Özel / Analiz Haber
İber Ortaylı: Cemal Abdülnasır hiçbir zaman efsaneleşemedi
Follow @dusuncemektebi2
9 Haziran 1967’de Arap dünyası tarihinin en trajik mağlubiyetini yaşıyordu. İsrail’e karşı mağlubiyeti korkunç yapan, utanç ve ümitsizlikti. Birkaç gün önce “Arap dirilişi neymiş görecekler” diyen kitleler kendilerini suçlamaya başladı. Arap dünyasının lideri durumundaki Cemal Abdülnasır ağlayarak istifasını açıkladı. Çöküntü sonucu kitleler sokağa döküldü.
Nasır’ı yalvararak geri çağırıyorlardı.
Nasır uzayan gösterilerle görevine döndü. Konumunu anlamıştı, bundan sonraki siyasi hayatı daha mutedil, uzlaştırıcı, gerçeği takip eden bir tona büründü. Araplar arasındaki çatışmaları yatıştırmaya, büyük devletler arasındaki dengeye dikkat etmeye, anti-Amerikanizmin tonunu kısmaya gayret etti. 1956’da Fransa, Britanya ve ABD’yi hizaya getirmiş gibiydi ama aynı gruplar 1967 Haziran’ında İsrail ile birlikte ona çok acımasız davrandılar. Efsane sönmüştü, en müfrit taraftarları bile onu yenilen ama idealist bir savaşçı olarak niteledi. Yorulan dimağı şoklara dayanamadı. 28 Eylül 1970 akşamı ani bir kalp krizi ile bu dünyadan ayrıldı. Cenazesi onun yarattığı ümitlerin kayboluşuna bir ağıttı. Anıt mezarı uzun bir zaman bir alay fakir fellahın, mütevazı maaşlı öğretmenlerin ve küçük insanların ziyaret ettiği yer oldu.
Ülkesinin binlerce yıllık köylü çizgilerini taşıyan bu uzun boylu subay 1918 başlarında doğmuştu. Sefil değildi ama Mısır’ın hayatı zorlukla taşıyan yüz binlerce insanından biriydi. İskenderiye’deki posta memuru babanın imkânı yoksa, Kahire’deki amca Cemal’i okuttu. Osmanlı’nın bu yörelerde tanınan paşası Cemal Paşa’nın ismi ona verilmiş diyorlar; mümkündür. Başarılı olamasa da Mısır’da işgalci İngiltere’nin karşısına dikilen Cemal Paşa’nın adı 1917-1918 yıllarında birçok erkek doğan bebeğe kondu.
Cemal Abdül Nasır’ın ölümünün ardından Mısır gittikçe Mısırlılığı benimsedi. Kimse onun gittiği yolu takip etmedi.
Süveyş Kanalı’nı geri aldı
Cemal okudu, muhtemelen hukuku siyaset ve halkını savunmak için denedi. Belki zor geldi, belki parasızlıktan askeri eğitimi tercih etmek zorunda kaldı. Mısır’ın bütün subayları gibi İngilizcesi vardı. İdaresini ve ordusunu tanıdıkları için İngiltere’den nefret ediyorlardı. 1950’lerin başında Mısır’daki Amerikan diplomatları sonraki dönemden farklı olarak bu genç askerleri Britanya’ya karşı destekliyorlardı. 1948 Arap-İsrail savaşı ve birleşik Arap ordularının İsrail karşısındaki başarısızlığı; Arap aydınlarında ve askerler arasında mevcut monarşilere karşı düşmanlığı, İngiltere’ye karşı kini artırmıştı.
Nasır’ın arkadaşları Zekeriya Muhiddin, Abdülhakim Amr ve Enver Sedat ilk örgütlenmeyi meydana getirdiler. 1952’de ise general Muhammed Necib’in başkanlığında darbeyi gerçekleştirdiler. General Necib mutedil bir darbeciydi. Hatta Kral Faruk’u kovmalarına rağmen monarşinin devamında bile bir sakınca görmedi. Ama galiba Abdülnasır’ın sınır tanımaz radikalizmi ve siyasi hırsları burada rol oynadı. Kendi arkadaşlarıyla General Necib’i uzaklaştırdılar ve cumhuriyeti ilan ettiler.
