Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu: Derdimiz yolda olmaktır; çadır kurmak değil!

Ä°tibar, s. 42-45 Mart 2013



* Yazmalar üzerine çalışmayı önemsiyorsunuz. Özellikle felsefe, bilim ve matematik tarihini, yazma kaynaklara dayanarak inceliyorsunuz. Bir kaynak türü olarak, yazma eserlerin, ne tür karakteristik artılarından söz edilebilir?
P>Bilgi?ye iliÅŸkin bir araÅŸtırmada, en önemli ilkelerden biri, araÅŸtırma konusunun olgu ve olaylarına doÄŸrudan yönelmektir. Ä°slâm-Osmanlı-Türk felsefe-bilim tarihinin, nesneleri olmaları bakımından yazma eserler, araÅŸtırılan konu hakkında sahih ve sadık bir bilgi elde etmek için vazgeçilmezdirler. Bu, konunun fikriyat tarafına iliÅŸkindir; konunun, bir de hissiyat tarafı vardır: Örnek olarak, Ali KuÅŸçu?nun basılı bir eserini incelemek ile bizzat kendi tarafından istinsah edilmiÅŸ yazma bir nüshayı incelemek, hem onu, hem yaÅŸadığı dönemi hissetmek bakımından önem arz eder. Son olarak, dönemin âlet ve edevâtıyla bizzat muhatap olmak, dönemi ?anlamak? için size bir temas kapısı açar. Yine de, bunlar açıklanılarak deÄŸil yaÅŸanılarak dokunulacak durumlardır.
* Kadîmi yeni bir nokta-i nazardan yorumlamaya kalkışmak, pek rastlanılan bir yaklaşım deÄŸil. Sizi bu tercihe yönelten saikler nelerdir?
Ä°çinde soluklandığımız düÅŸünceyi dönüÅŸtürmek ve ileriye taşımak istiyorsak, o düÅŸüncenin köklerine geri gitmek zorundayız. Bu nedenle, ?kadîm, takaddüm edendir? diyorum. Yani ?kadîm, öne adım atandır?. Çıkış noktam, kelâmcılarımızın ilkesine dayanır: Süreklilik... Hayat görüÅŸümüzün tarihî deneyimi, istikbalimizde yapacaklarımızın ham madddesidir; çünkü mevcud olmadan icad olmaz.
* Kendi medeniyetimizin tarihî deneyimine yabancılaÅŸmamız en yaygın derdimiz. Bu derdin devâsı nerede sizce?
Tek bir devâ var: GeleceÄŸe iliÅŸkin bir projemizin olması... Ne yapacağımıza karar vermeden, elimizdekini nasıl istihdam edeceÄŸimizi belirleyemeyiz. Çıkış, varış hakkında bir kanaati olan insan için kolaydır. Nitekim, ilim sözcüÄŸü, çöldeki alâmetleri birleÅŸtirerek(akl), bir yerden bir yere (istikâmet) varmaktır (hedef); cehalet ise çölde amaçsız dönüp durmaktır. Bizim sorunumuz, geçmiÅŸimizle deÄŸil geleceÄŸimizle ilgilidir. Gelecek sorunumuzu çözmeden, geçmiÅŸ bize sağırdır; geleceÄŸe iliÅŸkin bir derdi olmayanın, geçmiÅŸle uÄŸraÅŸması, boÅŸa vakit harcamaktır.
* Kadîm nazarın, dilin çektiÄŸi varlık fotoÄŸrafının bir tahlili olduÄŸunu tespit ediyorsunuz. Bu nazar, o fotoÄŸrafta neleri görmüÅŸtü?
Kadîmde tek bir nazar yoktu; çünkü farklı nokta-i nazarlar vardı; bu nedenle de, her bir nazar, farklı manzaralar üretti. Ancak, benim mensubiyet duyduÄŸum usûlî-kelâmî-irfanî nazar, ?ki, Anadolu?da, Konya?da terkib edilmiÅŸtir- Ä°slâm?ı bir Hayat GörüÅŸü olarak ikrar eder ve üç temel ilkeye oturtur: Tevhid, adâlet ve mehabbet... Gerisi ayrıntıdır.
