Güncel
İbrahim Tenekeci: Yazı, zenginliktir
Follow @dusuncemektebi2
İbrahim Tenekeci- Yeni Şafak
Yazılarımda sıklıkla iktibas yapıyor, kaynak belirtiyor, isim anıyorum. Bu bana gerçekten sevinç veriyor. O isimlerle aynı sofraya oturmuş, ekmeğimi (köşemi) paylaşmış gibi hissediyorum kendimi.
“Yazı, zenginliktir.” Kitap okumayan, dergilere dönüp bakmayan, yeni isimleri takip etmeyen biri bu zenginliğin gerisinde kalır. Üslubunu kaybeder. Bir zaman sonra sadece haber özeti çıkarmaya başlar. Onca yıldır köşe yazarıdır ama yirmi yazısını bir araya getirip kitaplaştıramaz.
Kıymetli isimler ve derinlikli eserler ufkumuzu açar. Sadece aklımızı değil, kalbimizi de çalıştırır. Bir de unutulan, geride kalan emek sahipleri var. Onların yıllar önce yayınlanmış eserlerini bulmak, okumak ve mümkünse isimlerini anmak, bir vazife gibi geliyor bana. Kısa süreliğine de olsa sanki yeniden doğuyor, hayat buluyorlar. Hatırlanmak iyidir.
Bazı kalem sahipleri beslenme kaynaklarını, yani faydalandıkları eser ve isimleri paylaşmak istemez. Mutfağını göstermekten kaçınır. Ketumluk makbul bir şey olmasa da nihayetinde bu bir tutumdur. Anlayabiliriz.
Dergimize şiirle gelen genç arkadaşları, uygun bir şekilde yazıya yönlendiriyorum. ‘Yeni çıkanlardan en beğendiğin şiir kitabını yaz’ diyorum mesela. Bakalım işi ne derece ciddiye alıyor, kendini nasıl yetiştirmiş? Şiir bir yere kadar duygu meselesidir. Fakat yazı öyle değildir, kültür ve disiplin ister.
Şiirde ‘ırmağın çiçekleri’ diyebilirsiniz. Böylece anlam açılmış olur. Her okuyan farklı bir çiçeği aklına getirir. Yazıda ise o çiçeğin ismini vermek icap eder. Bu da ancak bilgiyle mümkündür. Şiir soruyla, yazı cevapla birliktedir.
Dergâh dergisine şiirler gönderiyordum. O şiirlerden birkaç tanesi yayınlandı. Sonra bir adım daha attım ve derginin yazıhanesine gittim, Mustafa Kutlu hocamızla tanıştım. Kısa bir sohbetin sonunda üç şiir kitabı verdi bana. “Bunlarla ilgili yazı yazalım” dedi. Bir ay içinde masasının üstüne yazıları bıraktım. Okudu, beğendi ve hepsini yayınladı. O tarihten itibaren şiirlerime daha sık yer vermeye başladı. Çünkü yazı da yazabildiğimi, yani meseleyi ciddiye aldığımı, şiir tutkumun bir gençlik hevesi olmadığını görmüştü. Gerçek editörlük işte budur.
Bugün ortak kabul görmüş isimlere bakalım. Şair veya öykücü, fark etmiyor. Mustafa Kutlu, Rasim Özdenören, Hüseyin Su ve Necip Tosun sadece iyi birer öykücü müdür? Necip Tosun’un okuduğum son iki kitabı: Öyküyü Sanat Yapanlar ve Edebiyat Atlası. İkisinin toplamı 944 sayfa ve öykü değil.
Üstat bildiğimiz şairler de böyledir. Necip Fazıl, Sezai Karakoç ve İsmet Özel’in toplu eserlerine göz atalım. Bir şairin esaslı bir külliyata ulaşması ancak nesirle mümkün hale gelir.
Dursun Çiçek’in çektiği fotoğrafları bu kadar önemli ve görünür kılan, aynı zamanda yazılarıdır. Bakınız: Fotoğrafta Duygu ve Anlam başlıklı son yazısı.
Fotoğrafı her yerde ve türlü şartlar altında çekebilirsiniz. Yazı yazmak için masaya oturmanız gerekir. Masa, oda demektir. Oda ise kütüphane. Böylece bütünlük tamamlanmış olur.
Doksan kuşağının şiirde ve editörlükte etkili olmasının temel nedenlerinden biri de yazı bahsidir. Kuşağımın ayakta kalan bütün şairleri, aynı zamanda geniş oylumlu ve emek mahsulü yazılar yazabiliyor. Bunu yapamayanlar, zaman içinde şiiri de bıraktı. Çünkü şiir ve fikir beraber ilerliyor. Yazı kelimesinin anlamlarından biri de düzlüktür. Ufku görürsünüz.
Okuyup beğendiğimiz eserlerin, etkilendiğimiz isimlerin üzerimizde hakkı ve hukuku oluşur. Onlar artık hak sahipleridir. Daha sonra katılmadığımız cümleler kursalar bile bu böyledir. Allah izin verirse, seneye edebiyat yazılarını kitaplaştırmayı düşünüyorum. İsmi şimdiden belli: Hak Sahipleri.
Tekrar başa dönmek isterim.
Yazılarımızda isim anmaktan, kaynak göstermekten imtina etmeyelim. Bunu yaptığımız vakit, bizden bir şey eksilmez. Yazımıza bereket ve şenlik gelir. Hem hakkaniyetli davranmış, hem bir maharete selam vermiş oluruz.
Bir isim düşünelim. Herhangi bir alanda yıllarca çalışma yapmış, birikim oluşturmuş ve belli bir sonuca ulaşmış. Üstelik meziyetini şahsiyetle tamamlamış. Onun sahasına girdiğimiz vakit, ismini anmak, emeğe hürmet anlamına gelir. İlme vefa bunu gerektirir.
Çok sık görüyorum. Yazı boyunca birkaç iktibas yapılmış. Hepsi tırnak içinde olmasına rağmen isim ve kaynak hiç belirtilmemiş. Bir şairin dediği gibi diyor ve dizeyi paylaşıyor. Kim o şair? Kimseyi tedirgin etmeden, soruyu kendimize sormuş olalım.
Mesela bu yazının başlığı Hakan Arslanbenzer kardeşime aittir. Geçen gün sohbet esnasında kullandı. Hemen not aldım. Bu cümleyi kurabilmek için herhalde on bin sayfa yazı yazmıştır.
Dirileri yok sayan, görmezden gelen, buna karşılık sadece vefat edenleri anan ve seven bir insan olmak bize yakışmaz. Kıymet bilenin kıymeti olur.
Henüz yorum yapılmamış.