Hedef, Mısır’ın en büyük gelir kaynağı olan Süveyş kanalının İngilizlerden alınmasıydı. Nasır bunda muvaffak oldu. Amerikalıların gözünde dahi komünist olmadığı açıktı, toplumunun şartları ölçüsünde Müslüman Kardeşler ile de geçinemedi. Giderek liderleri Seyyid Kutub’u idam ettirmeye varacak derecede sindirme faaliyetlerine başladı. Az sayıdaki liberallerle geçinmesi mümkün değildi, eski toprak sınıflarıyla da gittikçe uzaklaştı, o dünyanın şartlarında diktatörya kaçınılmazdı.
Arapları birleştirme savaşı
1955’te Bandung konferansına katılarak Amerika ve Avrupa blokuna karşı Yugoslavya devlet başkanı Josip Tito ve Hindistan Başbakan Javaharlal Nehru ile birlikte Bağlantısızlar Hareketi’ni başlattı. Bu üçlünün içinde Tito Sovyet Rusya’ya karşı tutumuyla güvence veriyor, Nehru da Hintli aristokrat Brahmanlığı ile en büyük demokrasi ülkesinin bilge lideri havasını yaratıyordu. Nasır ise Arap dünyasının liderliği için Bağlantısızlar’ı kullandı.
1956’da İngiltere, Fransa ve İsrail’e karşı askeri yenilgiyi tattı. Ama doğrusu ustalıkla yürütmeye başladığı diplomatik ilişkiler ve politik manevralarla Mısırlılar ne olduğunu kendilerinin bile tarif edemedikleri ilerici Arap dünyasının liderliğini üstlendiler. Nasır’ın reformları bir yanıyla şık görünüyordu. Sayısı önemli olmasa da okula giden kız çocukları, okuma yazma öğrenen kadınlar, önce eğitim dünyasını ardından bürokratik tırmanışı tadan köylü çocukları; ne olduğu belli olmayan toprak reformunu örten görünümlerdi. Hiç şüphesiz yatırımlar yetersizdi. İşsizlik “herkese iş ama çok az maaş” düsturuyla görünüşte vaziyeti kurtarır gibi oldu. İktisatçıların dudak büktüğü bu tedbirin, kitleyi kontrol altına aldığı açıktı.
1968’de Sovyetler Birliği’nin yardımı ile Nil üstündeki Asvan barajı tamamlandı. Yarattığı ve yaratacağı çevre sorunlarına rağmen bu baraj Mısır’ın çehresini değiştirecektir. Kendisini reddeden Batı mali çevrelerine karşı Sovyet iktisadi ve askeri desteği ile birlikte Mısır gittikçe ABD’nin hedefi haline geldi. 1967 savaşı Nasır’ın Arap dünyasını birleştirmek için başvurduğu bir zorunlu bir seçenekti. Sonuç hazindir.
Nüfus ve fakirlik artıyordu
O dönemin şartları içinde Araplık vurgulandı ve İslam dahi bu etnik milliyetçilik için kullanıldı. Türkiye’nin batı kampında bulunması, Nasır ile Türkiye’yi karşı karşıya getirdi. Bu münaferette Türkiye kadar Arapların, özellikle Nasırcı cephenin de hatası vardır. Mısır’ın 1958 başlarında Suriye ile kurduğu Birleşik Arap Cumhuriyeti Nasır ve Kahire tarafından ön planda Mısır imparatorluğu olarak düşünüldü. Suriyeliler kırgındı, üç yıl sonra birlikten çekildiler. Pan-Arabizm ilk çelişkisini yaşıyordu. Gittikçe zenginleşmeye başlayan petrolcü Arap ülkelerine karşı “gerici güruhu” sloganıyla saldırmak faideli bir sonuç sağlamadı. Çünkü Mısır fakirdi ve işgücü fazlası o gerici ülkelerin eline bakıyordu. Bir kısım Mısırlılar oralarda edindikleri zenginliği Nasırcı rejime karşı kullandılar. Müslüman Kardeşler hareketi kuvvetlendi.
Nasır’ın ölümünden sonra Mısır giderek Mısırlılığı benimsedi. İzleyicilerinin hiçbiri Nasır’ın yolunu izlemedi, zaten bu yolun ne olduğu müphemdi. Artan nüfus, artan fakirlik çıkmazı büyütmüştü. Ama Nasır elan bazı çevrelerde yaşayan bir efsane, tarihi bir portre olmaktan çok Arap folklorunda bir portre olarak kaldı. “Halk çocuğuydu, diğer liderlerin aksine büyük servet edinmedi. Hatta dul eşi bile devletin verdiği lojmanda oturuyor” diyorlardı. Nasır bir devrin adı ama tekrarlanamayacak bir portredir.
Henüz yorum yapılmamış.