Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

Muhammed Emin: Sahâbe Örnekliğinde İhtilaf Rahmet mi, Zahmet mi?

Renklerimizin, dillerimizin, fiziksel şekillerimizin ve elbette düşünce dünyalarımızın farklılığı, hep Kerim olan Rabbimizin birer ayeti ve şükredilmesi gereken birer nimetidir. O (cc) isteseydi tüm insanlığı bir tornadan çıkmış gibi aynı şekilde yaratırdı.



Ama meÅŸiet-i ilahiyyenin böyle tezahür etmemesi tabiî ki hayatın yaÅŸanılabilir olması için gerekliydi. EÄŸer genelde tüm insanlık, özelde ise Ümmet-i Muhammed her meselede aynı düÅŸünseydi ve her ÅŸeye aynı tepkileri verseydi, o zaman istiÅŸarenin, fikir alış veriÅŸinin ve münazaranın bir anlamı olabilir miydi? Bugün bir mesele hakkında kaleme alınan onlarca kitabın varlığı bize bir zahmet deÄŸil, istifademize sunulan ve her biri bizlerin düÅŸünce dünyalarına farklı ufuklar açan birer rahmettir. Aslında bu rahmeti ve zenginliÄŸimizi, zahmete dönüÅŸtüren ne yazık ki bu güzellikleri kullanmayı beceremeyen bizler deÄŸil miyiz? Farklılıklarımızı bir zenginlik olarak anlamayıp, bizim gibi düÅŸünmeyenlere karşı ortaya koyduÄŸumuz tahammülsüzlükler hayatımızı zorlaÅŸtırdığı gibi, daha güzel düÅŸünce ve fikirlerin oluÅŸumuna da engel olmaktadır. Ama biz rahmet peygamberi olan Efendimiz’in (sas) hayatında, farklı düÅŸünce ve fikirlerin nasıl hayat hakkı bulduÄŸuna ve kendi yetiÅŸtirdiÄŸi insanlara bile nasıl sonuna kadar böyle bir alan açtığına dair siyer içerisinde yüzlerce örneÄŸi görüyoruz.
 
Gazveler Esnasında Yapılan Ä°stiÅŸareler  
 
Mesela; Uhud Gazvesi öncesinde özellikle genç Sahabîlerin Medine dışında düÅŸmanı karşılama fikirlerini dile getirmeleri ve bu konuda ısrarcı olmaları, Efendimiz’in (sas) kendi düÅŸüncesi bunun aksi olmasına raÄŸmen onların bu tekliflerini kabul ediÅŸi hepimizin malumudur. Allah Resulü’nün (sas) kendi düÅŸüncesinin aksine olan bu fikri kabul etmesi, sonrasında yaÅŸanan acı olaylara raÄŸmen bir gün olsun “sizin yüzünüzden bunlar başımıza geldi” dememesi, elinin altındaki insanların düÅŸünme melekelerine gem vurmaması, O’nun (sas) bu alandaki tavrını anlamamız için çok önemli bir hadise deÄŸil midir?
 
Yine Bedir Harbi öncesinde askerlerin konakladıkları yere itiraz eden Hubab b. Münzir’in (ra) insanı hayran bırakan o edebe uygun ama Efendimiz’in (sas) düÅŸüncesine karşı olan fikri, aslında bize farklı düÅŸüncelerin nasıl rahmet olduÄŸuna dair çok önemli mesajlar vermektedir. Hubab b. Münzir, Allah Resulü’ne (sas) gelip; “Ya Resulullah! Ordunun buraya konaklatılması Allah’ın bir emri mi, yoksa sizin kendi görüÅŸünüz mü?” diye sorunca, Efendimiz: “Benim fikrim” demiÅŸti. Hubab b. Münzir bu sefer gerekçesi ile konaklanan yerin savaşı uzatacağını ve bununda çok acı sonuçlara mal olacağını söylemiÅŸ; Efendimiz (sas) hemen sahâbeye Hubab’ın fikrine uygun olarak Bedir kuyularının arka tarafına konaklanması emrini vermiÅŸti. Burada Hubab b. Münzir’in tavrı takdire ÅŸayan olduÄŸu gibi, Efendimiz’in (sas) tavrıda elbette daha fazla takdire ÅŸayandır ve üzerinde ciddi bir ÅŸekilde durulması gereken bir tavırdır. Bir ordu komutanı ve peygamber olan Allah Resulü; “Benden daha mı iyi bileceksin? Ben Allah’ın peygamberi iken bana karşı mı geliyorsun? Benim verdiÄŸim karar üzerine baÅŸka bir fikir mi beyan ediyorsun?” dememiÅŸti. Aksine Hubab’ın dile getirdiÄŸi görüÅŸten dolayı oldukça memnun olmuÅŸ; akla, mantığa ve savaÅŸ kurallarına uygun olan bu fikri benimseyerek gereÄŸini hemen yaptırmıştı. Efendimiz’in (sas) farklı görüÅŸlere karşı sergilediÄŸi bu tavrı elbette Sahâbeye cesaret veriyor, farklı düÅŸünme ve farklı fikirler üretme konusunda hep onların öz güvenlerinin muhafazasına zemin hazırlıyordu.
 