* Varlığın, âlim ve ârif tarafından, ?ibâre? ile dillendirilirken, sûfîler tarafından ?iÅŸâret? ile ihsâs ettirildiÄŸini söylüyorsunuz. Ä°bâre ve iÅŸâret arasında varlığın ortak bir ifade aracı/dili yok mu?
Var. Ä°lim ile amel. Mensubiyet duyduÄŸum nazarî yaklaşım için, bilgi ile eylem, birbirini var-eden, ören, eÅŸ-zamanlı tek bir sürecin iki farklı yüzüdür. Hemen söyleyeyim, ilim, Yunanî logos deÄŸildir; amel de Yunanî praksis... Bu nedenle, geleneÄŸimizde bilgi, belirli bir amaç için kalkışılan bir eylem tarzıdır. Daha ne desinler: ?Bilgi ile eylem, ikiz kardeÅŸtir?... Dolayısıyla, Ä°bn Kuteybe?nin dediÄŸi gibi, ?eylem olmadan bilgi ve dahi bilgi olmadan eylem talep edilemez?. Ya da, Ahmedî gibi mi desek: ?Âlem ilm [akıl] ü amel [adâlet]dir.
* Türk milletinin, Osmanlı döneminde ortaya koyduÄŸu felsefe-bilim ürünlerinin, karakteristik yanları itibariyle, diÄŸer Müslüman toplumlarınkinden ayrıldığı noktalar mevcut mudur?
Ä°slâm temeddününü siyasî teÅŸekküller açısından okumak büyük bir hatadır. Ulema için Daru?l-Ä°slâm, tek bir maddî ve manevî coÄŸrafyadır. Osmanlı, siyasî bir teÅŸekküldür ve Ä°slâm temeddününün üyesi, ama çok önemli bir üyesidir. Bu çerçevede, Osmanlı siyasî teÅŸekkülüne mensup âlimler, Osmanlı yüzyıllarının yer aldığı dönemde, Ä°slâm temeddününün ürettiÄŸi felsefe-bilim hareketi içinde, etkin birer katılımcıdır. Bu hareket içinde, hemen hemen her sahada, kendilerine has katkılarını ortaya koymuÅŸlardır. Elbette, bu katkıları deÄŸerlendirmek, bu söyleÅŸinin sınırlarını çok aÅŸar. Burada ÅŸu ilkeyi koyarak sonlandıralım: Osmanlı?ya iliÅŸkin, iyisiyle kötüsüyle herÅŸey, Ä°slâm temeddününün tarihî deneyimine aittir.
* Felsefe-bilim tarihinin, bu topraklardaki seyri ile Batı?daki seyri arasındaki temel ayrımlar hangi konularda vukû bulmuÅŸtur?
Her seyir, maksad ile imkânların terkibine yaslanır. Maksad, metafizik ilkelere; imkân ise maddî ÅŸartlara baÄŸlıdır. Ä°kisinin yer aldığı sürecin adı ise tarihtir. Bu nedenle, ayrımlar, hem maksad/metafizik yönünden, hem de imkânlar/maddî ÅŸartlar yönünden, kısaca, tarihî baÄŸlamdan hareketle belirlenebilir. Ancak, ÅŸu nokta unutulmamalıdır: Felsefe-bilim, sonuç olarak, beÅŸerî bir faaliyettir ve mukayyettir. Dikkat edilmesi gereken ikinci nokta: Felsefe-bilim?in, insanın, biliÅŸ?inden kaynaklanan ortak yanları yanısıra, maksad ve imkânlar açısından neÅŸet eden farklılıklarının mevcut olmasıdır. Bu nedenle, biliÅŸsel yönünden, tek-anlamlı bir felsefe-bilim kavramı yanısıra, maksad ve imkânlar yönünden, çok-anlamlı felsefe-bilim(ler) kavramı söz konusudur. Bu çokluk, yalnızca bu topraklar ile Batı (ki, tek bir Batı da yoktur) arasında deÄŸil; Ä°slâm temeddünü içinde üretilen, farklı nazarî faaliyetler için de geçerlidir. Örnek olarak, meÅŸÅŸâî ile kelâmî nazarın seyri de maksad ve imkânlar açısından farklılıklar gösterir. Bu farklılıklar, aynı nazarın, tarihî geliÅŸim sürecinde de ortaya çıkabilir. Örnek olarak, EÅŸarîlik?in insan anlayışı, Fahreddin Râzî?nin öncesi ile sonrası için oldukça deÄŸiÅŸiklik gösterir.
