Güncel
Ömer Lekesiz: Bir varlık anlayışıyla mayalanarak var olmak
Follow @dusuncemektebi2
Ömer Lekesiz- Yeni Şafak
Tırnak içinde varlık, felsefenin daimi meselesidir. Öyle ki, Heidgger bunu “Varlığın yorumu ile ilgili çatışma yatıştırılamaz, çünkü henüz alevlenmiş bile değildir. Ve sonunda bu ‘rasgele seçilecek’ bir çekişme değildir; tersine çatışmanın alevlenmesi bir hazırlığı gerektirir.” şeklinde hem özetler hem de geleceğe taşır.
Varlık meselesinin, ed-Din içinde bir şeriat üzere, millet-i ebed müddet / devlet-i ebed müddet fikriyatıyla bir var oluşa esas teşkil etmesi ise kendi (yaratılış) vakine erişmiş, kendi mühletini (ömrünü) idrak etmiş olmakla bizim meselemizdir. Diğer bir söyleyişle felsefenin daimi meselesi olan varlık, belli bir tarzda var olma yükümlülüğüyle bizim kendi zamanımızdaki siyasetimizin de esasını oluşturur.
Burada siyaset derken, demokrasi tanımlı bir Batı dayatması olarak uygulanan gündelik politika yarışından, kahvehane muhabbetinin en ballı temasından söz etmediğim gibi, modern kahvehane hükmündeki medyanın kanıksanmış uğraşısından da söz etmiyorum.
O siyaset zaten, kastetiğim asıl (asli) var olma gayretinin, geçmişten beslenen ve geleceğe yürüyen büyük siyasetinden apardığı kimi simgelerin içlerini boşaltmak suretiyle kullanması cihetinden de konumun dışındadır. AK Parti’nin varlık ağacını karikatürleştirerek elde ettiği amblem (ampul) ile son belediye seçimlerinde kullandığı gönül klişeli söylem bunun tipik örnekleridir.
O halde, varlık meselesine yaslandırılmış olan varolma çabası ve bunun gerektirdiği büyük siyaset, aynı zamanda bir beka meselesi olarak bizim asli meselemizdir.
Bundan olmalı ki, üstad Yalçın Koç, geçmişte mayalandığımız ve yeni varlık anlayışımızı (var olma çabamızı) da ancak buradan oluşturabileceğimiz Anadolu Mayası’na mahsus Türk Kimliği Üzerine Bir İncelemesi’ni şu cümle ile başlatır:
“Anadolu coğrafyasındaki varlığımızın tehlike içerisine düşürüldüğü bir dönemde, daha berrak ve isabetli düşünmeyi sağlamak amacıyla bu yazıyı yazma gereği duyduk.” (Cedit Neşriyat, Ankara 2008).
Bu cümleyle başlattığı kısa giriş giriş yazısını, şu tespitleriyle tamamlar Yalçın Koç:
“Anadolu coğrafyasındaki varlığımızın dayanağı, ‘Anadolu mayası’dır. İçine düşürüldüğümüz yok olma, yok edilme tehlikesinden kurtulmanın yolu, bu mayayı bilmekten, bu mayaya tutunmaktan geçmektedir.
Anadolu mayasının esası, ‘cümle varlığın birliği ve kardeşliği’dir. Ancak, bu mayanın iki can düşmanı vardır. Bunlar, Anadolu’da sürmekte olan ‘Vahhabi damarı’ ile ‘Grek-Latin Kilise diyarı’dır. (...)
Özellikle belirtiriz ki, bu yönde dile getirdiğimiz düşüncelerin hiçbiri yeni değildir; Anadolu mayasında yüzyıllardır bilinen bu konuları sadece hatırlatmak istedik.”
Ben bu cümleden olarak, bir önceki yazımda Vahdet-i Vücutçuluk’un varlık anlayışına bir göndermede bulunarak, kıyamete kadar sürecek olan varoluş çabamıza (anlayışımıza) ivme kazandıracak olan manivelanın burada bulunabileceğine işaret etmiştim.
Şimdi, kendi zamanımdan üstadım olarak bildiğim Yalçın Koç’un neredeyse tamamı varlık anlayışına ve var oluş çabasına isnat eden eserlerine, bu vesileyle tekrar dikkat çekerkerken, onun mezkur meselenin mahiyetini açan birkaç cümlesini alıntılamak istiyorum:
“Özgürlük (hürriyet), ‘insan’ın ‘esas’ına aittir. ‘İnsan’ kendi ‘varlığının esası’ndan kaynaklanan bir şekilde ‘özgürlük’ü aramak ve ‘özgür’ olmakla yükümlüdür. ‘Varlığın esası’ndan kaynaklanmayan bir ‘özgürlük’, ‘insan’ın doğasına aykırı düşer.
"Anadolu mayasında ‘ferdi birey’in asli vasfı, ‘özgür’ oluşudur. Oysa Grek - Latin -Kilise diyarında, ‘birey’in ‘yığınsal’ olarak oluşturulması, ‘birey’in ‘asli özgürlüğ’nün iptal edilmesine bağlıdır.
(...)
"Grek - Latin -Kilise diyarının bireyine, yığın içerisinde, ‘sınırlandırma-serbestleştirme’ ilişkisi vasıtasıyla ‘sözde özgürlük’ verilir; esasında, bu özgürlük ‘Kilise’ tarafından takdir edilir.
(...)
"İlginçtir; Fransız devriminde ‘vatandaş’ın (ki, bu diyarda ‘vatandaş’lık, yığınsal bireye, yığınsal mevzuat yoluyla takdir buyurulan bir vasıftır) ‘özgür kalması, aslında, Anadolu mayası itibariyle, yığınsal bireyin ‘vatandaş’ sıfatı altında ‘yeniden köleleştirilmesi’dir.
"Fransızlar aslında bir ‘devrim’ yapmamışlar; Grek - Latin - Kilise diyarında, ‘Fransız devrimi’ adı altında ‘yeni’ bir ‘kölelik mevzuatı’ geliştirmişlerdir. Fransızların, ettikleri bu işin farkında olduklarını söylemek pek de mümkün değildir.
"Şimdi soralım: Anadolu mayasında, ‘ferdi özgürlük’ün esası nedir?
"Anadolu mayasında, ‘ferdi özgürlük’ün esası, ‘gönül’dür. Anadolu mayasında, ‘birey’, ‘gönlünü bilerek’ ‘özgür’ olur.
"Grek - Latin -Kilise diyarında, ‘gönül’, esası ‘kapalılık’ olan bir yasağa tabi kılınmıştır; bu diyarın bireyleri, bu diyarda böyle bir yasak olduğunun farkına varamaz. Bu diyarın edebiyatında, estetiğinde, fikriyatında ‘gönül’den sözedilmez. Bu diyarın dillerinde ‘gönül’e karşılık gelen bir sözcük bulunmaz.
"Bu diyarda geliştirilen ‘Psikoloji’ fikriyatında dahi, ‘gönül’den söz edilmez.”
Üstad Yalçın Koç’un fikirlerinden kısaca bahsederek, varlığı yeniden düşünmek’ten kastımın, felsefe yapmak değil, bilakis var oluş gayretimize bağlı pratiklere doğru yol almak olduğunu sanırım ifade etmiş oldum.
Üstadımın kitaplarını yer darlığı nedeniyle listeleyemedim. Bunu, aziz kardeşim Mustafa Çalık’ın Cedit Neşriyat’ından edinmek ve okunmak kaydıyla lütfen siz yapın.
Henüz yorum yapılmamış.