Hubab b. Münzir’in (ra) tavrının bir benzerini Hendek Gazvesi sırasında Ensar’ın yiÄŸitlerinden Sa’d b. Muâz’da (ra) da görüyoruz. Efendimiz (sas) uzayan ve bir türlü neticelenmeyen savaşı bitirme arzusu ile Medine’nin yıllık mahsulünün bir miktarını Gatafan’lılara vermek istemiÅŸti. Bu arzusunu Sahâbeye açtığı zaman Sa’d b. Muâz, aynen Hubab b. Münzir gibi büyük bir edep ile aynı soruyu sormuÅŸtu: “Ya Resulullah! Bu düÅŸünce Allah’ın size bir emri mi, yoksa sizin kendi görüÅŸünüz mü?” Efendimiz (sas) bunun kendi görüÅŸü olduÄŸunu söyleyince Sa’d bu düÅŸünceye karşı olduÄŸunu ÅŸöyle beyan etmiÅŸti: “Ya Resulullah! Biz bu teklife karşıyız. Bizler cahiliye döneminde bile bunlara bir tek hurmamızı vermez iken, ÅŸimdi Ä°slam ile aziz olduÄŸumuz bir dönemde mi bunlarla mahsulümüzü paylaÅŸacağız?! Ä°ÅŸin sonunda ne kadar süreceÄŸi belli olmayan bir savaÅŸta olsa biz onlara bir tek hurma vermeden savaÅŸacağız.” Sa’d b. Muâz’a bu düÅŸüncesinden dolayı Efendimiz (sas) herhangi bir ÅŸey söylemiyor, memnun ve hoÅŸnut olarak Sa’d’ın fikrini kabul edip, düÅŸmanla bir tek hurmayı paylaÅŸmamaya karar veriyordu.
 
Yine Hendek savaşının hemen arkasından cereyan eden ve Sahâbenin farklı düÅŸünce ve eylemler ortaya koymalarına nasıl müsaade edildiÄŸine dair güzel ve önemli bir örneÄŸi biz Benî Kurayza Yahudileri ile yapılan savaÅŸta görüyoruz. Allah Resulü (sas) Cebrail’in (as) getirdiÄŸi haberle, Sahâbeye: “Ä°kindi namazlarınızı bile kılmadan, onların yaÅŸadığı mahalleye gidin” emrinin faklı ÅŸekillerde yorumlanıp, buna göre amel edilmesine herhangi bir müdahalede bulunmaması, farklı düÅŸüncelerin o ilk nesilde nasıl var olduÄŸunun ve uygulama sahası bulduÄŸunun en güzel örneklerinden biri olarak karşımızda durmaktadır. O güzide neslin bir kısmı bu savaÅŸ sırasında, Allah Resulü’nün (sas) dile getirmiÅŸ olduÄŸu sözü emir olarak algılayıp namazlarını Ben-i Kurayza mahallesinde kılmak üzere ertelemiÅŸlerken, bir diÄŸer kısmı ise bu sözün aslında iÅŸi çabuk yerine getirme adına söylenmiÅŸ bir tavsiye olarak anlamış ve namazlarını bulundukları yerde eda ederek yola çıkmışlardı. Bu iki farklı uygulama Allah Resulü’ne (sas) intikal edince, yollarının tek rehberi olan Efendimiz (sas), iki uygulama sahibi Sahâbeye de herhangi bir müdahalede bulunmamış ve bu iki farklı amele de onay vermiÅŸti.
 
Bedir Esirleri Konusunda Farklı Fikirler
 
Sahâbenin aynı mesele hakkında farklı görüÅŸler ileri sürmesi ve bununda Efendimiz’in (sas) herhangi bir itirazı ile deÄŸil, bilakis memnuniyeti ile sonuçlanmasına en güzel örneklerden biriside hiç ÅŸüphesiz Bedir esirleri konusunda söylenenlerdir. Ä°man ile inkârın ilk karşılaÅŸması olan Bedir’de, Müslümanlar galip gelip, 70 Mekkeliyi öldürmeleri ve bir bu kadarını da esir olarak ele geçirmeleri Kur’an’ın Yevmü’l-Furkan dediÄŸi o eÅŸsiz günün en önemli gündemlerinden biri olmuÅŸtu. Kur’an daha esir ve ganimetler konusunda o ana kadar nihaî bir hüküm beyan etmemiÅŸti. Kur’an’ın konuÅŸmadığı alanlarda elbette Allah Resulü’nün (sas) içtihatlarıyla amel edilirdi. Efendimiz (sas) ise kendisi görüÅŸ beyan etmeden önce Sahâbe ile bu konuyu istiÅŸare etmeyi uygun görmüÅŸtü. Åžimdi Müslümanlar ilk kez karşılaÅŸtıkları esirlerin akıbeti konusunda görüÅŸlerini Allah Resulü (sas) ile paylaÅŸacaklardı.
 