* Çalışkan ve velûd bir araÅŸtırmacı olmanıza karşın, ilk telif eserinizi 2011?de yayımladınız. Kitap neÅŸri konusundaki bu tercihinizi ve nedenlerini biraz açabilir misiniz?
Cemil Meriç, yanlış anımsamıyorsam, ?Kitap tamamlanmış; Dergi ise yürümekte olan bir fikrin aracıdır? der. Hiçbir fikrimde kemal görmüyorum. Talebeyim; öÄŸrenmeye devam ediyorum... BahsettiÄŸiniz ?telif eser? de, bir konuÅŸma metnine iliÅŸkin bir yazıdır; eser sayılmaz... Öteki yazılarım ise yolda iken yaptığım karalamalardır. ?DüÅŸünmek, yola çıkmaktır? der, Üstadım TaÅŸköprülü-zâde... Yolda olduÄŸumu ümid ediyorum... Kısacası, kitap ciddi bir iÅŸtir; kendimi, henüz, o ciddiyetin altına girecek yetkinlikte görmüyorum...
* Günümüzde, bilimlerle ilgili temel sıkıntının, sayısal bilimlerle kavramsal bilimlerin arasının açılması olduÄŸunu ifade ediyorsunuz. Bu ikisinin unutulan ortak paydasından söz eder misiniz biraz da.
Kadîm geleneÄŸimizde, ?ilm? sözcüÄŸü, tekil anlamında kullanıldığında ?bilgi?, çoÄŸul anlamında (ilm/ulûm) kullanıldığında, bilim dalı anlamına gelir. Kanaatimce, sorun, tek başına, bilim dallarında deÄŸil bilgi?nin varlık-bilgi-deÄŸer üçlemesindeki yerinden edilmesindedir. Bu, yerinden edilmenin uzun bir tarihi var ÅŸüphesiz. Çünkü sorun, daha da temelde, anlamın, Tabiat, Hayat ve Ä°nsan?dan ayıklanmasında yatıyor. Ölçülebilir ile sayılabilirlik, Sümerler?den beri mevcut; kavramsal olan da... Sorun, bu kavram çiftlerinde deÄŸil; yerlerinden edilmelerinde ya da sınırlarını tecavüz etmelerinde. Bu nedenle, günümüzdeki bilgi anlayışını, yanlış deÄŸil eksik buluyorum. EÄŸer sayanın/ölçenin da/de, kavrayanın da insan olduÄŸunu dikkate alırsak, açıklama ile anlamanın birlikte var-olan iki insanî etkinlik olduÄŸunu kavrarız.
* Modern bilimin, nasıl?ı açıklama derdinde, kadîm bilim geleneÄŸinin ise nasıl?ın ötesine geçip niçin?i anlamaya çalıştığının altını çiziyorsunuz. Niçin?i bırakıp nasıl?a geçerken neleri ıskalıyoruz?
