Türkiye’ye sığınan başbakanlar, askeri darbe... Ellili yılların en kritik 3 yılı
Follow @dusuncemektebi2
Mısır’la mücadele, Suriye’yle gerginlik, Lübnan’la görüşmeler, iç savaşa destek iddiaları, Türkiye’ye sığınan başbakanlar, askeri darbe... Günümüzden değil 1950’li yıllardan bahsediyoruz.
Takvimler 6 Ocak 1955’i gösterdiÄŸinde BaÅŸbakan Adnan Menderes, Irak’a hareket etmiÅŸti. BaÅŸbakan Nuri Said PaÅŸa (ki zamanında eÄŸitimini Ä°stanbul’da almış bir Osmanlı subayıydı) onu bu resmi ziyarette büyük memnuniyetle ağırladı. GörüÅŸmeler sonucunda iki devlet ortak savunma antlaÅŸmasına gideceklerini açıkladılar. Menderes, BaÄŸdat’ın ardından Åžam’a ve Beyrut’a geçti.
Ama bu ziyaretlere açıkça sert çıkan ve hatta Türkiye BaÅŸbakanı’nın ülkesine ziyaretini reddeden biri vardı: Üç yıl önce bir askeri darbeyle Mısır’da yönetime gelmiÅŸ olan Cemal Abdül Nasır. Nasır ve arkadaÅŸları, Kral Faruk’u devirirken Müslüman KardeÅŸler’le birlikte hareket etmiÅŸ ama sonra onların siyaset yapmasını yasaklaÅŸmıştı. Bölgenin lideri olma çabasındaki Nasır, tüm Arap ülkelerinde kendisiyle benzer çizgideki hareketleri destekliyordu. Birinci Dünya Savaşı’nın uzantısı monarÅŸik-millî devletlerle ihtilalci ve nispeten genç Arap milliyetçileri arasındaki iktidar mücadelesi giderek keskinleÅŸiyordu. 1948’den beri Ä°srail ve Filistin meselesi gündemdeydi tabii. Denklemin öteki yanındaysa bölgedeki gücünü korumaya çalışan Batı devletleriyle rekabette yıldızı giderek parlayan Sovyetler vardı. Peki, Türkiye’nin derdi neydi de, bu denklemde kendine yer bulmaya çalışıyordu?
AÇMAZDAN ÇIKMAYA ÇALIÅžIRKEN
O dönemde Türkiye’nin öne çıkan sorunları: Ekonomik büyüme için kaynak yetersizliÄŸi; Sovyetler BirliÄŸi’nin doÄŸu, batı ve kuzey (Karadeniz) sınırımızdaki gücü; ve giderek ısınan Kıbrıs meselesiydi. OrtadoÄŸu’dan ayrı gibi görünse de aslında Kıbrıs, Türkiye’nin bölgeyle iliÅŸkisinde kilit bir role sahipti. Çünkü, aynı Arap milliyetçileri gibi Rum milliyetçileri de Ä°ngiliz patronajından kurtulma derdindeydi. Bu da Türkiye’nin karşısına ciddi bir sorun çıkarıyordu: Kıbrıs Türklerinin durumu. DoÄŸu Akdeniz haritasındaki yeri itibarıyla gerek Suriye, gerekse Lübnan önemli bir role sahipti. Bu sorunlar karşısında Menderes yönetiminin yaklaşımı, ‘Sovyetler’e karşı ABD ve Batı’yla güçlü ittifak, bu ittifakla saÄŸlanacak mali kaynaklarla ekonomik büyüme, OrtadoÄŸu’da etkin politikayla DoÄŸu Akdeniz’de Kıbrıs için elini güçlendirmek’ biçiminde formüle edilebilir. Tabii, OrtadoÄŸu’yla ilgili bu vizyoner planlar büyük ölçüde kâğıt üstünde kaldı. Evdeki hesap çarşıya bir türlü uymadı. Çünkü hem evdeki hesapta eksikler vardı, hem de çarşı birkaç yıl içinde fena karıştı!
BAÅž DÖNDÜREN OLAYLAR DÄ°ZÄ°SÄ°
Türkiye ve Irak, 24 Åžubat 1955’te BaÄŸdat Paktı’nı imzaladılar. Aynı yıl içinde antlaÅŸmaya Ä°ngiltere, Pakistan ve Ä°ran da katıldı. Menderes, diplomatik alandaki cesur hamleleriyle büyük bir adım atmış konumdaydı. Türkiye’de muhalif basın bile pakta karşı görünmüyordu. DışiÅŸleri Bakanı Köprülü’nün ifadesiyle; beklenti “diÄŸer kardeÅŸ Arap milletlerinin de bu hayırlı antlaÅŸmaya bir an evvel iÅŸtirakleri”ydi.