Efendimiz (sas) bu konuda ilk önce Hz. Ebû Bekir’in (ra) görüÅŸünü öÄŸrenmek istedi ve ona: “Ey Ebû Bekir! Bedir esirleri konusunda ki fikrin nedir?” diye sordu. Hz. Ebû Bekir tabiatına uygun bir cevapla dedi ki: “Ya Resulullah! Onlar bizim kabilemiz ve akrabalarımızdır. Her ne kadar bize karşı savaÅŸmış ve bize karşı birçok haksızlık yapmış olsalar bile, biz onlara böyle davranmayalım. Ya belli bir fidye karşılığında yada bedelsiz bir ÅŸekilde hepsini salıverelim.”
 
Efendimiz (sas) Hz. Ebû Bekir’i (ra) sadece tebessüm ederek dinledi ve daha sonra söz sırasında hep ikinci sırada olan Hz. Ömer’e (ra) döndü ve aynı soruyu ona da yönelterek, esirler konusundaki düÅŸüncesini sordu. Hz. Ömer’de bu soruya karşı, tabiatına uygun bir cevap verecekti. Dedi ki: “Ya Resulullah! Ben Ebû Bekir gibi düÅŸünmüyorum. Onlar bizimle savaÅŸtı; 13 yıl Mekke’de bize yapmadıklarını bırakmadılar. Åžimdi Allah bizi aziz, onları ise zelil kıldı. Öyle ise sen karşı tarafta olan akrabalarımızı bizlerin eline ver. Bana Benî Mahzûm’dan olan dayılarımı ver. Ebû Bekir’e oÄŸlu Abdurrahman’ı ver. Ali’ye kardeÅŸi Akil’i ver. Hamza’ya kardeÅŸi Abbas’ı ver. Her birimiz kendi yakınının başını uçursun. Böyle yapmakla da Rabbimize yüreklerimizde asabiyete dair hiçbir iz taşımadığımızı ispat etmiÅŸ olalım.”
 
Allah Resulü (sas) Hz. Ömer’in (ra) de söylediklerini sadece tebessüm ederek dinledi ve herhangi bir görüÅŸ beyan etmeden çadırına çekildi. Efendimiz (sas) bir müddet çadırında istirahat ettikten sonra dışarı çıktı ve o günün insanında, bugünün insanına da farklılığın, farklı düÅŸünce ve fikirlerin varlığının Allah’ın ayetlerinden olduÄŸunu beyan edercesine önce Hz. Ebû Bekir’e, sonra Hz. Ömer’e ÅŸöyle buyurdu:
 
“Ey Ebû Bekir! Senin halin aynen Ä°brahim’e benzer. Hani O demiÅŸti ki: ‘Ya Rabbi! Kim bana uyarsa o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, ÅŸüphe yok ki Sen çok merhametli ve bağışlayansın.’ Yine Ey Ebû Bekir! Senin halin Ä°sa’ya benzer. Hani O da demiÅŸti ki: ‘EÄŸer onları azaba uÄŸratırsan onlar senin kullarındır. Yok, eÄŸer onları bağışlarsan ÅŸüphe yok ki, Sen kudretinle her ÅŸeye üstün gelen ve her iÅŸinde hikmet üzere olansın.”
 
Efendimiz (sas) ÅŸahsiyetinin anahtarları merhamet ve hilm/müsamaha olan Hz.Ebû Bekir’i, Hz. Ä°brahim ve Hz. Ä°sa’ya benzeterek, bu sözü ile aslında yaratılış kabiliyet ve mizacına göre bir görüÅŸ beyan ettiÄŸi için onu takdir ediyordu.
 
Åžimdi ise ÅŸahsiyetinin anahtarları kuvvet, adalet ve rahmet olan Hz. Ömer’in sözlerini deÄŸerlendirmek için ona yöneliyor ve diyordu ki: “Ey Ömer! Senin halinde aynen Nuh’a benzer. Hani O demiÅŸti ki: ‘Ey Rabbim! Yeryüzünde yaÅŸayan hiçbir inkârcıyı bırakma.’ Yine senin halin Musa’ya benzer. Hani O da demiÅŸti ki: ‘Allah’ım! Sen o inkârcıların mallarını mahvet. Yüreklerini ÅŸiddetle daralt. Çünkü onlar azabı görmeyinceye kadar iman etmeyeceklerdir.”
 