Burada söylenilenler bir tespittir, ÅŸikâyet deÄŸil... Çünkü bahse konu olan Aristoteles-Ä°bn Sînâ çizgisidir... Bu çizgide, olgu-olay(fact-event), ancak ve ancak, nedenlendiÄŸinde (reasoned fact) bilinebilir. Bunun için de, illeti(cause) tespit, doÄŸaya iliÅŸkin bilginin özüdür. Elbette, bu anlayışın, içinde nefes aldığı bir teoloji-kozmogoni-kozmoloji ve psikoloji anlayışı söz konusudur. Kelâmcılar için durum farklıdır: Çünkü onlar, fail illetleri, âmil sebeplere dönüÅŸtürmüÅŸler; nedeni de tabiata deÄŸil akla hasr etmiÅŸlerdir. Bu nedenle, ilginç bir ÅŸekilde, kelâmcıların Evren?i, daha maddî ve mekanik bir Evren?dir. Konu uzundur, ancak tekrar etmekte yarar var: Günümüzde, Ä°slâm temeddüdünün ürettiÄŸi ilim/bilgi ile ilimler/bilim dalları, üretildikleri küre içinde deÄŸil, ya Yunan?a indirgenerek, ya Batı?ya aracı olarak ya da Bilim Devrimi?ne nispetle deÄŸerlendirilmektedir. Biz hâlâ kendimizde deÄŸiliz; kendimize gelemedik; Ä°slâm temeddününün ürettiÄŸi felesefe-bilimin tarihi hakkında yapılıp edilenler, yazılanlar, söylenilenler, baygın bir kiÅŸinin sayıklamalarıdır; fazlası deÄŸil... HerÅŸeyden önce, ilm kavramını iyi anlamalıyız; ilm ne logostur, ne de science... Dikkat ederseniz, burada bir tercihten deÄŸil; doÄŸru öÄŸrenmek için bir tespitten bahsediyorum... Önce bir tespit edelim, sonra bir tercihte bulunuruz.
* Yaygın bir kanaat olarak, ilim ve kültür alanında, kadîm olana ulaÅŸmak için modern olanı reddetmemiz gerektiÄŸini düÅŸünüyoruz. Oysa siz, fizik olmadan metafizik, modern bilim olmadan da ilm-i kelâm yapılamayacağını söylüyorsunuz. Kadîm-modern çatışması nasıl aşılabilir?
Bunu ben söylemiyorum. Bu, tarihî deneyimin gösterdiÄŸi bir vakıa... ?Gelecekte, nasıl bir ilm-i kelâm yaparız?? Bu soruya, farklı bir yanıt verebiliriz. Ancak, geçmiÅŸte, nedenleri, ÅŸartları ne olursa olsun, bu böyle vukû bulmuÅŸ... Gerekçe açık, mahsus olmadan makul olmaz; dolayısıyla, fizik olmadan da metafizik... Bilinen bir husustur ki, kübralar yani küllî/tümel terimler, çok çeÅŸitli araçlarla, suÄŸralardan yani tekil/tikel terimlerden elde edilir. Ä°mdi, tikel terimler deÄŸiÅŸmiÅŸ; ancak onlar üzerinde kurulan tümel terimler devam ediyor... Alt katları olmayan bir çatı gibi... Örnek olarak, biz bugün Harizmi cebri, Ä°bn Heysem optiÄŸi, Ä°bn Sînâ tıbbı, Tûsî astronomisi vb... kullanmıyoruz; çünkü hepsi deÄŸiÅŸtiler, baÅŸkalaÅŸtılar... Ama onlardan hareketle, üretilen tümel terimler ve önermeleri kullanmaya devam ediyoruz. Mesela, Ä°bn Sînâ?nın Ä°lahiyyat?ı, Mantıkiyyat, Tabiiyyat ve Riyaziyyat?tan sonra gelir... Bugün, Tabiiyyat ve Riyaziyyat?ın deÄŸiÅŸtiÄŸini herkes kabul eder de onlara yaslanan Ä°lahiyyat?a dokundurtmazlar... Åžunu vurgulamalıyım: Hakikat?e iliÅŸkin olgu ve olaylara ait halis sorular ile bu sorulara yanıt için üretilmiÅŸ teorik dillerin yarattığı ikincil sorunları birbirinden ayırmak gerekir. Örnek olarak, ?Tanrı, tikelleri bilebilir mi, bilemez mi?? sorusu, Ä°bn Sînâ?cı tanım teorisinin yarattığı bir sorundur; ama hâlâ hakikî bir sorun gibi tartışılmaktadır. Ya da Gazâlî?nin eleÅŸtirdiÄŸi nedensellik, Ä°bn Sînâ?nın nedensellik anlayışıdır. Bunu atlayıp yani Ä°bn Sînâ?nın nedensellik anlayışını göz önünde bulundurmayıp Gazâlî?nin mutlak anlamda (ki, bu, zaten olanaklı deÄŸildir) nedenselliÄŸi eleÅŸtirdiÄŸini varsaymak, safdillik olur. Açıkça söyleyeyim, Ä°bn Sînâ sisteminde, ateÅŸin pamuÄŸu yakması, Gazâlî?nin sistemindekinden daha zordur. Peki! Kadîm-modern çatışması nasıl aşılabilir? sorusunun yanıtına gelince: Ä°ki ÅŸekilde: 1. SürekliliÄŸi esas alarak... Böylece, iki uclu düÅŸünmekten kurtulursunuz. 2. Yanıtlara deÄŸil sorulara odaklanarak... Buna baÄŸlı olarak, halis sorular ile teorik dillerin yarattığı sorunları birbirinden ayırarak...
