Güncel
İsmail Kılıçarslan: Müslümanlar, son 400 yıllık “gerileme döneminde” sadece içerik tehdidiyle karşılaşmadı
Follow @dusuncemektebi2
İsmail Kılıçarslan- Yeni Şafak
Geçtiğimiz cumartesi gün, refikim Yusuf Genç ile bir yıldır sürdürdüğüm “Adres Defteri”ni bir başka refikimiz olan Serdar Tuncer’i konuk ederek hitama erdirdik. Eylül gibi yeni bir programla yine TVNET ekranında olmayı planlıyoruz nasipse. Bakalım günler bize ne getirir?
Adres Defteri’nin son programında bereketli bir tartışma başlığı açtık ve bir karara varamadık. Zaten bence tartışmanın bereketlisi odur. Bir karara varamadan bırakırsınız, zihniniz çalışmış olur.
Hani “Burada Kalalım” isimli bir youtube kanalı açtık ya biz birkaç arkadaşla birlikte. Oradan neşet etti tartışma. Serdar, “Burada Kalalım’ı duyururken kurduğun ‘değişen forma değişmeyen içerikle ayak uydurmaya çalışacağız’ cümlesini çok önemsedim ama bu konuda kafam karışık; forma ayak uydurmak zorunda mıyız?” diye soruverdi.
Aslında bu, “formu mecburen takip etmek zorunda kalanların” değişmeyen sorusu… Ne demek bu? Şu demek: Müslümanlar ya da en genel anlamda Doğu, son 400 yıllık “gerileme döneminde” sadece içerik tehdidiyle karşılaşmadı. Aynı zamanda “formun tahakkümü” ile de yüzleşmek zorunda kaldı. Pantolondan otomobile, mitralyözden televizyona her form, aynı zamanda “kadim toplumsal yapıların” içeriklerini de yeniden belirledi. Yani form, her zaman bir içerik önermesiyle de geldi ulaştığı yere…
Forma karşı geliştirilen reflekslerin bütününü rahatlıkla tespit edebileceğimiz araç televizyondur bana kalırsa. Hatırlayalım. Televizyon Türkiye’ye ulaştığında “derhal kabul”, “derhal red” ve “kısmi kabul” davranışları ile karşılandı. Sonra sonra bir yönelim daha çıktı ortaya: “İçeriği uygunlaştırarak formu alma.” Yani bir çeşit “convert edilir melezlik.”
Değişimin, buna bağlı olarak da form değişikliklerinin/önerilerinin görece daha yavaş olduğu zaman dilimlerinde “yenilmiş Doğu”nun yine de formu tartışma, gözden geçirme, kabul veya red için düşünsel teati gibi vakitleri oluyordu. Fakat bilhassa internet devrimi ile birlikte formun üç güne bir değişmeye başlaması, bu imkânı da almaya başladı elimizden.
Hadi örneği youtube üzerinden verelim. “Asıl olan vaazdır, bunun youtube üzerinden verilmesinin ne sakıncası var?” cümlesi ilk anda kulağa “haklı” geliyor. Oysa “youtube’un önerdiği form bizatihi vaazın içeriğini de belirliyor mu, belirlemiyor mu?” sorusu, ciddiyetle üzerinde durulması gereken bir sorudur. “Pantolona, cekete karşı koyan cemaatler radyoya, televizyona, youtube’a niçin karşı değiller?” sorusu kıymetsiz değildir. “Twitter’da derdi 280 karakterle sınırlı olarak anlatmaya çalışmanın düşünsel hayatımıza etkisi” bahsi değerli bir bahistir.
Fakat işte bunlar için vakit yok. Bunlar için vakit olsa doğrudan “aslında form-içerik diye bir ayrım yoktur. Form içeriği, içerik formu belirler. Birbirilerinden ayrı değillerdir” diyerek başlamak gerekir meseleyi tartışmaya. “Yerde, halka olarak oturulup yapılan ders ile amfide hocanın öğrencilerden ‘ayrışmış’ olarak yaptığı ders arasında bir fark yok mudur?” sorusuyla başlatabiliriz tartışmayı mesela.
Fakat işte bunlar için vakit yok. Canhıraş şekilde “içerik bütün bütün elimizden kaçmasın” diye her yeni forma “eklektik” olarak uyum sağlamak zorunda hissediyoruz kendimizi.
Buradan kaçış, artık neredeyse ya “romantik bir bireysellik” inşası ile ya da “olmadık bir ütopya” ile mümkün kılınmaya çalışılıyor. Bakınız “köye kaçan şehirli”, yahut bakınız “dış dünyaya erişimi kesilmiş medrese yapıları.” İkisinde de bir dünya defo çıkıyor ortaya.
Yok. “Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete” demeyeceğim. O zaten bilinen gerçek. Ben sadece “formun içeriği belirlediğini unutmadan yürümeye devam etmek zorunda olduğumuzu unutmayalım” demeye çabalıyorum.
Sosyal medyada sahip olduğu 500 bin takipçisine popüler kültürü kötüleyen safdillikle de, “canım ne var işte, altı üstü insanlar soruyor, biz de fetva veriyoruz youtube’dan” diyen safdillikle de alabileceğimiz mesafe yok. Her gün değişen formu ıskaladığımızda yaşayacağımız şeyin adı ise “geride kalmak” olacak ister istemez.
O bereketli tartışmayı bir yere bağlamadan bitireyim. Kendi formunu yeniden inşa için adım atmaya çalışırken yeni forma ayak uydurmaya da çalışmak… Şimdilik elimizden gelecek en iyi şeyin bu olabileceğini düşünüyorum.
Henüz yorum yapılmamış.