” ilişkin Hıristiyan ahkâmı, reddedilen doğrularının başlarında yer alır. Örneğin, “insan” İncil’de vaaz edildiği gibi “günahkâr” olarak mı doğmuştur, yoksa tümüyle “masum” mudur? “Kul olmak” bilinci, her insanda doğuştan var mıdır, yoksa sonradan mı telkin edilmiştir? İnsan “her isteyenin üzerine her istediğini yazabileceği boş bir sayfa” olarak mı doğar? İnsanın “özgür iradesi” diye bir şey var mıdır? “‘Fıtrat’ denilen nitelik nerede başlar, toplumsal ‘öğreti’ nerede biter?” vb. vb… Düşünürlerin bunlara ve bunlar gibi yüzbinlerce soruya verdikleri (ve vermeye devam ettikleri!) cevaplar, Batı medeniyetinin düşün hazinesini oluştururlar.
Cevaplar, tartışmalı, çekişmeli, değişkendirler, ancak, bir ortak paydaları vardır: “insan” çıkışlı olmaları; yani, insan denilen varlığı çözümlemeye bilimsel yöntemle yaklaşmaları, kutsal kitapların tanım ve tariflerini bir yana bırakarak, olayı “gözlem, deneme-sınama, mantık” ile ele almaları. Yeri gelmişken, ülkemizde hemen her zaman “yardımseverlik, hayırseverlik” gibi çağrışımlarına kurban giden “humanizma” kavramının aslı, bu yaklaşımdır. “İnsancıllık,” Kainat ve Dünya’yı Yaratıcı’nın kitaplarından değil, “‘insan’dan yola çıkarak, ‘insan aklıyla’ çözülmesi gerektiğine dair inanç”ın adıdır. Nitekim, “Aydınlanma, Kainat’ın merkezinden Tanrı’yı aldı, yerine insanı koydu” diye özetlenen gelişmenin aslı budur.
Evrensel ve değişmez gerçekler…
Ne ki, “insan”ın bir laboratuar elementi gibi deneme-sınamaya tabi tutulabilmesi için, en azından “insan aklı”nın herkeste aynı şekilde işlemesi gerektiği de açıktır. Aksi takdirde, Tanrı’dan boşaltılan “merkez”in, paganların Kabe’yi putlarla doldurmaları misali, her biri bir başka telden çalan “akıl”larla doldurulduğu kaotik bir durumun meydana çıkması kaçınılmaz çıkacaktır. Bu ciddi sakınca da, “insan tabiatının evrensel ve değişmez” olduğu doktrininin kabulü ile giderilir. İster bir Eskimo olsun, ister bir Nepalli Gurka, Etopya yerlisi ya da Tibet göçebesi, insan için “aklın yolu birdir” hükmü böylece yerleşir. Bu hüküm, 1948 İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin insanlar arasında “ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi veya diğer herhangi bir akide, milli veya içtimai menşe, servet, doğuş veya herhangi diğer bir fark” gözetilmesini yasaklayan 2. maddesinin de özüdür. “İnsan tabiatının evrensel ve değişmez” olduğu doktrininin kabulü, insanoğluna ilişkin şiddet, tamah, aşk, nefret, hodgâmlık gibi hasletleriyle, bunların dışavurumlarının kuramsallaştırılması, neden-sonuç ilişkilerinin de “evrensel ve değişmez” biçimde saptanması gereğini getirir.
(1) Türkiye’nin Yükseköğretim Stratejisi, Şubat 2007, YÖK yayını, (2) 6 Nisan, 2007, Hürriyet, (3) Eski Ahit, Leviticus 20:13, (4) Yeni Ahit, Deuteronomy 23:17, (5) Neml Suresi, 54-55, (6) “Eşcinsel ilişkiye gireni de girdireni de katledin.” Tirmidhi (Ebu İsa Muhammed) 824-892, (7) Ortodoks Yahudilik, (8) Matt Lebovic, 16 Şubat 2007, Boston Üniversitesi konferansı, (9) Lehman Strauss, Litt.D., F.R.G.S. Philadelphia Bible Institute, Eski Ahit tarihçisi.
Henüz yorum yapılmamış.