* Özellikle Anlayış dergisindeki yazılarınızda, sözcükler, ekleri ve köklerinden hareketle çarpıcı tespitlere ve derin düÅŸüncelere ulaşıyordunuz. Dilin iÅŸleyiÅŸi ve birimlerinin, düÅŸüncenin kadîm konularını kavramada sunduÄŸu olanakları nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz?
Åžunu hemen söylemeliyim: Mensubiyet duyduÄŸum gelenekte dil, Varlık?ın tecellîlerinden biridir ama hakikî deÄŸil gölge-deÄŸerdedir. Bu noktada, ?Dil, Varlık?ın evidir? diyen Heidegger?e ya da ?Dil, Dünya?yı kurar? diyen Wittgenstein?a katılmıyorum. Dil, dünyayı kurmaz. Dil, dünyayı yalnızca ifade eder ve dile getirir. DüÅŸünce, yalnızca verili bir dilin, dizilimine(sentaks) ve anlamsallığına(semantik) indirgenemez. Bu nedenle, düÅŸünce, sözcüklere indirgenemez. Sözcükler çerçevesinde yapılan tahliller, soruyu ve sorunu gözden kaçırmamıza neden olmamalıdır. Ancak, dilin ifade ediliÅŸ ve dile getiriliÅŸ tarzlarını tespit etmek, anlamın içeriÄŸine nüfûz etmemizi kolaylaÅŸtırabilir. Bu yazılarda da yapmaya çalıştığım budur; fazlası deÄŸil... Nitekim, Üstadım Seyyid Åžerif, dil ile düÅŸünce arasındaki ayniyet kabulünün, alışkanlıktan kaynaklandığını; halbuki düÅŸüncenin, her zaman, dilden daha geniÅŸ bir uzayı kapladığını söyler...
* Felsefede, bilimde ya da edebiyatta olsun, ortaya konulan bir eserin, düÅŸüncenin deÄŸeri, biraz da mensup olduÄŸu geleneÄŸe göre tespit edilir. Günümüzdeyse bir geleneÄŸe mensup olmadan üretmek, marifetmiÅŸ gibi görülüyor. Bu, mensubiyet meselesine nasıl bakıyorsunuz?