Mısır, Batı’nın ve Türkiye’nin desteÄŸini alan Irak’a karşı Arap liderliÄŸinde geri kalamazdı. Nasır, Sovyetler’den silah alacaklarını açıkladı. Ama esas hamlesi 1956’da SüveyÅŸ Kanalı’nı millileÅŸtirme kararıydı ki, bu uluslararası bir krizin kapısını açtı. Fransa, Ä°ngiltere ve Ä°srail’den aldığı askeri yenilgiye raÄŸmen Nasır, Sovyetler ve ABD arasında diplomatik manevralar yaparak kanalı elinde tutmayı baÅŸardı. 1957’ye gelindiÄŸinde Suriye de, Sovyet iÅŸbirliÄŸiyle silahlanma hamlesi içindeydi. Bu bloklar arası gerilim, sınıra askeri yığınak yapan Türkiye’yle ciddi bir çatışma ihtimali doÄŸurdu. Muhalefetteki Ä°nönü bile Suriye’ye seslenerek “Biz böyle tehditlere alışkın bir milletiz... Memleketimizi muhafaza etmek için çalışacağız” diyordu.
Yine de Türkiye, hem Sovyet tehdidi, hem de uluslararası desteksizliÄŸin etkisiyle silahlı harekâta girmedi. Kriz büyütülmüÅŸ ama caydırıcılık sözde kalmıştı. 1958’de Mısır, Suriye ve Yemen, BirleÅŸik Arap Cumhuriyeti’ni kurdular. Aynı yıl Lübnan’da bu birliÄŸe katılmak isteyen Müslümanlarla BaÄŸdat Paktı’na yakınlaÅŸan Hırıstiyanlar arasında kısa süren bir iç savaÅŸ çıktı! Ä°ddialara göre Türkiye, Lübnan’a askeri operasyonda bulunan Amerika’ya lojistik destek saÄŸlıyor, hatta kimilerine göre iç savaÅŸta Kamil Åžem’un’un tarafını destekliyordu. Suriye’nin eski baÅŸbakanlarından Kürt kökenli Hüsnü el-Barazi’nin 1955’te yaptığı gibi, 1958’de Lübnan BaÅŸbakanı Sami es-Sulh, Türkiye’ye sığındı. Aynı günlerde, Kıbrıs’taki Ä°ngiltere, Ürdün’e müdahale etmekle meÅŸguldü. Irak’ta ise devrim vardı! BaÅŸbakan Nuri Said PaÅŸa kaçmaya çalışırken öldürüldü. Türkiye, Irak’taki devrime karşı herhangi bir adım atamadı. Askeri darbeyle yıkılan sadece eski rejim deÄŸil aynı zamanda üç yıl süren BaÄŸdat Paktı’ydı. Paktın mimarı Menderes de askeri bir darbeyle iktidara ve ardından hayata veda etti. Hırslı rakibi Nasır ise 1967’deki ağır savaÅŸ yenilgisinden sonra 1970’te dünyadan ayrıldı.
TESADÜF MÜ, TEKERRÜR MÜ?
Bugün, Kıbrıs ve DoÄŸu Akdeniz’deki doÄŸalgaz mücadelesinden Türkiye’ye sığınan Irak cumhurbaÅŸkanı yardımcısına, Mısır’daki askeri yönetimle Türkiye arasındaki soÄŸukluÄŸa, Lübnan’da Suriye nedeniyle kaçırılan pilotlara kadar 60 yıl öncesiyle pek çok parallelik bulmak mümkün. Oysa bu durum ne tesadüf, ne de tekerrür. Bir yanıyla Memlûk-Osmanlı, Kavalalı-Osmanlı ve hatta Nasır-Menderes’ten miras kalan müzmin Mısır-Türkiye rekabetinin yeni bir perdesi. DiÄŸer yanıyla da DoÄŸu Akdeniz’deki nüfuz ve OrtadoÄŸu’nun yönetimi mücadelesinin bir parçası. Önemli olan, tarih perdesinde izlediklerimizi film sanmamak. Çünkü evdeki hesabı dikkatle yapmadığınızda çarşıda parasız kalmak, Dimyat’a (Mısır’da bir liman kenti) pirince giderken evdeki huzurdan olmak ihtimali de var. Aman diyelim...
Henüz yorum yapılmamış.