Efendimiz’in (sas) insanı hayran bırakan bu benzetmeleri ve aynı meselede birbirinden tamamen farklı iki görüÅŸe karşı söylemiÅŸ olduÄŸu bu sözleri, farklılıkları bir türlü anlayamayan, hazmedemeyen, bir zenginlik ve rahmet olarak deÄŸil, bir tefrika aracı ve zahmet olarak gören bugünün insanına çok ÅŸeyler söylemektedir.
 
Acaba bir gün Kur’an ve Sünnet’in bu alanda söylediklerini doÄŸru bir biçimde anlayıp, duyduÄŸumuz her düÅŸünceye kimden gelirse gelsin; “Onlar sözü dinlerler ve en güzeline tabi olurlar” ilkesi doÄŸrultusunda, fikirlerden korkmadan düÅŸünceleri dinlemeye baÅŸlayabilecek miyiz?
 
Acaba bir gün kendimizi hakikatin merkezi olarak görmekten vazgeçip, dile getirilen her düÅŸüncede hakikatten bir pay olabileceÄŸi gerçeÄŸini anlayıp; “Huz ma safa, dea ma keder: Ä°yisini al, kötüsünü sahibine bırak”  ilkesi ile güzelliklerin ve doÄŸruların gerçek taliplileri olabilecek miyiz?
 
Acaba bir gün ihtilaf ile tefrikanın gerçek manada farklarını anlayıp, birini rahmet, diÄŸerini ise zahmet olarak, birini zenginliÄŸin, diÄŸerinin ise parçalanmanın, birini daha iyiye ulaÅŸabilmenin, diÄŸerinin ise körelmenin sebebi olduÄŸunu kavrayabilecek miyiz?
 
Her Ä°htilaf Ä°yi midir?
 
Âlimlerimiz ihtilafı ikiye ayırmışlardır. Caiz olan ihtilaf, caiz olmayan ihtilaf… Yada müspet ihtilaf, menfi ihtilaf… Bir baÅŸka ifade ile muteber ihtilaf, muteber olmayan ihtilaf…
 
Peki, bir ihtilafın iyi mi kötü mü olduÄŸunu, müspet mi menfi mi olduÄŸunu nereden anlayacağız? Ahlakının olup, olmadığından… EÄŸer bir ihtilafın ahlakı varsa o ihtilaf caizdir, müspettir, muteberdir; yok eÄŸer ahlaktan mahrum ise caiz deÄŸildir, menfidir, muteber deÄŸildir, dolayısı ile o ihtilaf deÄŸil, tefrikadır.
 
Ä°htilafı böyle anladığımız zaman ÅŸu hakikatleri anlamış oluruz.
 
Ä°htilaf nimettir.
Ä°htilaf lezzettir.
Ä°htilaf zenginliktir.
Ä°htilaf güzelliktir.
Ä°htilaf hakikattir.
Ä°htilaf imkândır.
Ä°htilaf zarurettir.
Ä°htilaf rahmettir.
 
Neden bugün Ä°slami kurumlarımızda saÄŸlıklı yapılar oluÅŸmuyor? Bunun cevabı belli: Ya ihtilaf yok, ya da ihtilafın ahlakı yok… Olmadığı için mesela diyelim bir kardeÅŸimizin kafası iyi çalışıyor, herkes meseleye bir yönü ile bakarken o birkaç yönü ile bakıyor, farklı düÅŸünceleri var, ama söyleyecek ortamı yok, o zaman ne yapıyor; “bana eyvallah” diyor, kendine gidip baÅŸka bir yol tayin ediyor. Bu sefer ayrıldığı kurum kendini sorgulayacağı yerde adamı hain ilan ediyor. Dolayısı ile müspet ihtilaf kesinlikle yaÅŸatılması gereken, koruması gereken bir ihtilaftır.
 
Müspet ihtilafın reddi onarılmaz yaralara sebebiyet veriyor. Bunların neler olduÄŸunu tahmin edebilirsiniz, ben son olarak bu tespitleri sizlerle paylaÅŸarak yazımız sonlandırmak istiyorum.
 
1. Müspet ihtilafın reddi, kardeÅŸlik hukukunu zedeler.
2. Müspet ihtilafın reddi, müsamaha ve hoÅŸgörüyü ortadan kaldırır.
3. Müspet ihtilafın reddi, fikirlerin ve projelerin derinleÅŸmesini engeller.
4. Müspet ihtilafın reddi, geliÅŸmeyi ve ilerlemeyi durdurur.
5. Müspet ihtilafın reddi, bölünmeyi ve tekfiri yaygınlaÅŸtırır.
 
Muhammed Emin Yıldırım - Siyer Vakfı

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.