Günümüzde, çoÄŸun insanlar, kıymetli/deÄŸerli olmaya çalışmıyor; ? ?büyük adam? olmak? yeterli. Dikkat edilirse anlamın çekildiÄŸi yeri, sayılabilir ve ölçülebilir içeriÄŸi olan sözcükler dolduruyor. Hem, deÄŸerli olmanın bir getirisi yok ki; ne kadar kazandığına bakmalı... Açıkçası, dürüst olmak gerekir: Mevzûsu olanın, mevzîsi olur. Yok ise ötede beride dolaÅŸmak daha yararlıdır, daha çok kazandırır. Hâlâ 1996?da, Dergâh Dergisi?ndeki söyleÅŸide, benzer bir soruya verdiÄŸim yanıtın iÅŸaret ettiÄŸi yerdeyim: ?Öncelikle, kendi tarihimizi sahiplenmeliyiz. Bu da, yerlileÅŸmekle olanaklı kılınabilir. Ä°lgilendiÄŸimiz ÅŸeyin, kendi tarihimiz olduÄŸunu unutmamalıyız. YerlileÅŸme, yerli bir mevkif yani duruÅŸa sahip olmakla gerçekleÅŸir. Mevkif sahibi olmak, psikolojik ve ahlâkî bir durumdur. Dolayısıyla da, ÅŸahsiyeti ÅŸart koÅŸar. Ä°kincisi, maksadımız olmalı; bu da, siyasî bir tavırdır ve mensubiyeti ÅŸart koÅŸar. Son olarak, bir manzumemiz olmalı; bu da, nazarî bir çabayı gerektirir ve dolayısıyla, ehliyeti ÅŸart koÅŸar. Yani mevkif, maksad ve manzume ile bunların ÅŸart koÅŸtuÄŸu ÅŸahsiyet, mensubiyet ve ehliyet... Bunlar, birbirini zorunlu kılar. Gerisi de kendiliÄŸinden gelir.?
* Gazâlî?yi, Ä°slâm dünyasının felsefe-bilim macerasının sonu olarak gören kanaati nasıl yorumluyorsunuz? Sizce, Gazâlî ile son bulan ve ondan sonra devam eden neydi?
Öncelikle, bu, felsefî-ilmî bir soru ve yargı deÄŸildir; siyasî bir soru ve yargıdır. Ä°kincisi, bu bir sözde-sorundur ve XIX. yüzyılın oryantalist tarih anlayışının teorik dilinin ürettiÄŸi bir yargıdır. Siyasî nedeni, Ä°slâm temeddünündeki Türk hakimiyetini, kültürel açıdan olumsuzlamadır. Entelektüel nedeni, Goethe?nin, ?Türkleri yenmek için onları Ä°slâmsızlaÅŸtırmak (de-Islamization) gerekir? ilkesidir. Üçüncüsü, yine dürüst olmak gerekirse, Batı akademik camiasında, bu sözde-sorun, 1960?lardan bu yana aşılmıştır. Ancak, zihinleri hâlâ XIX. yüzyılın oryantalist uzayında nefes alıp veren ve kendi ben-idrakinin tarihi deneyimi hakkında araÅŸtırma yapmak ve düÅŸünmekten aciz insanların, temcid pilavı gibi tartıştıkları bir konudur.
Gazâlî?nin yerine gelince... HerÅŸeyden önce, Gazâlî, bir çığlıktır. Bu nedenle, naif tarafları vardır. Ancak bu çığlık, Ä°slâm temeddününde, güçlü bir makes bulmuÅŸtur. Bu nedenle de, Ä°slâm temeddünü, hem Yunanî?leÅŸmekten, hem Farisî?leÅŸmekten, hem de Hindû?laÅŸmaktan korunmuÅŸtur. Gazâlî, Ä°slâm nazariyatının metafizik ilkelerine iÅŸaret ederek, farklı bir düÅŸünme biçiminin kapılarını aralamıştır. Bu nedenle, Gazâlî ile biten bir ÅŸey var iken çok ÅŸey de baÅŸlamıştır. YürüttüÄŸüm çalışmalarda, son günlerde ulaÅŸtığım bir sonucu paylaÅŸayım: Medreselerde ?felsefe-bilim? eÄŸitimi, hemen Gazâlî?den sonra, onun takipçileri tarafından, Maveraünnehir coÄŸrafyasında baÅŸlatılmıştır. Ancak yine de, Gazalî?nin yanıtları ile deÄŸil tavrı ile, tarzı ile, yöntemi ile, soruları ile muhatap olmak gerekir... DüÅŸünürlerimizi anlamak, eleÅŸtirmek ve fikirlerini çoÄŸaltmak için onları mürÅŸide dönüÅŸtürmemeliyiz.
* ?Åžiir, Türkleri Kurtarabilir mi?? baÅŸlıklı yazınızda, ÅŸiirin Osmanlı-Türk medeniyetinin kurucu unsuru olduÄŸunu ifade etmenin, kendi hakkında bir üst-bilincin tezâhürü olduÄŸunu söylüyorsunuz. Åžiirin ve mevzubahis bilincin, günümüzdeki halini nasıl buluyorsunuz?
