Güncel
Gökhan Özcan: ‘Vakti doldurmak’ çağından ne olup bittiğini tam anlayamadan ‘vakit geçirmek’ çağına geçtik
Follow @dusuncemektebi2
Gökhan Özcan- Yeni Şafak
''Neden bahsediyorduk biz” diye sordu gözlüklü olan. DiÄŸeri boÅŸ gözlerle ona baktı. En baÅŸta konu neydi, bir türlü hatırlayamadılar. Sonra yüzlerindeki ifadeyi hiç deÄŸiÅŸtirmeden bakışlarını yeniden tıka basa lüzumsuzlukla dolu ekranlara geri çevirip parmaklarıyla o koskoca boÅŸluÄŸa dokunmaya devam ettiler.
‘Vakti doldurmak’ çağından ne olup bittiÄŸini tam anlayamadan ‘vakit geçirmek’ çağına geçtik. Vakti doldurabilmek için gayret gerekliydi. Vakit geçirmek içinse bütün gayretlerden el çekmek yeterliydi. Kendimizi akışa bıraktık sadece. Vaktimizi, elimize tutuÅŸturulan, emrimize amade kılınan, önümüze uzatılan birtakım hazır eÄŸlenceler karşılığında bozdurup harcadık. Ne kazancımız oldu, oluyor? Hiç! Elimizdeki en kıymetli sermaye olan vakitten olduk, oluyoruz. Bugünü veriyoruz, yarına kendisinden eser kalmayacak bir sürü saçmalık alıyoruz. BelleÄŸimizi, hemen unutacağımız ÅŸeylerle tıka basa dolduruyor, boÅŸaltıyoruz. Ama görünüÅŸte hep meÅŸgulüz bir ÅŸeylerle. O kadar meÅŸgulüz ki, ömür sermayesinin boÅŸa akıp gittiÄŸinin farkında bile olmuyoruz.
“DoÄŸal durumdan ne kadar çok uzaklaşırsak, o ölçüde doÄŸal zevklerimizi yitiriyoruz ya da daha çok alışkanlık bizde yeni bir doÄŸa yaratıyor, biz de bunu o derecede ilk doÄŸamızın yerine koyuyoruz, sonuçta hiçbirimiz bu ilk doÄŸayı artık tanımıyoruz” diyor Emil Michel Cioran, ‘Çürümenin Kitabı’nda.
Her ÅŸey giderek topluca kapıldığımız bir illüzyona dönüÅŸüyor. Sabah kalkıp zaten akmakta olan bir sürece dahil oluyoruz. Kendimizi yeniden fazlasıyla geciktirilmiÅŸ ve tabiatıyla bölük pörçük bir uykunun ellerine teslim edinceye kadar herkesin yaptığı ÅŸeyleri, herkesin yaptığı gibi ve herkes kadar kendimizi kaptırarak yapıyoruz. Uyku, tercih ettiÄŸimizden deÄŸil yorgunluÄŸa yenik düÅŸtüÄŸümüzden kapısını çaldığımız bir ÅŸey... Yeniden baÅŸlamak, yeniden illüzyona dahil olabilmek, yeniden kendimizi döngüye katabilmek için mecbur olduÄŸumuz bir mola... Daha büyük bir uykuya güç toplayabilmek için zorunlu istirahat...
“Bir insan kilitli olmayan, ama içeriye doÄŸru açılan bir kapıyı boyuna itiyor, çekmek aklına gelmiyorsa, odada hapistir” diyor Ludwig Wittgenstein.
Günlük tutmaya karar verdi ve eline defterini aldı. Gün içinde yaptıklarını oraya yazdı. Ertesi gün yine yazdı. Sonraki gün yine... Sonra baktı ki hep aynı ÅŸeyleri yazıyor. Yazmaya uÄŸraÅŸmadı daha fazla; kopyaladı yapıştırdı, kopyaladı yapıştırdı, kopyaladı yapıştırdı...
Bir hikayesi olmayanın hatırası olmaz, hatırası olmayanın hafızası olmaz, hafızası olmayanın bilinci olmaz, bilinci olmayanın hayatı olmaz, hayatı olmayanın hikayesi olmaz...
“Åžimdi sizlere anlatacağım hikaye gerçekten yaÅŸanmadı” diye baÅŸladı söze profesör, “Gerçekten yaÅŸanan bir hikaye bulabilseydim, zaten onu anlatacak kimseyi bulamazdım!”
Çılgınca bir halay çekiyor gibiyiz. Parmak uçlarımıza birbirimize kenetli vaziyette delice bir hızla dönüyor, birbirimize uyumlu olmak adına aynı anda aynı hareketleri yapıyoruz. Yapıyoruz çünkü halayın dışına düÅŸmek istemiyoruz. Bir ÅŸekilde dışarıda kalanın araya girip tekrar halaya katılması mümkün olmaz diye düÅŸünüyor, bundan çok ama çok korkuyoruz.
“Kiminin gözleri kapalı ÅŸuuru açık” dedi meczup, “kiminin gözleri açık ÅŸuuru kapalı!”
Henüz yorum yapılmamış.