Güncel
İsmail Kılıçarslan: İstanbul Valisi gazetemizi ziyaret ederek “göçmenlerin durumları hakkında” bizlerle bir bilgilendirme toplantısı yaptı
Follow @dusuncemektebi2
İsmail Kılıçarslan- Yeni Şafak
İstanbul Valisi Ali Yerlikaya, gazetemizi ziyaret ederek “ülkemizdeki göçmenlerin durumları hakkında” bizlerle bir bilgilendirme toplantısı yaptı. Toplantıda çok iyi anladığım meseleler olduğu gibi, anlamadıklarım da oldu.
Önce anladıklarımdan başlayayım. “Düzenli göçmen – düzensiz göçmen” ayrımı zaten ve en başından beri yapılagelen bir şey imiş devletimiz tarafından. Buna kabaca “ülkemize göçmen ya da sığınmacı olarak gelmesine izin verilen insanlar ve izin verilmeyenler” olarak değerlendirebiliriz.
Hatırlayacaksınız. El Bab, Cerablus ve Afrin gibi bölgeleri kontrol altına alındığından ve orada Türkiye gözetiminde bir “çatışmasız alan” oluşturulduğundan bu yana Suriye’den Türkiye’ye göçmen kabul edilmediği gibi, Türkiye’den de bu bölgeye 350 bin civarında Suriyeli kardeşimiz dönmüş durumda.
Fakat buna rağmen “duvarı atlamak” olarak tabir edeceğimiz yöntemlerle Suriye’den Türkiye’ye “düzensiz göçmen girişleri” az da olsa sürüyor imiş.
Türkiye, kabul ettiği Suriyeli göçmenlere geçici kimlik kartı belgesi vererek “temel insani hizmetlere erişim” de sağlıyor malum. Hastane ve eğitim hizmetlerini bu sayede alabiliyor Suriyeliler. Fakat tamamen kayıt dışı olarak, bu hizmetleri almadan bilhassa İstanbul’da yaşayan Suriyeliler de var. “Düzensiz göçmen” olarak...
Meselenin bir başka boyutu da şu… Devlet, Suriyeli mülteci kardeşlerimize geçici kimlik belgeleri verirken aynı zamanda “şehir ikameti” de atıyor. Ve İstanbul’un da dâhil olduğu 10 il uzun süredir “ikamet kabulü”ne kapalı. Fakat buna rağmen diyelim ikameti Konya’da, Trabzon’da, Malatya’da olan Suriyeli kardeşlerimiz, İstanbul’a akıyorlar. Sebep? Elbette İstanbul’un iş vermesi… Böylece İstanbul’da “kapasite üstü” olarak bir Suriyeli göçmen nüfus şişkinliği oluşmuş oluyor.
Geldik meselenin ek yerine. Suriyeli kardeşlerimizi sosyal güvenceleri olmadan, insani olmayan şartlarda, ucuz işgücü olarak çalıştıran işletmelere verilen süre Ağustos ayının 20’sinde bitecek. Devlet bu işyerlerine diyor ki: “Ya yasaya uygun çalıştırırsın ya da yersin 700 bin lira cezayı.”
Tabii, yine de “düzensiz göçmen” denilince aklımıza getirmemiz gereken ilk grup Suriyeli kardeşlerimiz değil. Onlar, yüzde 95’lere varan oranda kayıt altındalar, bilgi dâhilindeler... İran üzerinden tabiri caizse “akarak gelen” Afganistanlı, Pakistanlı, Bangladeşli göçmenler ise neredeyse tamamen “düzensiz göçmen” hükmündeler. Akdeniz üzerinden gelen Afrikalı göçmenler de aynı durumdalar. Çalışmaya, para kazanmaya geliyorlar.
Devlet, üç tür tedbir alıyor bununla ilgili. İlki, Suriyeli kardeşlerimize “kayıtlı olduğunuz ile dönün” diyor. Bunu yapmazlarsa eğitim ve hastane gibi hizmetlerden faydalanamayacaklarını hatırlatıyorlar. İkincisi, Suriyeli STK’lar ile bir “eve dönüş planı” hazırlıyorlar. Yakın zamanda 100 bin civarında Suriyelinin El Bab, Cerablus ve çevresine dönmesi bekleniyor. Üçüncüsü ise “düzensiz göçmen olarak” ülkemizde bulunan Afgan, Paki, Bangladeş ve Afrika uyruklu insanları ülkelerine yolluyorlar.
Bunlar, Vali Bey’in anlattıklarından anladıklarım. Dikkat isterim: “Katıldıklarım” değil, “anladıklarım” diyorum. Benim göçmenlik meselesine bakışım nettir: “Buyursunlar gelsinler. Anadolu, 72 milletten insana tarih boyunca yurt oldu, bugün de olmaya devam eder.” Başıma silah dayasanız bu fikrimden vazgeçmeye niyetim yok.
Sıra geldi anlamadıklarıma.
Birincisi ve en önemlisi şudur. Entegrasyon meselesinde bunca kilit görülüyorsa “şehir ikameti atama” işinde niçin 8 yıldır bir çeşit “hallederiz” plansızlığı işledi? İstanbul’daki göçmen yoğunlaşmasına niçin izin verildi? İddia buysa en başından bu iş sıkı tutulsaydı da entegrasyon ve benzeri işlerin hepsi çoktan tarih olsaydı madem.
İkincisi şudur. Suriyeli kardeşlerimizi sömüren yamyamların cezası yasada son derece açıkken niçin burada da bir “hallederiz” durumu gelişti? Güvencesiz işçi çalıştırma işine bir çeşit göz mü yumuldu?
Üçüncüsü şudur. Madem bunca hassasız, diğer uyruklardan “düzensiz göçmen akışı” konusunda gerekli tedbirleri almış mıydık, bunları titizlikle uyguluyor muyduk? İş niçin birdenbire “kol saati satan Afrikalılar ile çoban olarak çalışan Afganlara” geldi dayandı?
Dördüncüsü şudur. Türkiye “yabancı düşmanlığı” yaftası ile yaftalanamayacak bir ülkedir elbette ama son bir haftadır bir şekilde gördüğümüz “dil değişikliği” bilhassa BAE, İran ve Suudi Arabistan gibi bizim tökezlememizi bekleyen vampirlerin ekmeğine yağ sürmemiş midir?
Toplantıda bulunan Ali Saydam ustamızın söylediği o cümle çok kilittir bence: “İletişim, boşluk kabul etmez.”
Devletin, bu konulardaki amacını, uygulamalarını ve planlarını, şüpheye hiç yer bırakmayacak şekilde bütün dünya ile paylaşması elzemdir. İletişim boşluğunu devlet doldurmazsa, doldurmak için alesta bekleyen yardakçılar çoktur. “Dünyaya verdiğimiz insanlık dersi” zarar görmemelidir. Suriyeli kardeşlerimiz zarar görmemelidir. Kardeşlik hukukumuz asla zarar görmemelidir.
Henüz yorum yapılmamış.