KiÅŸisel kanaatim, ÅŸiirin -müzikle birlikte-, insan olma bilincinin en üst seviyesi olduÄŸudur. BaÅŸka bir deyiÅŸle, insanî ayıklığın zirvesi... Åžiir yazmayı sürdüren bir zihni, bir kültürü yenemezsiniz... Tefekkür açısından bazı ciddi zaafları taşısa da, son bir yüzyıldır, Türk direniÅŸinin, ÅŸairler eliyle yürüdüÄŸünü görürsünüz. Bu, Türkiye?deki tüm çevreler için geçerlidir. Bir fikrî hareket, ÅŸiir yazma seviyesine eriÅŸtiÄŸinde, kalıcılığı artar. Anadolu?yu, Yurt tutan Türkler?in baÅŸarısı da bunda gizlidir... TopraÄŸa, emeÄŸe anlam katan Yunus Emre, Âşık PaÅŸa gibi adlar olmasaydı halimiz niceydi. Daha da ilginci, Osmanlı Devleti?ni yeniden örgütlerken, Fatih Sultan Mehmed?in yaptığı en önemli iÅŸlerden biri, kendi, vezirleri ve oÄŸullarıyla birlikte Türkçe?nin ÅŸiir üzerinden kuruluÅŸunu gerçekleÅŸtirmekti... Åžiir, bir kültürün taşınabilir manevî vatanıdır. Åžair de, idareye gelmeyen, idare edilemeyen bir adamdır... Günümüzde de, bu durumun, idrak seviyesi zayıf da olsa, devam ettiÄŸini düÅŸünüyorum. Åžairlerimiz hâlâ direniyor çünkü... Ümidvâr olmak için bu yeterli bir nedendir.
* Felsefe ve düÅŸüncenin hayatî vasıflarından biri olarak sık sık sürekliliÄŸe iÅŸaret ediyorsunuz. 2000 sonrasında, Türkiye?deki felsefe/düÅŸünce çalışmalarının, geçmiÅŸi yeterince dikkate aldığını düÅŸünüyor musunuz?
Tekrar etmekte yarar var; geçmiÅŸ sahibi olmakla tarih sahibi olmak ayrı ayrı durumlardır. Maddenin de, herhangi bir hayvan türünün de bir geçmiÅŸi vardır ama tarihleri yoktur. Bir geçmiÅŸ, ne zaman tarih haline gelir?: Ä°drak seviyesine taşındığında, yani idrak edildiÄŸinde... Bu da, daha önce iÅŸaret ettiÄŸim gibi, geleceÄŸe iliÅŸkin projesi olan milletler için olanaklıdır. Türkler?in, muazzam bir geçmiÅŸi vardır ama tarihleri zayıftır. Bu durum, felsefe-bilim tarihi çalışmaları için de geçerlidir. Bizim durumumuz, hastahanede, baÅŸka bir hastanın dosyasındaki verilere göre saÄŸlığını kazanmaya çalışan kiÅŸinin durumuna benziyor... Kendi kan, idrar gibi tahlillerini yapmamış, kendi MR'sini çekmemiÅŸ, bu nedenle de, baÅŸka kültürlerin uzayında nefes alıp vermeye çalışan insanlarız. Bu konuda, Türkiye?deki hiçbir öbek arasında, bilinç seviyesinde, ciddi bir fark yok maalesef... Çok mu kötümserim? Sanmıyorum... Tespit, çözüm içindir; kötümser bir hava yaratmak için deÄŸil... 2013?te, böyle bir söyleÅŸide, bunları söylemek bile iyimser olmak için yeterli bir iÅŸaret olarak görülebilir. Seferle mükellefiz, zaferle deÄŸil... Biz, iÅŸimize bakalım, iÅŸimizi yapalım! Takdir, O'nundur!... Tedbir de, takdirin bir cüz'üdür zaten...

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.